Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm Vahalı Gece

@ursuula1

Sevgi yağmuru olsam, yağsam odana.

Islatsam sineni, tek tek düşen

damlalarımla. 

Rüyalarında aşk seli olup,

aksam duvarlarına.

En güzel gecelerinin, 

en güzel rüyaları olsam...


Korku. Siyasal İslam neydi? Tarikat ve Dergahların, cemaatlerin yalnızca oldukları yerleri daha da yüksek mertebeye çıkarmak ve oldukları makamla şahlanarak Müslümanlara ilahi benim mesajı vermeleriydi. Siyasal İslam ve Müslüman müşrikler bu emeller ve makam postu için kadınlarını, kızlarını ve hatta dini bile yakarlardı. Tıpkı, kardeşimin başını yaktıkları gibi...


Selahaddin Eyyubi Krallığı – Şam toprakları


Kudüs’ün kutsal kabul edilen toprakları gecenin karanlığını kızgın vahaların sularlarını güneşiyle birlikte, kuraklığa itiyor ve Şam topraklarına giden çıplak ayak izlerimin buğusunu yerinden sökmek istercesine şiddetle sarsarak siyah uzun saçlarımı uçuruyordu. Kardeşimin müşrikler tarikatından ne öğrendiğini, ne işittiğini öğrenmenin tek bir yolu vardı Selahaddin Eyyubi efendinin krallığına gitmek. Lakin, kardeşimin ölüm perdesinin ardında ki gerçekleri öğrenirken Kudüs’ün koca koca çöllerinin içerisinde başıma gelecekleri düşünüyor ve ardımda ki Kudüs Krallığı içerisinde ki cehennemde kalbime koymaya korktuğum, makamların, tarikatların ve Siyasal İslam dünyasının zinhar izin vermeyeceği o duygu çölün tepelerinde ki dağ yamaçlarında şiddetle esen kumlar gibi korkuyor, titriyor ve yine de tam tersi cesaretle aşktan aldığı gücle ihtişamla kalbimde dans ediyordu. O kumlar diğer adıyla Cüzzam Krallığı olan sarayın içerisinde ki bir odanın ahşap masasında, sol elinin parmakları çürümesine rağmen mektubu okuyan Lordun tuttuğu kağıdın üzerinde esmeye devam ediyordu...


Kudüs Krallığı


Bugüne dek sürekli tekrarlanan bir ürkme içerisinde yetişen döneminin tam tersi, düşmanına bile saygıyla yaklaşan Lord, Cüzzamlı kralın yatağının baş ucuna bırakılmış tüccar mal kağıtlarının içerisine hızlı şekilde yazılmış, Farsça, Arapça karışımı kendisine yazılmış kelimeleri demir maskesinin ardında ki gri, mavi karışımı gözleri Mahsa'dan o Müslüman kızdan gelen sözleri yavaşça okuyor, sözlerini bile önce kokluyor sonra çöllerin vaha tepelerinde su içtiği gibi nazikçe yudum, yudum içiyor ve kızın kendisine yazdığı son kelimeleri dudaklarında naifce öperek uğurluyordu.


Kim bilir Mahsa, bu satırları kağıda yazarken elleri hangi noktalara değmişti? Kim bilir parmak uçları Mahsa’nın parmak uçlarının değdiği noktalarla birleşmişti.Kim bilir hangi satırda her zaman yüzünde takılı olan peçenin altından gülümsedi. Kim bilir hangi cümle de kalbi incindi ve kaşlarını çatarak gözlerini ağlamamak için sıktı. Sağ gözünün üzerinde ki kaşı biraz seyrekti, Cüzzamdan çürüyen bedeninin hafızasında kızın mektup yazan hallerinin hayallerini kuruyor demir maskesinin altında ki mavi gözleri meşale ışıklarının tıpkı yüreğinde ki olan his gibi, korkuyla yana yana dans ettiğinin ateşi küçük mavi göz bebeklerine doluyor ve çekiçle harmanlanarak dövülmüş metal maskesinin üzerine usulca gözyaşlarını koyuyordu. Basit bir Müslüman kız, gözlerinden böylesine naif yaşları nasıl getirebilirdi ki?


Kudüs’ü almak uğuruna, binlerce medeniyete, din’e ve en önemlisi savaşa tanık olmuş kutsal şehri Selahaddin Eyyubi’nin karşısında korkmayarak 16 yaşında durarak aldığı şehrin savaşında dahi, korkmayan Cüzzamlı Kral ilk kez korktu. Lakin bunu ne bir savaş, ne bir medeniyet ne de inandığı din yapmadı. Bunu sıradan bir kız yaptı, üstelik Müslüman bir kız. İnandıkları mezhep yüzünden ve savaş yüzünden karşı karşıya kaldığı İmparatorluğun topraklarında doğan bir kız.


Uğursuz bir matem gibi yayılan gecenin karanlığı şafağın kendisini kollarına alarak, zorla götürmesiyle yerini vaha tepelerinin çöl kumlarına ışık bırakıyor krallığın altın işlemeli mermer duvarlarında kendini göstermek isteyen bir dansçı gibi betimleniyordu.


“ Kardeşime bencillik ederek yanında kalamam. İşte bu yüzden Kudüsten ve savaştan en önemlisi senden gidiyorum. Kaçmak demiyorum çünkü sadece korkaklar kaçar. Allah’a emanet ol “


Sarayın kerpiç duvarlı balkon demirlerine demir maskenin ardından boğukça çıkan ses son satırları okumaya devam etti.


“ Seni seviyorum...”


Hastalığının son aşamalarına her gün biraz daha yaklaşarak bedeni çürüyen Yüce Efendinin Hristiyan, Haç işaretli pelerinin altında ki çürüyen bedeninin göğüs kafesine müthiş bir acı yayıldı. Zaten 2 kez meydan savaşına çıkan bir Cüzzamlı için bedeni günler sonra saray yatağında kendine gelen Lord için, bu acı çok fazlaydı. Bir acı, bu kadar güzel olabilir miydi?


Kimden geldiğine bağlı.


“ Hemen atımı ve yanıma Şam’a gitmem için eşlik edecek bir kaç tapınak şövalyesi ayarlayın. “


Biliyordu. Müslüman toprakları Şam’a giderse ne olacağını çok iyi biliyordu lakin Mahsa’ya hissettiği duyguların ateşi Müslümanların din ateşinden daha keskin ve korkusuzdu. Selahaddin Eyyubi’nin krallığında şövalyeleri ile Mahsa’yı aramak için çıktığı Kudüs çölüne suura üflenen kıyamet sahnesi gibi taşlanacak, İsa’nın çarmıha gerildiği gibi çürüyen avuç içlerinden asılacaktı. Lakin, Cüzzamlı Yüce efendi bu hususlara aldırış etmeden Kudüs’ün kutsal meydan taşlığından beyaz atı ardında ki bir kaç şövalye elçisi ve savaşçısı ile Müslüman müşriklerin kalbinin attığı topraklara gidiyor ve halk pazarında ki dedikodular çöl tepelerinin kumlarına kadar uzanıyordu.


“ Bu ziyaretin ve arayışın sonu çok kötü bitecek. Kudüs kralı bir kere bile, Selahaddin Eyyubi’nin Krallığı ile barış içerisinde olsa dahi Şam’a ziyarete gitmedi, gidemezdi. O kız tüm barışı bozguna uğratıp Kudüs’ü cehenneme çevirecek...”


Selahaddin Eyyubi Krallığı – Şam’da bir köy sokağı.


“ Yine mi bu sıcak. Kesin kutsal topraklarda Hristiyanların işlediği günah yüzünden Allah ceza veriyor bize. “


Bacaklarım saatlerdir Kudüs çöllerinin sıcak kumlarında bata çıka doğduğum, büyüdüğüm evin sokağına gelmek için adımlıyor ve dilim susuzluktan dolayı damağıma yapışırken sıcaktan nefes almayı geç gözlerimi bile açamıyordum. Eski evimizin olduğu sokağa nasıl geldim, bu bacaklarla nasıl adımladım bilmezken dahi elimde tuttuğum kahve renkli su testimde suyun nareleri dahi gözükmüyordu.


“ Kardeşimin ölüm sebebini bulayım derken, bu topraklarda kendim ölüp gideceğim. Sen koru Allah’ım. “


Sokak aralarında hasbihal eden köylü kadınlar havanın bu kadar sıcak olmasını Hristiyanlara bağlıyor, bense bu cahilliğe peçemin altından gözlerimi deviriyordum. Kudüs topraklarında son kez gecesine çalınan hatıralarım, titrek şekilde kalbimin duvarlarında dans ediyor kuruyan dudaklarımı ısırarak ağlama hissini bastırmamı istiyordu.

Köy sokaklarını ören moloz taşlara tırnaklarımı batırarak bedenimin sıcaktan yığılmaması için tutunarak yürüyor, yüzümü kaplayan peçenin altından nefes almaya çalışıyordum lakin benim yüzümden ölen arkadaşım İsmihan’ın aylar önce bu sokakta zikrettiği sözleri hatırlayana dek.


“ 1. Haçlı Seferleri başlamış. Efendi Selahaddin Eyyubi Beyhan’ın savaşa katılmasına izin vermiş. Beyhan’ın düşleri gerçek oldu gerçek bir savaşta kılıç sallayacak hemde IV. KRAL BALDWİN’İN karşısında. “


Yüzümde ki çizgiler üzerinde çatılmış kaşlarımın hatıralarını bir ses daha sokuldu.


“ Bu suikast barışımıza zarar vermek isteyenleri bir kez daha kanıtlamış oldu Baldwin. “


Hayır. Efendi Selahaddin Eyyubi kardeşimi bile bile, neden savaş muhaberesinde Cüzzam krala karşı böyle sözler hasbihal ederdi ki? Bu iki sözün arasında ki uçurumda birilerinin elleri vardı, emindim. O gün kardeşime Şam topraklarının efendisi tarafından izin gelmedi, ya da geldi lakin o izin neyle geldi? Nasıl getirildi bir mektup mu? Yoksa efendi hazretlerinin emrinde ki askerlerden birisi tarafından mı? Kardeşim bu emirle tuzağa düştü, tek bildiğim ve hakikatini anladığım gerçek buydu.


Kardeşim iktidar ve siyasal İslam uğuruna heba edildi. Burada Kudüs’te olduğundan daha fazla karmaşık ve tehlikeli hususlar döndüğünü hissettiğim anda eski evimizin ceviz ağacından yapılmış kahverengi odunlarının soyulmaya yüz tuttuğu kapısına ne zaman geldiğimi bile anlamamıştım. Düşüncelerim ve kardeşimin ölümü ardında ki binlerce parmağın sahiplerini arıyorken, eski evimizin moloz taşlarla örülmüş duvarlarında kınalı parmaklarımı gezdirerek iç avluya açılan ahşap kapıyı ittim.


İttiğim vakit, Beyhan’a sahip eski anılar kapının açılmasıyla birlikte yüzüme tokat gibi vurdu sanki. Tüm anılar basit bir ceviz ağacından yapılmış ahşap kapıya yaslanmış, aylarca birikmiş ve birisinin üzerine yıkılarak bu yükten kurtulmak istiyor gibiydi. Ve yığılmayı bulduğu omuz bendim.


“ 1,2,3! Hadi Mahsa artık saklan! “


Kireçin renginden dolayı beyaz olan eskiden kardeşimle benim odamızın penceresinin duvar kenarında, saklambaç oynadığımız binlerce anılardan birisi peçenin yarım yamalak örttüğü ela gözlerimin pınarlarına doldu.


“ Mahsa! Babam geliyor çabuk kılıcı sakla. “


Avlunun ortasında ki bir zamanlar berrak suyun yol bulduğu çeşme başında ki, o zamanlar korktuğumuz anılar lakin şu an kalbimi delip geçen bir ses haline dönüştüğünde daha fazla dayanamayarak başımı avlunun hemen kapı köşesinde ki Hurma ağacına çevirdim. Çevirdiğim saniye, kalbime yemin ediyorum bir şeyler battı.


“ Seni tarikatın, dergahların ezmesine müddet vermeyeceğim Mahsa. Sen dilediğin gibi özgürce atlara binecek, sırtında kılıç taşıyacak ve Müslüman müşriklerin istemediğinin tam tersi güçlü bir kadın olacaksın. Babam’a rağmen, tüm bu tarihe rağmen. Kudüs’e, Şam’a rağmen...”


Ah Beyhan, bu kez sıcak yüzünden değil hatıraların ağırlığı yüzünden nefes alamadım. Bir şeyler yanlıştı ve bu yanlışlık içerisine ben, ailem ve arkadaşım kapıldık gibi hissettiğim an, avlunun kurumuş çeşme başının mermerlerine vuran kızgın çöl güneşinin ışıkları peçenin altında ki ela gözlerimden akıyor ve bedenime şiddetle baskı uygulanıyordu.


Kudüs - Şam topraklar batı sınırı


Kudüs’ü henüz 16 yaşında akıl ve ticari zekasıyla fetheden Cüzzamlı Lordun Şam toprakları sınırlarına ulaştığı haberini, alan Müslüman müşrikler tüccarlığını yaptığı mal tezgahlarını dahi güpegündüz meydanda bırakıyor ve batı sınırı olan Şam çölünün camisi ardında ki meydana zikir çekerek gidiyordu.


“ Yüce efendim, Kral neden birdenbire böyle bir ziyarette bulunmak istedi? Yoksa barışınıza bir sual mi oldu? “


İslam aleminin görüp görebileceği en adaletli, ve saygılı İslam’ın batış yıllarında ki inancı tek başına bir Peygamber görevi gibi sırtlamış, yükünü omuzlarına almış siyah kumaşlar içerisinde ki Şam topraklarının Selahaddin Eyyubi kralına Kudüs kralı Lordu çölün yukarı ucunda ki dağ eteklerinde bekleyen, askeri birliklere rağmen merakına yenik düşerek sual etti.

Kendi kumaşlar arasında ki rengi gibi, siyah atının üzerinde ardında ki Müslüman Birliği askerleri ile, Cüzzamlı Kudüs kralını bekleyen Eyyubi sükunetle askerinin sualine yanıt buldu.


“ Baldwin, ardımda bana eşlik eden askerlerimden bile daha güvenilir bir hukuya sahip. Aramızda ki dostluk bağı, böyle küçük ziyaretler ile bozulacak değil. Önemli bir husus olmasa, şövalyelerinden mektup gönderir gelişini bildirirdi. Lakin, habersiz gelmesi bir baskın değil, dost ziyareti veyahut önemli bir hadisedir. “


Eyyubi’nin müşrik askerleri ile arasında ki hasbihal, aşağı batı kıyısında ki çöl tepesinde bir kaç tapınak şövalyesinin, Haçlı askeri üniformaları görünene dek devam etti. Önde iki asker, beyaz atın Sağında ve Sol hizasında. Tam ortalarında hastalığının son demlerine git gide yaklaşan, Şam topraklarının sıcak çöl kum taneleri demir maskesinin üzerinde geziniyor atının ardında ki Cüzzamlı bedenini 4 asker daha takip ediyordu. Kral, kutsal toprakların kralı çok hastaydı, atın üzerinde ki kamçıları dahi tutan beyaz eldivenli ellerinin parmakları dahi çürüyor bir yolculuk ve savaş dahi görürse bedeni buna dayanamayacak olan Lord Şam topraklarının çölünde şehire girmek için Kraldan izin istiyordu.


Müslüman müşrik atlı asker birliğinin önünde siyah atı ve siyah kumaşlı kıyafetleri ile İslam aleminin, kralı Şam şehrini ortadan ikiye ayıran çölün yukarı yamacında, Hristiyan tapınak şövalyeleri atlı askeri birliğinin önünde ise beyaz kumaşlı altın işlemeli, beyaz atı ile Hristiyan aleminin Cüzzamlı kralı şehri ortadan ikiye ayıran çölün aşağı yamacında şövalyeleri ile beraberinde durduğu vakit iki Erdemli ve saygın kral karşı karşıya gelerek çöl görüntüsünün aynı karesine sıkıştı.


“ Selamünaleyküm “


Hastalığından dolayı yalnızca sağ elinin parmakları sağlam kalan Kudüs kralı, atının iplerinden sağ elini çektiği vakit beyaz eldivenli elini yavaşça ve saygıyla demir maskesinin altında Müslüman selamı vererek kaldırdı.


Düşman lakin, gerçek dostlardan daha da hakiki bir saf gerçeğe sahip olan dostlukları altında kendi krallığının sınırlarına dayanan Cüzzamlı Lordun selamını kalbine avuç içini bastırarak aldı.


“ Ve Aleykümselam “


Dostunun sualini beklemeden devam etti. Lakin, sesi bir düşmandan çok ailesinden bir hane mensubu rahatsızlanmış gibi kırılgan ve merhametle çıktı.


“ Hastalığının daha da ilerlediğini işittim. Nasılsın? Gönderdiğim hekimlerim yaralarını dindiremedi mi yoksa? “


Bitkisel motifler ve Kudüs’ün çölünde nadiren açan çöl gülünün şekilleri betimleme yapılmış demir maskesinin üzerinde ki, güneş ışıklarıyla parlamaya devam ediyorken maske altında ki sahibi düşmanının merhameti karşısında şefkatle tebessüm etti. Üstelik, cüzzamdan dolayı yüz kaslarının çürümesi ve sağ alt dudağının çürümesine rağmen.


“ Çok vaktim kalmadı. Bunu sende, bende, tüm din mensupları da biliyor. Ziyaretimin amacı baskın değildir asla, yalnızca Krallığın altında ki yaşayan birisini rica ederek istiyorum senden. “


İslam aleminin kralının siyahlar içerisinde ki kumaşlar altında, Cüzzamlı kralın zikrettiği sözler karşısında kaşları çatıldı.


“ Kimdir? “


Şimdiye dek, sohbetleri sırasında düşmanının ve dostunun gözleri içerisine bakan hastalıktan, göz çanaklarının içerisi sumağın rengine kırmızıya dönen mavi gözlerini yere eğerek demir maskesinin altında ki dudaklarında ismini dahi, dile getirmeye çekinen isminin güzelliğinin sarhoş edici tadını yavaşça içen Kudüs kralının sesi Şam topraklarının çöl kumları içerisinde sükunetle doldu.


“ Mahsa Şarlman “


Selahaddin şaşırmıştı. Bu şaşkınlığın kaynağını bile utanç duymayarak gizlememeyi isteyen kral, Kudüs’ün yüce Lordu neden çatısı altında yaşayan basit bir Müslüman kızı istiyor, kızın ismini zikrettiği dili bile düşmanının karşısında neden bu kadar saf kesiliyordu.


“ Belli ki Cüzzam hastalığının son demlerine yaklaştın, peki ölüme bu kadar yakınken kendini koskoca çöllere bu hastalıkla atıyor, basit bir kızı bulmak için topraklarıma geliyorsun? Mahsa’nın değeri nedir ki? “


Atının beyaz yelesinde ki saç tanelerini uçuşturan çöl rüzgarının, Atının saçlarını nasıl okşadığını izlemeye devam eden kral demir maskesinde çöl güneşinin kolları başını kaldırdığı vakit dans etmeye devam ederken Selahaddin Eyyubi’nin gözlerine suali ile yeniden baktı.


“ Hiç bir şey, “


Dedi, lakin bir kaç saniye sonra devam etti.


“ Her şey. “


Şam topraklarının efendisi ardında savaş için nöbet ve emir bekleyen Müslüman müşrikler, Kudüs kralının efendilerine zikrettiği sözler karşısında uçuruma sürüklenen ağaç dalları gibi şoka sürükleniyor ve isyan taşraları çöl vahasında kendisine kumdan yapılmış obruklar buluyordu.


“ Tövbe Bismillah! Estağfurullah efendim bu bir aşktır. Hristiyan Ve Müslüman arasında bir aşk, zinhar kaidelerimize haykırı olan bir vukuu. “


Müslüman müşrik askerleri efendilerinin ardında ki atlar üzerinde bu hadiseden sonra, hararetli biçimde hasbihal ediyor ve içinde oldukları durumu unutarak içlerinden birisi Cüzzamlı Kudüs kralına sualde bulunuyordu.


“ Topraklarımız da yaşayan bu Müslüman kızı bulmak için neleri feda edersin? “


Vücudu daha fazla çöl yollarının kızgın güneş ateşine dayanamayan kral düşmemek için atının yelesinden, sağ kalmış olan beyaz eldivenli elinin parmakları ile tutunmaya çalışırken tapınak şövalyeleri krallarının çürüyen bedeninin kum zeminine düşmemesi için atlarıyla kralın çevresine bariyer ve duvar oluşturdular.


“ Mahsa’yı Şam topraklarında aramama izin verirseniz, Kudüs’ü İslam alemine koşulsuz ve savaşsız teslim ederim. “


İki dinin mensubu kendi devletleri arasında güçlü olan iki kralın arasında ki çöl kumları boşluğunda, imkansız bir aşkın filizleri can bularak çölde nadiren açan ve şifa kaynağı olan çöl güllerinin tohumlarını muhteşem bir minnetlikle saçıyor ve henüz 24 yaşında bu filizin büyümesine izin verilmeyecek hançerle çöle ektikleri güllerin dalları kesilerek, ölüm tecelli edecekti. Lakin, bu ölüm hastalıktan değil bugüne dek uğuruna karşısında durarak savaştığı İmparatorluğun topraklarında büyüyen bir kız yüzünden vuku bulacaktı.


Selahaddin Eyyubi Krallığı – Şam toprakları


Nefes almaya çalıştıkça acı bir rutubet kokusunun nemi ciğerlerime doluyor, nefes almaya çalışan burun direklerimi yakıyordu. Gözlerim birbirine stuko alçıyla sıvanmıştı sanki, öylesine açamıyordum ki yalnızca siyah kumaşlar altında ki ellerimin uyuştuğunu ve bileklerimi sıkı sıkı saran ince bir kumaş hissiyatı vardı.


Gözlerimi açamasam dahi, bedenimi hissedebiliyor ve etrafımda ki karanlıkta dönen sesleri yeni yeni işitiyordum.


“ Cezası bellidir, ölüm. “


Yaşlı bir kadının sesine yeni bir genç kadın sesi doldu.


“ Evet Züleyha, Hristiyan ve Müslümanlar arasında aşk ve evlilik olamaz. Bunların hepsi Kudüs krallığının oyunları. İslamı bitirmek için, kızlarımızı kendilerine büyüyle aşık ediyorlar. “


Genç kadının sesine bir başka yaşlı kadının daha sesi doldu.


“ Bu büyüye kapılan kızların sonu belli, hepsi İsa gibi Çarmıha gerilip diri diri yakılacaktır! “


Hayır, hayır! Hissettiğim koku rutubet değil, sıcak havanın etkisiyle havasızlıktan bayatlamış olan ateş kokusuydu. Hissettiğim hakikati tartmak için sanki demir sopalarla günlerce bir odada dövülmüş gibi, acıyan bedenimi kıpraştırmaya çalıştığım vakit odunsu bir şeyin yani çarmahın üzerinde yattığımı hissederek gözlerimi aniden korkuyla açtım.


Açtığım saniye bakışlarım da köy meydanının taşları ve evleri hatta, yakınımda ki tüccar tezgahları bile dönmeye ve buğulanmaya başladı. Siyah kumaşlarla sarılmış kaftanımın uçlarında çölden daha keskin bir sıcaklık hissediyor, kınalı parmaklarımın kolları Çarmıhtan dolayı haç işaretini almışken kaftanın tülü altında ki bileklerime bağlanmış ipleri çözmeye çalışıyordum, lakin sol avuç içimde ki çiviyle tahta oduna bağlandığımı görene dek soğukkanlılığımı korumuştum.


“ AAAGGG! “


Sol avucumun tam ortasına çakılmış çivinin metal yerlerinden kan hâlâ akmaya devam ediyor, Çarmıha gerildiğim odunun üzerinden kendisine yol bularak çizgiler çizerken haykırıyordum. Kardeşimin neden öldüğünü bulmak için düştüğüm yolda, çölde zaten sıcaklıkla harap olan bedenimin başından siyah kaftanımın tülleri yere düşmüş yüzümü kaplayan peçenin yalnızca burnumdan aşağısına sarkan kumaş parçaları kalmıştı. Yorgundum. Bitiktim.


Bacaklarım Kudüs ve Şam çöllerinin uçsuz bucaksız tepelerinde gece boyu yürüdüğüm için hissetmiyor, artık ölmek istiyordum. Zaten kardeşim, annem, babam ve arkadaşım dahi benden alınmışken yaşamanın ne anlamı kalmıştı ki? Yorulmuştum, bu cahil insanlara laf anlatmaktan bu tarih içerisinde güçlü kadın olmak istemekten çok bitkin düşmüştüm. Teslim oldum, bu kez bedenimi ve özgür düşüncelerimi bu tarihe karşı olan özgür güçlü düşüncelerimi diretmeden Müşriklere teslim oldum. Çarmıhta idam edilecek bedenimi korkuyla sıkmayı bıraktım, gözlerimi kapadım. Günlerdir, aylardır doğru düzgün uyumayan gözlerimi kapadım ve ölmeyi bekledim.


Şam’ın çöl rüzgarları siyah saç uçlarımı nazikçe okşuyor ve onları şiddetle kendisine almak için, yol arıyorken rüzgârın şiddeti daha da vuku bularak çarmıha gerilmiş avuç içlerimden çakılmış çivilerin üzerinde geziniyordu. Ta ki, gerçekten gezindiğini anlayana dek.


“ Mahsa “


Evimizin avlusunda ki kurumuş çeşme su bahçelerini buldu sanki. Sanki, acısız şekilde öldürüldüm de cennetin giriş kapılarına ulaşmıştım sanki. Rüzgârın taneleri sıkıca yuvalarına kapanmış gözlerimin titrek kirpiklerinde canımı daha fazla acıtmamak için geziniyor ve gözlerimin kapalı olmasına rağmen gözyaşları pınarlarıma doluyordu.


“ Korkuyorum yüce efendim. “


Çarmıha ipler yerine çivilerle asılmış bedenimin avuç içlerinde ki çivilerin metal yerlerinde gezinen, beyaz kumaşlı ellerinin çürümeyen parmakları yaralı avuç içimde gezinirken Şam halkının duymaması için fısıldadı.


“ Neyden? “


Aynı seslilikte kendi yarattığım karanlığımın içerisinde saray duvarlarına asılmış, meşale ışıkları gibi dolan sesine fısıldadım.


“ Gözlerimi açmaktan. “


Çivi çakılmış avuç içlerimde ki beyaz kumaşlı elleri, yaralı tenimden kaydığı vakit kapalı göz kapaklarımın üzerinde çöl rüzgarı yerine kumaş hissiyatı hissettim.


“ Sana söz biçiyorum bugünden sonra kimse sana, kibirli ama kendinden emin güzel gözlerini açtırmaya korkutmayacak. Duydun mu Mahsa, seni Kudüs’e götürüp eşim ilan edeceğim. Seni kadınım yaptığımda kimse Kudüs meydanında bakışlarını tehdit edecek, gözleri gözlerine bile korkudan değemeyecek. “


Ve devam etti.


“ Yeter ki, benim ol. “


Sözlerinin uçurumu bedenimde bir hengame yaratmaya başlıyorken, Şam halkının insanları ile göz göze gelmekten çekinen bakışlarımı yuvasından yavaşça açtım. Açtığım saniye bitkisel motiflerle bezenmiş demir maskesinin altında ki Cüzzamlı yüzünün dün gece ki terk ettiğimde alnına verdiğim veda öpücüğümün iziyle, karşı karşıya kaldığım vakit mavi gözlerine baktım.


Çarmıh odununa yakılarak öldürülmem için avuç içlerimi delip geçen ellerimde ki çiviler, tapınak şövalyelerinin yardımıyla odundan çıktığı vakit avuç içlerimde oluşan yuvarlak obruktan kanım akmaya devam ederken bedenim bu sıcak altında saatlerce gerilmekten harap olduğu için, meydan da ki kumlu yerin zeminine çivilerden kurtulduğu vakit düştü.

Şam topraklarının meydanına düşen bedenimin siyah saçları, gözlerim sonsuz karanlığa ve nefes buğum son kez göğsümden çıkmadan önce çivi çakılmış avuç içlerimin boşluğunu çürüyen bedeninin yüzünü saklayan demir maskesinde gezdirirken, kınalı ellerim demir maskesinden akıyor Cüzzamlı bedeninin beyaz kumaşlarında ki dizlerinde yatan bedenimin son nefesi Kudüs kralının kollarında çıkıyordu.


Loading...
0%