Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20. Bölüm Çölde Ki Yılan

@ursuula1

Tanrı böyle yaratmış seni

Sen yılan olmaya mahkûm

Gecenin ta kendisi

Kara kaderlerin çerçisi,zafer anıtlarının güvesi.

Mutlu öfkelerin sfenksi, gövdende ölüm zehirli bir ağıt gibi.


İnce kum taneleri birbirlerinin üzerine gecenin soğuk yakan rüzgarıyla savrularak biniyor, taşın üzerinde ki hayvan organından akan damlacık kanları içerisine minnetle alarak saklıyordu. Dudaklarım kuruydu ne zamandır tenime su dahi değmiyor bilmiyordum ama, dilimle dudaklarıma her uzandığım da çatlaklar bir obruk gibi yarılıyor ve kuruluk hissi daha da susamama neden oluyorken bedenimi git gide yorgun hissediyordum.


" Efendin uğuruna bir hayvanın canlı atan kalbini yiyecek kadar delirdiğini düşünmüyorum Şarlman..."


Köhne zindanın dört köşeli rutubetli duvarlarında gezinen hatıra buhutu zihnimde çöl kumlarının tozu gibi, sekerek bana geri dönüyor ve varisin midemi bulandıran sesiyle çöl tepesinde beni baş başa bırakıyordu.


" Yüce efendi kendi isteğim doğrultusunda Kudüs'ten gittiğime ikna değildir. Göreceksin Lord ben buradan bir şekilde gidemesem bile o beni bulacak. "


Beyaz elbisemin ince tül kumaşları Ortodoks Hristiyan tapınak şövalyelerinin gri zırhlı elleri altında, hayvanın atan kalbi önünde ki kumlu zemine zorla bedenimi oturtmak için baskı uyguluyor ve kumaş altında tenim eziliyordu. Direniyordum, beyaz kaftanımın dört bir yanı işkence izlerini kırmızı şeklinde ki kan damlalarını üzerinde taşıyorken, siyah uzun saçlarım birbiri içerisine askerlere ve varise karşı koymaya çalışmaktan terleyerek karışmış dahi olsa, tırnaklarımın içerisine dört köşeli zindanın duvarlarından kurtulmak için tırnaklarımla kazıyarak kanda otursa yine de son var olan gücümle direniyordum.


" Bu dişi aslan tavırların ve erkeklere direnişin beni çok cezbediyor Mahsa. Ama tarihte güçlü kadınlara ne olduğunu duymadınız sanırım? Özellikle dikkat çekiyorum İslam tarihinde güçlü kadınlar asla var olamaz Mahsa, var olduğu yer yakılır, yıkılır ve hikâyesi o çağdan silinir. Söyle bana kendi isteğinle Hristiyan tarihinden silinmek için kaç altın istiyorsun? "


Tapınak şövalyelerinin gri metal zırh kaplamalı elleri altında varisin önünde saygı için zorla yere eğdirilmeye çalışan başımı, beni parayla ölçen alçak bir adam karşısında kaldırdım. Bu adam benim bütün değerlerime hakaret ediyor, İslam'ın kadınlara en değer veren din olmasını hiçe sayarak inancıma, kadınlığıma ve hayatımın gidişatına yön çizmeye çalışarak dil uzatıyordu.


" Ben altınla ölçülmem. "


Yere zorla önünde ayakları dibine kapanıp saygı duymam için eğdirilmeye çalışılan başımı askerlerin ellerini, başımla birlikte geriye atarak kafamı ve bedenimi tüm bitkin vücuduma rağmen dik tutmaya çalıştığım da çöl gecesinin ay ışığıyla aydınlanan zifiri matemi içerisinde gözlerimizin birbirine değdiği ağırlık dudaklarımdan çıkan sözlerin yanında bir hiçti. Biz kadınları, özellikle Müslüman kadınları aciz, güçsüz olarak nitelendiren bu adamın karşısında bakışlarımı ve bedenimi dik tutmadan kaçıracak değildim tabi ki.


İnce kumların rüzgarla bir araya gelmesiyle çöl tepesinin oluştuğu vadinin üzerinde ben, bedenimi omuzlarıma baskı uygulayarak bu lanet yerden kaçmamı engelleyen iki tapınak şövalyesi ve ardımızda gecenin zifiri karanlık buhutunu aydınlatmaya çalışan siyah demirlikli meşale ışıklarını tutan iki asker ve Papa Reinhold'un varisi vardık. Varis hayvanın kalbinin konulduğu sunak yerine geçen gri renkli taşın sağ arkasında duruyorken, sol arkasında ki kumlu yere zorla bedenimi sabitledikleri yerde ben duruyordum. Aramızda ki bir kaç santimlik kumlu boşluğu ezerek doldurduğu vakit, çeneme değen ellerini hissettim lakin hissettiğim saniye yüzümü parmaklarından kurtarmak için bir sağa bir sola sallıyorken tutuşu sertleşti. Bir kaç saniye önce narince çenemi tutarak yüzüne baktırmaya çalışan ellerinin zarifliği, çöl kumları üzerinde hızla kıvrılarak sürünen bir çöl yılanı gibi akarak sertleşti.


" Ya bu kalbi yiyip yerleşim bölgemden defolup gidersin sürtük, ya da sırtında son kalan bir kaç deri parçasını yarıp geçerim! "


Sözlerimin yılan zehrinden sonra sokma acısı gözlerinin ihtirasla yanmasından ve büyümesinden anladığım vakit, dudaklarımın kenarında ki kurumuş kanım hâlâ izlerini korumaya devam ederken gururla gülümsedim. Biliyordum, ona meydan okumanın cezası ölümdü. Özellikle İslam dinine mensup olduğum için Hristiyan bir adamı sözlerimle dahi tokatlıyorken, bunun altında tapınak şövalyelerinin karşısında ezilmekten kibiri ve şöhreti yerlebilir olmuştu işte tam da o yıkım yüzlerimizin birbirine değmesi için zorla çenemden tutarak gözlerine baktırdığı vakit ortaya çıktı. Ben ise kendi yarattığım enkaza gururla gülümsedim. Bu gururlu gülümseme kendi içerisinde yaşadığı beyin fırtınasını daha da şiddetlendirmiş olacak ki, çeneme yüzüne bakmam için baskı uygulayan elleri yıllar önce boğa kanı ile zehirlendiğim için tahriş olmuş boynuma yönelerek nefes boruma baskı uygulamaya başlıyorken nefes alamadım, dilim nefessizlikten dışarı sarkarak dişlerim arasına giriyor kollarım ve bacaklarım uyuşuyorken sözlerini yüzüme tükürür şekilde bağırıyordu.


" Sen hiç son zamanlarda kralı gördün mü! Yürümekte bile zorlanıyor Mahsa, yürümeye bile cüzzamdan gücü olmayan bir adam seni buradan mı kurtaracak! "


Nefes boruma yüzüklerle bezenmiş ince parmakları daha da baskı uygulamaya başlıyorken, ellerimle boğazımı sıkmasına engel olmaya çalışarak parmaklarını gevşetmeye çalışıyordum ama bu girişimim yalnızca daha fazla baskı uygulamasına neden oluyordu. Ben çırpınan bir çöl kuşu lord ise beni avlamaya çalışan ve zamanla başaran bir avcı gibi görünüyorduk.


" Bir insanı taşıyan şey zihindir. Yüce efendi senin hayal edemeyeceğin bir zihnin mertebesine meçhul. O beden gücüyle değil, akıl gücüyle ve akıl adımlarıyla efendimiz Selahaddin Eyyubi'ye karşı zafer kazandı. Sen ise, basit bir Şamlı kadını esir alarak Cüzzamlı kralı yenmeye çalışıyorsun. Baldwin'in düşünceleri bu çağı kapatıp, yeni bir çağ açacak kadar politik ve güçlü. Cüzzamlı olduğuna aldırma, bir gün bedeni bu dünyadan gitse bile düşünceleri asla ölmeyecek. "


Parmaklarını teker teker sardığı boynumun tahriş teninden esmer ellerimle sökmeye çalışıyorken, sözlerim göğüs kafesimin darlığından geçerek ağzımdan yavaş ve hararetli çıkıyordu. Her bir sözde daha fazla nefes kaybediyor ve yüzümün nefessizlikten morararak şiştiğini düşünüyordum. Ama pes etmedim, devam ettim onun gururunu kılıç gibi kesen sözlerimle devam ettim.


" Ne kadar gülünç değil mi? Babanız yüce bir kralın yanında sizi yetiştirdi ama siz o büyük kraldan hiç bir şey öğrenemediniz. "


Sözlerimin zehri son damlasını gurur nabzına dişlerini geçirdiği vakit papa Reinhold'un oğlu daha da çıldırdı. Bu geceden birimizden birisi sabahı göremeyecekti ama, kendime sessiz sedasız bir ölümü asla yakıştıramazdım. Bu yüzden son kurnazlığımı sergileyip varisin yüce efendiye karşı beslediği kinin altında yatan kendine yetememezlik hissine dişlerimi geçirmeli ve eteğinde ki tüm taşları döktürmeliydim bu taş benim canıma maal olsa bile.


" Kes sesini! Kes sesini! "


Beyaz kumaşlı elbisemin ince türlerinden bedenimi dağın tepesinde ki kumlara iz bırakarak zorla çekiştirmeye başladığın da, tek yapabildiğim şey çölün ortasında beni kimsenin duymayacağını bilerek son kalan sesimin ve bedenimin gücüyle direnerek bağırmak, kaftanımın kumaşlarını parmakları arasından bedenime kum üzerinde yaptığı gibi çekiştirerek kurtarmaktı. Göz pınarlarıma yaşlar burun deliklerimi doldurarak birikiyor, ama kendimi güçlü ve cesur bir İslam kadını gibi kurban edilmek için diretiyordum. Korkuyordum, göğüs kafesimin altında ki sol yanım etime batarak korkusunu gizlemeye çalışıyor, beyaz elbisemin dört bir kumaşı üzerinde kan izlerim duruyorken kardeşimin bedeni nerede, doğruyu mu söylüyorlar yoksa ikizim, sol kolum hâlâ işkence mi görüyor bilmiyordum.

Dizlerimin üzerine her bir baskı uygulanarak çökeltmeye çalıştıklarında artık dizlerim acıyor ve yanıyordu. Dağ tepesini aydınlatmaya yetmeyen meşale ışıkları ve çöl ay ışığının matemi altında ki yumuşak karanlıkta, beyaz kumaşlarımın dizleri yeni taze kanla boyanıyor başım ise gri taş üzerinde ki hayvanın kalbini yemem için ensemden baskı uygulanarak aşağı eğdirilmeye çalışılıyordu. Direndim, iki kolumla birden bedenimi gri taş üzerinden uzaklaştırmaya çalışıyor, bedenimi varisin gövdesi altından çıkarmaya çalışıyorken ince kumların arasına daha da batıyordum.


Haykırdım, bağırdım avazımın çıktığı son güce kadar vurulmuş bir ürkek geyik gibi yaralanmış biçimde hayvani bir çığlıkla bağırdım. Kudüs'ün kutsal topraklarının gecesini bir kadının acılı iniltisinin sessizliği dolduruyor ve nefes seslerim birbirine karışıyorken şehadet getirmeye çalışıyordum.

Bir ok sessizliği çığlık feryadımı tam ortadan ikiye bölerek çöl kubbesinin karanlık gecesine saplanarak dolduğu vakit, ardıma dönmeye cesaret edemedim. Önümde ki taşın üzerinde başımın bir kaç santimle uzak durduğu hayvanın canlı atan kalbinin pis et kokusu, ardımda ne olduğunu bilmediğim bir kaç seslilikte sessizlik vurulması ve dağ tepesi kaldık.


" Kızı bulduk! Kızı bulduk! Ateşi kesin. "


Minnetle gözlerimi kapattım. Bu, bu şövalyeler yüce efendimin askerleriydi. Boğazımda ki tenimde varisin parmak izlerinin sıcaklığı hâlâ kendini koruyor, dudaklarım susuzluktan çatlamışken artık direnmekten ayakta dahi duramayacak olan bacaklarım bedenimi yerden kaldırmaya her çalıştığım vakit tökezleyerek yere düşüyor ve soyulan dizlerimin kanlı yerlerine acı daha da oturuyordu.


" My lord, what should we do with Pope Reinhold's son? "


Sırtımın beyaz kumaşlarının kırbaç cezasından yırtılarak kan oturduğu boşlukları çöl, sanki merhem olacakmış gibi gece rüzgarının kum fırtınasının ince kumlarını elbisemin yırtık alanlarından içeri dolduruyor ve ardımda ki varlığını bildiğim Cüzzamlı krala dönmemi sağlıyordu. Beni zorla omuzlarımdan tutarak varisin önünde yere eğriden iki askerin göğüsünde ki zırhın metalin delerek geçmiş ok uçlarının, kırmızı renkleri meşale ışıklarının altında parlıyor lord Rodney ise karnında ki demir uçlu ok'u bedeninden çıkarmaya çalışırken tapınak şövalyesi ve yüce efendinin aralarında geçtiği konuşmayı anlamıyordum. Çünkü bu dil farklıydı, tüm iki Hristiyan mensuplarının ortak konuştukları dildi.

Kudüs tapınak şövalyesi yüce efendisine sonra ki savaş adımlarını soruyor lakin, yüce efendinin altın maskesi altında ki mavi gözleri gözlerimle çöl dağının tepesinde ki meşale ışıklarının verdiği özgürlük kadar birbirine değerek konuşuyordu. Üşüyordum, aramızda bir kaç adımlık kum boşluğu varken 2 yılın hasretini kapatmak için ürküyordum. Az önce ölümden korkmayan o ben şu an karşımda ki bedene dokunmak, sarılmak için korktum. Ya bu da bir rüyaysa? Ya ona dokunduğum vakit kollarım arasında çölün ince kumları gibi dağılıp kum fırtınasına karışır ise? Özgür bıraktım, ölüme bir kaç adım, bir kaç saniyem kalmışken dökemediğim yaşların akmasına izin verdim. Yüzümde ki işkence izlerini ve zindanın rutubetini silmeye çalışan gözyaşları teker teker esmer tenimde bir yol çizerek çöl gecesinin ince kumları üzerine damlıyor, bu çağın tüm karanlık yüzüne tabi tutulan bu aşkın ağıtını tarihe yazıyordu.


Ayakta duramıyordu. Hastalığı günden güne bedenini tutsak edildiğim her an kendisine köle bellemiş ve bu cüzzama zindan etmişti. Ben 2 yıl boyunca Petra kentinin kerpiç duvarları arasında, yüce efendi ise cüzzamın derisini günden güne yiyerek bitiren duvarları arasında esir edilmiştik. Altın maskesi tapınak askerlerinin ellerinde tuttuğu siyah demirlikli meşale ateşlerinin altında kendisine dans ederek kutsal elleriyle gezinerek sarı rengi parlatıyor, beyaz kumaşları altında ki Cüzzamlı bedeni ayakta durmakta zorlanırken askerlerinin bedenini sağ, sol ve ardından destek vermesiyle ayakta durmayı başarırken daha fazla bu görüntüye dayanamıyordum.


" İslam diyormuş ki " Birbirini seven iki kişi biri doğu da, biri batıda da olsa Allah onları mutlaka bir araya getirecektir. "


Burun direğimin içi acıyla yanarak uyuştu, dilim kuru, tenim kuru, sırtımda ki yaralar kaburga kemiklerime kadar işleyerek değiyorken gözyaşlarım meşale ateşinin dansöz gibi dans eden elleriyle yanaklarımda aydınlanırken söylediği şeye başımı onay vererek salladığım vakit burnumu bileğime silerek gözyaşlarından ve boynuma uygulanan baskıdan dolayı boğuk çıkan sesim çöl vahalarının tepesinde ki ince tanelere doldu.


" O bir hadis, yani incil gibi bir dua yüce efendim doğrusu " Allah birbirini seven iki kişiyi mutlaka kavuşturur. "


Mavi gözlerinin altın maske altında ki boşluk çerçevesi içerisinde kalan göz kapaklarının etrafı cüzzamın etkisinden dolayı, kızarmış ve derisi yanmış bir mum gibi o bölge de çekilmişti. Aramızda ki boşluk varlığını korumayı sürdürürken, etrafımızda ki çöl tepesinde binlerce küçük Hristiyan ordusu, orduların ellerinde tuttukları meşale ışıkları ve atlı zırh birlikleri varken o boşluğu doldurmaya yeltendim. Biliyordum, yüce efendi asla bana gelemezdi ayakta dahi atının yanında zor biçimde dik durarak duruyorken, askerleri durabilmesi için üç yanından bedenine destek olmaya çalışıyorken bu durumun ağırlığı gecenin karanlık ağıtı gibi kalbime ağırlık oldu.


Durdum, çıplak ayaklarımın uçlarına kırmızı kına yakılmış ince kum tanelerinin esmerliği parmak aralarımdan kınanın üzerine taşarken durdum. Sağında ve solunda ki tapınak şövalyeleri Kudüs kralına yaklaştığım vakit kenara daha da çekilerek ayakta durması için destek olmaya devam ediyorken sanki bedeninin yanında 3 asker yokmuş, sanki ben yüce efendi ve çöl tepesine eşlik eden ay ışığının yumuşak ışık süzmeleri kalmıştık sanki.


" Tanrına teşekkür etmeli miyim? "


Gözlerim ağlıyor, dudaklarım hafif bir burukluk ile söylediği söze gülümsüyor inanmadığı bir dine bu kadar saygı duyması hoşuma gidiyordu. Hristiyan işaretli gövdesinin üzerinde salınan pahalı beyaz kumaşlı ellerinin, beyaz eldivenli kumaşı gözyaşlarımın aktığı ve yol çizdiği çizgilere korkakça, zarifçe ve şefkatle değiyor bedenimin günlerdir bu adamlar elinden işkence gören tenime bu kadar narin yaklaşması canımı daha da fazla yakıyordu. O, bu dünya ve çağ için çok fazlaydı, çok fazla.


Gözlerimi kapattım, gözyaşlarım pınarlarımda sessizce kuruyorken Hristiyan haç işaretli beyaz eldivenli elinin yanağımı okşayan avucuna daha da sokuldum. Dudaklarım onun dudaklarına kavuşmak için göğüs kafesimin kaburga kemiklerimden tutarak acı biçimde özlem sıcaklığı yayıyor, sadece yanında uyumak, uzanmak nefes soluklarını duyarak sessizce uyumak istiyordum. Bu özlemi dışa vurmakla yapabildiğim tek şey kınalı parmak uçlarımda ki tırnaklarıma kan oturmuş şekilde, altın maskesinin üzerinde ki sarı metalde parmak uçlarımı gezindirmekti. Yüzünde ki cilt kusurlarını gizleyen altın maskesinin demirine dokunduğum vakit, ateşlerin aydınlattığı mavi gözlerini kapadı.


Korktum, onun canını yakmaktan zaten sahip olduğu hastalıktan dolayı derisi günden güne çürüyen ve bir mum gibi eriyerek birbirine yapışan tenine değerek canını yakmaktan korktum ama özlemim daha ağır bastı. Artık burnumun ucunda ki varlığının ağırlığına dayanamıyor ve kınalı parmak uçlarım yüzünün kusurlarını gizleyen altın işlemeli maskesinden kaydığı vakit göğsüne bedenimi bastırarak beyaz kumaşları altına gizleniyordum. Gizlendim, tüm bu felaket nehri gibi, Kudüs'ü ortadan ikiye ayıran Amed nehrinin hırçın dalgaları gibi bizi ayıran çöl kubbesinin ince kumları bedenimiz de gezinirken onun beyaz kumaşlı, Hristiyan haç yamalı gövdesine gizlendim. Ne tuhaf değil mi? Hristiyan haç taşıdığı gövdesine başımı koymak bir saadetti. Gizli bir cennet, Havva ve Adem'in aşık oldukları gök yeriydi sanki. Kırmızı kınalı parmak uçlarım beyaz kumaşlarının sırt gövdesine daha da sıkı sarılarak bedenime bastırıyor, ve beyaz eldivenli ellerinin sıcaklığı siyah saçlarımda geziniyordu. Sarıldık, birbirimize o kadar fazla bedenlerimizi sokularak sarıldık ki tek kokusunu aldığım şey onun teni oldu artık. Bedenine destek olmaya çalışan tapınak askerleri bile bu kutsal birleşmeyi bozmamak için yerlerinden bir adım kumlu yere kıpırdamıyor, nefes dahi almıyorlardı sanki. Gözlerimi yuvasına sıkı sıkı yumdum, kollarım beyaz kumaşlar altında kalan geniş sırtını sıkıca sararak bedenine daha da sokuluyor, Kudüs gecesinin zifiri karanlığını çöl Kubbetüs Sahra'nın altın işlemeli kubbesi üzerine ilk güneş ışıklarını çizgi çizgi dağıtırken sabah ezanı çöl vahalarında yaşayan bedevi hocalar tarafından diğer Müslüman bedeviler namaz kılsın diye çöl ortasında okunuyordu.


Bedenlerimiz birbirine dolanarak daha da sıkıca tutunurken sabah ezanı bu görüntünün içerisine doluyor, çöl kumları ise özlediği kızgın güneş ışıklarını ince taneleri arasına almak için can atıyorken, bedenimi gizlediğim beyaz kumaşları altında ki bedeni kollarımdan ve kınalı parmak uçlarımdan kaymaya başlıyorken, beyaz kumaşların üzerine bezenmiş altın işlemeli eldivenli elleri siyah ince saç tellerim arasından tıpkı kollarım arasında kaymaya başlayan bedeni gibi kayarak aşağı düştü. Sabah ezanının ilk güneş ışıkları bedevi hoca tarafından dudaklarından dökülerek ilan ediliyor, kanlı dizlerimin üzerine ve çöl tepesinin ince kumları üzerine bedeni yaralı bir beyaz güvercin gibi düşüyorken cüzzamdan dolayı çekilen derisinin yüzünde ki kusurları kapatmaya çalışan altın maskesinin altında ki mavi gözleri dizlerimde usulca kapanırken ezan Kudüs'ün yüce kralının öldüğü haberini yaymak için daha da ağıtlı okunmaya devam ediyor, dizlerimin kan oturmuş yerlerinde yatan cansız bedenine kınalı parmak uçlarım dokunmaya korkuyorken titreyerek ezanın içerisinde bağırıyordum.


" Baldwin! "


Beyaz kanatlarımın altına saklandığın da onlar seni hiç bir şeyden koruyamazlardı. Bir uçuşta seni bırakabilirlerdi, bir kez daha yere düşmenin kırıklığını yaşardın.



Loading...
0%