@ursuula1
|
Her şeyin efendisi gizemli bir varlık gibidir. Zalimlerin hepsi bir tanrı gibi güçlüdürler. Ama insanı yutan ve ezen içinde bulunduğu çevre ve ortamdır. Dikkat! Bu bölümde açıkça yazılmış cinsel terimler vardır.  Sunakta ki ateş daha da canlı yanmaya başlıyor ve altın bileziklerimin sarı renklerinde günaha bürünmüş şekilde dans ederken taç kapılar üzerimize kapanıyordu... Titriyordum. Beyaz kumaşlarının kapladığı teninin üzerine, tenim ince kaftan kumaşlarımın altından dahi birbirine sürtünerek değiyor daha önce hiç hissetmediğim farklı bir duygunun ateşi yanaklarımda kendisine yer ediniyordu. Yüce efendinin kabul salonuna yayılan sesinin tarif ettiği gibi; " Hayatımda bu kadar küstahlık görmemiştim Mahsa Şarlman. " Kıyafet kumaş parçaları paçavradan başka bir şey değildi artık gözümüzde, yalnızca bir duvar ve bizi ayıran basit bir engeldi. Altın kaselerde yanan ateş kasenin ağız biçimlerini karşısında ki görüntünün lavıyla eritiyor, iki ateşin birleşimi tenimi ve saç diplerimi dahi terletiyordu. İnce işlemeli altın bileziklerin gezindiği kollarım boynunda ki beyaz kumaşları sarıyor, kumaşlar boyunca ince çizgiler şeklinde halkalar çiziyordu. Özlemiştim. 2 yıl boyunca tüm şiddetlerin dibe vurduğu hisler beslediğim özlemi daha da arsa çıkarıyor, edepsiz şeyler düşünmemi sağlıyordu. Kaftanımın kumaşları altında kalan göğüs kafesim titrek nefes buğularımın hızla kalkarak ve inmesinden dolayı çıkmasını sağlıyor, müthiş biçimde kadınlık iç güdülerimi ortaya çıkarıyordu. Kabul salonunun yalnızca ben, yüce cüzzamlı efendim ve sunak ateşlerinin çıtırtıları vardı. Duvara bezenmiş hiyerogliflerin ateşin aydınlattığı resim boşluklarına, yüce efendinin tahtta oturan bedeninin kucağına kedi yavrusu gibi sıkıca sarılmış efendimin beyaz kumaşlı eldivenli elleri ise elbisemin sıkıca sarılmış kumaş aralıklarında gezinirken arzulanan hislerin boğuk nefes sesleri ve inlemeleri salona doluyordu. " Şhhh, sessiz ol ve dinle. Bana açık olmalısın Mahsa, ayrıntıları bilmeliyim. Ne kadar canımı acıtsa da bana gerçeği söylemene ihtiyacım var, bunu istiyor musun? " Beyaz kumaşlar çürüyen ellerinin derilerini minnetle gizlemeye devam ederken, sarayın kaliteli kumaşları kalçalarımda ki detaylarda boğulmaya devam ederek geziniyordu. Elleri, avuç içleri vücudumun en edepsiz noktalarına ulaşıyor ve bundan gram utanç duymuyordu. " Bana sadece seni nasıl memnun edeceğimi göster yüce efendim. " Bu neydi böyle? Nasıl bir özlem, nasıl bir şiddetli arzuydu. Kudüs'ün çöl sıcaklarından daha kavurucu, Amed nehrinin şiddetle akan sularından daha hiddetli ve hızlı akışlı. Dudaklarım bu sıcaklığa ve bu sıcaklık yetmezmiş gibi olan altın tepsiler de parlayan sunak ateşlerine maruz kaldıkça kucağında ki sıcak boşluklu beyaz kumaşların arasına daha da sokuluyor ve demir gri renkli maskesini yüzünden titreyen parmak uçlarım ile sökmeye çalışıyorken fısıldıyordum. Bu fısıltı, cinsel haz ve onun olmanın arzusuyla doluydu. " Zihnini boşalt efendim, sadece üstte olmama izin ver. Bırak sonuçları ve din savaşlarını düşünmeyelim, yalnızca siz ben ve yumuşak ipek yatak çarşafları..." Sözlerim sanki onun inandığı dinin yüce ayinlerinin duaları gibi, dudaklarımdan döküldüğü vakit demir maskesinin parmak uçlarımda asılı kalarak yüzünü serbest bırakan bakışlarım sargılarla kaplı yüzünün açık bandajlı dudaklarında gözlerim takılı kaldı. Nefeslerimizin buğusu din savaşları gibi kabul salonunun ince sütunlu avlusunun ortasında ki yanan sunak ateşlerinin, ateşi ile birbirine çarpıyor güçlü erkek elleri esmer tenimi yakıcı bir dokunuş ile okşarken bize fazlalık olarak gelen kumaşların ağırlığından bedenimi kurtarmaya çalışarak beni soyuyordu. Ve yüce efendinin hem düşüncelerinde hem de beyaz kumaşlarının altında ki, boşluklarda kızın zayıf parmakları ve cılız kolları gezindi. Nebati çiçek desenli kınalı parmaklar teker teker kendi su yolunu buluyorken, önce göğsünün boşluklarında daha sonra ise dudaklarında ve kalça kenarında iz bırakarak kabul salonunun sunak ateşlerinin birbirine çarparak yanan ateşlerinin gölgeleri ikisinin yarı çıplak bedenlerinin arzudan dolayı terleyen bedenlerinin üzerinde dans etti. Genç Cüzzamlı yüce efendi bilinmediği arzuların en dibine ulaşırken, kucağında kedi gibi onun cüsseli büyük bedeninin göğsüne sığınmış kız inliyor, acı çekiyor ve içine girmesi için şiddetle yalvarıyordu. İstediğim tek şey bilinçsizce seksti, daha fazla dayanamayarak yarı çıplak bedenimin kumaşları altında hissettiğim erkek eriksiyonuna kayıtsız kalamayarak beyaz kumaşlarla sarılmış kollarının özgür teninden tutundum ve yavaşça üzerine yerleşerek otururken nefes alamıyordum. Bedenlerimiz, iç içe ilk defa bu denli giriyor ve resmen onu yanan bedenimin tek bir yönde toplandığı yumruda hissediyordum. Bu müthiş bir acı, müthiş bir rahatlama ve zevk alma noktasıydı. Birbirinden farklı duygular onun içime girdiği saniye müthiş bir uyumla birbiri etrafında halka çizerken daha fazla dayanamayarak içimde ki çığlıkları özgür bıraktığım saniye, kabul salonunun altın tepsi kaselerinde yanan ateşten daha çok inleme seslerim ateş oldu, kül oldu ve tüm duvarları ışığıyla aydınlattı. Kendimi kaybediyordum, tüm düşüncelerim bedenimin bir ileri bir geri üzerinde hareket etmesiyle ter şeklinde benimle karışıyor ve vücudum anlamadığım biçimde titriyorken bacaklarımı uyuşukluktan hissedemiyordum. Tek yaptığımız sarayın kabul salonunun avlusunda ki tahtta birbirimize ileri geri hareketle daha da sokulmak ve inlemekti. Beyaz kumaşlı eldivenlerinin güçlü el hissiyatı bedeninin üzerinde ki kucak boşluğunda bir ileri, bir geri gidiyorken yüzümü ve dikkatimi kendi kontrolümü ve yeniden aklımın başıma gelmesi için cüzzamdan etkilenmemiş ellerinin işaret ve baş parmağını çeneme ani ve sert bir hareketle bastırarak yüzüne bakmamı sağladı. " Dinle beni, şu ana kadar kendime bile itirafa cesaret edemediğim şeylerin hepsini anlatacağım. " Yalnızca sargıların kaldığı bandaj aralıklarından birbirine iç içe geçtiği için terlemiş, ter damlalarını vücudumuzun çıplak renginde müthiş bir şekilde aydınlatan sunak ateşlerinin ortasında ki avluya dolan sesi arzudan ve yorgunluktan dolayı titrek, kalın ve telaşlı çıktı. Genç kralın ve kurnazlık ruhuna işlemiş Müslüman kızın bu günahı Kudüs'ün çöl gecelerinin vaha tepelerinde ki kumların içerisine doluyor yüce efendinin her bir ileri, geri hareketinde kız acıdan kedi gibi gerinerek müthiş bir titreme ile sessiz biçimde inlemeye çalışıyordu. Petra, Ürdün başkent tapınak yakınlarında ki bir yerleşim yeri. Ciğerlerime açgözlü şekilde bütün havayı gözlerimi açar açmaz çektiğim saniye, öksürükten ve terden yatakta dahi dengede duramıyordum. Nefes soluk seslerim yattığım odanın kerpiç duvarlarının saman balyalı çimento aralıklarına doluyor, bedenim altında ki sedir yatağın odunları dahi tenime batıyor gibi hissediyordum. " Allah'ım bu nasıl bir rüya? " Yeşil kaftanımın kumaşları altında ki göğüs boşluğuma avuç içimi bastırdığım saniye sakinleşmeye çalıştım, gözlerimi yuvalarında iki de bir açıp kapatarak beynimi uyandırmaya çalışıyor yüce efendinin beyaz tenli çıplak vücut hatlarını zihnimden atmaya çalışıyorken neden bu tür rüyalar gördüğümü anlamıyordum. 2 yıldır, her ay aralığı ile efendiyle kendimi bu tür günah dolu görüntüler içerisinde görüyor ve utanarak kendime kızıyordum. Petra kentinin sakin halkının yerleşim bölgesinin kıyısında olan, ve yıllardır tutsak edildiğim evin önünde ki kapımda nöbet tutan Hristiyan tapınak askerlerinin sesleri gecenin matemini bozmuyor aksine mükemmel bir uyum sağlıyordu. Acaba verdiğim şerbet onları etkisiz hâle getirmiş miydi aptal kafam askerlere verdiğim boğa kanlı zehir şerbetinin etki etmesini beklerken daha inandırıcı olsun diye uyuma takliti yapıyorken kendi kurnazlığımın içerisine kendim düştüm. " Şhhh, sessiz ol. Bunu istiyor musun? " Tutsak edildiğim evin kerpiç yapılı yamuk penceresinin mazgalları arasından dolan çöl ay ışığı, evin içerisinde ki belirli bir toprak mermeri aydınlatıyor ve Petra gecesinin sağır edici sessizliği içerisinde sessizce oturarak kendime gelmeyi beklerken yüce efendinin rüyamda ki sesi ve vücut hatlarımda gezinen ellerinin yakıcı hissiyatı sessizliğin içerisinde şiddetli bir arzuyla buluşuyordu. Ta ki bu arzu sessizliğinin müthiş sağır edici sessiz ipliklerine, askerin odun kapıya mızrak ucuyla vurarak dalga geçer gibi seslenmesi ile son buldu. " Uyan be kadın! Petra'da işimiz bitti. Birisi senin yaşadığını yüce krala söylemiş, şu an Kudüs'e bağlı tüm şehirlerde seni arıyormuş. Derhal bu yerleşim yerinden kuş olup uçmamız lazım. " Mızrağın demir ucu evin ahşap odun kapısına her değdiğinde yerimde sıçrayarak, uyuşuk beynimi daha da uyandırmaya çalıştım. Derhal bir plan çizmeli ve yüce efendiye ulaşan yaşadığım haberini kendi lehime çevirerek bu leş kargası heriflerden kurtulmak zorundaydım. " Patlama ayı herif! Bohçamı alıp çıkıyorum. " Sedir yatağın altının boşluğunda ki beton zemine kaçmak için hazırladığım ama aptallıktan uyuya kaldığım, bohçamı alarak kendime olan kızgınlıkla odun kapıyı çarparak çıktığım vakit Hristiyan askerin haç sembolle bezenmiş dövmeli eli koluma her bir parmağını sararak bastırdığı vakit haç üniformalı bedenine, kerpiç yapılı tutsak edildiğim evin önünde bedenimi çekti. " Yüce efendiye yaşadığının haberini hangi güvercin uçurdu acaba Mahsa Şarlman? Ben söyleyeyim mi? Bu güvercinin güzel uzun esmer bacakları, siyah uzun saçları ve inatçı ela gözleri var. Tahmin et bakalım tanıdık geldi mi! " Sağ kolumun tenine baskı uygulayarak bedenine çektiği bedenimi, uzaklaştırmak istedim lakin kum tepeciklerinin ince aralıklarına batan bedevi terlikleri gibi bedenim daha da nefret ettiğim haç sembollü bedenine yapıştı. " Yemin ediyorum o gözlerini parmaklarım ile içine bastırarak oyarım, bir daha bana el sürme! " Sözlerim kentin çöl gecesinin ay ışığına dolan yüzünün betimlemelerine bir tokat gibi çarptığı saniye, baskı uygulanan tenim ellerinden özgür kaldığı saniye esmer tenimin üzerine çıkan parmak izlerine avucumu sararak gözlerimde ki yaşların içeriye girmesi için askerlerin gözetiminde önden yürüyor ve artık bu hayata 2 yıl boyunca tutsak edilmenin ağırlığını kaldıramıyorken alt dudağım titriyordu. " Efendi ya da avcıları bizi bulursa, papa Reinhold'un varisini direkt satarım. Ne kadar altın verirse versin dostum, canım altından daha kıymetli. " Saatler geçmişti gecenin karanlığında ıssız çölde bu saatlerde bedevi kervanlarının, ahlat saraylarına yolculuk yapmadıklarını herkesin bildiği için dikkat çekmemek adına ne bir at ne de bir deveye bindik. Ayaklarımın altında ki kum her bir adım attığım da tenime yapışıyor ve diğer yeni adımda tenimden dökülerek ayak tabanlarımı okşuyorken tapınak askerlerinin birbirleriyle konuştukları sesten ve çöl kumlarının ince biçimde birbirine rüzgâr sayesinde dolanarak esme sesinden başka gecenin kubbesinde ses yoktu. Bir kaç Hristiyan asker, basit bir genç kız ve çöl gecesinin uçsuz bucaksız ince kumları üzerine dolan loş ay ışığı. Bir kaç saattir yalnızca bu biçimdeydik, askerlerin daha da yorulmasını beklemek ve konaklamak için bir çöl kenarına durmalarını bekliyordum lakin bekleme umudum her geçen salise daha da azalıyordu. " Durun! Kerak şehrinin batı çöl kanadında bu yöne doğru gelen bir ışık var. " Tüm umudum meşale ışıklarını söndüren rüzgara teslim olmuş gibi, sönmüş gitmişken bize doğru gelen meşale ateşinin aydınlattığı çöl kumlarının üzerinde peçemin altında kurnazlıkla gülümsedim. " Kızı al ve koş duydun mu! Ardına bile bakma bu şövalyeleri ben hallederim. Kaçın! " Tutsak hayatıma eşlik eden 3 askerden ikisi, benim Petra kentinden ve Kudüs yakınlarına bağlı şehirlerden kaçmam için geriye kalan tek askerle uzaklaşmamız için kendilerini feda ederken askerin boynunda asılı haç işaretini boynuna sarmaya çalışarak ondan kurtulmaya çalışıyor, tapınak askeri ise belimde ki kumaşlardan sıkıca tutunarak bedenimi yüce efendinin askerlerinden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Amed nehrinin etek yakınlarına askerle hem bedenen hemde, sözlü şekilde kavga etmeye devam ederken belimi sıkıca sararak çöl gecesinin ay ışığı üzerine yayılmış saçları üzerinde ki kumlarda bedenimi sürükleyerek uzaklaştırmaya çalıştığı her saniye kollarını ısırdım, bacak arasına tekme attım ve beni çöl vahalarında kimsenin duyması imkansız olan yerleşim yerlerinde yine de bağırdım. 2 senedir adımın, dinimin hatta özgürlüğümün elimden alındığı hususu artık canıma tak etmişti, bu yüzden aklımda kurnazlıkla büyümüş ve kendini kurnazlıkla korumaya alışmış ruhuma, sezgilerime dahi büyük gelen o kararı gerçekleştirmeye karar verdim. Koştum, askerin haç biçimli dövmeli ellerinin baskısı altından bedenimi sıyırdığım vakit koştum. 2 yıl önce ilk zamanlar, yüce efendiyi henüz tanımıyorken kovamın onun maskesine dokunduğum heyecanı ile özgür kaldığı, ellerimden akarak nehir boyunca sürüklendiği o Amed nehrinin hırçın dalgalarına koştum. Tek çarem, ya gerçekten ölmek ya da nehrin soğuk suları altına kendimi bırakırken cennetin çöl topraklarının kıyısına vurmak için dua etmekti. Kudüs'ün kutsal sessizlikle birlikte aktığı çöl nehrinin hırçın suları bedenimi aç gözlüklükle yutmak için ellerini ovuşturmuş beni bekliyor, ben ise çöl kumlarının ince aralıklarına dolan ay ışığının nehri aydınlatan soğuk sularına beni gözetmek ve başka şehire tutsak etmek için bedenimi çekiştirmeye çalışan askerin gecenin gök kubbesine dolan haykırışları ile soğuk nehrin soğuk kapıltısı içerisine kendimi bırakıyordum. " Hayır, hayır, hayır! " Kudüs'ün ünlü nehrinin hırçın suları içerisine bedenimi attığım vakit, önce su dibine müthiş bir ilahiyatla çekildim. Nehrin dibinde ki kumlarına bedenim yumuşak biçimde suyun oval şekilde hareket etmesiyle yavaşça düşüyor ve askerin nehrin kenarında ki sesi suyun dibine indikçe daha da boğuk bir hâle bürünüyordu. Suların esmer tenimi yakıp kavuran çöl güneşinin sıcak yerlerini soğuk hissiyatı ile yıkamaya çalıştığı, bedenimi Amed nehrine kurban ediyor ve tutsaklığımı başka bir tutsaklık içerisine bırakıyorken gözlerimi yuvalarına sıkıca yumuyordum... |
0% |