Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. Bölüm Kudüs’ün İlanı

@ursuula1

Uykunun içinde bir rüya,rüyamda bir gece,

gecede ben.Bir yere gidiyorum,

Delice...

aklımda sen.

Ben seni seviyorum,gizlice...



Hurma ağaçlarının koca yeşil yaprakları hep bir arada birbirine daha da sıkışarak rüzgârın çalgısında, ahenkle raks eden bir kadının gölgeleri gibi titreyerek salınıyor ve gölgelerin ışıkları benim ve günden güne güneş ışıklarının dahi bedenini cüzzam yüzünden çürüttüğü Kudüs kralının üzerinde geziniyordu.


Kudüs'ün Kutsalı Peygamber efendimizin Miraç'a yükseldiği yer olan Kubbetüs Sahra'nın altın varaklı taç işlemeleri üzerine Kudüs'ün Amed çöllerinin kızgın güneş ışıkları altın sütunlar boyunca tek tek dans ediyor ve kendinde olmayan bedenimin kulaklarına aylar önce Kudüs hatunlarının meydanda kınalı elleri altında çalınan, ud ve darbukalardan yeni bir aşk öyküsünün ağıtının nameleri yayılıyordu.


Bir Müslüman ve bir Hristiyan üstüne üstelik Kudüs kralı olan bir Hristiyan adamın evlilik havadisleri, kıyamet zelzesi olmuş çöl fırtınasında esen kumların şiddeti gibi tarikata aykırı bu havadisle Kudüs halkı kum taneleri gibi bir araya gelerek şiddetle daha da hiddetleniyor ve Kudüs çalgıcılarının kınalı parmakları altında bizim için yazılan musikinin acı nameleri önce ud daha sonra, darbuka ve ağıt şeklinde devam ederken hikâyenin sözleri Kudüs'ün altın varaklı kubbesi üzerine doluyordu.


" Sırılsıklam yollarda seni bekliyorum.

Yavaş yavaş yazıldı senin adın kalbime.

Kendimi öyle bir kaybedeyim ki senin yolunda,

Bulamayayım bir daha. "


Darbukaların sesinin ahenki daha da şiddetli hâle gelerek hatunların ağıt seslerini beraberinde sürükledi.


" Artık hayatımı usul usul, sana devrediyorum.

Mahsam, Mahsam sen benim sevgilim oldun,

Gönlümü dert sahibi ettin ve

ardından onu terk edip gittin.

Ayrılığa mahkum ettin, söyle nasıl bir deliliktir bu?

Ah vefasız senin divaneliğin, ah vefasız senin aşkın..."


Kudüslü çalgıcı Müslüman kadınların musikisinin sesini bir değil, bin bir ağızdan çıkan Kudüs halkının meydan pazarında ki sesini Krallık duvarlarına dolan 2 gölge bastırarak yalnızca sütun duvarlarında gezinen rüzgârın iniltisini bıraktı.


Kudüs krallığının akşama çalınan gecesini temsil eden güneş ışıklarının turuncu, pembe renkli cümbüşü gökyüzünde sanat icra ediyor gecenin diğer bir sanatçısı olan cırcır böceklerinin seslerine kendini bırakırken siyah demirliklerin içerisinde ki yanan ateş süt beyazı sütuncelerin mermerleri üzerinde süzülüyordu. Tüm Yahudi, Hristiyan, Müslüman, Ortodoks Hristiyanlar bir araya gelerek Kralın Cüzzamlı haliyle evlilik yapacağı duyumunu şiddetle kınıyor, protesto ederek dinleri yüzünden bugüne dek ayrışan halk böylesine masum bir aşk hissinin önünde birleşerek duvar örüyordu. Tüm bu duvarların üzerine Kudüs'ün kutsal duvarlarının titrek ışıklarına, 2 gölge dolana dek.


M.ö 19. Yüzyılda çıkan Cüzzam diğer ismiyle Lepra, sinirleri, cildi ve burun kemiklerini dahi etkilerdi. Çaresi bu tarihte olmayan hastalık el ve ayaklarda sakatlık, sinirlerde hasar, felce ve görme kaybına sebebiyet verirdi. Hatta bu illet güneş ışıklarından bile derinin çürümesine ve dökülmesini sağlar acı hissini bedende yok etme gücüne sahipti. Cüzzam hastalığına sahip olan insanlar bir merdiven basamağına çıktıkları yavaşlıkta yürür, hastalıktan dolayı pek fazla hareket edemez hareket ettikçe bedende ki çürüme daha da yayılırdı. Lakin tüm bu hususları göz ardı eden Genç kral Baldwin'in kendi kanunlarının sınırına değene dek.


Çarmıha gerilmiş Mahsa'nın bedenini cüzzamdan çürüyen kollarıyla Kudüs meydanından, saraya taşıyan bedeni kızın ağırlığından yürümekte normalde olduğundan daha fazla zorluk çekiyor yine de kollarında siyah uzun saç telleri mermer stuko yerlere değen gözleri kapalı cansız şekilde yatan Müslüman kızı bırakmıyordu.


Kudüs'ün kutsal topraklarında Hristiyan bir kral, sıradan bir Müslüman kızı dünyanın en değerli hazineleri veyahut Kudüs topraklarından bile değerli bir nesne gibi taşıyor, bu görüntü tüm İslam ve Hristiyan aleminin dini kurallarına ayrıyken bütün herkes aykırı olan günahı ses çıkarmadan izliyordu.

Savaşlarda, Krallık ziyaretlerinde ve Kudüs'ün yönetime bağlı çeşitli ülkeleri gezerken bedeninin yorgun düşmesinden dolayı, tapınak şövalyelerinin özenle taşıdığı cüzzam yatağına müstakbel nişanlısının hırpalanmaktan dolayı ve çarmıha gerilmekten dolayı güçsüz düşmüş baygın bedenini kuş tüyü çarşafların üzerine kendi bedeninde acı hissi taşımasa dahi, kızın bedeninin asla acımaması için dikkat ve özenle yatağa bırakıyor ve çeşitli dinlere mensup halkının suskun bakışlarında demir maskesi yükseliyordu.


" Kim için, kiminle savaştınız? Bir efendi için, başka bir efendiye karşı. Kudüs sürekli savaş gördü, meydan pazarlarında dahi bu savaş sessizce devam etti. Kime karşı? Bir Kraldan, başka bir kralın emelleri için. Dünyayı iyiliğe götürmeyen bir erkek neye yarar? Önceleri Tanrılar için savaştığımızı düşünürdüm. Sonra farkına vardım ki, servet, şöhret ve toprak için savaşıyorduk. Bir çok katilin gözlerinde, bir çok din gördüm. "


Sessizliğin kutsal iniltisi ayinine devam ediyorken yüce kral devam etti.


" Şimdiyse katil dahi olmayan masum bir kızı, inandığı din yüzünden bir çok katilin gözlerinde olan dinle eşit mi tutuyorsunuz? "


Halkın sessizliği meydana dolan fısıldaşmaları ile yavaşça bozuluyor Kudüs'ün kralı ise halkına seslenmeye devam ediyordu.


" Bir Hristiyan, Bir Müslümana duygu besleyemez. Her iki din içinde bu kural geçerlidir peki, inandığım din beni kötü bir insan yapar mı? Din benim umurumda falan değil. Din maskesi altında her mezhepten fanatiğin yaptığı çılgınlıkları ve sonra da bunu Tanrı isteği olarak isimlendirdiklerini gördüm. "


Demir maskenin altında ki çürüyen bedeninin, eriyen kaslarına rağmen kendi sözlerinden sonra kimsenin görmediği bilen acı acı tebessüm etti.


" Burası cennet değil, dünya ve sorunlarla dolu. "


Halkın kınayan bakışları Cüzzamlı kralın sözlerine değdiği vakit ateş gibi geri püskürdü. Daha çok ilerleyen hastalığı bedeninin her bir noktasını zehirli bir sarmaşık gibi, sıkı sıkı kollarına bastırıp sararken altın işlemelerle bezenmiş saray kumaşlarının altında ki bedeni yorgunluktan dolayı Krallığa çıkan mermer merdivenleri dahi adımlayamıyorken tapınak şövalyelerinin destekleriyle beraber sütun mermerlerin en yüksek mertebesinde bedeni kayboluyor, lakin sözlerinin ağırlığı daha da var oluyordu.


Ciğerlerime doldurduğum hava akımı sırtımda ki kaburgalarıma kadar vuruyor, başımda ki inanılmaz ağrıya avuç içlerimde ki boşluğun yanma hissiyatı doluyorken birbirine yapışmış olan göz kapaklarımı bir perde gibi aralamaya çalışıyordum.


Çarmıha gerildiğim odunun rahatsız edici hissiyatı yerine, sırtımda ki kaburga kemiklerime değen ilk kez bu kadar yumuşak bir his üzerinde yatıyordum. Neredeydim? Şam'a kardeşimin hakikati için çıktığım görev başarısız mı olmuştu yoksa...


Şam'da hissettiğim rutubet kokusunun ağır yapışkanlığını yutmaya çalışırken, ağrıyan kaburga kemiklerime rağmen doğruldum. Kendisine pek yabancı olmadığım bir odanın içerisinde ki, veda mektubumu özenle saklayan ahşap masanın üzerine baktığım saniye sarayın pahalı beyaz kumaşlarıyla vücudu sıkıca sarılmış yüce efendinin bedenine denk geldim.


Cüzzamdan dolayı başı bile sarılmış beyaz kumaşlı bedeni masanın üzerinde ki binbir kağıt doluluğundan, boşluk bulmuş ve kafasını oraya koymuş uyuyor ben ise çarmıha gerildiğim çivinin izlerini kralın üzerinde ki aynı kumaşlarla kaplayan sargılı ellerime bakıyordum.


" Bağışla, onları ben sardım lakin bu hususlarda biraz kötüyüm. Her ne kadar tüm bedenim o kumaşlarla sarılı olsa da. "


Yüzümde peçem yoktu, bu yüzden yüzlerimiz birden karşı karşıya gelince yakınımda ki kumaşlardan birisini yüzüme sökerek örttüm. Lakin, kendisine sığındığım kumaş yatağın ahşap odunsu kenarlarını süsleyen ince iplikli tüllerin olduğunu anlayana dek. Koskoca Kudüs kralının odasının yatağının bir köşesinde ben yatağın tülünü yüzüme çekmiş duruyor, demir maskesinin altında ki Cüzzamlı yüce efendi ise veda mektubumun hâlâ üzerinde durduğu masanın dibinde dikilmeye devam ediyordu.


" Mektubun sonuna öyle sözler yazacak kadar cesaretli, ama yüzüme peçe yokken bakamayacak kadar korkak mısınız hanımefendi? "


Yatağın kenarlarını süsleyen beyaz ince kumaşı çekiştirerek yüzümü kapamaya devam ediyor, ve sözlerine karşın ela gözlerimi hiç utanmadan maske altında ki gözlerine deviriyordum.


" Tıpkı bunca vakit senin o demir maske altına gizlendiğin korkaklık gibi mi yüce efendim? "


Sözlerim geceye ev sahipliği yapan kraliyet sarayının balkonundan dahi gözüken çölün vahasının sessizliği altında, eziliyor ve hastalığının acı görüntüsünü gizleyen demir maskesinin bitkisel motifleri altında ki gri, mavi karışımı gözlerinin bedenini hastalığından dolayı yavaşça bedenime yaklaştı. Bedenlerimizin arasında yalnızca yüzümü kapamaya çalıştığım yatağın ince beyaz tülü duvar oluyor, yüzümde ki her bir kusuru ezberlemek için can atan cüzzamın yakında göz kaslarına sıçrayıp görme yetisini alacak gri gözleri yüzümde geziniyordu.


" Bu insanlar bana yazdığın veda mektubunda ki son satırlara göre cehennemde yanacağını söylüyorlar. Kalbimdeyken, nasıl cehennemde olabilirsin ki? "


Aramızda ki tülden duvarların mermer taşlarına birbirimizin tenine dokunmak için yalvaran, inandığı tanrıya tapan, dua eden, zikir çeken dudaklarımız yalvarış yapıyor lakin bu yakarışın derin tutkusu gözlerimizin sınırları içerisinden dışarı asla taşmıyordu. Yalnızca ikimizin anlayacağı uçurumun köprüsünde kelimeler sükutta altın buluyor, iki lafta değil gözlerimiz binbir lafın anlamında karşılıklı sessizce konuşuyordu.


" İnsan ışığa kendisi aydınlanana kadar tapar yüce efendim. Bu yüzden onların çıkardığı yasaklar, umurumda değildir. "


Yüzümde ki yatağın ince beyaz tülünün kumaşlarını sıkıca sardığım parmak uçlarımdan bıraktığım vakit, yüzüm özgürlüğe kavuştu. Ne bir peçe, ne bir maske ne de tarikat ve tapınak kaidelerinin yasak duvarları yoktu. O duvarlar altında bu kez duygular ezilmedi, genç Cüzzamlı kralın beyaz kumaşlı eldivenli elinin çürümeyen parmak uçları kızın sağ kaşının biraz seyrelti olan yerinin boşluğunu doldururken ikisi de ilk kez tanıştıkları bu duygunun tadına alışmaya çalışıyor ve ürkerek yavaş yavaş yudumluyorlardı.

Deri çürüme hastalığının henüz sağ eline bulaşmadığı tenini kaplayan, beyaz renkli eldiveni teninden sıyırdığı vakit hastalığın ileri seviyesi ortaya çıkarak kendini gösterdi.


Sağ elinin üzerinde ki teni yanmış bir mum gibi eriyerek geriye çekilmeye başlamış, önce içinde ki küçük damarlı parçacıkları gösteriyor daha sonra ise kemiğe çürümenin gücünü simgelediği kahverengi renkleri işlemiş şekilde gözüküyordu. Baş parmağı buluşmaya biraz başlamıştı, alt kısmı çürümenin etkisiyle dökülmeye başlamış kemiği ortaya çıkmıştı. Serçe parmağının üzerinde ki küçük kemiği yavaş yavaş deriyi çürüyerek atmaya başlamış ve diğer sağlam parmaklarının teni, ilk kez çıplak tenimde buluştu.


Ellerimiz, birbirine cüzzamın izin verdiği sınırlı kumlu saatin verdiği saniyelerde dokunuyor, tenlerimizi ilk kez bu denli bir araya getiriyordu.


" Kalbimdeyken nasıl cehennemde olabilirsin ki? "


Onun cehennemi burasıydı. Söylediği gibi, bu Araplar krallığın kibrinden dolayı Allah'ın bu hastalığı verdiğini düşünür cehennemde yanacağını söylerlerdi. Lakin, o zaten cehenneme gitmeden her gün biraz daha çürüyor bedenini bu illet sararken yakında kemiklerinden başka bir şey bırakmayacak oluşu dünyada cehennem yaratıyordu. Bu cehennem saatler sonra çöl tepelerinde ki kumdan dağ yamaçlarında ki güneşin doğmasıyla birlikte, Kudüs'ün ilanı tüm mezheplerde ki dinlerin yasak koyduğu onların gözünde günah ilan edilen evlilik halka zikredilecek ve zindanında bugüne dek zorla tutulan savaşı zindan demirliklerini ezerek Kudüs surları üzerinde ateş topu şeklinde yükselecekti.


Tüm bu cehennem gibi savaşın ortasında Cüzzamlı bedeninin, beyaz kumaşlı göğsüne krallık duvarlarında asılı meşale buğuları üzerimizde kumaşlarda tıpkı surlara atılacak ateş topları gibi dans ediyor, ben ise sahip olduğu hastalık yüzünden çürümeye başlamış ve başımı koyduğumda dahi hissettiğim göğsünün kemiklerine sarılıyordum.


Seninle benim, benimle senin aşk hikâyesi çok ağır iki lafla anlatılamaz ki.

Yeni başlayan bir erkekle bir kızın aşk hikâyesi bu.

İki lafla anlatılamaz ki.

Birbirimiz için yaratılmış olsak bile, aramızda uçurumlar var.

Günler geçip gidiyor ve her gece uykusuz geçiyor günlerim.

Çünkü seni düşündüğüm her an, içime dert oluyor.


İçimde ki dayanılmaz hasret yeter, aranızda ki mesafeler kaybolsun diyor...


Loading...
0%