Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. Bölüm Özgürlük Savaşı

@ursuula1

2. Bölüm Özgürlük Savaşı

 

 

Dikkat!

Bu bölümde çocuk şiddeti ve kadın şiddeti vardır. Okuyucular tarafından kabul edilmeyecek materyaller yazılmıştır.

 

Ön söz

işte sevişmek bitti

ölüm gibi devam ediyor gece

 

aşk henüz gidilmemiş bir ülkedir, diyorsun

ne kadar uzak gitsen çıkamazsın teninden

kendinden çıkamazsın ne kadar yakın gelsen

 

 

Ben öldüm.

 

Kardeş ne demekti? Aynı anne ve babanın köklerini ayrı bir kişi ile paylaşmak mıydı? Biliyorum, kardeşim ile aramız bize verilen padişah baskısı ve diktatörlüğü yüzünden zayıftı. Biz Mahpeyker ile büyüdüğümüz evin sokağında hiç topaç oynamadık, biz Mahpeyker ile özgürce gülemedik. Osmanlı İmparatorluğu asla buna izin vermedi biz kardeşimle, evimizin avlusu önünde otururken hiç hasbihal edemedik. Biz Mahpeyker ile birbirimize doya doya sarılmadık, biz hiç kardeşimle çocuk yaşlarımızı yaşayamadık. Babam, babam eğer gece Bedesten sokaklarına çıkarsak bizi günlerce evimizin ahırına kilitler ceza olsun bir daha kilidi açarak sokağa çıkmayalım diye parmak uçlarımızı taş ile ezerdi.

 

" Ne aval aval duruyorsun hatun! Daha dilini kesmeden korkudan yuttun mu yoksa? "

 

Yüreğime kızgın mühürlü Osmanlı mahrası vuruluyor gibiydi sanki, sanki binlerce ateş topu saklanan mancınık ateşi kardeşimin ölüm haberi ile boğazıma saniyeler içerisinde atılmıştı. Yeni akıncı asker köpeğinin buğulu gözlerim önünde ki bedeninin dudak hareketlerini görüyor, ama ne dediğini duyamıyordum. Sanki kafam az önce yeni çeri askerinin dudaklarından dökülen ölüm haberi ile kovaya girmiş, kova o kadar su ile doluydu ki ben kimseyi kafam içerisinde olduğu için duyamıyordum.

 

" İşte siz gibi basit Arasta kadınları Hünkar boyunduruğunu kabul etmeyip ucuz isyan sözleri ile protesto yapmaya çalışırsanız sonuç istikbaliniz bu olur! "

 

Zaten saatlerdir binlerce kadın içerisinde sıkışık at arabasından, buraya kadar ellerim birbirine ardımdan bağlıyken gelen bedenimi payitaht avlusu içerisinde sanki ezilmeye layık bir böcekmişim gibi bakarak iğrendi ve bunu gizlemedi bile.

 

" Ne o önce özgürlük nameleri atarak Bedesten ve Arasta halkını isyana sürükleyecek daha sonra hiç bir husus olmamış gibi sıyrılarak kaçacak mıydınız? "

 

Kardeşimin ölüm acısını henüz sindirememişken boyunduruk altına alınan askerin zehirli siyasi dili, acıdan dolayı nefes alamadığım yüzüme çarptı. Henüz yıllar önce kendimden ve uğuruna savaş verdiğim her hususun yarasını saramamışken, özgürlük, kadın hakları ve adalet yeniden ellerimden alındı. Üzerine yetmiyor gibi kardeşim bu hususa direniş gösterisi yaptığı için başı kesilerek isyancı ilan edildi.

 

" O kavuk altında pişmiş kulaklarını aç da beni iyi dinle hünkar köpeği "

 

Yorgundum, saatlerdir ellerim bağlı şekilde getirildiğim saray içerisinde zindana atılmak üzere olmaktan, kardeşimin ölümünü paralı yeni çeri köpeği ağzından duymaktan çok yorgundum. Ama yıllardır savunduğum eşitlik, halkı ayakta uyutmama ve kadın özgürlüğü savaşımı bu kadar kolay kendi acılarıma feda edemezdim ve etmedim de.

 

Kardeşimin öldüğü gerçeği bacaklarımı bir ip yumağı gibi hafifletti, tüm kanatlarımı kırdı tüm verdiğim mücadele duvarlarını tek tek elleri ile yıktı ama ben yine de bütün bu matem tutmuş hususları sindirerek sesim titremesine rağmen susmadım.

 

" Bir gün taptığın o padişahın elbet gidecek. Böbürlenme akıncı askeri padişahtan büyük Allah var. "

 

Kelimelerim payitaht hünkar birliği asker ordusuna seslendiği avlu içerisinde, sanki binlerce renk varmış gibi saçılıp gitti. Biliyorum, şimdi ki cesaretim aptalcaydı ama başka çarem yoktu. Zinhar eğer kadın olarak bu 4 asker köpeğine baş kaldırmazsam ve onlara korktuğum imajını çizersem üzerime daha çok gelirler ve benimle her türlü eğlenceyi yaparlardı. Padişah (Lale Devri) devriminin hükumet tarafından bildirilen açık genelge kurallarını isyan çıktıktan ve kadınları esir aldıktan sonra, tek tek her bir ihale kuralını İstanbul Arasta sokağında seslice halka duyuru yaparak okudu.

 

Bu duyuru içerisinde genellikle eğlence, batı yönelmesi ve kadınların üzerinden yürütülen bir zihniyet vardı. Halifeler peygamber ilan edildi, paşalar ise padişahtan sonra gelen en yüksek rütbeli kişi. Osmanlı İmparatorluğu yeni bir çağ başlattı, bu çağ belki ileride en zalim, en duygusuz ve en bencil tarih olarak kayıtlara geçecekti ama geçse dahi çoktan biz kadınlar bu yılın faşist acısını yaşamış olacaktık.

 

" Mendebur seni! Hatun denilmesini bile hakketmeyen meçhul seni! Kadı efendiler! Bu hatunu alın Bedesten tüccar avlusuna avladığımız şahin kafesi içerisine koyarak sergileyin. Bedesten halkı padişaha ve yönetimine baş kaldıran bu isyancı hatunu görerek ders alsın! "

 

Hâlâ ellerimin sırtımdan sıkıca bağlı olduğu kollarımı birbirinin içerisine geçirerek ipten sıyrılmaya çalıştım, ama maalesef olmadı yalnızca ip daha da gerildi ve beni buraya getiren akıncı askeri hariç diğer 3 asker iplerin sıkıca sardığı kollarımdan tutarak payitaht boyunca bedenimi sürükledi. Direndim, mezarda binlerce sene uyumuş gibi yorgun olan bedenime rağmen direndim. Kız kardeşimin özgürlük savaşı verdiği, uğuruna hayatını kaybettiği her saniye için ayaklarımı direttim. 3 akıncı askerinin ikisi kollarımı sıkıca tutuyor, diğer akıncı askeri ise siyah saçlarıma ellerini dolamış şekilde başımdan bedenimi yerde sürükleye, sürükleye çekiyordu. Canım acıdı ama kardeşimin özgürlük uğuruna verdiği hayatının son buluş acısı kadar değil.

 

" Allah belanızı versin! Gençliğimizi çaldınız, çocukluğumuzu " Kız çocukları sokakta oynayamaz, medresede eğitim alamaz. " diyerek bitirdiniz! Allah bin belanızı versin helak olun! Biz kadınlara zehir ettiğiniz her gün için helak olun! "

 

3 akıncı askerin payitaht mermer taş sütunları üzerinde iplerle sarılı, yerde sürüklediği bedenime binlerce acı doldu. Bıkmıştım özgür olamamaktan bu cahil, beyinleri padişah ve sarayla yıkanan halkın gözünü açmaktan bittim. Yıllardır mesafeli olarak büyüsek bile aynı baskının kaderini paylaştığım kardeşimi kaybettim, ailemin daha hayatta mı olduğunu bilmeyerek cezaya sürüklenmeden çok bıktım. Gözyaşları, yanaklarıma dere yatağı bulmuş gibi yığıldı sessizce ağladım.

 

Hıçkırıklar önce boğazıma daha sonra yüreğime doldu, dudaklarımı birbirine bastırarak ağladım. Kardeşimi biraz önce kaybettiğim gerçeğini saklayarak ağladım...

Gözlerim saatlerdir ağladığım için yanıyor ve birbirine yapışıyor, boğazım ise dakikada bir isyan ederek bağırdığım için ağrıyor tahriş oluyordu. Aldığım nefes bile göğsümden içeri girince dolduğu alanı acıyla sıkıştırıp atıyordu, öyle bir hâle geldim ki karnım acıdan burkuluyor tenim ise git gide soluyordu. Midem, Bedesten avlusu içerisine dolan isyan sesleri ile sancılanıyor hayvan gibi sergilendiğim ahşap kafesin parmaklıklarından ellerim kayıyordu.

 

" Bırakın yalvarırım paşam kızımı bırakın..."

 

Edirne Saray yolundan kadı eşliğinde tutsak olarak getirildiğim hayvan zindanı içerisine, bugün dolan 8. Kadın isyan sesiydi. Gözlerim yorgunluktan ve saatlerce direnmekten dolayı o kadar bitap düşmüş haldeydi ki, göz kapaklarım birbirine sürekli değiyor ölümün tatlı uykusu bedenimi kuşatırken hiç bir kadına yardım edemiyordum. Kendimden nefret ettim, kardeşimi öldüren Osmanlıdan nefret ettim. Hiç bir şey yapamayacak hâle düştüğüm için nefret ettim.

Ben bugün ülkemden gitmek istedim.

 

Yıllardır azınlık olarak verdiğim hak savaşı yalnızca yanıma acı olarak kaldı, Osmanlı İmparatorluğunda yapılan bu zeki planlı isyan eylemi tüm her şeyi köhne başlangıç yerine sürükledi ve olduğu durumu daha da berbat hâle getirdi.

 

" O henüz 14 yaşında bir çocuk! Haremi nasıl bilebilir yalvarırım, sarayda yıllarca kalfa olarak çalışıyım ama kızımı almayın "

 

Ve bugün avlu içerisinde hayvan gibi sergilenen bedenim arasına 9. Kadın isyanı doldu. Dudaklarım saatlerdir su içmediğim için çatlamış, siyah saçlarım akıncı askerler tarafından tutularak zorla Saray ve Bedesten yolu arasında sürüklenerek getirilmiş. Gözlerim kardeşimi kaybettiğim acıyı dışa vurmak ister şekilde binlerce yaş vermiş, ellerim sırtımdan çözülerek hayvan kafesinin ahşap parmaklıklarına bağlanmıştı. Ama buna rağmen, buna rağmen hapis edildiğim ve bir hayvan gibi sergilendiğim gerçeğine rağmen ayağa kalktım ve bir kadın olarak kadını savundum.

 

" Gücün ancak kadınlara yetiyor değil mi müzevvir! "

 

Saatlerdir bu hayvan kafesi içerisinde isyan ederek bağıran bağrım yine acıdı, boğazım daha da kendimi zorlayarak bağırdığım için tahriş oldu. Muhtemelen Bedesten sumak tezgahı yanında bedenini zorla ittirerek kadının ardında sakladığı, kızını zorla almaya çalışan kişi kadı efendilerden birisiydi. İlk başta hengame ve isyan kadın çığlıkları arasında bir mum ışığı gibi üflenip giden sesimi duymadı. Ama daha sonra ona ettiğim Şetm yani küfürü duydu ve ardından gelen sesin sahibini aramak istercesine Bedesten çarşısının avlusunda gözlerini gezdirdi.Neredeyse hengame ve diktatörlüğün verdiği felek ile bakışları bir hayvan kadar ürkütücü şekilde, kararlı olan kadı adamın gözleri hayvan kafesi içerisinde olan bedenimde sabitlendi.

 

İşte, işte şimdi yandım. Zira bu 14 yaşında çocuk sayılan bir kıza karşı bile acımadı ki benim gibi kadına acımayacak. Korkmadım, aksine sevindim sonunda bu kafeste bedenim hayvan gibi sergilenirken bir işe yaradım. Adamın dikkatini dağıttım anne ve kızının üzerinde olan tüm o pis elleri ve bakışları bana kaydı, boğazıma dizilen binlerce susuzluk yutkunması ve düğümü hiçe saydım. Ellerim getirildiğim saniyeden beridir kafes parmaklıklara bağlı olmasına rağmen ayakta kalabildim, ta ki dikkati kadın ve kızından bana kayan kadı efendinin elinde balta ile bana geldiğini görene dek. Zaten ruhu binlerce mateme mahkum edilmiş harap bedenim bitikti, anladım efendinin üzerime gelmesinden beni biraz sonra öldüreceğini anladım. Nefes soluklarım ve vaaz veren halife hocanın sesi kulaklarımda yankılandı, dudaklarım ve bağlı ellerim son saniyelerimin olduğunu bildiği için titredi.

 

" Khhm,kmmm "

 

Kulaklarıma şeriat lehine vaaz veren hocanın sesine, bir yeni ses eklendi. Ölüm sesi. Ne yani bu kadar kolay mı öldüm? Boğulma sesi bana mı aitti? Uğuruna her şeyimi feda ettiğim medrese özgürlüğü savaşım bitti mi? Yüzüme yapışkan sıvı ve sıcak bir şeyin geldiğini, alnımdan başlayarak çene hattıma kadar yol çizdiğini hissettim, hissettiğim saniye gözlerimi açtım ve karşımda bugüne dek gördüğüm ikinci en büyük mahşer cehennemi vardı.

 

Yüzümde bir yol çizgisi gibi çizgi çeken şeyin kan olduğunu anladım, az önce beni idam etmek için elinde baltayla üzerime yürüyen kadı efendinin kanı solgun tenimde geziyordu. Yeşil gözlerimin kirpiklerine bile bulaşan kanı ve tutsak edildiğim hayvan kafesi önünde bedeni yığılan kadı efendiye bakışlarım döndü. Boğazı bir meyve gibi soyulmuş, ince ve özenle derisi ikiye ayrılmış atar damarları bile boğazında kopmuş şekilde cansız bedeni yerde uzanıyordu. Zaten saatlerdir havasız kalan bedenim, saatlerdir tutsak edilen aç susuz bedenim bu görüntü ile resmen iflas edildi.

 

" Ey Bedesten! Zulüm gördüğün bu esaretten titre ve kendine dön! Yeni hükumetinin özgürlük ve medrese getirmesi için yapılan isyana kulak ver! İsyan liderini tanı, zira sen bu hükmü kabul ettiğin vakit Osmanlı şeriatı yakındır! "

 

Ateşten ok, bir zamanlar evim dediğim Bedesten kemerli duvarına isyan başlangıcı gibi sabitlendi. Ferman parşömen kağıdından Arapça ve Farsça karışımı hüküm okundu, okunan hüküm içimde kendini tek tek asmış umut tohumlarını yeşerterek attı sanki. Duvara ilişen ateşli ok ucundan sonra kıyamet tabiri caizse koptu, kadınlar ve hiç bir günahı olmayan Bedesten erkekleri avlu içerisinde kaçmaya çalışıyor ben ise annemi ve babamı tutsak olduğum kafes içerisinde aramaya çalışıyordum. Önce duvara atılan tek bir ateşli ok ucuna kılıç sesleri, kazık ve halk tarafından isyan çabası içerisine gelen eşya, sebze, meyve eşlik ederek atıldı. Daha sonra ise babalar ailesini korumak için çocuklarının ve bir köle gibi satılmak istenen eşlerinin üzerine bedenini örttü. Karşımda bir aile kadı efendiler yüzünden resmen yaşam savaşı verdi, avlunun tam ortasında tüccar tezgahları arasından olan kafeste ki bedenimin kumlu Bedesten yoluna tek tek insan ölüsü düştü.

Aileme bir şey olduğu korkusu önce göz bebeklerim daha sonra bağlı ellerimi bile titretti. Ellerimde ki ahır ipini dişlerim ile son gücüme kadar kemirmeye çalıştım, ama ip sadece çok az kopuyor kafes içerisinde olan bedenimin üzerine kan lekeleri sıçrar iken ahşap kafes kendisine aldığı darbe ile kırılarak yerle bir oldu.

 

Korktum, yeni akıncı askerlerinin kafesi kırmasından ve zinhar beni o köhne saray zindanına tekrar atmalarından korktum.

 

Başımda ki ahşap odunlar siyah saçlarım üzerine yıkılmaya devam ediyor, Bedestene atılan kumlu yollara ateş okları inmeye devam ederken tutsak edilen ellerimin ipi bir kılıç darbesi ile kesildi. Göğüs kafesimde oluşan tüm sancı yerini korkuya bıraktı, yeniden saatlerce hayvan gibi işkence görmekten kalbim sıkıştı sanki ama tüm bu akıncı köpeklerine boyun eğmeyecek şekilde kendimi korumalıydım. Saatlerdir bileklerimi tutsak eden ahır ipini ellerime doladım, ardımda muhtemelen saray akıncı köpeği varken ellerimde olan iple döndüğüm saniye ipi boynuna geçirmek isteyerek ellerimde gerdim. Ama ardıma döndüğümde çok farklı bir serap ile karşı karşıya geldim...

 

Yere akıtılan yeni akıncı asker kanları, isyana ayak uyduran erkek bağırışları ve çocuklarını bu hengâmeden korumak isteyen kadın sesleri. Tüm bunların ortasında siyah diba kumaşlarının sıkıca sardığı bedeni, karşımda duruyor ben ise dudaklarım, ellerim ve kalbim titriyorken sadece diba kumaşlarının sıkıca sardığı ve gözleri hariç teninin gözükmesi bile yasak olan adamın ela gözlerine bakıyordum.

 

" Binbaşım çıkardığımız ferman isyanı Edirne Sarayına ulaşmış durumda başka bir istediğiniz husus var mıdır? "

 

Zaman durdu. Zaman bile duracağı saniyeyi bildi sanki siyah kumaşların hüküm sürdüğü bedeninin omuzunda beliren askerin ya da her neyse, ne dediğini bile duymadım o bile duymadı sanki. Yüzü kumaşlar altında gizlense dahi ela gözleri bu tepkiyi gizleyemedi, aldığı nefes solukları diba kumaşlarının altından bile tenime ilişti. Yıllar önce meşale ile yakılan yüzüme nefesinin elleri varmış gibi, elleri ilişti göz bebeklerim saatler önce sildiği yaşları tapar şekilde yeniden istedi. Hayır, hayır ben delirdim emindim bu şu an gerçek olamazdı. Yıllar önce tam da bedenimin ardında kalan avlunun yolunda karanlık orman içerisinde olan, akıncı otağında yaşadığım tüm o mahşer matemi ses oldu etrafa yayıldı.

 

" Sus! Konuşma yalvarırım Mahir, yalvarırım o gözlerini kapama... "

 

İsyan sesleri cümbüş oldu yayıldı, tutsak edildiğim ahır iplerini kesen aslan figürlü kılıcı ellerinde titredi. Ela gözleri, kumaşlar altında olan ela gözleri benim gözlerim gibi bugüne dek özgürlük getirmek isteyen duygusuz gözlerim gibi yaşlar ile doldu ve bunu saklamadı bile.

 

" Binbaşım sükunet içerisinde kaldınız bir emir vermeyecek misiniz? Yeni akıncı askerleri, askerinize biat etti şimdi izleyeceğimiz isyan hükmü ne olacaktır? "

 

İsyan sumakları tek tek bir gül yaprağı gibi koparıldı, yıllar önce Bedesten sokakları arasında dolaşan ve gecenin karanlığını bal ile ağıza çalan Bir Küçük Türk Kızı efsanesi ölü bedenler arasında gezindi. Şarkının değdiği her bir nağme ölü bedeni kuşattı içerisinde gizlediği yılan zehrini özenle akıttı sanki, efsanenin ana kahramanları Bir Küçük Türk Kızı ve İsyancı binbaşı birbirimize ölü bedenler arasında öylece, usulca baktık. Siyah kumaşların bir ip gibi özenle sardığı bedeninin sesi, yıllar sonra Bedesten pas tutmuş duvarlarına dolar gibi kulaklarıma doldu.

 

" Yeni akıncı başına havale et ki, gerçek akıncı sahibi geri döndü "

 

Kadı; Osmanlı Devleti'nde kadı, kaza adı verilen yerleşim yerlerinde, belirli bir süreliğine mülki idare amiri, yerel yönetici ve emniyet müdürlüğü görevlerini yerine getirmek için merkezi yönetim tarafından atanan, şer'i ve idari yargıdan tek başına sorumlu olan bir kamu görevlisidir.

 

Şetm; yani hakaret, küfür. Osmanlı İmparatorluğunda söylenilen müzevvir bir küfürdür.

 

 

Loading...
0%