Yeni Üyelik
24.
Bölüm

24. Bölüm Izdırap Çölü

@ursuula1

Bu akşam rüyamda Çölü gördüm, Derdini ağlarken yanan bir muma; İpek saçlarını elimle ördüm, Ve bir kemend gibi taktım boynuma, Bu akşam rüyamda Çölü gördüm.

 

Beyaz mermere özenle işlenmiş merdiven basamaklarının parlayan cildini gök kubbeden, gri bulutlar altından düşen yağmur damlaları toplanarak aydınlatıyor dizlerimin boşluğunda cansız şekilde yatan sevdiğim adamın, sevgilimin, yüce efendimin beyaz kumaşlarla kaplı bedenini yansıması içerisine hapsederken sonsuza dek o basamağın yağmur tanelerinin yarattığı su görüntüsüne hapis edilmek istedim. Sadece ben, yüce efendim ve sevgimiz...

 

“ Yalancı! Hani beni Hazreti Ali’nin çaresizliğine bırakmayacaktın yalancı! Yalancı! Yalancı! Yalancı! “

 

Sesim, Kilisenin renkli mozaik pençelerinden kent meydanına yükselen ayin ve aynı zamanda caminin şerefelerinden ezan sesi yükselmeye devam ederken iki dinin kutsallığı içerisinde rüzgarla savrulan ince çöl kumları gibi savrularak ufacık oldu.

 

“ Kaçınılmaz son, yüce efendinin yıllar önce yazılmış kaderine elimizden bir şey gelemezdi. Yaşama devam etmesi yalnızca onun için daha çok acı demekti, 24 yaşında ölüm tecelli etmesi Kudüs’ü yasa bürüdü. “

 

Tapınak askerlerinin kilisede ayin düzenleyen Rahip Damasus’u alel acele çağırmaları üzerine, yaşlı rahip boynunda asılı ince demir zincire bağlı haç sembolü ile siyah peleriniyle sağ omuzumun ardında ki görüntüsü yağmurun damlalar şeklinde yağmaya devam ederek yansıma yarattığı merdiven basamaklarına doldu.

 

“ Tanrının katında huzur bulsun, eminim gelecek kuşak dinlerde dahi ismi ve Kudüs’e bıraktığı hayat hikayesi ile saygınlık görecek bir kraldır. “

 

Artık rahibin zikrettiği saçma sözleri duymuyordum, gözlerimi kapadım göz pınarlarıma çekilmiş siyah sürmeler yağmur damlaları esmer tenimle buluştuğu her vakit yanaklarıma bir gözyaşı gibi çizgiden yollar çiziyor yağmur damlalarından üşümüş, soğuk alnımı yüce efendinin başını dizlerimde sabit tutarak alnına yaslıyordum. Bir kaç saniye zelzelesinde ölümün kollarımda var olduğunun gerçeği göğüs kafesimde vuku bulurken, nefesimin titrek buğuları yüce efendimin ölüme ve cüzzamın çürüttüğü yüzünün erimiş et kısımlarının boşluklarına doldu.

 

“ Eğer inandığın din yüzünden cehenneme dahi gittiysen, seni bulmak için oraya geleceğim yüce efendim. “

 

Islak alınlarımız, tenlerimiz birbirine ilk kez bu denli cüzzam engeli olmadan buluşuyor, son kez veda ediyordu. Kudüs bugün yasa büründü, Kudüs bugün yeni bir tarih yazmak için kalemini ağlaya ağlaya diğer sayfaya çevirdi. Kudüs bugün Cüzzamlı kralını tarihe yazdı, Kudüs bugün barışını, huzurunu kaybetti. Kutsal toprakların yüce gök kubbesi dahi, efendinin ölümüyle şekillendi mevsimler bu ölümle tanrının ellerinde yeniden yazıldı sanki.

 

Kış ayı, Baldwin’in ölüm soğukluğunu temsil edecek, yüce efendiyle zamansız ayrılığımızın kırık soğukluğunu hissettirecekti. İlk bahar, yüce efendimle tüm din karmaşası ve karanlığı içerisinde olsa dahi, filizlenen aşkımızı, yaz ayının sıcaklığı ise birbirimizin özlemiyle 2 senemizin ve daha nice senelerin ölüm ayrılığı ile olan sıcak özlemini, son bahar ise, mermer merdiven boşluklarında yüce efendimle olan ölüm hatıralarının gözyaşları içerisinde ki matemini ve onsuz kalan yanımın nasıl kuruduğunu birer birer yapraklarımın nasıl yere düştüğünü fısıldayacaktı...

 

Gözlerim, gözlerim batarak yanıyordu. Dizlerim ne kadar üstüne bedenimle baskı kurarak oturdum bilmiyordum ama yanarak sızlıyordu. Siyah uzun saçlarım gökyüzünden nazikçe çöl güneşinin ışık süzmeleri gibi meydanın dört bir yanına dökülmeye devam ederken ıslanıyordu. Etrafımda bir şeyler oluyordu, kimileri telaşlı şekilde fakir kastların yaşadığı ara köhne mahallere koşarak kaçıyor, ardında ıslak yağmurla oluşmuş çamurlu toprak birikintisine çıplak ayak izini bırakıyordu. Kimisi, merdiven basamaklarına teker teker tırmanmış yanında ki akrabasına veyahut tanıdığının kulağına bir şeyler fısıldıyor ben baygın ve acının ruhuna işlenmiş acımasız gözlerimle baktığım vakit kafasını başka yöne çevirerek kaçınıyordu.

 

“ İsmimi hatırlar mıydın, seni cennette görseydim? Elimi tutar mıydın, seni cennette görseydim? Hayye ale’s-salâh, Hayye ale’s-salâh. Hayye ale’l-felâh, Hayye ale’l-felâh...”

 

Ezan ve ayinin sesleri, hâlâ Kudüs’ün Pazar meydanında birleşerek sarılmaya devam ederken bacaklarımın arasından, uyluğumun içerisinden mermer beton yerin yağmur soğukluğunun içerisine akan sıcaklık hissettim. Sanki, sanki içimde bir şeyler yaşıyormuş ta parçaları ısrarla içimden sökülüp alınıyor gibi bir sıcaklık. Ürktüm, dizlerimin arasından çörten delikleri gibi ince çizgiler halinde mermer ıslak yere yol çizen o sıcaklığı bakmaktan ürktüm, ürkekliğin verdiği cahillik ile saniyeler içerisinde bacaklarımın arasında ki sızıntıyla göz göze geldiğim vakit pıhtı şeklinde kan damlaları kendisini açığa çıkarttı.

 

Kan, pıhtı şeklinde gelen kanları Şam kentinde ki köyümüzde, köylü kadınların gebe olduğu vakit böyle olduğunu biliyordum. İnanmadım, gerçekliğine inanmak istemedim günlerdir kendimi yorgun hissetmem üzerine sürekli hurma yemek isteme hislerim, anlamsız sırt ağrıları ve durduk yerde gelen karın ağrıları sebebini gün yüzüne çıkardı. Yüce efendinin cansız bedeni, altın gibi sarı saçlarının hareketsiz betimlemesi dizlerim arasında ölüme değilde uykuya yatmış pozisyonda kendisini korumaya devam ederken aile olacağımızın gerçekliği ölümün soğuk kıyılarında kayaya dalga olarak sert biçimde vurdu.

 

“ Beni, bizi yüce efendinin yokluğu ardında Kudüs topraklarında yaşatmazlar. Bunu çok iyi biliyorum yüce efendim, bu yüzden gebelik ortaya çıkmadan kaçmam gerekiyor. “

 

Veda, cansız bedenine dahi 2. Vedam kutsal toprakların soğuk din savaşları oluyorken, kralın basamak basamak sokak aralıklarına yayılan ölümünün haber zelzesi hengamesini fırsat bilerek, cüzzamdan son zamanlar da giderek daha çok çürüttüğü ellerinin et obruklarını saklayan beyaz kumaşlı sağ elinin cansız bileğinden kınalı parmak uçlarımla tutarak kimsenin görmemesi için saniyeler içerisinde karnıma koydum.

 

“ Geri döneceğim Baldwin, her ne olursa olsun...”

 

Bir kaç gün sonra, Kudüs Toprakları Krallığı

 

Yılan, Frig gamilerin ahşap bambu odunlarına oyulmuş deliklerinden çıkan sesler siyah derili yılanı bir dansöz gibi kıvırtarak dans ettiriyor efendinin ölüm haberi yıkım toz bulutu gibi Kudüs’ü ve Kudüs’e bağlı yerleşim bölgelerini kasvete, kafa karışıklığına, din savaşına yönlendiriyordu.

 

Kabus gibi bir kaç gün önce vuku bulan Kudüs akşamının çöl batımında gerçekleşen hadisenin, henüz ağır yükünü üzerimden atamamakla birlikte kendime bu saraydan, kutsal topraklardan dört duvarlı altın sunak kaselerinin ateşi gölgesinde kaçma planları yapıyordum. Artık kendimi değil, içimde benimle birlikte yüce efendiden geriye kalan sıcak varlığı düşünüyordum.

 

“ Önce Beyhan, sonra annem, babam, İsmihan’ın ihaneti ve sonra yüce efendinin ölümü. Tüm bu kabuslar kısa süre içerisinde nasıl gerçekleşti Allah’ım, ben sana ne yaptım? Ne yaptım da cezamı böyle kılıp, bana sınav yapıyorsun? “

 

Odanın köşelerinde gecenin matem karanlığını aydınlatmak için iki köşesine konulmuş, altın kaselerde yanan turuncu ateş sözlerimden, isyanımdan sonra daha da canlı parladı sanki.

 

“ Petra, Petra’da ki rahip kılığına gizlenmiş Müslüman bedevisine mektup göndermeliyim. Beni de, oranın halkına kamufle edip çocuğumu doğurmamı sağlamalı. “

 

Altın kaselerde yanan turuncu, kırmızı ateş gibi düşüncelerimin tozlu buhutunda yeni bir fikir yanmaya başlarken hemen zümrüt, yakut ve elmaslarla dizilmiş çalışma masamın üzerine çömelerek kuş tüyü kalemi siyah mürekkebe batırdım.

 

“ Kudüs’te bu soğuk din savaşı bitme hayallerine barış politikası ile kapılıyorken, yüce efendinin ölümü bozguna uğratıp hayalleri suya düşürdü. Kralın ölümü felaket getirdi, ülke ve ülkeye bağlı yerleşim yerleri her geçen gün ölüm haberiyle birlikte yeni bir din yönetimi aramakta. Bu savaş yalnızca erkekler arasında olacakken, geleceğin ve şimdinin kadınları, çocuklarının tarihini yazacak şekilde. Bu gerçeği benden daha iyi siz bilirsiniz, bir kaç gün ölüm dikkatinin dikenleri saraydan çekildiği vakit tapınak şövalyeleri beni yaşatmayacak farkındayım. İşte bu yüzden gelecek savaşları, felaketi topografik din çatışmasını önlemek için buradan kaçmama yardım edin lütfen. Cevabınızı Kudüs çölünün hurma ağaçları altında ki mezarın başında bekliyor olacağım. “

 

Kuş tüyü kalemim, sözlerimin sükutu bittiği vakit ince parmaklarımın arasından kayarak masanın demir boşluğu üzerine düştüğü vakit gözlerimi bir kaç saniye yuvasına gizleyerek derin bir nefes çektim. Petra’da ki bedeviye yazdığım mektubu özenle katlayarak göğüslerimin arasına sıkıştırdığım vakit cevabını bir kaç gün beklemek dahi ölüm gibi gelecek olsa da, beklemeye hazırdım lakin bir cevap dahi gelecek mi? Burası biraz şaibe doluyken gözlerim kuş tüyü kalemi koyduğum boşluğun yanında ki altın bileziğe takıldı ama mücevher olduğu için değil altının bilek iç kısmına denk geldiği yere ince demir ucu ile kazınan sözlerine.

 

“ Yüce efendisinden, eşsiz kadınına. MAHSA ŞARLMAN “

 

Karnıma bir yumruk atıldı, tüm ruhum sözleri okuduğum vakit bir darbeyle ağzımdan çıkarak benliğimi kaybettirdi sanki. Burnumun içi sızladı, ela gözlerimin siyah sürme çizgilerine yaşlar dolarak beyaz kavisleri ağlayamamaktan kırmızıya boyadı.

 

“ 16 yaşında Selahaddin’e karşı büyük bir zafer kazanmıştım. O an 100 yaşına kadar yaşayacağımı düşündüm, ama şimdi 30 yaşımı göremeyeceğimi biliyorum. “

 

Ve yeni bir hatıra dalgası daha, kıyıma vurdu.

 

“ Mahsa’nın değeri nedir ki? Hiç bir şey, her şey...”

 

Kınalı avuçlarımın içerisinde, sunak altın kaseler içerisinde yanmaya devam eden çıranın turuncu ışığı altında bilezik parlamaya devam etti.

 

“ Korkuyorum yüce efendim.

Neyden?

Gözlerimi açmaktan.

 

Sana söz biçiyorum, bugünden sonra kimse sana kibirli ama kendinden emin güzel gözlerini açtırmaya korkmayacak. Duydun mu Mahsa? Seni kadınım yaptığımda kimse Kudüs meydanında bakışlarını tehdit edemeyecek, gözleri gözlerine değemeyecek. “

 

Muhtemelen bu bileziği bana sürpriz olarak buraya bırakmıştı, bu kırılgan gerçek boğazıma düğüm oldu. Hediyenin getirdiği kırık hatıra parçaları, beynimde yeniden yapboz parçası gibi oturmaya başladığın da koca odanın altın bezemeli duvarları içerisinde nefes alamadım.

 

“ Bu nasıl bir aşk? Tıpkı Tanrıyı görmeden oluşan sevgi bağı gibi, bu nasıl bir sevgi yüce efendim...”

 

Kurudu tüm hurma ağaçları, çölün popüler hikayelerinde ki mecnun bir hiç oldu bu hikâyenin yanında. Odanın, bedenimle birleştiği boşluklara yayılan acım yetmedi taştı kahve renkli kapılar ardından. Kerpiçle sıvanmış dar koridorlar boyunca zelzeleyle, yüce efendinin cansız bedeninin haç sembolleri içerisinde bulunan mezar odasının duvarlarına damarın kırmızı çizgileri gibi yol çizerek hiyeroglif yazıların ateş altında hareket ederek parlayan süsleme işlemelerini kapladı.

 

“ Mahsaaaa Şarlman! “

 

Matemin sessiz kerpiç duvarlarının çamurlu surlarını birer birer elleriyle kesen ses, ismimin ağzında minnetle devenin dikenli kaktüs yediği gibi geviş getirerek uzattığı haz duygusunun doluluğu ahşap kapının ardında ki kündekari süsleme oyuklarına dahi korkuyla doluyordu.

 

“ Benim küçük, akıllı aynı zamanda ölümüne güzel yüzlü casusum neredeymiş? “

 

Koridorun duvarlarına asılmış meşale ışıkları, kapının altında ki boşlukta dahi titreyerek dans ediyor adımlarının yaklaştığını git gide anlıyordum.

 

“ Küçük casusu koruyacak yüce efendisi de kalmamış vah vah, ben demiştim lafını söylemekten nefret ederim ama, ben demiştim Şarlman. Cüzzamlı bir adamın korumasına nasıl aldanabilirsin ki? “

 

Hayır. Allah kahretmesin nasıl o hücreden çıkmıştı? Hangi asker, rahip ya da papa onu özgür bıraktı bilmiyordum ama tek bildiğim şey gebe olduğumu öğrenirse çocuğumu canlı canlı içimden söker alır beni ise bu acıyla baş başa bırakırdı. Çöl gecesinin ateş böceklerinin sessiz korosu, sükunetle odanın kerpiç penceresinden içeriye doluyorken odanın altın sunak kaselerde aydınlanan hiyeroglif yazılarının üzerine yapışan tatsız atmosfer tam tersini yansıtıyordu.

 

“ Ben kimseye sığınmadım, yüce efendi tamamen sevgisinden koruma içgüdüsü ile yaklaşmıştı. Bugüne dek kendi başıma var oldum, bundan sonra da öyle yapacağım Lord Rodney. “

 

Kahve renkli odundan yapılmış kapının eşik boşluğunda ki koridor duvarlarına asılmış, meşale ışıklarının titrek dans gösterisi son buldu bir kaç saniye sonra odanın içerisinde olacağını anladığım vakit kapının altın kulplarına sertçe asılma sesi geldiğinde, iki kapakları da sağ ve sol duvara hiddetle çarptı.

 

“ Kudüs kralı ölmeseydi olacakları düşünüyorum, saray avcıları beni canlı canlı çöl tepesinin üzerine atıp büyük şahinlere yedirecekmişti. Baldwin cüzzamlıydı, ama bu muhteşem ölümümü senin için tasarladı. Bu kadar iyi bir zekaya ve stratejiye sahip olan birisini, ancak cüzzam alt edebilirdi. Şimdi senin avcılar tarafından yakalanman üstüne itibarımın Tel Aviv’ de düşmesi üzerine tutsak edildiğim haberleri bu düşüşü hızlandırdı. Seni, yüce efendinin kadınını ve tahtın varisini tutsak ettiğim vakit bana kaybettirdiğin itibarımı veya daha fazlasını almış olacağım. “

 

Varis? Hayır, nereden biliyordu kimseye dahi hissettirmemişken karşımda ki basit bir Lord kahin olamazdı öyle değil mi.

 

“ Bu gibi saçma hayallere, hücre de kaldığın günlerce aklını kaybettiğine inanırım. Zira, itibarın hiç bir zaman var olmadı ki, yeniden yükseliş kazansın. “

 

Sözlerim kibirli ama kendinden emin yüzüne tokat gibi çarptığı vakit, odanın iki duvar köşesinde altın tepsiler içerisinde yanan ateş pencereden gelen rüzgarla sönüverdi. Daha neyin ne olduğunu anlamlandırmaya çalışıyorken, halkın birbirine karışan sesleri ve peşi sıra gelen kılıçların demirlerinin birbirine değme sesleri ben ve Lord Rodney’in arasında ki boşluğu doldurdu.

 

Odanın kerpiç yamalı penceresinden içeriye ay ışığı gibi süzen halkın öfkeli sesi, Lordun tüm dikkatini üzerimden alarak sesin geldiği yöne kaydırırken bu anı fırsat bilerek odanın diğer ikinci kapısından dışarı rüzgâr gibi fırladım. Sarayın mısır hiyeroglifleri ile süslenmiş altın işlemeli koridor duvarlarının arasında yalın ayak koşmaya devam ederken duvara asılmış siyah demirlikli meşale ışıkları ise bedenimin geri de bıraktığı hızdan dolayı rüzgâr olarak söndürüyordu. Bütün koridorlarda ki meşale ışıkları hızla sönmeye devam ediyor, sarayın sur duvarlarından gelen din karmaşası savaşının seslerine, karanlık koridorlar eşlik ederken ardımda birisinin beni takip ettiği gerçeği tüylerimi diken diken yapıyordu.

 

“ Mahsaaa! “

 

Sesinde ki ton intikamdı. Tamamen benim üzerimde faşist hayallerini gerçekleştirecek ve halka bakın ben yüce efendinin kadınını ellerimde böyle oynatıyorum diye göğsünü meydan da gere gere gezecekti. Sarayın altın kulplu büyük ahşap kapılarını birbirinin bedenine yüklenerek kırmaya çalışan halkın öfkeli sesleri, koridor boyunca koştuğum çıplak adım seslerimi doldurmaya devam ederken kutsal toprakların Sarayı git gide karanlığa daha da boğulurken gözlerimin önünü göremiyordum. Kınalı parmak uçlarımla duvar boyunca ellerimi gezdirmeye başladığım vakit, kapı arıyordum nereye çıkarsa çıksın umurumda değildi yeter ki beni halkın öfkeli gazabından ve Papa Reinhold’un varisinin ellerinden kurtarsın.

 

Göz gözü görmediği karanlığın siyah yapışkan ağdası giderek daha da çoğaldığı vakit, duvarın altın işlemeli hiyeroglif süslemeleri altında, elime sert bir odun parçası değer değmez karanlıkta bir oda bulduğumu anladığım vakit hiç düşünmeden sessizce sokulan bir yılan gibi kapının araladığım küçük boşluğundan içeri sıvıştım.

 

“ O kadın kafir! Ey ahali, Şarlman bir kafirdir! “

 

Yaslandım, ardımda ki kapının küçük boşluğu sırtıma yüklendiğim vakit gıcırdayarak kapandı. Günlerdir Baldwin’in ölümünden sonra Kudüs savaş içerisindeydi. Yahudiler, Hristiyanlar, Müslümanlar hepsinin tek ortak noktası beni günah keçisi olarak görmeleriydi, bu husustan o kadar sıkılmıştım ki günlerdir tuttuğum tüm duygular sarayın karanlık odalarının birisinde çöl gecesinin matem dolu din savaşı içerisinde vuku buldu.

 

“ Allah’ım bana yardım et. “

 

Sızlıyordu, sol yanım korkuyla sızlıyordu. Kendim için değil, bebeğim için. Her bir küçük nefes çekişte, savaşın köylülerin ellerinde meşale ışıkları tutarak ilan edildiği boğuk çıra ateşinin yangınında boğuluyordum sanki. Lord, tapınak askerleri ve halk beni bulmadan önce bu odadan dışarıya kaçış yolu bulmalı odanın içerisinde keskin bir şeyler aramalıydım.

 

Bir kaç saniye içerisinde düzensiz nefesimi kendimi sakinleştirmeye çalışarak düzene sokuyorken, gözlerim odanın karanlığına git gide alışmaya başlıyordu o kadar karanlığı sindirerek alışmış olacak ki gözlerim önünde odanın tam ortasında ki cesedi yeni fark ediyordum. Bu, yüce efendimdi.

Gri maskesi, onunla özdeşleşen gri metal maskesi mezar odasının kerpiç yamaç gövdelerinden dolan boşluğunda ay’ın parlak beyaz ışık süzmeleriyle birleşiyor ölümün nefesinin gezdiği Cüzzamlı bedeniyle, bedenimin arasında ki bir kaç adımlık boşluğu yatsı ezanının tüyleri diken diken eden sesi dolduruyordu.

 

“ İslam diyormuş ki “ Birbirini seven iki kişi biri doğu, biri batıda da olsa Allah onları mutlaka bir araya getirecektir. “

 

Bağırdım, içimden avazımın çıktığı kadar bağırarak ağladım. Ama tenimde tüm bu acının tam tersi, sessizlikte dolu bir kaç gözyaşı damlası gezindi. Efendimin cansız bedenine, her bir adımım da geçmişe fısıldadığı tüm sözler odanın karanlık köşelerinin süsleme işlemelerine doldu.

 

“ O bir hadis yani incil gibi bir dua yüce efendim doğrusu “ Allah birbirini seven iki kişiyi mutlaka kavuşturur. “

 

Yaşların birer birer daire çizerek yavaşça düşmesi hızlandı, tutamadım kendimi tutamadım hıçkıra hıçkıra ağladım. Sesimin tüm iğne gibi toplanan acılı iniltisi karanlık odanın altın işlemelerinden akarak, dar koridorların sönmüş meşale ışıklarının küllerine doldu. Yanmış, saatlerce yanmış ateşin külleri dahi sesimin karşısında bir kez daha yanarak karanlık duvarları aydınlattı.

 

“ Tanrına teşekkür etmeli miyim? “

 

Halkın din öfkesinin karmaşası sarayın karanlık koridorlarında gezinmeye başlarken, nefesimin titrek buğusu mezar odasının tek tük yanmaya çalışan sunak ateşlerinin umudunu söndürdü. Adımladım, karnımda ona ait bir yaşam taşıdığımı bilmeden ölümün güzel uykusuna teslim olan cüzzamlı bedenine adımladım.

 

Aramızda ki küçük bir kaç adımlık boşluk o kadar uzak geldi ki, tıpkı ezan ve ayin seslerinin bir araya gelmesi gibi. O kadar uzaktı ki, bacaklarım dünyanın bütün çöllerini dolaşmış yorgunlukla bocalıyordu sanki. Mezar kabrine özenle yeni beyaz kumaşlar sarılarak yatırılan bedeninin, ay ışığının mezar odasının aydınlatan ışığı altında parlayan pahalı saray kumaşlarının ince türlerinden kınalı ellerimi gezdirdim. Kiliselerin ayin çanları çalmaya başlıyor, halkın din karmaşasından sarhoş olan taşlayan ellerinin meşale ışıkları koridorları kapı altından aydınlatıyordu.

 

Uzandım, kabrinin ölüm yatağının yanına ölümün sertliğinin aksine bedeninin kuş tüyü ince çarşaflarının içerisine yanına uzandım. Beyaz kumaşlarla sarılmış ölüm yatağı, başının ucunda dikilen haç sembolü ve üzerimde ki beyaz kaftanımla birlikte nefes buğularının göğsünde hayat bulmadığını bilerek çürümüş bedeninin gövdesine başımı koydum. Korktum, ölü bir bedeninin canını acıtmaktan korktum. Sağ kınalı parmak uçlarım, cüzzamdan geriye yalnızca sağ elinin kaldığı karnına özenle yerleştirilmiş beyaz kumaşlı eldivenli elinin parmaklarına karıştı. Sarıldık, birbirimize mezar odasının ölüm gezen nefesinin karanlığında beyaz kumaşlar içerisinde sarıldık. Halkın kerpiç ince duvarlarından içeriye sızan sesleri, Lordun yaklaşan adım sesleri kapının eşiğinde belirmeye başlarken gövdesinin beyaz kumaşları içerisine başımı ve bedenimi daha da sokularak gözlerimi yuvalarına sıkıcı kapıyordum...

 

 

Loading...
0%