Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm Cüzzamlı Kral

@ursuula1

Ay bile onun gözlerini kıskanır, ruhum onunla ve güzelliğinde kayıp. Ah gece, ah gecem aşkından uzayan gecem.


1165 Kudüs Krallığı Toprakları


Kimileri fakirlik içerisinde cezalandırılır, kimileri ise Lidyalıların deyimiyle Karun kadar zengin iken cezalandırılır. Ceza altın varaklı duvarları ya da kireç taşı piraminden yapılmış tuğlaları seçmez ceza içerisinde yaşayan kişileri seçer tıpkı ihtişamlı saray kapıları ardında kalan Kral Amalrik'in hayatı gibi. Üç evladından önce cüzzam hastalığından büyük oğlu, varisi III. Baldwin'i kaybetmiş daha sonra ise 2. Oğlu Baldwin'in aynı derde henüz 9 yaşında düşmesiyle krallık altın varaklı duvarları kral ile beraberinde mateme sürüklendi. 9 yaşında ki tek erkek varisi oğlu, ilk çocuğuyla aynı derde muzdarip düşünce geriye yalnızca bu hastalık, oğlu ve güzeller güzeli kızı kalmıştı...


Iv. Baldwin acı hissini bedeninde taşımıyor ama kalbinde hastalığının boyutu kadar merhamet ve adalet taşıyordu. Görkemli kralın oğlu hastalığın bedenini ve içini yemesiyle beraber sol elini henüz 10 yaşında kaybetti. Baldwin küçüktü ama yüzleşmek zorunda kaldığı hususlar öylesine büyük ve cezalandırıcıydı ki inandığı tanrının İsa'nın ona yer yüzünde cehennemi verdiğini düşünüyordu.


Cüzzam bedenini her geçen ay ve yıl daha da içten içe kemirirken babası tarafından saraya tutsak edildi, çünkü koskoca görkemli Kudüs kralının oğlu bu surette çarşıda, halk arasında gezinip onu rezil edemezdi değil mi?


Baldwin'in görkemli saray kapıları ardında kalan acılı hikâyesi yalnızca saray sur kapılarının altında kilitli tutuluyor, bu acıyı paylaştığı tek arkadaşı ve kardeşi kız kardeşi oluyordu.


" Neden karanlıkta duruyorsun abi? Ben yüzünden korkmuyorum."


Abimin Krallığa ait kıyafetlerinin altın işlemeleri hapis edildiği odasının karanlık köşesinde durmasına rağmen, parlayarak kendini belli ediyor ve krallığın sessizliğine küçük iniltili bir kaç gözyaşı hıçkırıkları doluyordu.


" Sen hariç herkes benden korkuyor Sibylla "


Yüzünde sarılı beyaz kumaşlar gözyaşlarıyla yıkanmaya başlayarak sarayın vitray penceresi üzerine kardeşimin gözyaşı iniltisi, acı çeken sessiz haykırışları doluyorken abime sarılmak istedim lakin kendisini gizlemek istediği karanlık köşesinin mermer betonuna adım attığım vakit içerisinde olduğu karanlığa daha da gömülerek hastalığından dolayı hâlâ alışamadığı kaybettiği, sol eli ile beni durdurmak istedi. Lakin bu hareket yalnızca iki kardeşin içerisinde olduğu acılı durumu daha da katlayarak sonsuz bir döngüye soktu.


Pahalı saray pencerelerinin cam petekleri arasına dolan Kudüs'te ki sokak çocuklarının oyun oynayan neşeli sesleri Baldwin'in hastalıktan dolayı çürüyen olmayan sol elinin üzerinde salınıyor ve Saray kapılarının altın varakları arasında kız kardeşi mecburen abisini ardında bırakarak odasına gidiyordu. Zira, abisiyle ne kadar temas içerisinde bulunursa hastalığın bulaşma ihtimali daha da artıyordu...


Yıllar çöl vahalarında açan hurma ağaçlarının büyük yapraklarının dökülmesi gibi kumların üzerine, yapraklarını sala sala geçti Kral Amalrik küçük oğlunun hastalığının ilerlemesine daha fazla dayanamayarak boğa kanı içerek hayatına kendi arzusu ile son verince cüzzam hastalığının pençesinden kurtulmaya çalışan küçük Baldwin henüz tahta 13 yaşında çıkarıldı, Hristiyan din tarikatları ve annesi Kraliçe Agnes Of Courtenay yardımları ile Krallığı yönetmeye başlayarak 16 yaşında İslam tarihinin görüp göreceği en büyük, en ihtişamlı ve adalet sahibi Selahaddin eyyubi'nin binlerce kişilik ordusuna az bir Hristiyan ordusu ile yenilgiye uğratıp zekasıyla stratejik bir tarihi döngü yaptı.


Lakin bu döngü Irak, Şam topraklarının basit bir köyünde yaşayan orta halli bir ailenin kızları olan Mahsa'yı kalbinden yaraladı.


1174 Kudüs Toprakları 


Mavi kaftanımın peçesi Şam sınırına dayanan kutsal Kudüs topraklarının dağları altında batan, turuncu renkli güneşinin altında özgürlüğünü ilan ederek salınıyor gözyaşları yanaklarımdan koştukça daha hızla kutsal kabul edilen Kudüs topraklarının güneşin batışı ile beraber soğumaya başlıyordu ama benim gözyaşlarımın yangını tam tersi kum üzerine akıyordu işte.


" Beyhan! Beyhaaannn! Aptal çocuk, Allah aşkına savaş senin neyine? Seni bir bulayım anneme söyleyeceğim Beyhan duyuyor musun beni! "


Mavi kaftanımın altında kalan bacaklarım yorgunluktan o kadar fazla titriyor ve bocalayarak sekiyordu ki, Şam’dan kutsal topraklara gelene dek kocaman çölü koşa koşa yalınayak gelmiştim. Beyhan'ın canı kardeşimin canı uğuruna koca çöl kumları küçücük gelmişti. Bedevilerin bile güneşin batmasıyla beraber çadırlarına çekildikleri çölün ortasında kardeşimin ismini zikrediyor, çölün acımasız akşam rüzgarı yanaklarımdan akan yaşları kuruturken ardımdan gelen sesi duymuyordum bile.


" Mahsa! Sen delirmişsin savaşın ortasına hatun başına nasıl gideriz? Beyhan belki çoktan savaştı, belki de çoktan savaş kazanıldı, belki de Beyhan öld- "


Kaftanımın tülüne rağmen peçemin içerisine dolan çöl rüzgarının sesinin içerisinde o kelime zikredileceği vakit, hiç düşünmeden kaftanımın altına erkeklerin görmemesi için gizlediğim kılıcımı yerinden çekerek bunca yıllık dostluk kurduğum Ismihan'ın boğazına kılıcımı doladım.


" Zinhar o kelimeyi zikredersen dilini keserim. "


Çöl kumlarının üzerinde salınan gökyüzü turuncu bir renge kendini daha da döndürürken, kılıcımın soğuk ucu o sesi duyduğum vakit sızlayarak ellerimden Kudüs çölünün kutsal toprağına düştü.


" Aghhhhh! Oğlum..."


Tanımadığım fakat Farsça karışık Arapça konuşan kadının sesini bulmak için yüzümde ki peçemin altına gizlenen, acıdan yanmaya başlayan ela gözlerim biraz ileride ki Kudüs merkezinin ortasında askerin at üzerinde elinde tuttuğu Müslüman bayrağı, beyaz bir bayrakla kutsal Kudüs topraklarının mabedi altında dalgalanıyorken parmaklarımın altında tuttuğum kaftanı saniyesinde bırakarak o yöne doğru koştum.


Binlerce ölü Müslüman ölü bedeni, bir insan geçidi gibi yan yana dizilmiş sanki ölüm yüzlerine tecelli etmemişte uyuyorlar gibiydi. Efendimiz Selahaddin Eyyubi ise kana bürünen zafer kazanmak için salladığı keskin uçlu kılıcını, askerlerinin önünde kuma saplayarak ayaklar altında yatan ölü bedenlerine saygı ve rahmet gösterisinde bulundu.


Korktum, ürktüm, her bir yanı kocaman çöl ile çevrili Kudüs meydanında üşüdüğümü hissettim. Sanki sol kolum bedenimden canlı canlı, diri diri kesilmiş gibi hissettim. Sanki kalbime kocaman bir taş koydular da bu kubbe altında nefes alamıyor gibi hissettim. Sanki bir daha zinhar, evimizin avlusunda ki sarı duvarlar ardında kardeşimle cima edemeyecekmiş gibi hissettim. Tüm ölü bedenlerin yüzlerini teker teker gezerek incelemeye çalıştım, sadece kumları ayaklarımın altında acımasızca ezen adım sesleri ve binlerce ölü bedenin üzerinde gezinen ela gözlerim o tanıdık esmer biçimli yüzü görene dek gezindi. Ve aradığı, bilmeyerek kaybettiği o sol kolunun neden uyuştuğu hususunu bulduğu an bacaklarımın varlığını unutarak diz çöktüm.


Kardeşimin binlerce tanımadığım Müslüman ölü bedenleri arasına sıkıştırılan ölü bedeni önünde, sanki bugüne dek gördüğüm en kutsal alan gibi dizlerim üzerinde önünde yere çöktüm. Bu neydi böyle? Bu nasıl muhteşem bir acıydı? Bu acıyı nasıl güzelleştirmekti böyle?


Evimizin ara sokaklarında oynadığımız tüm misket oyunlarında ki misketlerim yere döküldü, Kudüs'ün kutsal sayılan toprakları üzerine hemde... Tüm oynadığımız topaç oyunları küstü bana, meğer kaybettiğimi hissettiğim şey sol kolum değil

kardeşimmiş.


" Beyhaaannn! "


Kudüs sarayının etrafında ki kireç evlerin taş aralarına dahi dolan acılı sesim tüm meydanda titredi, yandı ve metalin dövüldüğü gibi ateşte pişirilerek harmanlandı üstelik bir kaç salise de.


" Lordum, lütfen daha fazla ordunun başında kalmayın vücudunuz dayanamayacak. "


Kardeşimin ölü bedeni önünde diz çöktüğüm sırtımı kaburga kemiklerine kadar acı hissederken, bu sessiz çığlığıma farklı dilde bir Farsça sesi doldu. Dolduğu vakit, sırtımda ki kamburuma değen acım ve ardımda ki sebebi ile göz göze geldim.


Kudüs'ün kutsal kabul edilen rengi bembeyaz bir kaftan giyinmişti, kaftanın sırtını ve omuzlarını kapladığı beyaz altın işlemeli pelerininin üzerinde beyaz zırhı salınıyor, demirden yapılmış yüz maskesi tüm yüzünde ki tenini kaplarken yalnızca metal grisinin soğukluğuna eşlik eden gri karışık mavi gözleri acıyı sırtının kemiklerine kadar yaydığı Müslüman kızın, gözlerine bakıyordu. Gözlerim, gözleriyle Hristiyan ordusunun öldürdüğü binlerce Müslüman müşriklerinin arasında yatan ikimizin ölü bedeni üzerinde buluştu.


Korkmadım, beyaz altın işlemeli pelerinin ardında binlerce Hristiyan ordusu olmasına rağmen, Kudüs'ün Cüzzam kralı olmasına rağmen yüreğimde ki acı kardeşime bakmaktan korkuyor ama koskoca savaşı kazanmış Kudüs kralına bakmaktan korkmuyordu. Kardeşimin, ikizimin ölüm sebebi karşımda ki metal maskesi altına gizlenmiş Cüzzamlı bir adamdı. Hiç düşünmedim bu acı burnumun direklerini bile sızım sızım sızlatıyorken kardeşimin karnının üzerine, ruhunu anmak için konulan Hristiyan kanına bulanmış kılıcı bedeninden mavi kaftanlı avuçlarım içerisinde aldığım vakit kılıcımın metal sivri ucunu Cüzzam kralının kalbine uzattım.


Beyaz kaftanlı bedenine yaklaştığım vakit binlerce Hristiyan süvari birliği bedenime doğru krallarını korumak için, önüne atıldılar ama Cüzzamlı Kral anlamadığım biçimde sol eli beyaz sargılarla kaplıyken sağ elini durmaları için saniyesinde kaldırdı bense boğazıma dizilen binlerce düğümden birisini yutmaya çalışarak gram korkudan ya da acıdan titremeyen ellerimde ki kılıcı kalbine yavaş yavaş bastırıyorken yüzünde ki, maskenin rengi gibi gri gözlerine bakarak onun anlayacağı dilden daha çok Arapçasız Farsça konuştum.


" Tanrına kapan, yalvar ki binlerce masum canın hesabını öyle veresin. Özellikle de kardeşimin yüce efendim..."



Loading...
0%