@ursuula1
|
Her nerede olursanız olun, isterse tahkim edilmiş sağlam ve yüksek kaleler içinde bulunun ölüm mutlaka gelip sizi yakalar.
1185 yılı başları.
Saman ile çamurun harman edilerek taş yüzeyine elle sıvanmış kerpiçten yapılan, nişli halk evlerinin pencerelerinin kenarlarına Kudüs’te bir kaç gündür etkili olan rüzgâr kumların efendisi olarak onları yönetip yamaçlarına küçük kum tepecikleri dolduruyor kervan bedevileri ise bu yamaçlardan güneş altında pişerken ahlat saraylarına develeri ve atları ile ulaşmaya çalışıyordu.
Bir kaç gün önce bana tahsis edilen saray odasının penceresine tutsak olan bedevi kervanının, çöl yolu güzergahı boyunca yürüdükleri görüntü altın varaklı pencere kenarlarına sıcak güneş ışığı gibi doluyor ve odanın içerisinde ki karmaşayı benim onları izlediğim gibi izlemek istiyordu.
“ Rahip Damasus bugün efendinin sağlığının iyiye gitmesi için, ayin düzenleyecek katılmak ister misiniz? Sonuçta, yüce efendinin kadını orada bulunmalı. “
Yorgundum, ayna karşısında pahalı, kaliteli kırmızı kumaşlar içerisinde ki esmer tenim solgun ve göz altlarım günlerdir yüce efendinin cüzzam hastalığı daha da ilerlediği için her an bir hadise olacak korkusuyla uyuyamadığım için mordu. Vücudum da bir şeylerin değiştiğini hissediyor ve gün içerisinde çok az hareket etsem dahi yoruluyordum, keza bu yorgunluk yanında canım sürekli hurma çekiyordu.
“ Bu ziyaret yüce efendime olumlu katkı sağlayacaksa elbet katılırım. Hem insanlar görmeli ki, aşk din tanımaz. Belki böylelikle yüzyıllar boyunca Kudüs’te süren din savaşı bitmiş olur. Keza daha nice Beyhan’lar görmek istemiyorum. “
Kardeşim, ikizim. Mezarına aylardır giderek dua dahi edememiştim Tel Aviv çölünden bu yana, Kudüs’e geldiğimden beridir kardeşimin mezarına gidecek gücüm yoktu. 3 yıldır yaşadığım olaylar akıl alır gibi değildi, ruhum ve psikolojim o kadar yıpranmıştı ki geceleri gözlerime uyku girse dahi kardeşimin, ailemin ölümü ve İsmihan’ın ihaneti peşimi bırakmıyordu. Her geçen gün koynuma ve oradan da düşüncelerime yılanın toprağa oyulmuş yuvarlak inine sessizce girdiği gibi giriyordu.
“ Ama önce kardeşimin kabrini ziyaret etmem gerekli. “
Demir üstüne zümrüt, yakut ve altın taşların kenarlarını süslediği aynanın yansımasında ki yorgun kadına baktım. Şu an büyük Haçlı İmparatorluğunun Kudüs kraliçesi olabilirdim ama, karşımda ki aynanın yansımasıyla birleşen kız çok bitkindi. Emrime verilmiş tüm hizmetliler ayna karşısında ki yansımama hattinden fazla uzunca baktığım da, bir şeylerin ters gittiğini ve kendimle baş başa kalmam gerektiğine inanarak odanın ahşap kahverengi kapısından saniyeler içerisinde yok oldular sanki.
“ Beyhan, seni çok özledim. Sana sataşmayı, odamız da annemizin diktiği ağır döşek üzerinde her gece sohbet ederek tavanı izlemeyi, bahçemizin avlusunda babamdan gizlice kılıç kullanmayı öğrenmeyi, Şam tezgahlarından hurma aşırıp ceplerine doldurmanı ve sonra ağaç gölgesinde yemeyi çok özledim Beyhan. Neden bu kadar erken gittin yanımdan, neden bana müşrik olduğunu söylemedin? Sen neden korktun kardeşim benden, kim aklına girdi Beyhan’ım... “
Kardeşimin acısı beni içten içe yıllarca Kudüs’te Petra’da ve şimdi de ayna karşısında yiyerek delirtmişti. Yıllar önce Haçlı muhaberisinde binlerce ölü müşrik bedeni arasında, kardeşimin cansız bedenini görmek üstünden 3 yılda geçmiş olsa canımı yakıyordu. Aynanın kerpiç pencere içerisinden süzülmeye çalışarak gözenek gözenek şerit halinde beton yere, değen güneş ışıkları yansımasıyla birleşiyor ve gözlerimde ki acının yanaklarıma teker teker düşmesini sessizce izliyordu...
Kudüs çölü, Amed nehri yakınlarında ki hurma ağaçları.
Kuşluk vaktinin çöl güneşi sıcaklığını henüz kendi inine işlememiş, kubbesi altında ki Kudüs’te bedevi kervanlarının yolculuğunu, çölde ki çadırlarında pişen kumda kahvesini ve çeşitli dinlere mensup olan Pazar meydanında ki halkın günlük yaşamını izliyordu. Ben ise, bir kaç sıcak kumun ötesinde ki adımlar da kardeşimin yıllarca savaş verdiğim kabrinde toprak altında çürüyen bedenini izliyordum. Korktum, yıllar sonra kalbimde ve bedenimde rüzgâr iniltisi gibi gezinen ince korkunun varlığını hissettim. Adımladım, bacaklarım her bir sıcak kuma atılan adımım da titredi, kardeşimin burada huzurla uyumasını başardığım için gözlerim müthiş bir acının yangını ile doldu. Burnumun iç kemiği sızladı, ellerim, alnım ve saç diplerim terleyerek kaşındı. İki bileğime özenle dizilen altın bilezikler kardeşimin hurma ağacının altında ki toprağına dizlerim üstüne düşerek, dokunduğum vakit çöl sessizliğini birbirine değerek şıngırdamasıyla bozdu tabi. Kınalı parmak uçlarımı yıllar önce Şam’da ki köy evimizin avlusunda yaptığım gibi siyah saçlarını avuçlayıp kızması için karıştırdığım gibi toprağında öyle gezindim.
“ Kurudu gölgesinde oturduğumuz ağaçlar, geriye pek bir şey kalmadı. Sadece ben acı, ve senin kabrin. “
Kınalı ince esmer parmaklarımı toprağına daha da gömdüm, tıpkı yaşarken saçlarına yaptığım gibi.
“ Allah’a şirk mi koştum kardeşim? Seni, annemizi, babamızı öldüren kişilerin canını ben aldım diye mi bu acı? Günah dolu bir hayat seçmişim, ismimin Kudüs’te yasaklanması gerekiyormuş. Halk her meydan da böyle söylüyor, her gittiğim sokak başında bakışlarla yuhlanıyorum. Ben şirk koşmadım, Kudüs’ün bir köşesinde oturarak cezalarını çekmelerini bekleyemezdim Beyhan. “
Avuçlarımı dolduran kara toprağının sıcaklığı her bir sözümde ısrarla sıkmaya devam ettiğim de, daha da sıcak olarak avucum içerisinde ufalanarak toprağının üzerinde yeniden kendisine yer buldu.
“ Daha bu ceza burada bitmedi kardeşim. Yüce efendi hastalığı yüzünden bu dünyadan göçerse, Kudüs’te nefes almama kimse izin vermez. Özellikle tapınak şövalyeleri başta olmak üzere, müşrikler bile. Kendimi kraliçe olarak kabul ettirmek zorunda, canımı güvenceye almak zorundayım. “
Kınalı avuçlarımda ufalanan toprağı, cansız bedenini kaplayan toprağında yeniden birleştiği vakit bir kaç kilometre uzaklıkta ki Kudüs kent surlarının içerisinde yükselen halk sesinin neden olduğunu anlamak için, kardeşimin kabri ile vedalaşıyor ve sanki bu veda ilk değil ama son kez gibi hissettirirken meydanda yükselen sesler daha da hiddetleniyorken meydana doğru ilerlemeye başlıyordum.
“ Allahaısmarladık.”
Bir kaç gün önce Kudüs Sarayı.
“ Oğlunu bir an önce tahta çıkarmalısın Sibyyla, yoksa o Müslüman kız tahta varis verecek. “
Akşamın iniltisi kendisini çöl gecesinin loş ışık karanlığına bırakmadan önce, meşalelerin altında yeni bir plan doğuyordu.
“ Abinin iyiliği için bu Sibbyla, bu akşam yemeğinde o kızı görmedin mi? Tıpkı gebe gibiydi, oğlunun kaderini o kız belirlemeden sen belirle belli ki Şarlman’ın da bu gebelikten haberi yok gibi. “
Siyah demirlikler içerisine özenle yakılmış çıra ateşi rahip Damasus’un her bir sözüyle daha da, kendisine cüret bularak tutuşmaya başlıyor eski Kudüs kraliçesinin düşüncelerine zehir aşılıyordu.
“ Hem yüce efendimiz, abinizin günleri sayılı kalmış durumda. Acı, ama gerçek. “
Kız kardeş kendi oğlu ve kardeşi arasında ki iplik köprüsünde resmen asılı kaldı. İleriye doğru ahşap köprüde ki odun tahtalara adım atsa abisi, geriye doğru ki ahşap merdivenlere adım atsa oğlu. Kendi içerisinde ki çekişme de zaten günlerdir bitap düşen eski Kudüs kraliçesinin, düşünmekten solmuş yüzüne yeni bir solukluk eklendi. Rahibin baştan çıkarıcı sözleri, oğlunu abisi öldükten sonra yaşamını garantiye almak için tahta bir an önce çıkmasını sağlama düşüncesinin hengamesinde savruluyor Mahsa ise bu kutsal yola giden en büyük engel oluyordu...
Günümüz, Kudüs Pazar meydanı, akşamüstü vakitleri.
“ Bedevi Yakup ölmeli! Yakup ve dergah ölmeli! “
Kalabalık, ter, kan ve ağızlarından tükürük ile birlikte salgılanan isyan feryadları. Basık kemerli tavanın altından birleşen, Pazar meydanın beton yerine değen çıplak kınalı ayaklarım öğleden geriye anı kalan sıcaklığı koruyan mermere dokunduğu vakit yanarak geri çekildi.
“ Selahaddin Eyyubi dergahları kapatmalı! Yakup ölmeli! “
Çöl güneşinin öğle sıcaklığı hâlâ mermer beton Pazar meydanında kendini koruyorken, halk buna zerre aldırış etmiyordum tesbih boncuğu gibi sıra sıra dizilmiş kutsal toprakların gök kubbesinde batan güneşin turuncu, pembe rengi altında ki boşlukta isyan etmeye devam ediyordu. Tapınak şövalyeleri ve müşrikleri bir araya getiren halk bariyeri şeklinde kalabalığı geri püskürtmeye çalışıyor, ancak halk ağızlarında geviş getirerek tüküren koca boyunluk develer gibi ısrarla tükürüklü bağırmalarını devam ettiriyorlardı.
“ Bu müşriklerin dergahlarından bıktık artık! Bedevilerin bütün kervanı çölde yaşamalı, Kudüs’e ayak basmamalı! “
Bunaltıcı kalabalığın arasından sıyrılmaya çalışarak halkın birbirine sıkışmış teninin altında, bedenlerini ittirerek resmen etten havuzda meydana çıkmaya çalışıyordum. Ancak ben debelendikçe halk ısrarla daha da birbirine kenetlenerek etten duvar örüyor, görüş açımda ki meydan da iki tane kuma sabitlenmiş haç şeklinde ki çarmıhın çivi çakılmış odunları sütunlar arasında kendisini belli ederek meşale altında parlıyordu.
“ Açın yolu. “
Sesim, meydana gerilmiş çarmıhların haç işaretlerini aydınlatırken halkın bunaltıcı, yapışkan seslerinin uğultusu sesim karşısında baskılanarak kırıldı. Bu saçma hadiselerden, Hristiyanların, Müslümanların, Müşriklerin ve Yahudilerin yıllardır süre gelen hengame kavgasından çok sıkılmıştım.
“ Burada yöneten benim, efendinin kadını efendi oluyordu değil mi? Hristiyan yönetim kanunları falan, size bu kadar konuşma hakkı verdiğimi zannetmiyorum? “
Birbirine kenetlenerek etten duvar ören halk, sesim bir kılıç darbesi gibi eti yırtarak saniyeler içerisinde açtığı saniye meydana insan koridorundan küçük bir yolum açıldı. Kırmızı pahalı saray kumaşları esmer tenimin ince, kavisli kıvrımlarını takip ederek sıkıca sarıyorken koluma özenle saray hizmetlileri tarafından dizilen altın bilezikler her küçük adımım da şıngırdayarak ses çıkarıyor, boynumun boşluğunu yılan şekilli kolyem kaplarken ayak bileklerimde ki halhallar meydanın beton yerinin sıcaklığını takip ederek çarmıha asılmış iki bedevi cansız bedenine fısıldıyordu.
“ Bedevilerin burada yaşamasını istemeyen kadar, sizin de burada yaşamanızı istemeyen Müslümanlar elbet vardır. O zaman sizi istemeyen Müslümanlar da önüne gelen tapınak askerini çarmıha asıp ateşe vererek öldürsün, sizin buna hakkınız varsa onların da vardır değil mi? Sonuçta Kudüs hakları bir tek sizi kapsamaz, yüce efendinin barış politikası içerisinde tüm din mensuplarını kapsar diye özel bir kanun maddesi yazılmış durumda. “
Ela gözlerimin içerisine çekilmiş siyah sürme altından bakışlarımı halkın sessiz fısıltı iniltisinde, gezdirdiğim vakit dine mantıksal bir açıklama getirmem Kudüs meydanını sessizliğe bürümüştü.
“ Ne o? Kutsal bölgeye mantıklı bir açıklama sunduğum da tüm dinler, mensupları gibi saf dışı mı kalıyor? “
Tüm fısıldaşmaların şiddetli hengamesinin uğursuz iniltisi, yeniden kınalı parmaklar altında çalan çello tellerine basmış gibi siyah demirliklerin içerisinde ellerini daha da hiddetle uzatarak yanmaya başlayan meşale ateşi gibi yükselerek, ateşin kızgın parçaları meydanın kumlu ortasında çarmıhların ortasında dikilen bedenimin kırmızı kumaş eteklerine sıçradı.
“ Bu kadın dinsiz! İslam dahi bu kadını inancından kovmuş durumda, inancını kaybetmiş bir kadını yüce efendinin kadını olsa dahi kim dinleyebilir? “
Yıllardır özellikle son zamanlarda bu gibi söylentilerden bıkmıştım, tüm herkes efendinin dinine bakmaksızın onunla evlendiğim için inançsız olduğum düşüncesini her yerde dillendiriyor ben ise müşrik adamın dudaklarından dökülen sözlere meydanın ortasında orta parmağımı kaldırarak sessizce cevap verdiğim de, hangi dine mensup olduğunu bilmediğim adam sessiz cevabım karşısında şoka sürükleniyordu. Yeni hareketim karşısında şoktan bir kaç saniye dilsiz gibi sözleri kesilen halkın, fısıldaşmaları yeniden çöl vahalarında yükselen rüzgâr gibi meydanın dört bir avlu yanını saran mermer sütuncelerin boşluklarında yükseldi ta ki yüce efendinin varlığının ağırlığı sarayın, Pazar meydanına inen dik beyaz mermer merdivenlerin başında gözüne dek.
Ayin, efendinin sağlığı için akşam ezanıyla birlikte bir arada yapılacak Hristiyan ayininin gerçekleşmesine bir kaç zaman dilimi kalmıştı. Günlerdir, o günah dolu gecenin hatıralarından sonra yüce efendinin cüzzamla boğuşması daha da hiddetlendi. Lord Rodney’in cezasını bile veremeyecek duruma düşen Kudüs kralı, günler sonra, haftalar sonra kutsal kızıl toprakların altın kapılı beyaz merdivenlerinin meydana indiği yüksek merdivenli tepe de göründüğün de bütün halkın uğultu sesi, varlığının ağırlığında ezilerek kesildi.
Kudüs kilisesinin Batı Şeria yakınlarında ki katedral içerisinden ayin korosunun ince tiz sesi, yavaş yavaş meydanın sessiz çöl kum fırtınasının ince kumları arasına doluyor, yüce efendi beyaz mermer merdiven basamaklarını beyaz kumaşlı pelerini altında, Hristiyan haç amblemini göğsünde taşırken bacaklarının üzerinde güçlükle sabit durmaya çalışıyorken emrinde ki saray tapınak askerleri efendilerinin yere düşmemesi için büyük bir çaba sarf ediyordu. Merdivenin yüksek basamak ucunda yüce efendi Baldwin, aşağı halkın olduğu basamak ucunda ise basit bir Müslüman kızı ben. Öylece durdum, altınlar, pahalı saray kumaşları ile yüce efendiye yakışan kadın yapılmaya çalıştığım gerçeği ile çarmıhların arasında ki kızıl kum yamacında durmaya devam ederken aramızda ki bir kaç boşluk dik merdiven yokuşları yavaş adımları ile kapandı.
“ Yine kılıcınızı yanınızda taşımayı unutmuşsunuz hanımefendi. “
Dudaklarımın görüntüsünü kapattığını bildiğim ama yine de tepki vermekten, çekinmediğim yüzüme sözleriyle birlikte tebessüm kondurdum. Saraya hizmetçi kılığında girmeme yardım eden Müşrik adamın karşılığında bedenimi istediği gece, tıpkı beni o adamın esmer ellerinden kurtardığı zaman ki sözleri gibiydi sözleri.
“ Keskin dilim yeterli diye düşünmüştüm yüce efendim. “
Cüzzamın bütün bedenini sardığı yüzünün kusurlarını gizlemesi, ve köy halkının korkmaması için gri bitkisel motifli maskesinin ardında gizlenen yüzüne dudaklarını dahi içten içe çürüten gamzelerine bir tebessüm kondurdu, hissettim. Aramızda ki bir kaç adımlık yuvarlak kasnaklı meydanın toprağında, günden güne giderek bitkin düşen Cüzzamlı bedeninin görüntülerini kaplayan beyaz pelerinli kumaşlarında parmak uçlarımı gezdirdim.
“ Ayine katılmak zorunda değilsiniz, eğer kendinizi kötü hissediyorsunuz odanıza geri dönelim efendim, size Müslüman şerbeti yapayım, siz de bana Hristiyan aşk şiirleri okuyun her zaman ki gibi olur mu? “
Halk efendilerinin sağlığı için düzenlenen ayin şapelinde bulunmak için, birer birer meydandan ayrılmaya başlıyorken sütuncelerin üzerine asılan meşale ışıkları uğursuz bir hadise olacakmış gibi hiddetle yanarak sönmeye çalışıyordu.
“ Odaya dönmek ister misin Mahsa? “
Sesi, cüzzamlı yüzünü gizleyen gri bitkisel motifli maskesinin ardında boğuk, acı çeker gibi ve aynı zamanda sükunetle çıkmıştı. Tıpkı, mermer sütuncelere asılan meşale ışıkları gibi. Kutsal Kudüs’ün kızıl kumlu harç toprakları bugün farklı bir ezgi çaldı sanki, hava aynı anda sıcak, aynı anda rüzgarlı ve aynı anda sessiz ve sesliydi. Halk, tesbih gibi dizilen etten duvardan birbirini iterek ayin salonunda yer bulabilmek için yeni bir hengame ile sarsılıyor yüce efendi ise beyaz kumaşlar içerisinde ayakta durmakta git gide gözlerim önünde güçlük çekiyorken sol göğüs kafesimin etleri acıyarak sıkışıyordu sanki.
“ Tabi ki efendim, siz nereyi isterseniz oraya sizinle sorgulamadan gelirim. Bu nasıl sual? “
Tapınak askerleri yüce efendinin koluna merdivenlerden çıkması için destek olduğum vakit, efendilerinin bedeninden ve etrafımızdan uzaklaşarak ardımızda ki bir kaç adımlık uzaklıkta ki merdiven boşluğunda saray kapısının altın varaklı büyük kapılarına ilerleyen bedenlerimizi takip etti. Beyaz kumaşlı üzerine haç sembolü özenle iğneyle dikilmiş altın iplikler, kınalı avuçlarımı her bir merdiven adımında daha da sıkı sarıyor her bir merdivende yüce efendimin gücü git gide tükeniyordu. Kollarımın desteği altında her bir beyaz mermer üzerinde daha da kayarak giden, Kudüs’ün pembe, turuncu kaplı çöl güneşinin yarattığı resim altında ki gök kubbede özgürlüğüne kavuşmak istiyordu sanki.
Altın kulplu ahşap saray avlusunun bahçesine açılan kapının eşiğine bir kaç dik merdiven yokuşu kaldığı vakit, yüce efendinin bedeninin sıcak varlığı kınalı parmak uçlarımdan bir kumaş parçasının şeffaflığı gibi kayarak mermer beton yere düştü.
“ Baldwin! “
Hiç düşünmedim kendimi bedeninin hemen düştüğü mermer merdiven basamağına, bedenimi attığım vakit dizlerim üstüne çökerek gri maskeli yüzünün kumaşlarla sargılı başını yavaşça dizlerimin boşluğuna aldım. Nefesim boğazımdan çıkmıyor, kınalı ellerim kucağımda yatan bedeninin hangi yerine ellerimi koyması gerektiğini bilmeyerek titriyordu.
“ Çabuk kiliseden rahip Damasus’u çağırın çabuk! “
Saray altında çalışan tapınak şövalyelerinin baş kıdemlisi diğer şövalyelere emir verdiği vakit, askerlerin meydana inen dik mermer merdiven basamaklarından saniyeler içerisinde telaşlı inişlerinin, üzerlerinde ki zırhlardan dolayı halkın ayin salonuna gitmeye çalışan fısıldaşma seslerini bölüyor tüm halkın saray sur kapılarına çıkan dik merdiven yokuşuna, gitmek istedikleri güzergahı unutarak dikkatlerini benim, ve yüce efendimin acı dolu görüntüsüne çeviriyorlardı.
“ Baldwin! Yalvarırım aç gözlerini, bana verdiğin sözü tut Hazreti Ali’nin çaresizliğine bırakma dedim beni! Duyuyor musun! “
Beyaz kumaşlı eldivenli ellerinin bileklerini kendisine gelmesi için kınalı parmaklarımla ovuşturuyordum, çölün gök kubbesi sıcak güneşinin ardında bıraktığı batışını simgeleyen, turuncu, pembe gölgeleri bir kaç saniye içerisinde silinerek grileşmeye başladı. Kilisede yüce efendi adına düzenlenen ve gösterisi başlayan ayin dualarının sesi git gide meydanın kıyamet verici, zelzelesinde çalkalanarak İslam inancının şerefe alemlerinde hocanın okuduğu ezan ile birleşiyor tıpkı yüce efendinin bedeni, dizlerimde yattığı gibi iki din birbirini hoşgörü içerisinde kucaklıyordu. Tıpkı, iki farklı dine mensup aşığın kavuşması gibi, Kudüs’te yükselen ezan sesleri ve ona eşlik eden ayin dua sesleri hengamesinde çölün gök kubbesi uzun zaman aralığı sonrası griye boyayarak yağmur bulutları sarayın kerpiç sur duvarlarında yükseliyorken tepki bile veremiyordum.
“ Mahsa...”
Haykırdım, içimde yaşadığım olayın şoku üzerine saniyelerce içimde tuttuğum gözyaşlarımı yüce efendinin ismimi kubbe altında zikretmesi ile ağlayarak haykırdım. Dizlerimin boşluğunda ki güçsüz Cüzzamlı bedeni, saniyeler, dakikalar geçtikte kendini ölümün huzur dolu sessiz ninnisine bırakıyor, bu sessizliğe kiliseden yükselen ayin sesleri ve caminin şerefelerinden yükselen akşam ezanı sesleri eşlik ederken yıllardır Kudüs’ün kutsal topraklarına imkansız olarak baktığımız yağmur damlaları, sarayın kapılarına bir kaç basamak sonra açılan mermer merdiven basamağında ki bedenlerimizin üzerine yağıyordu.
“ Susun, konuşmayın nolur yüce efendim rahip gelecek bandajlarınız değişecek ve odanıza dinlenmeye gideceğiz tamam mı? Size bu sefer ben Müslüman şiirleri okuyacağım lütfen konuşmayın. “
Beyaz eldivenli ellerinin haç sembolü işlenmiş soğuk avuçları ile, kınalı parmak uçlarımı avuçları içerisine alarak sanki maskenin gerisinde kalan tüm son gücünü benim için harcıyormuş gibi sözler Kudüs’ün kutsal kızıl kum topraklarında sessizce döküldü.
“ Bana Müslüman şiirini burada okur musun? “
Gözyaşları esmer tenimde yuvarlak halkalar çizerek çenemin altında birikiyor, ezan sesleri ile karışık ayin sesleri tüylerimi diken diken yaparken çölün kubbesinde giderek toplaşan gri bulutlar yağmur zelzesiyle birlikte yanaklarımda biriken yaşları ısrarla silmek için kendisini daha da baskılıyordu sanki. Cüzzamı gizleyen gri maskesi ardından çıkan, sözlerine ağlamaktan dolayı boğazıma dizilen koca düğümlerden dolayı konuşamayacak şekilde başımı olumlu anlamda salladım. Biliyordum, sona geldiğini tüm benliğimle hissediyordum lakin bu yıllardır beklenilen gerçeği fırlatmak istedim, Kudüs’ün uçsuz bucaksız çölü içerisinde hapsetmek ve asla bulunmasını istemeyerek gizlemek istedim. Lakin, cüzzamın ölüm gerçeği ne Kudüs çölünde ne de ellerimle tutup fırlatacak kadar görünürde değildi. Dizlerimde ki boşluktaydı, kınalı ellerimin altında ki beyaz kumaşlar içerisindeydi.
“ Yufka yüreğim dolu şenlik kadehinin sevinciyle. Katı düşüncem sarhoş yükselişin şarabıyla. “
Dilimin altından inilti ile çıkan bu ses, bana ait olamazdı. Avcılar tarafından saray ziyaretinde yenmek için can damarımdan vurulmuşta ama günlerce köhne zindanlarda ölememişim gibi sesim yaralı, yorgun ve korku dolu çıkmıştı.
“ Sanki aşk dağı parlamış baktığım her yerde, başka bir evren sunar şimdi her çöl bana. Esenliğini açıklamaz öte dünyalar bana, ve derinliklerinde kayboldu şarkılarımın hepsi. İzin ver bana, izin ver de yitip kaybolayım sonsuzluğunda. “
Halkın korkmaması için cüzzamı gizleyen demir maskesini, ölümün korkusundan titreyen kınalı parmak uçlarımla zarifçe yüzüyle birleşmiş teninden demiri çektim. Beyaz kumaşlar altında ki göğsünde bezenmiş haç sembolü zorlukla nefes aldığı için, yavaşça kalkıp iniyor titrek nefes buğularının sesi ayin duaları ve ezan seslerinin içerisinde ruhumun deliklerine doluyordu.
“ İzin ver bana! İzin ver de kafa tutayım bulutlarına kanat çırpayım çöl güneşinin sıcağında...”
Halkın ayin salonunda yer bulabilmek için birbirini ittiği etten duvar karmaşası bir kaç saniye içerisinde dondu kaldı sanki, dik mermer merdivenlerin aşağı ucuna dizilmiş halk matem sessizliği cümbüşünde efendilerinin ölümünü izliyor, meşale ışıkları siyah demirliklerinden dışarı fırlayarak kutsal Kudüs’ün kırmızı kumlarında gök kubbeden dökülen yağmur damlaları ile acıyla sönüyordu. Tıpkı yüce efendimin, dizlerimin boşluğunda hayata veda etmesinin birden, keskin şekilde nefesinin sönmesi gibi.
“ Hayır! Hayırrrr, Hayırrrrrr! “
Kilisenin mozaikli bezenmiş renkli camlarından kent meydanına yükselen ayin sesleri, acı kulak ttırmalayıcı seslerimi içerisine aldığı vakit yüce efendinin yıllardır gerçekleşmesi beklenilen cüzzam ölümü, vuku buldu. 8 yıllık kısa yönetimin Cüzzamlı Kudüs kralı, 24 yaşında kutsal kızıl kumlarda acı dolu Cüzzamlı hayatına veda etti. Aşkın doğurduğu din karmaşası, savaşı daha da alevdirirken imkansız bir yeni aşk ögütünün ağıtını bir kaç saniye içerisinde tarihe yazdı. Henüz 24 yaşında ölüm tecelli eden genç kralın, Kudüs topraklarında yatan ölü bedeninde geziniyordu.
Varlığının sıcaklığı kınalı parmak uçlarımdan, cüzzamın yiyip bitirdiği beyaz kumaşlı pelerinin ardından terk ediyorken tüm halk aşağı merdiven ucunda Kudüs’e tarih yazmış yüce efendilerinin cansız bedeni önünde eğilerek ölüm saygısı gösteriyordu. Dudağım kurudu, ellerim üşüdü, sırtıma bir kaç saniye içerisinde büyük bir yük bindi sanki. Kendimi kervan devesi gibi hissettim, sırtıma yüklenilen yük o kadar fazlaydı ki ince bacaklarım bu fazlalık altında titriyor ağırlıktan çölde ki develer gibi bir oraya bir buraya savruluyordum ama bedenim değil ruhum. Tıpkı Hazreti Ali’nin canından çok sevdiği kıymetli eşi Fatıma’ya yaptığı gibi yüce efendimin kulağına eğilerek boğazımda bağırmak tahriş edilmiş düğümlerin sessizliği içerisinde fısıldadım.
“ Baldwin, Baldwin, ben Mahsa’yım, ben Mahsa’yım...”
Ben Ali oldum, ben bugün Fatıma’sının tabutunu taşımak için halka yalvaran Ali oldum. Ben Muhammed oldum, eşi öldüğünde “ Hatice’nin ölümü beni kambur yaptı. “ diyen Hazreti Muhammed oldum. Ben bugün Kudüs’ün gri çöl gökyüzü oldum, ben ağladım, ben yandım, Amed nehri boyunca hırçın ölüm dalgalarıyla sürüklendim ben. Geriye yalnızca Kutsal Kudüs topraklarının gri bulutlu gök kubbesi, meydanda halkın efendilerine gösterdiği saygı gösterisi ve bu ana eşlik eden ezan sesleriyle birleşik efendinin sağlığı için yapılacak kilise ayinlerinin sesleri üzerine bedenlerimizi yıllar sonra çöle yağan yağmurun yıkaması kalmıştı...
4. BALDWİN ANISINA
kudüs krallığı'nın 1174 ile 1185 yılları arasındaki hükümdarıdır.
onurlu kral. hastalığı, çocukluğunda bizzat eğitmeni olarak atanan surlu william tarafından, saray avlusunda baldwin ve arkadaşları birbirlerinin kollarını yaralayarak oyun oynarlarken, baldwin'in bu vahşi oyundan herhangi bir şekilde acı duymadığını fark etmesiyle ilk belirtisini vermiştir.
babası'nın vefatının ardından alelacele tahta geçmesi ve henüz 13 yaşında cüzzam teşhisinin koyulması ile birlikte soylular tarafından küçümsenmiş, kısa bir vakit sonra öleceği rivayetleri sarayda çoktan dolaşmaya başlamıştır. hatta bu sebeptendir ki 16 yaşına gelene kadar krallığa onun yerine kral naipleri atanmıştır. ve naipler, baldwin'in bu hastalığından dolayı ülkeyi yönetmekte zorlanacağını varsaydıklarından bizzat kudüs krallığı'nın rakibi selahaddin eyyübi'den barış talep etmişlerdir.
bütün bu olanlar, 4.baldwin'i kendini kanıtlama hırsıyla ve öfkeyle doldurmuş olacak ki tahta geçer geçmez ilk yaptığı iş eyyübilere savaş açmak olacaktı. hem de kaç bin orduyla? 5.000. tarihimize ait olsa övünmelere doyamazdık değil mi? 25.000'lik eyyübi ordusuna karşı 5.000 kişilik ordusuyla sefere çıkmış hırslı bir komutan ve kraldır 4. baldwin.
selahaddin eyyübi, karşısında 16 yaşında hasta bir çocuk olduğunun farkındaydı ve yaptığı hamlelere bakacak olursak onu ziyadesiyle küçümsemiş olmalıydı. zira, 4.baldwinin orduları selahaddin eyyübi'nin ordularını takip ederken eyyübi bu takip için sadece ordularının küçük bir kısmını geride bırakmış, kalan orduları ile de muhtemelen yine rakibini küçümsediğinden yapabileceği en büyük stratejik hatayı yaparak hali hazırda böldüğü orduyu yine 3'e bölüp kudüse ait ramla, arsuf ve lydda adlı 3 ayrı şehri kuşatmayı denemiştir.
bu fırsatı kaçırmayacak olan cüzzamlı kral, ilk başta geride bırakılan orduyu, daha sonra da şehir şehir bölünmüş orduları tek tek takip ederek hepsini yerle yeksan etmiştir. öyle ki selahaddin eyyübi'nin elinde muhafızlarından başkası kalmamış ve canını dahi zor kurtarmıştı.
rivayet olur ki eyyübi bu savaştan sonra muhafızlarına "işte şimdi karşımızda gerçek bir kral var" demiştir.
bu savaşın ardından iki krallık arasında gerçekleşen 5 savaştan 2'sinde cüzzamlı kral, 2'sinde de eyyübi galip olmuş, bir savaş ise sonuçsuz kalmıştır.
beni en çok şaşırtan o'dur ki, kerek kalesinde cüzzamlı kral'ın kız kardeşinin düğünü olacakken henüz ve bütün soylular davetliyken düğüne, 24 yaşındaki kral hastalığının ilerlemesinden ötürü yerinden kalkamamış ve kız kardeşinin düğününe gidemeyerek kudüste kalmıştır. bunu fırsat bilen selahaddin eyyübi, soyluları ve kralın kız kardeşini esir almak ve savaşı kolay yoldan sonlandırmak için kerek kalesini kuşatmış ve neredeyse kesin bir zafere yaklaşmıştır.
ama.. işte işin garibi burada. cüzzamlı kral, haberi alır almaz kudüsteki orduları ile son seferinin emrini verir ve hareket dahi edemeyecek kadar hasta olduğundan askerleri tarafından yatağı ile taşınarak savaş meydanına, savaşı yönetmeye götürülür. bu kazandığı son zafer olacaktı. çünkü kudüse döndükten bir kaç hafta sonra, henüz 24 yaşındayken, cüzzam'dan dolayı hayatını kaybetti 4. baldwin.
ne kadar ilginç değil mi? onur, vatan sevgisi ve hırs; ırk, millet, dil veya engel gözetmiyor. onurlu insan her türlü saygıyla anılmayı hak eder. yüzyıllar ötesinden saygıyla, cüzzamlı kral.
|
0% |