Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. Bölüm Av (Sezon Fi̇nali̇)

@ursuula1

Ama günümüzde Tanrı'yı güldürme düşüncesi, kafirlikle neredeyse eşdeğerlidir. Şimdilerde Tanrı, aşın ciddi bir şahıs.


Kudüs toprakları Amed nehri etekleri.


Soğukluk alınlıklarının çörtenleri içerisinde ki su kabına sığmıyor, dingin bir hırçınlıkta kasırga gibi soğukluk ta olan su tenimi elbisenin gerisinde kalan bütün çıplak alanlarına kendini belli etmek için adete okşuyordu. Üşüyordum, titriyordum ve nefes alamıyordum. Sanki düşüncelerim Kudüs’ün kutsal kızıl kum topraklarını ortadan ikiye bölen Amed nehrinin, hırçın soğuk sularına bedenim battığı vakit benimle birlikte nehrin kumlu dibini boyluyor ve dondurucu soğukluk beynimde ki düşünceleri de tenim gibi duraksatarak acı biçimde hissizleştiriyordu.


Ölmek böyle bir şey miydi? Suyun dibine her geçen saniye indikçe önce karın boşluğuma daha sonra, kaftanımın ipek kumaşlarına ve en son oyunu ise burun ve ağzım oluyorken kulaklarımı da nefessizlik ile yutmayı ihmal etmiyordu tabi. Nefes almaya çabaladıkça suyun acı soğukluğu genzime doluyor ve yıllar önce boğa kanı içtiğim için tahriş olan boynumdan, nefes almamı zorlaştırıp suyun altında öksürerek daha fazla su yutmama sebebiyet verip göğüs kafesimin boşluğuna su dolduruyordu.


Ölüyordum, yavaş yavaş önce köprücük kemiklerin oval boşlukları daha sonra ağzım, burnum, gözüm ve kulaklarıma su doluyorken ciğerlerime daha fazla hava yutacak yerim yoktu. Acıyordu, genzim ve göğsüm müthiş bir ateş çukuruna düşmüşüm ve lav alevlerini teker teker yutuyormuşum gibi göğsüm acıyordu. Ölmek böyle bir his miydi? Gülümsedim, bedenim Kudüs nehrinin soğuk suları altında batarken kollarımı suda özgürce son kez daireler çizmesi için özgür bıraktım, her bir nefes yutuşta su ciğerlerime ve nehrin dibine indikçe kumun gözlerime dolmasından gözlerime değerek tenimi yakıyor ve tüm bu işkence saniyeleri içerisinde kardeşime kavuşacağım mutluluğu ile yine de tebessüm ediyordum.


Nehrin dibine bir kuş tüyü gibi atılmış saniyelerce süzüle süzüle kum zemine iniyorken, suyun gücü bir insan eli olmuş karnımda ki boşluğun üzerinde ki ipek kaftanlardan sıkıca bastırarak su yüzüne daha çabuk batmamı sağlıyordu. Ta ki suyun kuvvetinin elleri, gerçek bir insan eline dönüşüne dek...


“ Sen gerçekten söyledikleri kadar varmışsın, sen bir delisin Şarlman. “


Kudüs’ün kutsal gök kubbesinin havasıyla tenim buluştuğu vakit aç gözlü şekilde çöl kumlarının üzerine çıkan bedenim suyun, şiddetinden kurtulduğu vakit havayı içine çekti. Ciğerlerime ve göğüs kafesimde biriken ölümüme sebep verecek masum su damlacıkları havayla temas ettiğim saniye, dudaklarımdan bir zehir gibi sökülerek kendisini atmaya çalışıyor ve havayı aç gözlü biçimde her içime cektigim saniye öksürük şiddeti bedenimi sarsarken Kudüs’ün ünlü nehri Amed’in su kenarında ki çöl kumları üzerinde boylu boyunca gecenin yalnızca ay ışığı ölümün pençesinden kurtulan bedenime yansırken başımın ucunda ki beni nehrin dibinden çekip kurtaran kişinin ne söylediğini anlamıyordum.

Zira, nehrin soğuk suları kulağımda o kadar fazla birikmişti ne nefes alabiliyordum ne de doğru düzgün söylenilen şeyi duymuyor ve etrafımda ki sağır edici sessizliği işitemiyordum.


“ Müslüman kız? İyi misin? “


Nehrin soğukluğundan geriye kalan sularla çöl gecesinin içerisinde ki rüzgarda sakladığı küçük kum tanecikleri, Kudüs’te her estiği vakit bedenimi titretiyor ve içerisinde minnetle sakladığı küçük çöl kum taneciklerini ıslak kumaşların üzerine yapıştırıyorken daha fazla üzerimde ki nehrin suları gibi yükselen baskıya dayanamayarak dizlerimin üzerine çöküp askerin ayakları dibine eğildim. Artık ne gurur ne de ölüm gizemleri istemiyordum, istediğim tek şey huzurdu. Bu yüzden hâlâ güçlükle nefes alan göğüs kafesimin boşluklarından, Kudüs gecesinin çöl sessizliğine eşlik eden kum fırtınasının sesine boğazımda birikmiş su yüzünden boğuk ve titrek çıkan sesim katıldı.


“ Allah aşkına beni bırakın artık yalvarırım! Benden daha ne alabilirsiniz? Kardeşim, annem, babam, arkadaşımın güveni... Hepsini! Hepsini benden aldınız. Yüce Kudüs efendisi bile beni ölü olarak biliyor, daha size ne verebilirim! Bir canım kaldı, bırakın onunla da yaşamaya çalışayım. Yalvarırım...”


Sesimin pusu Kudüs’ün çöl gecesini yalnızca yumuşak ay ışığı ile aydınlatan vahaların, tepecik kumlarının ince taneleri içerisine yayılırken daha fazla tahammülüm yoktu. Islak yüzümde ki nehrin sularlarına sıcak gözyaşlarım karışıyorken üşümekten mi yoksa, korkudan mı titrediğimi ayırt edemiyordum lakin bu hengame arasında ki sessizliğe ve nefesin titrek buğusuna çöl kumlarını acımasızca ayakları altında ezen bir çınlama duyuldu, bir kaç tepecik kumu çiğneme sesi ve Hristiyan askerinin parmak uçları çenemdeydi. Yüzüne tükürmek, tenime değen elini ısırmak istedim lakin bu nehrin akıntısıyla dakikalarca boğuşan bedenimin güçsüzlüğü ardında tek yapabileceğim şey çenemden tutarak yüzüne bakmam için baskı uygulayan parmaklarının hareketini takip etmemdi. Takip ettiğim saniye yüzlerimiz bir araya, gözlerimiz birbirine değdi.


“ Demek o meşhur tutsak ettiğim Müslüman kız sensin. Bu nasıl bir güzellik böyle, yüzünün çizgilerini takip ettikçe şapel sunaklarında bakire rahibelerin dua şarkılarını dinliyorum sanki. “


Nehrin dibinde kaç dakika veyahut saniye kaldım bilmiyorum ama hâlâ nefes aldıkça genzimde ki, hırıltı iniltileri Reinhold’un meşhur varisiyle aramda ki bir kaç santimlik boşluğa doluyor ve karşımda yüzümü sertçe çenemden bastırarak yüzüne bakmamı sağlayan adamın kim olduğunu anladığım vakit yüzüne tükürüyordum.


“ Hiç bir din senin günahını affetmeye yetmez varis. Elbet ki, yüce efendi beni bulacak bulduğu vakit ne seni ne de tapınak şövalyelerini Kudüs’te barındırmayacak. “


Yüzüne resmen hem sözlerim hem de gerçek mana da tükürdüğüm vakit çenemden baskı uygulayan, parmakları gevşedi ve yanağından akan tükürük salyalarımı silmek için ellerini tenimden geri çekti.


“ Adımı o kurnaz zihnine kazısan iyi edersin Mahsa, ben Rodney Lord Rodney. Senin yüzünden yüce efendinin babasını, papa Reinhold’u meydanda idam edilen kişinin oğluyum. Ben ve babam bu kadar huzursuzluk içerisindeyken sen ve o Cüzzamlı yüce efendinin huzurlu bir hayat yaşayacağını mı düşündün gerçekten? “


Teninden akan tükürük bezlerini Hristiyan haç işareti olan üniformasının kumaşlarına, yüzünde ki sinir bozucu gülümse ile silmeye devam ederken susmadı.


“ Bende 2 yıl içerisinde 203. Kere kaçma girişimi cesaretinde bulunan bu muhteşem kadını kurnaz zannederdim. “


Hatsiz, küstah şekilde karşımda duran Reinhold’un oğlunun yüzüne bir kez daha kuvvetli bir tükürük geçirmek istedim. Bu soysuz Hristiyan lord her kaçma girişimimde kılını dahi kıpırdatmadan beni 203 kere kırbaçlatmış sırtımda ki kumaş paçavraları altında saklanan izlerimle resmen bir hiç gibi konuşuyordu.


Acilen bu adamdan ve emrinde ki tapınak şövalyelerinden kurtulmalı ve sığınacak güvenli bir yerleşim yeri, ya da yüce efendiye ulaşmalıydım ama efendiye ulaşmak demek din savaşının ve mezheplerin daha da ayaklanması demekti.


Amed nehrinin yutucu suyunun kenarından ve Reinhold’un varisinin ellerinden nasıl kaçacağım düşünceleri arasına girmişken, varis benden önce aklını kullandı ve hâlâ nehrin sularının nemi tenimde gezinen bileklerimden tutarak beni çöl boyunca sürüklemeye başladığı vakit ardımızda çöl gecesinin yalnızca ay ışığı ile aydınlanan kumlarına meşale ışıklarının dolduğunu daha yeni anlıyordum.


“ Yüce efendimmm! “


Bağırdım, onun varlığı beyaz kumaşlar içerisinde ki günden güne çürüyen bedeninin varlığını çölü aydınlatan meşale ışıklarının altında olduğunu ve beni her çöl serabında aradığını bilmenin hissiyle geriye kalan bütün gücümle bağırdım. Aramızda ki kısa mesafe görüşünde ne özlemler, ne cezalar ne mektuplar birikti. Aramızda ki çöl mesafelerinde ne geceler boyu ona duyduğum hasret, ne bu hasretin yakıcı ışığından saçma hayallerin rüyası birikti. Göğüs kafesimde biriken nehrin suları bağırdığım vakit genzimi, boğazımı daha da yakarak öksürük krizine sokuyor lakin ayaklarımı çöl kumunun sıcak esintili yerlerine saplayarak varisin sürüklediği yere gitmeyi yavaşlatarak efendime ulaşmanın imkanını hayal ediyordum.


“ Yüce efendim!!! “


Çöl vahalarının sessiz esintili kum fırtınasının içerisine dolan haykırışımın kaynağı, papa Reinhold’un varisinin sağ yanağıma çöl gecesinin fırtınası kadar güçlükle tokat indirdiği vakit sendeleyerek zaten bedeninin ardında çekiştirerek beni Kudüs şehrinin sınırından uzaklaştırmaya çalışan bedenim sendeledi. Yalnızca yerleşim bölgesinin dışında ki yerlerde ketenden çadır kurarak yaşayan bedevilerin mum ışıkları, çöl gecesinin süsleyen yuvarlak biçimli ay ışığı ve varisin tokadından ötürü dudağımın kenarından bir yılan gibi incecik akan kanım kalmıştık. Ve tabi bu geceyi daha da süsleyen kum fırtınasının minnetle, sükunetle gezindiği hurma ağaçlarının yaprakları direnmekten ve varisin bedeniyle savaşmaktan dolayı karışmış kumaş parçalarına ve siyah saçlarımın arasına dolarak savururken bedenim tokatın etkisiyle yere düştüğü vakit avuçlarım içerisine dolan kumlu ellerimle dudağımdan akan kanı ıslak kumaş parçalarına silmeye çalışıyordum.


“ Kardeşin Beyhan bir müşrikti Mahsa. Bunu sizden gizlemeye çalışmış ama daha fazla din baskısına dayanamayarak, Kudüs meydan muhaberisini kullanarak kaçmış. Başından beridir kardeşin bir Hristiyandı. Kendisini güçlü bir tapınak şövalyesi hissetmek için bütün yolları denedi, Selahaddin Eyyubi’nin canını almayı dahi. Bu yüzden o savaşta müşrik ve gerçek Müslümanlar tarafından işbirliği ile katledildi. Daha sonra ise her Hristiyan dinine mensup hainlere yapılan ritueller gibi ayine kurban edilerek başı kesildi. Bunların hepsini Beyhan kendi elleriyle yaptı Mahsa. “


Ne? Zaten nehrin dibinde güçsüz kalan bedenim bedevi kervanlarının yaşam sürdüğü Kudüs sınırının çöllerinde ki, vahaların kum tanelerine aldığı darbe yüzünden ayağa kalkamayacak halde titreyen bacaklarımın üzerinde durmak için bir şey arıyor lakin gecenin karanlık sessizliğine dolan sözler omuzlarıma bir kaç yük daha verirken yalpalıyordum.


“ Hayır, Beyhan kendini bilerek kurban etmez. Hayır Beyhan Hristiyanlardan nefret ederdi, kafamı karıştırmak ve ölümü araştırmayayım diye yapıyorsun! Kes sesini, kes sesini! “


İşittiğim şeyleri ne kaldıracak ne de anlayacak gücüm yoktu. Bu yüzden varisin ukala sesini çöl gecesinin ıssız kumları arasına, canlı canlı gömülen mısır firavunları gibi gömmeliydim lakin varis benden daha kurnaz ve kelimelerde ustaca çıktı.


“ Nasıl bir his? Uğuruna yüce efendini bile feda ettiğin kardeşinin hakikatinin bu olması? Bedeni dahi mezarda huzur bulmadı, çürüyen bedeni gömdüğün hurma ağacının altında bile yatmıyor Mahsa. Kafası 2 yıl önce ki o ayine, bedeni ise bu gece yapılacak ayine kurban edilmiş durumda. “


Kalbim kırıldı. Kırılan tüm parçaların kum kadar ince yapılarının hepsi nehrin soğuk sularının biriktiği, göğüs kafes boşluğuma dolarak avcumu acıyı engelleyecekmiş gibi kınalı parmak uçlarımda sıkıca oraya bastırdı.


“ Eğer ikizinin bedeninin bu kabirde yatmasını istiyorsan Kudüs’e girmemelisin. Birazdan yüce efendi ve avcılar seni benden almak için buraya gelecekler Mahsa. Baldwin’i kardeşinin bedenine ulaşmak istiyorsan benimle gelerek terk etmelisin. Anlıyor musun akıllı kız, onu kendinin gittiğine inandırarak terk etmelisin ki bir daha seni bulmak için tüm şehri ayağa kaldırmasın. “


Hayır, tüm çıkış yollarım birbirine geçmiş stuko işlemeli süslemeler gibi düşünce duvarlarımı süsledi, karşımda ki beyin en akıllı repliklerini ve davranışlarını sergilediği sıra yapabilecek pek de bir şeyim kalmamıştı. Ne olursa olsun, hangi dine mensup olursa olsun kardeşim ailemizin ona vereceği baskıdan dahi kaçmış olursa olsun onun bedeni bu tür işkenceyi haketmedi. Kardeşim ve yüce efendim arasında bir seçime itildim, bu nasıl bir cehennem bu nasıl bir nehrin kapıltısıydı.


“ O zaten ölecek Mahsa, tüm yüzü cüzzamdan daha da çürümüş durumda. Bir gözü dahi zor görebiliyor zaten cehennemi bu dünya da yaşayan bir adama daha fazla yük olma. Kudüs kralından tamamen tüm hakikatlerinle git, seçim senin kardeşini gömdüğün hurma ağacının altında kararını bekliyor olacağım. “


Meşale ışıkları huzursuz biçimde ay ışığıyla özdeşleşen çöl kumlarının ince aralıklarına doluyor, yalnızca varis ben ve kardeşimin ölüm hakikatinin sessiz matemine dolan tapınak şövalyelerinin sesi kalbimde ki büyük iki tercihin ana kaynağını kulaklarıma fısıldıyordu.


“ Kudüs’ün yüce efendisi, Lord 4. Baldwin. “


Hurma ağaçlarını özenle kendi rüzgarı içerisine alarak dalga geçer biçimde eğlenerek izleyen çöl gecesinin rüzgarı, gecenin karanlığına dolan şövalyenin sesiyle kesildi. Rüzgâr dahi yüce efendinin gök kubbesinde yaşadığının korku sükuneti ile ellerini nehir sularından hâlâ nemli ve titreyen bedenimden hızla geri çekiyor, bedevilerin çadırlarında yanan ateşlerin solgun ışık kaynakları dudaklarımın kenarında ki kanımı aydınlatırken varis her bir hareketimi bedenimin ardında ki bir kaç adımlık boşluk hengamesinde izlerken avını yakalayan bir aslan gibi dişlerini göstererek gururla gülümsüyordu.


“ Mahsa’m...”


Sesinde ki ilahi özlemin parçaları önce Kudüs’ü dört bir yandan çevreleyen çöl tepeciklerine, daha sonra ise biraz önce duraksayan rüzgârın yeniden onun sesiyle ahenkle dans ettirdiği ince kum tanelerinin arasına gizlenen ismimi kulaklarıma dolarak fısıldadı. Biraz önce nehrin girdabının soğukluğuna maruz kaldığım için mi üşüyordum, yoksa onun gri maskesinin ardından dökülen ismimin bir ilahi gibi Kutsal olduğunu hissetmekten mi? Tüm tüylerim diken diken oldu, dudağımın kenarında kan damlası siyah saçlarım çöl sıcaklığının nemine teslim olmuşken tel tel ayrılıp dökülürken, üzerimde ki kumaş paçavraları ise hâlâ ıslaktı. Ona, beyaz eldivenli ellerinin kumaşlı kollarına kavuşmak için Petra kentinden iki yıl içerisinde 203. Kere kaçma girişimimin hakikat acı gerçeğinin kırbaç izlerine değen sesine, yavaş yavaş döndüm ya bu rüya ise diye. Bir kaç saniye yüzünü, varlığını daha fazla hissetmek adına bilerek yavaşladım yıllar sonra onun kollarından, sıcak teninin güven saçan erkek hissiyatından alındığım, kaçırıldığım çöl yıllar sonra bizi bir araya getirdi.


“ Bu gece çölü senin elinden içtim...”


Islak yanaklarım kulağıma çöl kumlarının esintiyle dolması gibi dolan sözleriyle birlikte yandı, bu yangına kumların tepeciklerden ince ince akarak dökülmesi gibi gözyaşlarım dökülüyor yüce efendimin bakışlarına, görme yetisini dahi kaybettiği bakışlarına gözlerim değiyordu. Ağladım, güçlü durma duvarlarım tek tek onun maskesi altında ezilirken aramızda ki, çöl gecesinin ay ışığı yuvarlak kasnakla mesafenin üzerinde yerini bu anı daha da hüzünlü kılmak için yükseliyor, ben ise onun beyaz kumaşlı çürüyen göğsüne sığınarak sarılmamak için adımlarımı çöl kumlarının içerisine gömerek gitmemi kendime zorlaştırıyordum.


Değişmişti. Yüzünde ki metal demir gri renkli maskenin bitki motifleri kaybolmuş, yerini çölü kucaklayan güneşin altın sarısını almıştı. Beyaz kumaşlar cüzzam yıllar içerisinde ne kadar ilerlediyse o kadar fazla artmış ve, bedenini daha sıkı sarıyorken geniş sırtının omuzlarından haç sembolü işlenmiş pelerini yine de yıllar önce ki gibi kumlu yere değiyordu. Aramızda yalnızca çöl gecesinin süsleyen ay ışığı, sessizliğini bozan ve şehri ikiye ayıran Amed nehrinin soğuk suları üzerinde uçuşan cırcır böcekleri vardı. Bedenim, kardeşimin ölümünü seçtiğim hakikat ile titriyor ve ardımda ki Hurma ağacının gövdesine sığınan varisin bile varlığını unutarak yüce efendiye yıllar sonra bu denli adımlayarak yaklaşıyorken vedanın acı tebessümü ile titriyordu.


“ Yıllar önce birlikte söz verdiğimiz gibi olmayabiliriz, ama paylaştığımız anılar içinde minnettarım. Kısa süreliğine de olsa bana sahip çıkarak dünyanın en mutlu kadını yaptınız bunun için sonsuza kadar minnettarım. “


Gecenin kelamına dökülen her bir sözüm çöl tepeciklerinden yeni bir ince kum tanesi kaydırıyor, yanaklarıma minnetle naif biçimde serpiştiriyorken boğazım acıyordu.


“ Size veda etmek canımı acıtıyor fakat yapmak zorundayım. Birlikte geçirdiğimiz zamanlar hayatımın en güzel bölümüydü aşk ve, unutulmaz anılarla dolu bir bölüm. Yollarımız artık ayrılmış olsa da- “


Nebati çiçeklerinin bezendiği kınalı parmak uçlarımın avuçlarını ıslak kumaşların ardında ki, soğuk bedenimin kalp hizasına bastırdım. Altın maskesinin ardında ki, cüzzamın henüz etki etmemiş sol mavi gözleri ellerimi ve yüzümü takip etmeye devam ederken pelerininin ardında ki tapınak şövalyelerinin ellerinde tuttuğu meşale ışıkları gözlerinden akarak maske altında ki çürüyen yüzünün tenine düşen gözyaşlarını patlattığı vakit sözlerimi ağlayarak kustum.


“ Varlığının sıcaklığı sonsuza dek kalbimde kalacak. Sana bunları söylerken içim burkularak söylüyorum yüce efendim. Ama, yine de kaderimizin bizi tekrar karşılaştıracağına dair bir umut var içimde. Ve tekrar bu çöl bizi karşılaştırdığın da sana bir kez daha sarılmak için burada bekliyor olacağım...”


Aramızda ki matem sessizliği sözlerimden sonra müthiş bir çalkalanma ve sessizlikle doldu. Bu veda, kardeşimi seçtiğim bu çaresizlik burnumda ki direği dahi sızlatıyor ve bedenime, bedenimi sonsuza dek bu çölde ve gecede hapsetmek için uzanan beyaz kumaşlı eldivenli ellerinden adımlarımı kumlu yere geri geri yürüyerek saplıyordum. Eğer ona sarılır, göğsüne başımı koyarsam varis ne kardeşimin bedenini bana geri verir ne de beni ya da efendiyi yaşatmazdı. Bu sebepten yıllar sonra aşık olduğum Lordun teninden, gözyaşları verdiğim mavi gözlerinden ardıma bile bakmadan kaçarken tek düşündüğüm şey kardeşimin kabrine ev sahipliği yapan hurma ağacının altına gittiğim de hayatımın köklü biçimde değişeceği ve asla Şam’lı Mahsa olarak geri bu topraklara dönmeyeceğimdi.


Gözyaşlarım her bir adımda kumlu yerde hızla akıp giden bedenimin, hızının esintisiyle yanaklarımdan akan sıcak yaşları çöl gecesinin gök kubbesinin karanlığına saklıyor ve bu vedayı kalbime kazıyordu...


Kızın gidişi efendinin çürüyen göğsünün altında saklı göğüs kafesinin kemik boşluklarında gezindi. Yıllar sonra aşık olduğu, saf duygularla ölümünün sessizliğini asla kabullenemeyen efendi, kızı bir kaç dakika da kazanmış ve aynı zamanda kaybetmişti. Çöl gecesinin kumları arasına dolan bu sözler neydi böyle? Neden ölümünün karanlığına yıllarca kendisini tutsak ettiği bu kız böyle veda etmişti? Birileri mi korkutuyordu, birileri tutsak mı etmişti yoksa? Efendinin düşünceleri içerisine yüzünü gizleyen altın maskesi altında o kadar fazla şey doldu ki, tek yapabildiği şey kızın ardından


“ Gitme “


Olmuştu. Çöl gecesinin karanlığına yayılan bu vedanın gizemi ve yarım kalmış aşkın doğurduğu din karmaşası, Kudüs’ün kanlı ilanını kızıl kumlar üzerine yeni bir kan dökerek ilan edecek ve bu gecenin şafağına söken günü tarihe yazacaktı.



Bölüm şarkısı Amin habibi - Zakhmi


Birbirine doğru düzgün veda edememiş iki insan, elbet ki yeniden karşılaşacaktır.


Loading...
0%