Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19. Bölüm Ürkek Geyik (Yeni̇ Sezon)

@ursuula1

Dikkat! Bu bölümde açıkça yazılmış ölüm tasvirleri vardır.


Tanrı öldü ve tanrıdan geriye bir ölü kaldı.


2 yıl önce Kudüs Kraliyeti


Mısır medeniyetinin el yazması kağıtları sarayın altın renkli duvarlarında geziniyor, sessiz çöl gecesinin içerisinde ki müthiş kaos sesleri koridor boşluklarında çalkalıyordu. Meşale ışıklarının titrek ellerinin dansları altın işleme üzerine bezenmiş Mısır hiyerogliflerini aydınlatıyor, sarayın bahçe avlusunda ki ölüm bağırışlarını kendi ateşinin günahına saklamak istiyordu. Ateş dahi, avlunun yuvarlak boşluğundan gri gök kubbesine yükselen seslerin birbirine karışımında ki acı da geriye çekilerek yandı sanki.


Yüce efendinin kollarında sevdiği kadın öldü. Kraliyet ailesinin üyeleri ve akrabaları bu ölümün savaş getireceğini, kağıtlara mühür gibi ilan edilmiş olduğunu zannediyor Müslüman kızın esmer renkli bedeni nefes almayı bıraktığı her saniye sararıyor ve dudakları morarıyordu. Mahsa yüce efendinin beyaz kumaşlı kollarında yeni doğmuş bir bebek oldu sanki, veyahut özgürlüğüne gri çöl kubbesinde kavuşan bir güvercin. Kraliyet üyeleri düğün yemek masasının beyaz kumaşları arasına ve birbirinden lezzetli yemekleri arasına konulan altın tepside ki, bir erkeğe ait olan cansız yakılmış kafatasından uzaklaşmak için avlunun sütunları arasında oradan oraya koşuyor, avlunun ortasında yüce Kudüs kralının kollarında ölü biçimde yaralı bir güvercin gibi yatan Müslüman kızı ve bu aşkın acı tablosunu görmeyi reddedip savaşın ilanından kaçmaya çalışıyorlardı.


Sarayın dar koridorlarına altın renkli duvarlar boyunca dizilmiş siyah saplı meşaleler seslerin, acele şekilde hareketlenmenin kasvetinden etkileniyorken bu basit duvarların arasına dolan tek şey avludan yükselen insan sesleri değildi. Mahsa öldü, yüce efendi bu kıyamet ile baş başa kaldığı vakit bir kaç dakika boyunca kendisine gelemedi ne olduğunu hissederek anlayamadı. Resmen aptala dönmüştü, yalnızca tek bildiği ve yapabildiği şey kollarında yatan cansız kızın ölüm soğukluğuna bırakılan bedenini bedenine bastırarak ısıtmaya çalışmasıydı. Mahsa öldü, yüce efendinin beyaz kumaşlı parmakları kızın içtiği zehrin etkisinden parçalanarak kanayan boynunda ki yaralarını sanki iyi edebilecekmiş gibi gezindi.


Kızın her zaman ki göz bebeklerinin ışıldadığı ela gözleri kapalıydı, gülünce sol yanağında belli olan gamzesinin yerini zehirden dolayı kustuğu kan bulaşmış, efendinin karşısında küstah sayılacak kelimeleri söyleyen gül kurusu dudaklarının rengini ise morarma almıştı. Müslüman kızların çoğunlukla geleneksel yaptığı kırmızı renkli yüce efendiye göre harç, Müslümanlara göre kına olan resim işlemeli parmakları teker teker sıkıca tuttuğu yumruklarını özgürce bırakmış ve zalim çöl fırtınasının rüzgarının içerisinde ahenkle dans eden kumları soğuk, kınalı ellerinin avuçlarına bırakmıştı.


Cüzzamlı adam bu ölümün kabusunu Kudüs'ün gök kubbesi altında yattığı her gece, çöl kumlarının arasına dolan her nefesinde taşıdı. Mahsa, isminin anlamı gibi kısa süreliğine kendi çürümesinin karanlığına biriken umutsuz siyah geceyi ay gibi aydınlattı. O yüce efendisinin ay parçası, hanımefendisi oldu lakin artık Mahsa yoktu. Bu kabus hem bir yönden bu kadar acı hem de tatlı hatıraların sahibiyle aynı nokta da birleşebilir miydi? 2 yıl boyunca altın varaklı sunak kaselerinin ateşleri duvarlara ulaşan odaların ardında kendisini kapattı, Kudüs'e bağlı şehirlerin hepsinde Mahsa'nın yaşamının belirtisini gelecek kuşaklara ve medeniyetlere anlatmak için çöller, vahalar, saraylar yaptırdı. Ama efendinin kendi içerisinde baş başa kaldığı bu acı, asla silinemedi. Sanki lanetli bir el gelmiş inandığı tüm dinin tabularını ve olgu aşamalarını yıkmış gibiydi. Sanki yıllarca bir hiçlik içerisinde duyguları ve bedeni öylece süzülmüş gibiydi. Bu süzgeçe değen her kimse, sonu mutlaka ölüm oluyordu tıpkı biricik kız kardeşinin kocası ve aynı zamanda aşık olduğu kadının katili olan Lord Guy gibi.


O gece Mahsa'yı hayattan kopardığı tuzağına kendisi düşen Lord, yüce efendinin Cüzzamlı ellerinden yudum yudum içirdiği boğa kanı ile infaz edildi. Lakin, yüce efendinin yüzüne kusurları gizlediği demir maskesini taktığı boşluklar altında ki duyguları huzur bulamadı. Hep bekledi, ölen birisini her an Keraktan, Şam ülkesinden ya da Kudüs çölünün içerisinden çıkıp gelmesini bekledi. Yüce efendi için o kızın ela gözlerini bir kaç salise görmek, kınalı ellerinin küçük gezintilerini yüzünde hissetmek için neleri vermezdi ki...


Mahsa'nın kendisine bağışlanması için, insan hiç inanmadığı bir dinin duasında sevdiği kadının inandığı tanrısından semaya el açıp Allah'ın karşısında onu diler miydi? Efendi tam da bu çılgınlığı yaptı, Kudüs'ün zaten karışık din karmaşası içerisine İslam dinine sığınarak dualarda Mahsa için bulunan yüce efendinin aşkı için yaktığı din ateşinin fitili bu dilekle ateşlenmiş oldu. Yüce efendi aşkı için İslam'a sığındı. Bu nasıl bir aşk öyküsü, nasıl bir lanet ağıtıydı böyle.


Günümüz, Kudüs Tel Aviv batı yakası çölü.


"Mahsa! Mahsa! Mahsa! "


Ter içerisindeydim. Siyah saçlarım çölün kızgın güneşinin altında birbirine dolanarak alnıma ve, yüzüme yapışmış sıcaklığın verdiği yorgunluk hissi üzerimde ham gibi yükselmişti. Hava dahi sıcaklığın etkisiyle varoluş amacını geride bırakıyor kendisini buğulu bir titrek, turuncu dans ellerinin içerisinde bırakarak sıcak havayı daha da baskılıyordu. Etrafımda ki seslerin cümbüş renkleri tüccar tezgahlarının üzerine serilen ve sıcaktan koruyan, kumaş parçaları gibi renk renk ayrılıyordu lakin şiddetinin birleştiği nokta aynıydı. Küçük erkek ve kız çocuklarının hızlı adımlarının sesine ağlamaları ve kadınların çığlıkları eşlik ederek sıcak hava rüzgarının inine bu sesi bir buğday tanesinin tomurcuklarını döktüğü incelikte araya serpiştiriyordu.


Tıpkı ismimin söylendiği gibi. Dudaklarım kaç saattir ya da gündür su içmiyordum bilmiyordum, dilimi değdirdiğim an kurumuştu. Deri çatlaklıkları içerisinden su içmek için secde ediyor, bedenimin üzerinde ki ağırlık hissiyatı omuzlarımı aşağı şekilde baskılayıp bedenimi yeniden köhne kokan mermer taş ocak yerlerine atıyordu.


" Mahsa..."


Bu, ızdırap vahalarının kızgın çöl kumları üzerine su gibi taşan ses annemin sesiydi. Sesine sahibinin kim olduğunu sonunda uyuşukluktan kurtulmuş beynim ayırt ettiği saniye burnumun içerisi yanarak gözlerim yaşlarla doldu. Ah, onun sevgisine ve sıcak korumasına o kadar ihtiyacım vardı ki.


" Anne, neden hepiniz beni geride bıraktınız. Lütfen ben buraya daha fazla dayanamıyorum beni de yanınıza alın yalvarırım. "


Gülümsedim. Acaba kafayı mı yemiştim? Yoksa çöllere düşen mecnun vakası mıydı benimkisi. Gözlerim yaşların verdiği yoğunluktan içlerini kırmızıya boyuyor, parmak uçlarım annemin sesinin görüntüsüne değmek için bir umutla titreyerek ten hissi arıyor, göğsüme çektiğim sıcak havanın çöl kumları burnumu gıdıklarken solunum hızım git gide düşüyordu. Ben neredeydim? Öldüm mü yoksa? Bedenim ne cenneti ne cehennemi haketmediği için hiçlik arasında ki çöllerde mi sürükleniyordum yoksa.


Çöl kumlarının yapışkanlı hissiyatı zaten ter içerisinde ki bedenimle buluştuğu vakit iğrendim. Tenime kene gibi yapışan her bir çöl kumunu tenimden, uzaklaştırmaya çalışıyor lakin her bir dokunduğum ince kum tanesi kan rengine bürünürken esmer tenimde ki alnım altında kaşlarım çatılıyordu.


" Bu kadın tam bir kaçık dostum! Rüyasında bile birilerini dövüyor ne kadın ama Hahaha. "


Birbirine Hitit mühürleri ile yapıştırılmış sıkıca kapanan gözlerimi şiddetle açtığım vakit, göğsüme dolan nemsiz havanın rutubeti ile öksürük krizine girdim. Yıllar önce zehirden geriye anı kalan boğazımda ki tahriş izleri her öksürdüğümde o kabus dolu Kudüs gecesini hatırlıyor, kınalı parmak uçlarım gecenin kabus iniltisini tenimden sökmek için boğazımda dolaşıyordu.


" Dişi aslanımız kendisine gelmiş durumda. Git, hemen Lord Rodney'e haber ver. "


Titriyordum. Nerede olduğumu anlamak için taş beton yerden başımı kaldırmak istediğim saniye, kafam inanılmaz bir karıncalama ile geri aşağıya düşüyor gözlerim önünde ki her bir nesne ve siluet bulanıklaşarak oval şekilde dans ediyordu.


" Ben, "


Sesim boğazımdan o kadar melankolik bir acı şekilde iniltili çıktı ki tek bir söz edecek gücüm bile yoktu, dilimin böbürlenme gücü dahi bedenimi terk etmişti anlaşılan.


" Ben, neredeyim. Beyhan, ikinci ayin? Yüce efendiyi Lord Rodney'in baskısı ile terk etmem. Ben neredeyim? Neden "


Nefesimin tüm gücü iğ ipliklerinden tel tel çekildi sanki.


" Neden kendimi böyle hissediyorum? "


Kurumuş dudaklarımın arasından gözlerimin bulanıklığı biraz gittiğinde olduğum yeri analiz etmek için, gri taş beton duvarlar arasına sözlerim doldu. Her bir kelimede boğazım inanılmaz şekilde ağrıyor ve bir şey batma hissi oluşuyor, bedenim ise kaburga kemiklerimin arasında ki nefes alma güçlüğü ile olduğum yerden ayağa kalkmama asla izin vermiyordu. İki kişi olarak seslerini ayırt ettiğim adamlardan birisi, bedenimin güçsüzlüğüne ve sesimin alçakça bir acıyıcı durumuyla resmen sözleriyle eğlendi.


" Kudüs'e yakın bir yerdeyiz Tel Aviv şehrinde. Kardeşinin bedenini, kurban etmekten kurtardın Şarlman. Hem de ne kurtarma ama, Beyhan eski mezar yerine tüm vücudu bir arada şekilde defin edilecek. Lakin, senin kabul ettiğin anlaşma karşısında bu ödül bir hiç! "


Ne? Nasıl bir anlaşmaydı bu zinhar o geceye dair hiç bir hatıra sıcaklığı ve sözü beynimde bulunmuyordu sanki birisi özenle o geceye ait olan ayrılık acısının kalp sızlatan ağrısı hariç geriye kalan tüm anıları silmişti.


" Lord Rodney'e kardeşin karşıladığında bir anlaşma yaptınız. Cüzzamlı yüce efendinin attığı her bir adımı aşık rolü yaparak efendimize bildireceksin, yüce Kudüs kralının tüm barış planı ve kraliyeti batmış olacak. "


Diğer asker ise sözleri keyifle ağzında develerin geviş gevelediği gibi çiğneyerek eşlik etti.


" Yani, bir nevi bizim güzel, alımlı, kurnaz ve akıllı küçük casusumuz olacaksın. "


Diğer birinci asker ise bu tatlı acının çiğnenmesine devam etti.


" Lakin sen o kadar kurnaz ve inatçı çıktın ki, kardeşinin bedeni kurtulur kurtulmaz bu anlaşmanın olmadığını savundun. Lord ve haydut çetesine o kadar direndin ki günlerce sana işkence etmemize bile dayandın sırf yüce efendini kandırmamak için. Ama Şarlman bu dayanıklılık elbet ki bir gün son buldu ve sen tüm işkencelerden, bedeninin gücünü ve akıl sağlığını neredeyse kaybettin. Yalnızca sorgularda tek söylediğin şey yüce efendim özür dilerim, beni affet gibi saçmalıklardı ve tabi yüzümüze de tükürmeyi yine ihmal etmedin. Yabani hayvan seni! "


Şakaklarımda yükselen ağrı beynimin uyuşukluğu içerisine bedenimi ve akıl sağduyumu daha da, hareketsiz bırakıyor ve adamın bana hakaret etmesinin bedel karşılığını hiç bir şekilde vermemi engelliyordu. Gri beton taş duvarlar arasında ki tek duvara asılı meşale ışığının sıcaklığı rüyama o kadar girmiş olacak ki, gecenin çöl vahalarının ıssız karanlığının siyahlığı tek gözlü tutsak edildiğim odanın tek mazgallı penceresinin siyah demirlikleri arasından bedenimin güçsüz şekilde yattığı beton gri taş yerin üzerine yansıyor ellerimin avuçlarını taş yere bastırarak iki kolumdan kendimi yerden kaldırmaya çalışıyordum lakin, bu hiçte işe yarıyor gibi gözükmüyordu bunu iki Katolik Hristiyan askerin gülme seslerinden anlıyordum.


" Kesin o cıvık gülme sesinizi. Daha önemli işlerimiz var. "


Tanıdık bir ses bedenimin günlerce işkence edildiği yerin taş duvarlarına doluyorken, sesin sahibine ağrıdan zonklayan başımı ensemde bir sürü kas sistemim gerilirken kaldırmayı başardığım an gri renkli duvarları yansımasıyla aydınlatan meşale ışığının altında bana ait olan kan izlerini ve bu odada ne kadar gün kaldıysam kurtulmak için savaş verdiğim tırnak izlerimi gördüğüm saniye boğazıma bir yumru oturdu ve gözlerimi yaşlara boğarak dişlerimi ağlamamak için sıktım.


" Üzgünüm bu işkenceyi yüce efendini kurtarmak adına çekmeyi göze aldın Mahsa. Şimdi, bu hücrenin taş duvarları arasından kurtulmak için iki seçeneğin var. Birincisi ya benim küçük casusum olur efendinin kollarına geri dönersin, ya da öldürdüğüm bir hayvanın hâlâ atan kalbini yersin. "


Bedenime kaç gündür işkence uygulandığını bilmediğim ağırlıktan dolayı gözlerime kadar baygınlık vuruyorken, gri renkli taş duvarların üzerinde mısır hiyeroglifleri gibi resmedilmiş kan izlerime bakıyordum. Papa Reinhold'un varisi ise bakışlarımın ana ilhamını görmek için, yorgun gözlerimi takip ederek bakışlarımızın tek bir hat üzerinde karşılaşmasını sağlayarak devam etti. Yalnızca gri duvara asılan meşale ateşinin çıtırtıları ve Lord Rodney'in ona eşlik eden sesi ile baş başa kaldım.


" Efendin uğuruna bir hayvanın canlı atan kalbini yiyecek kadar delirdiğini düşünmüyorum Şarlman. Öyle değil mi? "


Bu benim bile hayalimin delilik çizgilerini geçen son sınırdı ama, yüce efendime zaten ihanet etmiştim. Onu yıllar sonra bana kavuşturan çöl gecesinde ardıma dahi bakmadan terk etmenin ağırlığı, bedenime yapılan işkencelerden göğsüme daha ağır gelirken daha fazla ihanet edemezdim. Karşımda bir insanı öldürme seçeneği olsa dahi bunu kabul ederdim.


" Kabul ediyorum, kalbi getir ve ben gözünün önünde yiyerek bu şehirden defolup Kudüs'e gideyim. "


Yeşil renkli gözlerinde bir yılanın derisinin parlaklığı gibi, gözleri taş duvarlar içerisinde ki yanan meşale ateşinin altında sözlerimden sonra daha da ateşle parladı bu ateşin sonunda kim yakacak, kim yanacak bilmiyordum ama yüce efendiye duyduğum aşk ateşi bu adamı, askerleri ve tüm Kudüs'ün ilahi topraklarını kül edecek bir ateş gücüne sahipti.


Tel Aviv batı yakası çölü, uzak bir yerleşim yeri.


Lordun iki şartından ikincisini kabul ettiğim vakit, bedenim gri taşlı hücrenin duvarları arasından temiz çöl gecesinin hava kubbesine değdiği vakit ciğerlerime dolan nem ve meşale ateşinin sis dumanını atmak için derin bir iç çektim. Beyaz renkli elbisemin kumaşları arasından bedenimin işkence sırasında yara aldığı yerlerin kabukları ben nefes aldıkça genişleyip, yırtılıyor ve beyaz kumaş altından yeniden kanayarak gün yüzüne çıkıyordu. Siyah uzun saçlarım tek gözlü tutsak edildiğim odanın meşale ateşinin sıcaklığından terleyerek birbirine girmiş, iki asker kollarıma iki yandan girerek hayvanın kalbini yemem için bekletilen yere doğru bedenimin sürüklenmesiyle götürülüyordum.


Başımı dahi dengede tutamıyor ve ne tür bir ağır işkence gördüysem bedenim hâlâ işkence devam ediyormuş gibi seğiriyordu. Lakin, kardeşimin kurtulduğuna cansız bedeninin huzur bulmadığına emin olmadan o kalbi yiyip buradan öylece gidemezdim.


" Kardeşim, Kudüs'e götürüldü mü? Hurma ağacının altında gömülü mü? "


Sağ koluma bedenimin yığılmaması için destek olan asker sözlerim çöl gecesinin ince kumları arasına, dolan rüzgârın esintisi gibi yaralı ve yavaş çıkan sesime kayıtsız kalamadı.


" Evet, Beyhan az önce gömüldü. Halkın ilgisini çekmemek için askerler geceyi beklediler. Sen kendi derdine yan hem, neredeyse öleceksin hâlâ ikizini düşünüyorsun. "


Dakikalarca yalnızca rüzgârın etkisinde bir oraya bir buraya salınan çöl kumlarının sessizliği, altında sürükleniyordum. Artık ölmek istiyordum, belki de ahiret bile bu kadar can yakıcı olmazdı diye düşündüm. Çıplak ayaklarım ince kumların tepeciklerine girerek batıyor daha sonra askerlerin desteği ile, kuma saplanan bedenim çıkarılıp daha fazla işkence için beni bekleyen kabusa götürülüyordu. Şehrin Çöl dağının tepesine çıktığımız vakit, ismimin anlamı olan ay ışığının yumuşak sütunlarına dudaklarımda ki kurumuş kan izleri ile gülümsedim. İnce kum tanelerinin birbirine sıkıca tutunduğu etek dağdan bir yamaç yapmış, şehrin üzerinde ki karanlık buhutu dağıtmak için yükselen ay ışığının yuvarlak kasnaklı kubbesine dokunsam değecekmişim gibi duruyordu. Tepeye askerlerin yardımı ile çıkarılan bedenim, her bir yokuşta rüzgârın arasında uyumla dolaşan ince çöl kumlarını beyaz kaftanımın kumaşları arasına dolduruyor ve bir kaç adım dağın tepesinde taş üzerine ay ışığıyla bile ayırt edeceğim hayvanın kalbi üzerinde duruyordu.


Kokusu dahi bir kaç adım uzağında olmama rağmen midemi delik deşik etti, günlerdir su yüzü görmemiş bedenim ve yemek görmemiş hassas midem taşın üzerinde hâlâ küçük küçük seğirmesiyle duran canlı kalbin atar damarlarından iplik gibi kum zeminine taştan yol yaparak inen sıcak kanları izliyor ve kendinde olmayan ela gözlerimin önüne çöl tepeceğinin üzerinde ki ince kumlara bedenim özgür bırakılırken Lord Rodney'in ay ışığı altında ki siyah gölgesi öldürdüğü hayvanın hâlâ şoktan atan kalbinin taşı üzerinde yükselirken titreyerek boşalan bacaklarımın üzerinde, ayağa kalkarak gecenin sebebiyle güneşin sıcaklığından kurtulmuş ince kumların arasına hayvanın kalbini özgürlük uğuruna yemek için ayaklarımı saplıyordum.


Loading...
0%