@ursuula1
|
Geceyi gece, ölümü ölüm siler.  Kızgın çöl güneşi Petra kentinin gül kırmızısı kayalıklarına oyularak yapılmış tapınak sütuncelerinin, dikey biçimde aşağıya inen süslemeleri arasında ki oyuklardan çoktan akmış ve yerini kum fırtınalı vaha gecesine bırakmıştı. Kent halkı kum taneciklerinden yapılmış stuko evlerine çekilmiş meydan kendisini belirsiz ve korku dolu bir sessizlik içerisine bırakıyorken, cırcır böcekleri bu hususu biraz dahi yumuşatmak için ellerinden gelen gayreti çıkarıyorlardı. Gündüz boyunca şehre gelen kervanları ve bedevileri takip ettim. Hangi kervan Kudüs veyahut Şam'a gidecek dört gözle izlediğim de, şifacı Gaffur olarak adlandırılan bir Müslüman müşriğin Kudüs topraklarına gideceğini öğrendiğim vakit, Hristiyan askerleri tarafından yıllar boyunca tutsak edildiğim duvarlar arasına gelerek bohçamı hazırlıyordum. Bu yolculuk şimdiden çok zor olacaktı, Reinhold'un varisinin başı Kudüs'te beladayken hâlâ iki askerin zinhar buradan ayrılmayıp nöbet tutmasından anlıyordum. Yıllar içerisinde Kudüs'ten haber almaya çalışarak yüce efendiye mektuplar yazdım, hatta kaç kere bu Petra kentinden kaçma girişiminde bulundum lakin yazdığım tüm mektuplar Hristiyan askerler tarafından yakıldı ya da yırtıldı, kaçma eylemlerim her defasında başarısızlıkla sonuçlanarak her kaçma hususunda kırbaçlandım. " Eğer başarısız olursam bu, 204. Kırbaç olacak..." Siyah kaftanımın kumaşları belimi ve bacak aralıklarımı sıkıca sarıyorken, sırtımı aynı şekilde sardığı kumaşlar altında ki tenim kırbaç izlerini taşıyor her kumaş parçası sırtıma temas ettikçe acıdan dişlerimin arasında nefes alıyordum. Tüm bu işkence ve yıllar önce boğa kanının zehrinin izlerini taşıyan boğazımda ki tenimin üzerinde ki yaralar çok ağırdı. Nebati desenlerle yakılmış kınalı parmak uçlarım bohçanın kumaşlarına bir kaç paçavra ve hurma koymayı bıraktığı saniye, yavaşça boynuma gitti. Parmak uçlarım boynumda ki yaralara temas ettiği saniye, ikizimin saray masası üzerinde ki yemeklerde arasında yakılmış başının ızdırap görüntüleri zihnimin ortasında gümüş bir sunak tepside ki acı hatıralarda ateşleniyorken gözlerimin kenarlarına dolan yaşları daha fazla tutamadım. Ben çok güçsüzdüm, ben çok yaralıydım. " Beyhan, affet beni kardeşim istediğin arzuları yerine getiremedim seni mezarında bile koruyamadım. " Siyah kumaşlarla sıkıca sarılmış göğüs kafesimin altında ki boşlukta kalbim acı acı titredi, tüm bu çaresizlik matemi ve yüce efendimin beni yıllarca ölü sandığı hakikati burnumun içerisini sızlatarak yakıyor ve boğazımda bir şeyler yükseliyordu. Lakin şimdi efendim için ağlayamazdım, halktan duyduğuma göre Baldwin'in Cüzzam hastalığı daha da ilerlemiş ve kendisini Kudüs çölüne, kraliyet sarayına kapatmıştı. Bu kentten bir an önce Kudüs'e gidecek kervanla yola çıkmalı çöl boyunca hırsız bedevi birliklerinden kervanlara sığınmalı ve kapımda nöbet tutan askerleri Kudüs yolculuğum için etkisiz hâle getirmek zorundaydım. Korktum, bacaklarım kerpiç duvarlı moloz taşlarla örülmüş evimin duvarları arasında, kapımın duvarları önünde biri sağa diğeri solda durarak nöbet tutan askerlere adımlıyorken korkuyordum. Bir kaç adım ve ellerimde ki şerbetin içerisine döktüğüm zehir karışımı, kınalı avuçlarımda iki can alacak şerbetin bardaklarını Allah lanetleniyor lakin tek çıkış yolum bu olduğu için içimden binlerce dua ederken Allah'ıma yakarış yapıyordum. " Biraz şerbet içmez misiniz? Sabaha dek susuz ne yapacaksınız, asker sayısı çok az duyduğuma göre hepsi Kudüs'e gitmiş. Sizse sabaha dek burada başımda beklerken çöl sıcağından öleceksiniz. " Hristiyan askerinin elinde ki metal mızrak dudaklarının kenarıyla güldüğü vakit, çöl gecesinin ay ışığını kendisine hapsederken askerin bedenime doğrultmasıyla birlikte metalin sivri ucuna yaralı tenimin boğazı doldu. " Manipülasyonda o kadar muhteşemsin ki Mahsa Şarlman, bazen bu güzel yüzüne uyan güzel aklın Müslüman olmana rağmen beni büyülüyor. " Ellerim arasında ki iki bardağı gümüş sesleri korkudan kendimi geriye çekerken gecenin sessizliğini birbirine çarparak bozduğu vakit gözlerimi devirdim. " Ya içersin, ya da bir daha bana mızrak doğrultursan ölürsün. " Mızrağın sivri metal ucunu sözlerimin yılan gibi ısırığı ile geri çektiği vakit ela gözlerime, gözlerini sabitleyerek az önce ki aptal gülüşünden daha da geniş gülümsedi. " Yüce efendimizin böyle ateş gibi bir kadından mahrum kalması ve öldü zannetmesi ne acı ama öyle değil mi Şarlman? " Diğer sol tarafta ki asker ekledi. " Sevgili nişanlın özlemiş olmalı. " Zehirli şerbetleri ellerine tutuşturak odundan yapılmış evin kapısını yüzlerine çarptığım an, benimle cima etmelerine kaçmak için izin verdiğim çaresizliğe içimden lanetler ettim. Hazırladığım bohça kumaşını yatağımın altına sakladığım vakit, sedir yatağın üzerine boylu boyunca uzanarak içeri girerlerse uyuduğumu sansınlar diye gözlerimi kapadım. Bir kaç saat veya dakika geçti ki, iki Hristiyan askerin hâlâ dalga geçme hasbihallerinin sesleri kesildiği vakit kent ve evimin salonu yeniden sessizliğe büründü. Sedir yataktan kalkarak ses çıkarma korkusundan parmak uçlarım da yürüdüğüm vakit, pencere damının köşesinden başımı çıkartıp askerlerin bir kaç adımlık uzakta olduğu yere baktım. Lakin mızrak tutan ellerinden mızraklar evin kapısının eşiğine düşmüş, verdiğim gümüş şerbet bardakları ise yerde hareketsiz biçimde yatan bedenlerinin yanlarında duruyorken zehrin onları öldürdüğünü anladım. Sedir yatağın altında ki mermer yerden bohçamı sakladığım yere elimi uzatarak kumaş parçalarını çektiğim vakit, kervana katılmak için tutsak edildiğim evden koşarak uzaklaştım. Evin avlusundan çıkarken ayaklarımın dibinde ki iki askerin canını alma günahı için ruhlarına fatiha okuyor, ellerimi semaya açarak beni affetmesi için yalvarıyordum. Petra kentinin çölleri içerisine çıplak ayaklarımla bastığım vakit, çöl gündüz ki sıcaklığın yerini yavaşça gecenin esintisine ve vahanın üzerinde yükselen ay ışığına bırakıyordu. Kudüs topraklarına giden kervanın içerisine tüm yüzümü ve bedenimi siyahlar içerisine gizleyerek, kocası ölmüş dul kadın rolü yapıyordum. Altınsız ve dul kalmış bir genç kız olduğuma inanan bedeviler ise sorun çıkarmadan kervana katılmam için, beni bir devenin üzerine bindirdiler. Çöl gecesinin ay ışığının sütunları naif biçimde ince taneli kumların aralarına doluşuyor, kervan gecenin sessizliğini bozmamak için özen gösterirken çöl vahasının içerisinde ki diğer kervanların namaz kılmalarını izliyordum. " Bu vahanın içerisine yapılmış sarayda nedir? " Bizim kervanın bedevi amcalarından birisinin sesi peçenin altında ki kumaşların içerisine doluyorken, tüm kervanın bakışlarını yönelttiği saraya hurmamı yemeye çalışırken bende baktım. Kudüs topraklarının sınırlarına devenin tümsek sırtında yükle birlikte bir oraya, bir buraya savrulurken geldiğim toprakların sınırlarına yeni bir saray yapılmıştı. Bu saray, çöl gecesinin karanlığına rağmen sarı renkte ki taşlarını ay ışığının altında dans ettiriyor, kubbeleri Kudüs'ün gök kubbesine dokunmak için zarafetle kendisini kervanlara ve Kudüs'e sergiliyordu. " Orası Cüzzam kralının vefat eden nişanlısı için yaptırdığı saray. Gecenin karanlığından belli olmuyor lakin, sarayın avlusu kocaman hurma ağaçları ile dolu. " Siyah peçemin altında ki dudaklarım arasında yediğim hurma birden dünyanın en acı tatlısına dönüştü. Yüce efendi, o benim için bir anıt yaptırmış ve içerisini dünya üzerinde en sevdiğim kardeşimden geriye kalan tek anıyla doldurmuştu. Yarısını yediğim hurmamı dudaklarımdan çekerek, kınalı avuçlarımın içerisine gizlediğim vakit siyah peçenin altında ki kumaşlarda gözyaşlarımın düşmemesi için bedenimi kontrol altına alarak sıkıyor ve Kudüs'ün ünlü büyük çölünün ortasında ki kutsal krallığın büyük kapılarına işlenmiş altın varaklı taçları altından yıllar sonra pazar meydanına giriyorduk. Kervan develeri susuzluktan dolayı böbreklerini ağızlarından çıkarmış kumlu meydan yerinin sulak yerlerine, ince bacaklarının üzerinde ki kervan yüklerini bir oraya bir buraya savururken oturarak dinlenmeye çalışıyor ben ise Kudüs'ün kutsal sarı renkli topraklarının üzerine doğmak üzere olan kızgın çöl güneşinden evime ait kast sokağının arasına meydandan hamamda ki bir sabun gibi kervandan sıyrılarak kaçıyordum. Bir kaç gün sonra, Kudüs Toprakları Kudüs güneşinin altın varaklı ellerinin ışığı evimin kerpiç alçıdan güneş altında pişirilerek yapılmış, pencere damının kenarlarından salon avlusuna doluyor evin içerisinde ki toz bulutunu ışığıyla birlikte dans ettirirken kardeşimin benden çalınan ölü bedeninin kesilen başını bulmak için meydana gitmeye hazırlanıyordum. Geldiğimden beridir zinhar evden çıkmadım, fakirhane mahallemizin dedikoducu müşriklerine yakalanmak istemiyor ve yaşadığımı tüm Kudüs'ün öğrenmesini özellikle Reinhold'un varisinin buraya yeniden Petra topraklarında ki askerlerini öldürerek Kudüs'e geldiğimi öğrenmesini zinhar istemiyordum. " Savaş yakındır, demedi deme kral bugün meydan da konuşma yapacağına göre Selahaddin Ürdün nehrini geçmiş olmalı. " Kutsal toprakların sarı renkli kiremit duvarlarına sırtımda ki kırbaç izlerinin yanma hissi kumaşlar altından, yeniden kendisini hissettirdiği vakit kınalı ellerimle tutundum. Tutunduğum duvarın karşısında ki topraklı meydan yerinin üzerine kurulmuş ahşap tüccar tezgahında hasbihal eden konuşmalarından iki Yahudi olduğunu anladığım hatunların dediklerine sırtımda ki yanma hissine aldırış etmeden dikkat kesildim lakin, sırtımda ki izlerin derinliğinin acısı burun deliklerimi dahi hava alırken acıtıyordu. " Reinhold'un varisinin din sömürge planı Kudüs halkında etki etmiş gibi bunca yıllık barış antlaşması bozuldu mu yoksa? " 2 yıl boyunca ki günler içerisinde ne olmuştu böyle? Cüzzamlı Kral neden Kudüs'ün barışını bu kadar ellerinde tutmaktan bıraktı, yüce efendi bu kadar büyük bir mateme mi bürünmüştü? Zinhar bilmiyordum. Kınalı parmak uçlarımda ki tırnaklarımı sarı renkli taşların arasına düşüncelerimin sertliği ve karmaşıklığı yüzünden bastırdığımı, halkın meydan pazarında yükselen sesiyle birlikte idrak ediyordum. " Kral çok yaşa! Kral çok yaşa! " Beyaz kaftanlı kumaşlarımın içerisine dolan halkın birlik olarak avazları çıktığı kadar haykırdığı, seslerin şiddetle birleştiği noktada ki kişiye bakmak için gözlerim peçemin altından yalvarıyor ben ise aşk ibadetini yıllar sonra gözleriyle dahi uzaktan yapmasına izin vererek sırtıma değen halkın sesine ve görmediğim halde varlığının tüm ağırlık hissiyatını Kudüs meydanının havasında dahi hissederken nefesimi tutarak halk kalabalığının olduğu yöne yüzümü döndüm. Döndüğüm vakit, Kudüs'ün altın renginde ki sıcak güneş ışıklarının ilahi parlaklığı demirin dövülerek evcillleştirilmiş gri metal maskesinin altında ki çerçevesi mavi, göz bebekleri gri gözleriyle gözlerim bir araya geldi. " Selahaddin elçisinden bir mektup gönderdi. Bildirdiğine göre, Ürdün nehrini 200. Bin askeri ile geçmiş ve Kerak şehrinin sınırlarına yaklaşmış durumda. Eminim nehirde ordusunu dinlendircek Kerak'a ulaşmadan önce orduyla karşısına çıkmalı ve konuşmalıyım." Kudüs halkıyla meydanın yuvarlak biçimli avlusunun toprakları üzerinde göz kontağı kurarak, halkının endişesini Cüzzamlı haliyle başlarında durarak yatıştırmaya çalışıyor ve beni sıradan halktan bir kadın sanıyorken demir maskesinin ardında ki gri gözleri, asırlar sonra değen ela gözlerimden akıp halktan olan başka kişilerin gözlerine kayıyordu. Varlığımız yıllar sonra aynı gök kubbenin altında birleşti, şu an yüce efendiyle aynı havayı soluyor, cüzzamdan dolayı halkın korkmaması için cilt kusurlarını saklayan demir maskesinin altında ki hastalığa daha da boyun eğmiş boğuk sesini kulaklarım çölde bir su birikintisi bulmuş gibi minnetle içiyordu. Gülümsedim, sırtımda Hristiyan askerlerin evime her kaçmak istediğimde, her ibadet ettiğim de ceza olarak sırtıma 203 kırbaç attıkları izler canımı yakıyorken peçemin altından gülümsedim. Adım yasaklandı, dinim yasaklandı, nefes almam dahi ellerimden alınmak istedi. Kardeşimin cansız bedeni mezarından kaçırıldı, ailem din savaşına kurban verilirken birlikte Şam topraklarında büyüdüğüm Ismihan arkadaşım beni sırtımdan bıçakladı. Tüm bu cehennemin ortasına aşık olduğum yüce efendimin varlığından uzak kalmam için, yıllarca, aylarca, günlerce hiç bilmediğim bir toprakta tutsak edildim. Tüm bu hususların tek sahibi, Cüzzamlı kralın meydanda halkına hitap etme sesini bastıran ve şeytan gibi zehirli dilini uzatan papa Reinhold'un varisiydi. " Mahsa Şarlman hemen ortaya çık! " Pazar meydanının basık kemerli duvarının altından girerek sedef kakma işlemeli duvarların kenarlarına dizilen, emrinde ki Katolik Hristiyan şövalyeleri ile birlikte kendisine arka çıkan tarikata güvenerek gururla ismimi meydana haykırıyordu. " Yüce lordum, Mahsa burada öyle değil mi? Onu buldunuz ve kaçırdınız, lütfen hemen onu geri bana verin aksi taktirde size uzatılan kılıç ve saraya yönlendirilen çöl vahalarında ki mermi toplarını engelleyemem. " Kudüs meydanına yayılan sözlerinden hemen sonra şövalyelerin demir zırhları renginde ki haç şeklinde olan, uzun mızrak uçları Cüzzamlı Kudüs kralının hastalıktan çürüyen teninin kusurlarını saklayan altın işlemeli beyaz pelerininin kumaşlarına doğrultulduğu vakit meydan da tesbih boncuğu gibi yan yana dizilere iç içe geçmiş halk saniyesinde ipten şiddetle kopmuş tesbih boncukları gibi meydanın dört bir yanına dağıldı. Ben ise, meydanın beyaz mermer saray sütuncelerinin ardında gizlediğim siyah kumaşlar arasında ki, bedenimi zaten hastalığı son demlerine iyice yaklaşmış ve yıllar sonra varlığına kavuştuğum cüzzamlı bedenine doğrultan mihraklara daha fazla sessiz kalamayarak yüzümde ki siyah peçeyi nebati çiçekl desenli kınalı parmak uçlarımla söküp attığım vakit, koştum. Kudüs meydanının acımasızca çıplak ayaklarım altında ezilen sıcak kum tanelerinin sesinden başka bir ses olmayan meydanda, yüce efendinin beyaz saray kumaşları ile kaplı yüzlerce mızrak bedeninin etrafına kuşatılarak çekilen sıcak varlığını sırtımın arkasına korumak için aldığım vakit papa Reinhold'un yıllarca yüzünü ilk kez gördüğüm bakışlarının varlığı ile varlığım bir araya gelerek birbirine gözlerimizle değdi. Tüm mızrakların kırbaç yediğim bedenime dokunmasını göze alarak yüce cüzzamlı efendimin, sırtıma değen varlığına yüzümü döndüm. Döndüğüm saniye, gri demir maskesinin altında ki mavi çerçeveli, içleri ise gri renkle bezenmiş hastalığın vurumu halkın dediği gibi bedenine daha da yayılmışken sağ gözü yıllar önce saray avlusunun ortasında şifacının söylediği gibi kör olmuştu. Binlerce Katolik Hristiyan şövalyelerinin demir zırhlar altında tuttuğu uzun mızraklar avlunun yuvarlak kasnaklı, meydanının ortasında bedenlerimiz yıllar sonra bir araya bu denli yakın duruyorken halkın savaş olması cehenneminden kaçma çabalarının ses elleri gözlerimizin sessiz muhabbeti içerisinde kayboluyor, nebati çiçeklerinin ince kalemle özenle tenime işlenmiş kınalı ellerim Kudüs güneşinin altın ışıkları bitki motifli demir maskesinin işlemelerinde gezinirken avuç içlerime korkakça demirin altında ki tenine dokunmayı minnet eder gibi, demirin sol yüzeyini doldurdu. Avuçlarımın altında parlayan demir yüzeyi, minnetle kınalı ellerimle buluşmayı kabul ederken binlerce mızrağın ve Hristiyan askerinin tehditi altında fısıldadı. " Yüce efendim..." |
0% |