@ursuula1
|
Tanrılar için, yeryüzünde geçirilen yaşamın azıcık bir şey sayıldığı açıkça bellidir: Kum çölündeki bir tek kum tanesi gibi.  Bu bölümde yazılan ve okuyacağınız Hristiyan ayin duaları inandığınız, dine hiç bir zarar vermeyi amaçlamaz. Hurma ağacının kovuğundan özenle Mısır marangozunun ellerinden bezenmiş gümüşler, elmaslar ve yakut taşlarıyla taç ayakları taşlarla kendi görüntüsünü daha da şımartmış ahşap masanın üzerinde baş için altın kızgın ateşle birlikte yuvarlak bir şekil almış, üzerine kırmızı yakut elmaslar dizilmiş taç siyah uzun saçlarımın üzerine Müslüman hizmetçiler tarafından yerleştiriliyordu. Esmer tenimin boyun boşluğunda bugüne dek tenimde hissetmediğim altınların soğuk işlemesi, siyah saçlarımın altına ve tenimin üzerine doluyorken siyah diba kumaşlarıyla vücudumun belirli bacak kısımlarını ve göğüslerim hariç her yeri sarıyordu. Bileklerimde ki boşluğu altın bileziklerin bazıları kalın bazıları ince halkaları pencerenin kenarlarından dolan, ışık süzmesinin cazibesine yenik düşüyor altın rengiyle gururla iftihar ediyordu. Aynanın karşısında ki bana bakan ela gözlerimi tanıyamıyordum. Bu saray kumaşları ve ihtişamlı altınlar bileklerimi, bacak bileklerimi ve saçlarımı, boynumu kaplarken aynada ki kadın kendinden oldukça emin ve tıpkı bir Cüzzamlı efendinin yüce karısı, biricik Afrodit'i gibi duruyordu. " Yüce efendim, muhteşem bir alımlık saçıyorsunuz. Bir yandan Yüce Kudüs efendimize yakışan bir bilgelik diğer yandan, kadınsı yanınızı yansıtıyorsunuz. " Saray hizmetçisinin kendi vücuduma karşı ayna karşısında bakıyorken, omzumun sağ taraf hizasında hizmetçi ve benim görüntüm aynada birleşiyor yansımadan dudaklarının hareket ettiğini ama bana ne zikrettiğini duyamıyordum zira beynimi meşgul eden tek şey Kudüs meydanında ki öpücüktü. Bir kaç saat önce Dudaklarımızın boşluğu birbirini doldurduğu vakit, tenlerimiz ilk kez birbirini bu kadar uzun, vakitsiz, duraksız tadıyor tüm Kudüs halkının din alemine bu görüntü tarihe yazılıyordu. Birbirine değmek için 999 gün ibadet eden dudaklarımızın duası sonunda kabul oldu. Sağ dudağının alt tarafı cüzzamdan dolayı çürümüş dahi olsa umursamadım, kınalı parmak uçlarım başının ardında ki beyaz sargılarda nazikçe çizgi çekerek dudaklarımı daha fazla hissetmesi için ovuşturuyorken kendime bastırıyor beyaz eldivenli ellerinin bir avucu belimde ki şekilli kıvrımın tam yerini buluyorken diğer çürüyen elinin avucuna dudaklarını soluksuz öpen dudaklarımın sol yanağına doluyordu. Birbirimizi bazen küçük adımlarla geri çekilerek kızdırıyor lakin her defasında beyaz eldivenli ellerinin avuç içleri bel kısımlarıma, her iki yandan şiddetle baskı uygulayarak kendine çekiyordu. Çarpışıyorduk, kavga ediyorduk, dua ediyorduk, arzuluyorduk. Vücudumuz bugüne dek binlerce medeniyet görmüş tarihi eserin içerisinde, yeni bir tarih yazıyor kutsal biçimde dualar altında bir oluyordu sanki. Nefes alacak yeterli alan yoktu, dudaklarımı bir çöl gülünün yaprağını öper gibi nazikçe öpüyor beyaz kumaşlı eldivenlerinin altında ki esmer tenim daha fazlasını hissetmek için yalvarıyordu. " İnşallah, böyle söylemişti. İnancımı kaybettiğimi düşünüyor, adımı ağzına almamak için yasaklıyordu. Onu bir daha göremeyecektim çünkü, günahlarla dolu bir hayatı seçmiştim. Keşke affedebilseydi. " Keskin sınırlarım var " dedim. Kudüs'ün çölünü geçerken koruyucum ol dedim. " Beni oraya götür ve bir çöl gülü gibi sev dedim. " Lanetlenmiş gibi öp beni dedim. Eve geldiğim de güvende tut beni, Bize bir baksana ibadetimiz bir dedim. " Dudaklarımızın birbirine temas köprüsünde ki Kudüs sırrında bu kelimeler, gidip geliyor muhteşem bir çöl fırtınasının kumları gibi halkın gözleri önünde estiriyordu. " Dinsizler! " Bu aşk çölünün kumlu fırtınası içerisine değmek isteyen, binlerce taştan bir tanesiydi. " Allah'ım sen affet Yarabbi! " Diğer bir kadın sesi ise onun ardında suya çember çizer gibi sekerek yuvarlak çizdi. " Diri diri Kudüs yanacak. Bu bir zina! Ey Kudüs bu bir zinadır! " Kudüs'ün kubbesi altında birlik içerisinde yaşayan tüm din mensuplarının öfkesi, çöl nehirlerinin akar suları gibi şiddetle akıyor kınayan bakışlar ve protesto daha da güçlenirken bedenlerimizin boşluğunda kalan mermer sütunların boşlukları arasına halkın tüccar tezgahlarından aldığı çeşitli meyve sebze ve meydanda ki taşlar bize atılarak doluyor din savaşının ipliklerini daha da sıkı örüyordu... Hristiyan tapınakları Evharistiya ayinleri kabul salonu " İsa ölümden dirildi; Ölümü ölümle yendi ve mezardakilere yaşam hediye etti. Teslihin birincisi baba, kutsal göklerde. Oğul da göklerde, babasının sağında oturmaktadır. " Ve sağ elinin avuç içlerini önce sol omuzuna, sonra sağ omuzuna ve en son alnına değdirdi. " Tanrı, İsa, Kutsal Ruh. " Yaş toprak ve mermer toz alaşımıyla kına gibi karılmış tapınak duvarlarının üzerinde ki freskler, tapınak sütuncelerin ortasında yanan gümüş altın tepside ki alevin ışığında parlıyor 6 Rahibin kırmızı pelerinin altında ki kumaşlı ellerinde darbuka ve çıngırak sesinin çalgılarına flüt eşlik ediyordu. Çocuk İsa, annesi Meryem ananın sağ dizine oturmuş açıkça fresklenen yani duvar yüzeyine betimlenen büyük resimde ki memelerinin sağ ucunda ki sütü emiyordu. Ortodoks Hristiyan ayinlerinden olan ekmek, şarap ve cansız insan kafasının gümüş altın tepsi içerisinde yanan ateşin üzerinde kendisine yeni yakacak kurban bulmuş sevinciyle ateşini 3 nesneye uzatıyor ve Evharistiya ayinini yerini getirmenin mutluluğunu yaşıyordu. " Sen vaftiz Müslüman kurbanın Beyhan'ı kabul et yüce Mesih! " İnsan vücudunun, İsa tanrının ve annesi Meryem'in yüzlerinin betimlenmesinin yanı sıra Kudüs meydanında olan Yahudiler için önemli bir simge haline gelmiş, ağlama duvarının bir kaç tuğlası tapınak duvarlarını süslüyorken 6 Hristiyan din adamının etrafına bedenleriyle yuvarlak çizerek durdukları meydanın ortasında ki altın sunak tepsisi rahip loannes dua ettikçe daha da kızarak alevleniyor, ateşinin kollarında sallanan Mahsa'nın kardeşinin bedeninden ayrılmış cansız kafasının saçlarını tutuşturuyordu. " Yüce lordum Guy, kıza yapılan büyü yakın vakitte gücünün büyük hazninden dolayı etki etmeyebilir lakin acılar içerisinde kıvranarak ölüme teslim olacak efendim. " Evharistiya ayininin dua sesleri tapınağın duvarları arasında ki kireçlere doluyor, ölü bedenleri rahatsız ederek toprak altında çürümüş bedenlerin ateş ışığı gibi titrek gölgelerini duvar yüzeyinde ki resimlerin üzerine yansıtıyorken efendinin gözlerinde ki günah ışığı rahibin söylediği sözlerle daha da parladı. " Sibbyla sahip olduğu şeyi minnetle o kıza vermek isteyebilir, ama ben Kral gibi Cüzzamlı olan oğlumun tahtını o Müslüman kızdan korumak zorundayım. Eğer bu evlilik olur ve Şarlman bir erkek varis doğurursa tahtta ki söz hakkım zerre kalmayacak Loannes. " Ağzını kımızlayarak sıkıca dişlerini birbirine çarpan Lord Guy dilinin altında ki sözleri, tapınağın ortasında ki altın tepside yanan başın alevine bakarak çiğneyerek tükürdü. " Mahsa Şarlman evlilik töreninde ölmeli! " Kudüs Krallığı, Cüzzam sarayı Halkın bugün ki yapılacak evlilik yeminine aykırı olan haykırışları sarayın kerpiç duvarlı tuğlaları, üzerinden saray avlusunda hazırlanmış düğün sofrasının beyaz kumaşlı masasının üzerinde ki yemeklerde ve içki kadehlerinde bağırışları duvardan kırılarak gücünü kaybettiriyor uğultuya dönüştürüyordu. Siyah uzun saç tellerimin kubbesinde asılı duran altın işlemeler saç süzmelerim arasından aşağı tel tel dökülüyor, gözlerime çektiğim simsiyah sürmenin kuyrukları altında bakışlarımı yüzümde ki peçeyle gizlemeye çalışıyordum. Sarayın avlunun bahçesinde kurulmuş uzun masasına açılan sütün koridorlarının, mermer boşluklarından dahi baktığım saniye hiç haz almadığım adamlar ve kadınları gülme sesleri eşliğinde hasbihal ediyorlardı. " En iyi şarap kiraz değil, üzümdendir hanımlar. " Gümüş bardakların kadehlerinin masa üzerinde birleşme seslerinin yamacından, şaraplar masanın beyaz örtüsüne döküldüğü vakit daha fazla bu günah dolu görüntüye tahammül edemeyerek gözlerimi deviriyordum. " Yüce efendimizi ve kadınını selamlayın. " Tapınak şövalyesinin dudaklarından sarayın avlusuna dolan sesi duyduğum vakit, yüce efendinin nerede olduğunu dahi idrak edemeden beyaz kumaşlı eldivenli elinin sol parmak uçları kınalı parmak uçlarımı tutmak için izin isteyerek bedenim ve koridor sütuncelerinin boşluğunda ki mermer yere uzattı. " Artık güçlüsün Mahsa. Eskiden de güçlü bir kadındın şimdiyse, bu mertebe de daha da güçlü olacaksın. Tek arzum yanında taşıdığın kılıcını özgürce, taşıman ve seni üzenleri cezalandırman. Kimseden ürkmeden, kadın olduğun için aşağılanmadan cezalandırman. Seni o bakışlardan korumak için yanında her zaman durmak istesem dahi olamayacağım, ama bu makam her zaman seninle kalacak. Kadınım istediği kişiyi cezalandırıp, erkeklerin din savaşlarını yönetecek. Üstelik kendini aşağılayan din adamlarının. " Demir maskesinin ardında artık günden güne cüzzamdan daha da çok çürüyen bedeninin sesi, hastalığın ses tellerine dahi vurmasından dolayı git gide sesini alıyor ve boğuk sesinin boğuk sözleri siyah sürme çekilmiş gözlerimden yaş akıtmamak için kendimi sıkıyordum. Pazar meydanında öpücüğümün izi hâlâ teninde varlık bulmaya devam ederken, utandım. Ela bakışlarımı maskesinin demirinin her bir motifinden kaçırdım, koridor sütunlarının süt beyazı mermerlerini izledim. " Bu olanaklar için minnettarım yüce efendim lakin, bu savaştan ve kardeşimi mezarında rahatsız ederek kimlerin başını acımasız şekilde kestiğini bulmaya çabalamaktan çok yoruldum. Tek istediğim huzur ve sessizlik. " Yüzümü örten siyah kumaşın iplikleri siyah saç tellerimden aşağı kayıyorken, ela gözlerimin göz pınarlarına dolan yaşları daha fazla tutamadım. Ailemi kaybetmenin acısı, anneme derdimi anlatamamanın acısı ve ikizim Beyhan'ın sır dolu ölümü artık taşıyamıyordum. Tüm bu yüklerin üzerine Kudüs halkının baskısı her gün daha da artıyor, içimde yakarış yapan dinin gözyaşlarının acısı şimdi çıkıyordu. " Bedenim her gün biraz daha çürüyor Mahsa. Tıpkı sevdiğin hurma ağaçlarının gövdeleri gibi, ama ağaçlar ölüyor ve yeniden doğuyor. Benim öyle bir şansım yok sonsuza dek ölü kalıyorum. Senin gözyaşlarını oradan kalkıp silemem Mahsa, lütfen bana söz ver olmadığım her an gözyaşlarını kendin silme gücüne erdemine sahip olacaksın? " Burnumun ucu maskenin altından kulaklarıma ve Saray koridoruna dolan sözleriyle acıdı. Biliyordum, Baldwin'in zamanı çok kısıtlıydı. Herkesin benden gittiği vakit oluşan boşluğu, onun doldurmuş olması ama her zaman gidecek olan hakikatin ağırlığını göğüs kafesimde hissettim. Hissettiğim vakit altın bileziklerle dizilmiş kollarımı bedeninin ardına koşarak, beyaz kumaşlı pelerininin altında ki göğsünden kendi göğsüme sırtını çektim. Gözyaşlarım pelerininin üzerine çöle nadiren düşen yağmur damlaları gibi düşüyor ve yakında onu cüzzam lanetinden kaybedeceğim gerçeği derimin altında ki kemiklerimi dahi acıtıyordu. " Sen bu dünya da ölsen dahi kalbimde her zaman her gün, çölde ay battıkça güneş yükseldikçe doğacaksın yüce efendim. " Sırtına sıkı sıkı bastırdığım göğsüm ve başımı koyduğum sırtının omuzlarında ki gözlerimi, sıkıca yuvalarına gömdüm hem de geri hiç açmama dileğiyle. Göğüs kafesini saran altın bilezikli kınalı ellerimin avuç içlerine beyaz eldivenli ellerinin çürüyen teni doluyor ve yaşları daha fazla akıtmam için ibadet ediyordu. Saray avlusunda düğün yemini için kurulan uzun masanın davetine oturmadan önce, bir kaç dakika öylece kaldık. Tarihin aklına hiç böyle bir görüntü, yazgı gelir mi? Hangi din kitabında, hangi mezhepte, hangi uygarlık tarihinde yazılır bu duygu. Müslüman bir kız, Hristiyan lakin Müslümandan daha çok merhameti yüreğinde taşıyan Cüzzamlı bir Kralın Kudüs Sarayı içerisinde ki basit bir sütunce yanında birbirine kenetlenmiş bedenleri. Üstelik Kralın vücuduna kınalı parmak uçları değen her bir teninin, çürümüş olduğu gerçeğiyle... Gümüş tepsilerin şamdan uçlarına ateş yakılmış masanın dört bir yanına dizilmişti. Her zaman sıcak ve parmağınızı yalayıp kaldırsanız dahi anında kurutan Kudüs çöl sıcaklığı bugün kubbeyi terk etmiş gibiydi. Hava tuhaftı, Kudüs gökyüzü sarayın çatı boşluklarından görünüyor ve gri bulutlu havanın tatsız atmosferi masanın dört bir yanına dizilmiş gümüş tepsilerde cayır cayır yanan ateşi üfleyerek söndürmeye çalışıyordu. " Kraliçe karım Sibbyla izin verirse, yüce lordumuz Cüzzamlı kralımızın barış getirecek evliliğine bir hediye taktim etmek isterim. " Altının tıpkı gümüş tepsilerde ki ateş gibi ateşle dövülerek yapıldığı kadehten, şerbeti yudumlayan dudaklarımda ki artı kalan şerbeti yalayarak hiç haz etmediğim Kraliçe Sibylla'nın kocası Guy oturduğu yerden ayağa kalkarak kadehinin altın işlemesine altın kaşığı vurarak bir titreşim sesi yarattı. " Ismihan, altın tepsiyi getir. " Ne? Yüce efendi Baldwin ile uzun beyaz kumaşlarla örtülmüş masanın baş ucunda ki tahtlarda, yan yana oturan bedenim duyduğum isimle şoka sürüklenerek yandı. Kınalı parmak uçlarım tahtın altın işlemeli kollarına tırnaklarımı korkudan ve kafayı yedim düşüncesiyle sıkıyor Cüzzamlı Kral ise bir şeylerin ters gittiğini saniyesinde sezgileri ile idrak ederek tahtın direğini sıkıca tutan sol elimin üzerine beyaz eldivenli elini koyuyordu. Masanın sarayın batı ucuna bakan burnunun boşluk kısmının avlusunun gölgesine tanıdığım bir beden, gölgesi doluyor ve kırmızı peçesinin altında ki ölü gözleriyle gözlerim sarayın ortasında bir araya geliyordu ta ki Lord Guy'un istediği altın tepsinin masanın diğer ucuna konduğu ana kadar. Altın tepsinin bitki motiflerinin işlemelerinin yerlerine domates ve çeşitli sebzeler konmuş, ikizim Beyhan'ın cansız bedeni ise ortasında ki kan gölünde derileri erimiş şekilde duruyorken arkadaşım ise o tepsinin altın işlemeli kulplarını tutan kişi oluyor ve ben nefes alamıyordum. Ağzımın içerisinde ki dilimin varlığını unuttum sanki, sanki bir kaç saniye de tüm Fars alfabesini unutmuş dünyaya inmiş ilk insanlar gibi olmuştum. " Buyurun yüce lordum " Bu, bu gerçekten evimin avlusunun orta yerinde haç şeklinde cansız bedenini bulduğum İsmihan'ın sesiydi. Boğazımda bir şeylerin acı hissi gelip gitti, kınalı parmaklarım tahtın kollarının altın ile bezenmiş yerlerinde ki altınları dahi sıka sıka söktü. İçimde ki boğazımdan önce dilime ve daha sonra dudaklarıma gelen o iğrenç hissiyatı bedenimden sökmek için özgür bıraktığım saniye dudaklarımdan dışarı fışkıran kötü ruh kırmızı renginde masanın beyaz örtüsünü boyadı. Özgür bıraktığım saniye içimden gelen kötü hissiyatın gerçekliği, boğazımdan dudaklarımın dışına taşan kanım ile ortaya çıktı. Çıktığı vakit ise, altın tepsinin getirilmesini emreden Lord Guy'un haz dolu çığlıkları avlunun sütunları arasına doldu. " Mahsa Şarlman boğa kanı zehrini içti! O ölüyor, asla ama asla onun gibi basit bir Müslüman kız Kudüs Kraliçesi tahtına yaşadığım müddetçe oturamaz duydunuz mu! " Kusma hissiyatının boğazımı yakan boğa zehri göğüs kafesinden çıkan nefesi almak için daha da zorlaşıyor, dilim ağzımın içerisinde yavaş yavaş şişerek sanki bu uğursuz zehirin yayılmasını önlermiş gibi kınalı ellerimle boynuma takılmış altın kolyelerin üzerinden boğazımı tutuyordum. Vücuduma dudaklarımdan içeri aldığım zehir yavaş yavaş yayılırken etkisini, tam tersi hızlılıkta göstererek masanın yanı başında ki saray avlusunun orta yerinde ki boşluğa bedenimin güçsüzleşerek düşmesini sağladı. Gözlerimde ki saray görüntüsünün kerpiç duvarlarının kırmızı renkli tuğlalarının renginin canlılığı, neşesi gözlerimden bulanaklaşarak kayıyor ve başımı özenle yumuşak bir hissiyatın içerisine alan bir ses gözlerimi ölüme teslim etmeden önce beni bu dünya da tutmaya çalışıyordu. " Mahsa! Mahsa! " Yüce efendi, bu ses ona aitti. Beyaz kumaşlı çürüyen bedeninin dizleri üzerine bedenimin mermer üzerine düşmesine çatı olmuş, siyah saçlarımda ki taç işlemeleriyle süslenmiş başımı cüzzamdan çürüyen bedeninin göğsüne bastırıyorken zehirin etkisinden dolayı ağzımdan onun beyaz pelerinine damlayan kanlar sanki resim çiziyordu bu resmi asla unutmaması için. Zira, bir anı resim edilirse o anı asla ölmez, bir ressam size aşık olursa hep tuvallerinde yaşardınız. " Yüce efendim, bu çölde ay battıkça güneş yükseldikçe kalbinde doğacağıma söz veriyorum. " Sarayın gök kubbesinde ki gri bulutların rahatsız edici hissiyatı vuku buldu. Dudaklarımdan boğa kanının zehriyle daha fazla dökülen kanları Kudüs yıkamak için imkansız bir çöl topraklarına yağmur damlalarını, bedenimi almak için yavaş yavaş döküyor ve demir maskesinin Cüzzamlı yüzünün deri kusurlarını saklayan mavi, gri gözleriyle gözlerim beyaz eldivenli kollarında son kez göz göze geliyordu. Önce sarayın avlusunda ki çatışma sesleri bir uğultu oldu, daha sonra ise Baldwin'in kollarının bedenime değdiği hissiyatı tenimden akıp gidiyorken sarayın tüm duvar renkleri ve yüce efendimin gri gözlerinin varlığı buharlaşarak yok oldu ve yok olduğu hengame ile bedenimi sonsuz bir uykuya, ruhumu ise gri renkli çöl kubbesinin ilahi karanlığına aldı. Beyaz pelerinli göğsünün kumaşlarında daha fazla ölüme direnemeyen, başım son nefesinin buğusunu sarayın avlusuna yayıyorken kaydı, düştü, sonsuz bir harekette kaldı... Evet aşkım, sadece kalbini kırmak için buradayım. O gün seçtiğin o çiçek, görevi sadece çürümekti. Görmüyor musun? Senin ilk yıkanışını izlediğim de, Seni alçak bir sesle uyarmıştım " Kalbimin nehrinin aşkından sakın, En soğuk kaynaktan gelen suyla akıyor." Duydun mu? Ve emin oldum hep geri o nehre döneceğine, suyumun soğukluğunu biliyordun. Ama hâlâ hep geri dönüyorsun. Beyaz pelerinimin altına saklandığın da, Onlar seni hiç bir şeyden koruyamazlardı. Uçarken seni bırakmak zorunda kalırlardı...  |
0% |