@ursuula1
|
Din en güçlü dil ve sömürgedir.
Din. Nedir? Hangi duyguya bir yılan gibi sinsice sokularak kurban verir, hangi çıkar ve doğrultu peşinde kurban edilirdi. Kerak yerleşim bölgesinden kutsal kabul edilen Kudüs topraklarına gelmemizin üzerinden, 4 veyahut 5 gün geçmişti. Kudüs krallarının tahtında olmadığı vakit bedeviler, müşrikler ve hristiyanların din sömürgesine mükemmel bir zemin hazırlamış ve pazar meydanında ki halkın birbirine din üzerinden yürümesini sağlamıştı.
İslam hocaları ve Hristiyan papazlarının din çekişmeleri bedevilerin tapınak şövalyesi öldürmesi ile başlamış, Hristiyan papazların bedevi kervanlarına saldırması ile son bulmuştu. Bu karışıklık günden güne hırçın bir nehir gibi soğuyarak büyüyor, nehrin çörten yollarını Kudüs sarayının kerpiç duvarlarına kadar akıtıyordu. Yüce efendi halkın sükunetini ve barışını sürdürmek adına cüzzamdan günden güne etkisinden kurtularak ayaklanmaya başlayan bedeniyle birlikte, saray habercilerine emir vermiş ve Şam, İslam dininin yüce efendisi Selahaddin Eyyubi’yi kutsal Kudüs topraklarının sarayına barış sürdürme politikası yemeğine davet etmişti.
Tüm bu din karmaşası ve Kudüs Pazar meydanında ki halkın eteklerinde yanan zillerinin, ateşleri içerisinde bana tahsis edilmiş altın varaklı duvarlar arasında ayna karşısında ki siyah sürme çekilmiş gözlerime ve kollarıma, bileklerime, belimin etrafına ve saçlarıma dizilen altınları sayıyordum.
“ Kudüs’ün kraliçe tahtına Hristiyan tarihi boyunca İslam dinine mensup bir kraliçe oturmuş olacak. Nasıl hissediyorsunuz efendim? Bu, büyük bir risk. “
Kırmızı elbisemin vücudumu sıkıca saran hatları arasında ki esmer tenimde, odayı aydınlatmak için kullanılan altın sunakların alevleri altında parlayan altınlara baktım. Kırmızı kumaşın sağ dizinden boylu boyunca kalça kenarımdan inen yırtmaç beni çok cesur gösteriyor, lakin ben hizmetçinin sorusu karşısında ne cevap vereceğim konusunda afallıyordum.
“ Dinim hoşgörü dinidir, zarar değil aksine İslam huzur getirir. Lakin, bugüne dek Kudüs’te yarattığı hatıralar ne kadar zarar gibi gözükse de bunu yapan müşriklerdi. Tıpkı bir meyve gibi düşün, ne kadar tatlı olursa olsun içerisinden bir kaç çürüğü ayıklamak lazım. “
Odamda ki bir kaç hizmetçi söylediğim süslü laflara sessiz sessiz gülüşerek, dudaklarını yüzlerine çektikleri peçe ile kapamaya çalışırken ayna karşısında siluet ve yüzlerini gördüğüm bedenlerine sırtım ne kadar onlara dönük de olsa bende gülümsedim.
“ Siz hem çok cesur hem çok güzel laflar söylüyor hem de güzelsiniz. Yüce efendimiz, bu yüzden size sevgi beslemiş olmalı. Ama, “
Kahverengi renkli elbise giyen 4 hizmetçiden saçlarımı tarayıp, şekillendirmeye çalışan hizmetçi söylememesi gereken bir şey zikretmiş gibi dudaklarında ki kırmızı peçenin üstüne parmaklarını koyarak kendini susturmaya çalıştı lakin ben sözlerimle değil bedenim ve beden manipülasyonu ile bakışlarımla konuşmasına devam etmesi gerektiğine dair baskınlık üstünlüğü kurarak devam ettirdim.
“ Yüce efendimizin hastalığı rahibin söylediğinden daha kötü bir vaziyette. Artık vücudundaki cüzzamı gizleyen sargıları dahi, bizim değiştirmemizi yasakladı. Erkek hizmetliler değiştiriyor, vücudunda ki çürükleri bir görseniz artık çürüyecek derisi bile kalmadığı için bedeninde ki etler cüzzamın çürüteceği deri kalmadığı için çürümeye başlamış durumda. Bu yüzden sargıları sık sık değiştiriliyor efendim, çünkü bedeni kanamaya başlamış durumda. Rahip günahlarının bedeli olduğunu, ayinde vaftiz edilerek günah çıkartması gerektiğini yüce efendimize söylüyor ama bu ne bir günah, ne de vaftiz edilecek bir hal değildir, Kudüs kralını 25 yaşını göremeden kaybedecek gibi efendim...”
Elimi havaya sertçe kaldırdığım saniye bileğimde ki altın bilezikler hızın sertliğinden birbirine sürtünerek şangırdayıp odanın sunak ateşlerinin çıtırtılarını bölerek, hizmetçinin susmasını sağladı. Daha fazla onun sözlerini dinleyecek gücüm yoktu, kalbim ve hislerim herkesin böyle sözler söylemesinden dolayı o kadar huzursuz biçimdeydi ki her an yüce efendinin öleceğini düşünüyordum.
“ Bu kadar sohbet yeter. İşinizin başına dönün, meydanda ya da orada burada yüce efendinin hastalığı hakkında dedikodu duyarsam sizden bilir gereğini yaparım. "
Öfke çatlakları damarlarında pompei kentinin yanardağ volkanı gibi gezinip, patlayacak bir alam ararken sakinleşmeye çalışıyordum. Sürekli Kudüs ve Kudüs’e bağlı yerleşim kentlerinde yüce efendinin hastalığı, öleceğine dair söylentiler duymaktan bıkmış ve korkuyordum. Sürekli olarak düşüncelerimin buhutunda ölümün kork pençeleri, sivri tırnaklarını çıkararak yüreğime saplıyordu. Bu korkudan ve yüreğime saplanan düşünce pençelerinden kurtulmak için kendimi sıkıyorsam dahi acı gerçeğinin gerçeğin, ölüm pençeleri tenimde geziniyordu...
Bir kaç gün sonra, Kudüs Toprakları.
Pazar meydanında ki mermer sütuncelerin güneş vurdukça yarattığı dikey gölgelikte, yuvarlak kasnaklarına kervan develerinin dinlenmesi için kamçıları bağlanmış ve yalaklardan bağlı şekilde su içiyorlardı. Şam efendimiz, Selahaddin Eyyubi’nin ziyareti üzerinden bir kaç gün geçmişti, yüce Kudüs kralı ile barış sürdürme politikası izleyen İslam efendimiz kutsal toprakların efendisi ile dostluk bağlarını daha da güçlendirmiş ve Kudüs’ün eski medeniyet tarihinde olduğu gibi acı, kan ve savaş vermeyeceğini dair halkına söz vermişti.
Bu söz Şam topraklarının ince çöl kumlarından savrularak Kudüs’ün kızıl harçlı kanlı çöl kumlarına esiyor, halkın pazar meydanlarında ve tüccar sokaklarında ki taşlıklarda konuşmasına sebep veriyordu.
“ Kraliçe tahtından kralın kardeşi inecekmiş, bu yemek daveti Mahsa’nın tahta kolayca oturması için yapıldı diyorlar. “
Günlerdir yüzümü saklayarak eski fakirhane, düşük gelirle oturan kast sokağının olduğu evime kalan giysilerimi ve ailemden geriye yalnızca bir kaç parça eşyaları kalan bohçaları almaya gidiyordum. Günlerdir halk arasında ki dillerde duyduğum tek şey ben, yüce efendim ve evlilikti.
“ Mısırdan getirilen köleleri de yüce efendimiz satın almış diyorlar, sırf tapınak şövalyelerinin zengin aile dükleri eziyet etmesin diyeymiş. “
Bir kaç gün önce verilen yemek davetinde masada bu tarz sohbetler edilmişti lakin, çok fazla üstünde durmamıştım. Şam, Kerak ve Kudüs gibi büyük kentlerde köle sayısı ve satışı ne kadar azalsa da, durum diğer kentler için geçerli değildi anlaşılan.
“ Yalvarırım lordum, yüce efendi ile konuşmama izin verin! Yalvarırım! “
Düşünce girdabımın kara deliğine artık Kudüs kadınlarının sesi değil, bir başka erkek sesi doldu. Zaten başka saray ve ahlatlara gitmek için burada konaklayan bedevilerin kalabalığı yetmezmiş gibi, burada yaşayan kent sakinleri de sanki antik tiyatro gösteri varmış gibi tesbih boncuğu gibi yan yana dizilerek meydanın odun mancınığı yanında ki mermer boşlukta yuvarlak çizdiler. Kölelerin nasıl bir hayat yaşadığını çok iyi bilmiyordum lakin, Şam topraklarında duyduğum kadar efendileri sinek, böcekten korunmak için satın aldığı kölelerin üzerine tatlı bal döküyor ve bir şamdan gibi gün boyu etrafında köleyi gezdirerek sinekten haşerelerden korunuyorlardı. Ya da, kölelerin saçlarını kazıyor, önemli diplomasi mesajlarını kölenin saçları uzayana dek bekliyor karşı Krallığa bu şekilde gönderip tekrar kafası tıraş edildiği vakit mesaj alıcıya güvenli şekilde ulaşıyordu. Bu gibi şeyler insanlık dışıydı.
“ Yüce efendimiz senin gibi kölelere vakit ayıramayacak kadar hasta, Mısır’ın köle fantezisinden kurtulduğuna tanrıya dua et daha fazlasını isteme. “
Yüzümde ki altın sarısı peçemin tülleri kaküllerime dolanırken, halk meydanının kalabalığı ardına daha da sokularak kendimi kamufle ederek dinlemeye devam ettim. Tapınak askerleri siyahi köleleri bu çöl güneşinin altında yırtık çapulcu kumaşları altında, sıraya sokarak bekletiyor ellerini birbirine kör düğüm atarak bağlıyorlardı. Kudüs sarayının çöl tepe vahalarında yükselen sıcak güneş ışıkları mermer sütun merdivenlerinin, beyaz rengini parlatarak çıplak ayaklarıma değdiği vakit yaktırıyor Pazar meydanında ki görüntüye daha fazla dayanamayarak yüce efendim ile bu hususu konuşmak için odasına yöneliyordum.
Kerpiç sarı renkli duvarların üzerinden şamdan mumları siyah ipliklerle bağlanmış, başımızın üzerine koridor boyunca iniyor kemer duvarların arasından rüzgar sıcaklığın aksine tenimde, saçlarımda geziniyordu. Yüce efendinin altın işlemelerle bezenmiş hiyeroglif yazılarıyla süslenmiş, duvarlarının ardında ki odasına girmek için büyük kahverengi ahşap kapının altın kulplarına kınalı ellerimle asılıp kendime doğru çekip açmaya çalışırken tapınak şövalyelerinin gri zırhlarının ellerinde tuttuğu mızrak uçları başımın üzerinde birleştiği vakit, yalnızca meydanda yükselen halk sesine karışan, sokak arasında oyun oynayan çocukların sesiyle dolu olan sarı renkli kerpiç duvarlı koridora şıngırdama sesi doldu.
“ Yüce efendimiz müsait değiller. “
Ne? Bu saçmalıkta neyin nesiydi böyle, müstakbel kral eşimi görmeye geldiğim vakit tapınak mıymıntıları mızraklarını başımın üzerinde çarpı şeklinde işaret yaparak ahşap kapıya yaslıyor ben karşılarında dikildikçe birbirlerine gri ağır zırhları ile yaklaşarak yüce efendiye ulaşacağım kapıyı daha da bedenlerinin cüssesi ile kapıyorlardı.
“ Gerçekten buradan sessiz sedasız tamam diyerek ayrılacağım inancına sahip misiniz? İçinizden bir tapınak şövalyesine sorun, ahşap kapıya bıçağımı hayvan gibi bağırarak saplamışlığım vardır. Çekilin önümden. “
Birbirlerine sözlerimin doğruluğunu terazide tartar şekilde bakan haç sembolü göğüslerinde ki, ağır metal zırhda taşıyan askerler sessiz konuşmaları bitmiş olacak ki başımın üzerinde kapıya ulaşamamam için çektikleri mızrak uçlarını geri bedenlerinin önüne çektikleri vakit yüzümde ki altın sarısı renkli peçemi çekerek, siyah uzun saçlarımı savurarak gururla gülümsedim.
“ İyi çocuklar aferin. “
Ben büyük odaya açılan büyük kahverengi ahşap kapıların altın kulplarına asılıp odaya giriyorken, askerler ise ardımda sarı renkli kaftanımın tülleri altından gözlerini birbirlerinin yüzüne bakarak deviriyorlardı.
Karanlık, nem ve sessiz fısıldaşmaların diller altında ki şaplatılma sesleri. Yüce efendinin odasına girdiğim vakit gözlerim inanılmaz bir karanlığın dibine çekildi, az önce koridor sütuncelerinin boşluk aralarından kum fırtınasının rüzgarı gibi dolaşan çöl ışığının parlak sıcaklığının aksine bu dört duvar arasında ki altın varaklı sunak kaselerinde ateş bir insan gibi öfkeyle kendini betimleyerek yanıyor, şamdan mumlarının kokusu, odanın duvarları boyunca gerilerek asılmış beyaz ince kumaş tülleri arasında ateş böceği gibi parlıyordu.
“ Efendim, günah çıkartmalısınız. Vücudunuzda ki çürükler daha fazla yaşamanıza izin vermeyecek gibi, günahlarla dolu bir küvet havuzunda tanrının huzuruna çıkmamalısınız. "
Gözlerim saniyeler geçtikçe karanlığa alıştığı vakit, odanın daha yoğunlukla mısır el yazması resimleri ile süslenmiş duvarları arasında yüce efendinin cüzzamla kaplı bedeni beyaz sargılar erkek hizmetliler tarafından birer birer söküldükçe gün yüzüne çıkıyor, yüce efendinin çürük deri kalıntılarını görmek istemeyen rahip Damasus oturduğu oturağa ters biçimde sırtını dönerek efendimizle arasına çekilen ince beyaz kumaş arasından konuşuyordu.
“ Asla, senin gibi ahmaklar bilerek yaptığı günahlarını kendi vicdanlarını rahatlatmak için günah çıkartma diye fanatiklik yaptığı sürece asla. “
Altın sarısı kaftanımın ince tülleri odanın taş mermeri üzerinde bir kaç adım atarak yüce efendinin, hastalığının boyutunu görme gerçeği ile baş başa kalırken kınalı ayaklarıma dolanıp beni bu görüntünün cehennem ızdırabından sökmek için yavaşlatıyordu sanki. Bir kaç küçük adım ve, Cüzzamlı maskeler ardına gizlenemeyen çıplak, tamamıyla kendisi olan Baldwin karşımdaydı.
Elbisemle aynı renkte olan altın kaselerin yuvarlak kubbelerinde yanan ateşin sıcak gölgeleri, derisinin dahi kalmadığı erkek hizmetlerinin vücutlarına bulaşmaması için haşema ve yüzlerine peçe çektikleri eldivenli elleriyle sargıları teker teker her bir vücudundan sökmelerinde teni büyük yara obruklarıyla kanamaya başlıyor şifacıların ellerinde pansuman yaptığı beyaz pamuklara çürük derisinin kan izleri yetmiyordu bile.
“ Yüce efendim? “
Gördüğüm teninde ki büyük yara kanlı çürük obruklar bir kaç saniye içerisinde gözlerime yaş verdi, bedenimi sıkarak her zaman bastırmaya çalıştığım sıcak damlalar esmer tenimde iz çizerken sunak ateşlerinin sıcak kırmızı, turuncu renkli gölgeleri gözyaşlarımı aydınlattı.
“ Çıkın dışarı! “
Az önce ki odanın hiyeroglif altın işlemeleri arasında sunak ateşlerinde eriyen kırılgan sesimin yerini, gördüğüm cehennem manzarası üzerinden şoka sürüklenerek acımasız bir ezgi çıkardı. Vücudunda cüzzamı bugüne dek kusursuzca gizleyen beyaz bandajları sökmeye çalışan erkek hizmetliler, yüzlerinde ki hastalıktan korunmak için taktıkları peçeleri elleriyle yüzlerine daha da korkuyla bastırarak gözleri fal taşı gibi açılıp kapanırken sesimle odanın içerisinden bir toz bulutu gibi kayboluyor, şifacılar ise odanın diğer avluya çıkan bölme kemerli duvarının altından avlunun loş meşale ışıkları altında ki zifiri karanlık içerisinde siluetlerini siliyorlardı. Hemen ardından ise, en son rahip Damasus onları takip ederken odanın sessizlikle çalkalanan sesliliğini sunak kaselerde yanan ateş dolduruyordu.
“ Beni Hazreti Ali’nin çaresizliğine bırakıp gitmeyecektiniz hani? “
Burnumu gözyaşlarımla birlikte seslice içime çektiğim vakit, her zaman yüzünü gizleyen metal maskesi olmadan ilk kez bu denli onun karşısında duruyordum. Vücudunu sıkıca sarmalayıp hastalığı gizleyen beyaz bandajlar yoktu, vücudunda özellikle kollarında ki büyük ateşte yanmış gibi oluşan yara obrukları ve bazı küçük kemiklerin beyazlığını görecek kadar derisi cüzzamdan çürümüş olan göğüs kafesi vardı. Yüzünün sol dudak ve çene kısmını hâlâ sarmaya devam eden bandanalar, altın sarısı renkli saçlarını özgür bırakmış ve mavi gözlerinin ince zarif uzun parmaklı her zaman beyaz eldivenleri altında gizlenen ellerini gün yüzüne çıkarmıştı.
“ Korkmuyor musun? “
Düşünmeden cevapladım.
“ Asla. “
Düşünmeden cevapladı.
“ Mahsa, sizin kutsal kitabınız da ne okudum biliyor musun? O vakit can çekişenin yanında bulunan sizler, elinizden bir şey gelmez. Sadece çaresizlik içinde seyredersiniz. “
Sustum, bahsettiği ayet o kadar yaralı yere tuzlu parmak bastı ki sadece tuzun acılığından yanmış burnumun ağrısı ile gözyaşları sessizce yuvarlanıp tenimde kaymaya devam etti.
“ Peygamber’in Hira’da ibadete kapandığını gören Mekke müşrikleri, “Muhammed Tanrı’sına âşık oldu” demişlerdi. Peki benim sizin için secdeye kapandığımı gören aynı müşrikler, ne diyecekler yüce efendim? “
Sözlerim sükut altın gibi, sunak kaselerinin alevine değerek eridiği saniye boğazıma bir kaç düğüm dizildi sanki. Tüm ailemi, annemi, babamı, biricik ikizim Beyhan’ı kaybettikten sonra bu çok ağır olurdu kendime gelemezdim. Yüce efendi tüm bu boşluk ipliklerini özenle yenileyip, tamir edip, sağlamlaştırırken şimdi tüm bağları koparıp gidemezdi.
Adımladım, çıplak ayak seslerimin kınalı topukları taş üzerinde iz bırakarak cüzzamla kaplı çıplak bedeninin, büyük yara obruklarına dokunmak için iyileştirmek için odanın altın renkli duvar işlemelerine adım seslerim sunak kaselerinde yanan ateşin odayı aydınlatmak için isyanla bağıran çıtırtıları arasına doluyor bedenlerimiz küçük bir boşlukta bir araya geliyorken bandajların hâlâ sarılı olduğu yüzünün açık yerlerinde ki mavi gözlerine bakıyordum. Sol gözü görme yetisini hâlâ geri kazanamayan sol kapalı, mavi gözünün cüzzamla kaplı göz kapağında kınalı parmak uçlarımı gezindirdim.
“ Tüm halk inancımı kaybettiğimi düşünüyor, adımı ağızlarına almıyorlar yasakladın korktular, sizi bir müddet göremedim günah dolu bir hayata tutsak edildim yüce efendim. “
Çiçek desenleri ince kına kalemiyle çizilmiş kınalı parmak uçlarım ile, cüzzamın bugüne dek 24 yaşına kadar etkisi altına bedeninin çıplak tenine dokundum. Aramızda ki boşluk çukurları, git gide daha da teninde ki bandaj altında gizlenen çürükler gibi çürüyerek toz haline gelip yok oluyor nefesim yara obruklarıyla dolu cildinin pürüzlerinde gezinip alt karın bölgesine doğru ilerlemeye devam ediyordu.
“ Kudüs çölünü geçene dek koruyucum oldunuz, keskin kenarlarımı zımparalamak yerine onları koruyup daha da cüretkâr hâle getirdiniz. "
Parmak uçlarım bandajlarla sarılı alt karın bölgesinde daha da ilerleyip, erkekliği üzerinde asılı kaldığı saniye geri çekildi. Bekledim, beni kendine almasını ve tamamen onun yüce Kudüs kraliçesi yapmasını bekledim artık onun tenine daha fazla dokunmak için bekleyecek zaman yoktu, düşman yoktu, ayin, rahip, papaz, din adamları yoktu.
“ Bırak sonuçları düşünmeyelim, sizi nasıl memnun edeceğimi gösterin...”
Ateş, altın sunak kaselerinde yanan ateş sözlerimin karşısında bir hiç oldu sanki. Aramızda ki gerilim enerjisi, hiyeroglif yazıların resimlerini müthiş bir gölge oyununda dans ettiriyor tüm Kudüs bu günah dolu kubbenin altında yeni bir günah işlenmesi için ayin yapıyordu sanki. Sözlerimde ki ateş buhutu zehirli dilinin dudaklarını yalayarak altın bileziklerimin yansımasın da gezinirken, aramızda ki bir kaç adımlık boşluğu şiddetle kapattı. Tamamen cüzzamla kaplı özgür teninden korkmadığımı gerçekten hissedip, inandığı vakit daha fazla karşı koyamadı. Sözlerimin ateş kırmızısı kaplı iniltileri gök kubbenin semasına yavaşça yükselirken, bandajların bir kaç parmağını sarmaya devam ettiği Cüzzamlı elleri altın renginde ki elbisemin açık bel kıvrımlarında gezinerek yutkunmamı sağladı.
“ Bırak bedenim çalışsın, acını yavaşlatsın. Bana durmamı söylemeyin yüce efendim, sadece üstte olmama izin verin ve ağırdan alalım. “
Dudaklarım, tenim ve dilim kuruydu. Bu özlem ateşi odanın içerisinde yatağın ahşap uzun koluna bedenimi, sargılarla kaplı bedeniyle araya sıkıştırdığı vakit daha da artarak ilerliyor kendimi ikinci kez Amed nehrinin kutsal soğuk sularının dibine atsam da sönmeyecek gibi duruyordu. Tıpkı, rüyamda efendiyle olan günah hatıralarının olduğu vakit sözler, gözler ve seks arzusu karnımın altından yükselerek müthiş bir ateş sıcaklığının mayhoş uyuşmasını bedenime yayıyordu. Kınalı parmak uçlarım Cüzzamlı göğsünün deri pürüzlerinde, gezinmeye devam ettiği saniye altın sarısı saçlarının dibine omzunun üstüne kurnazca sokularak fısıldamaya devam ettim.
“ Sizi istiyorum yüce efendim, eğer bu bir günahsa tüm bedeli boynuma. Çok mu fazla olur, habibi? “
|
0% |