Yeni Üyelik
25.
Bölüm

25. Bölüm Mahsa’nın Mektubu

@ursuula1

Söz uçar yazı kalır.

 

 

1204, Kudüs Çölü.

 

 

Cümbüş, Kudüs’ün batı Şeria tarafında kalan çölün gök kubbesinde yükselen ateş topu incik gibi, renkli renkli kaftan giyinmiş kadınların kınalı çıplak ayaklarının altında ki ince kum tanelerinin pişirerek tenlerini yakıyor lakin Kudüs kadınları bu yakıcılıktan gram şikayet etmiyordu.

 

Simsiyah tıpkı saçlarımın rengi gibi olan atımın derisi bu sıcak yakıcı, parlaklık altında eyer iplerine kınalı ellerimle daha da sıkı sarılarak boynuna ufak vurmalarla hızlanmasını sağladığım vakit derisi terden parlıyordu. Özgürdüm, siyah yelelerin üzerinde, çölün içerisinde, gök yüzünün tepesinde özgürdüm. Annemden zamanında çok duymuştum, Baldwin ile küçüktük ama çok net hatırlıyordum. Dünya da ilk evcilleştirilmiş hayvan köpekti, en son ve zoru ise at. Lakin annem hâlâ atların tam olarak evcilleştirilmediğini ve özgür ruhlarının kolay kolay bir yönetim altına girmeyeceğini vurgulardı. Haklıydı, tıpkı kendisi gibi annem Mahsa Şarlman asla evcilleştirilemedi sonuna dek kendisi olmak için Kudüs’te, Kerakta ve Batı Şeria, İsrail oğullarına dahi kafa tuttu. Şehrin dört bir yanından gelen dinsel yorumlar ve bu direniş annemin ölümünü tarihe çok acı bir yazgı ile yazdı. Söz uçtu, yazı kaldı. Asla, ama asla o geceyi unutamadım. Bazı zamanlar Kudüs’ün kent Pazar meydanında halkın, tüccarların kendi aralarında yazdıkları efsaneleri duymaya başladım. Kudüs’e bağlı tüm çöller, vahalar annemin öldüğü gece kumların içerisine gömülen çığlıkları olduğunu konuşurlardı. Bu yüzden çölde artık ne bir insan, ne de bir bedevi geceleri yolculuk yapamıyor kervanlar geceleyin yolculuklarını erteleyerek sabah olunca yola devam ediyorlardı.

 

Amed nehrinin hırçın suyu artık mavi değildi, ellerimize aldığımız vakit avuçlarımızda artık berrak su yoktu annemin nehirde öldürüldüğü tarihten beridir yıllarca su kan kırmızısı, kızıl rengini aldı. Tüm Kudüs’e bağlı şehirlerde ki insanlar, bedeviler, yahudiler hatta Hristiyanlar dahi bunun bir lanet olduğunu ve Mahsa Şarlman’ın öldürüldüğü tarihten ötedir Kudüs’ün lanetlendiğini dillendiriyorlardı.

Durdum, ela gözlerimin pınarlarına gözyaşlarının tuzlu tadımsı varlığı dolmaya başlarken atı yönlendirdiğim eyer kemerleri kınalı avuçlarımdan kayarak, geçmişin yeniden çöl topraklarının kızgın ince kumlarında gün yüzüne çıktığı vakit karnıma bir yumruk yemiş gibi hisse kapıldım. Kudüs’ün çarşı meydanına satış yapmak için incik boncuğu gibi sıra sıra, arka arkaya dizilmiş bedevi kadınların başları üzerinde ki örtü de taşıdıkları çömlekler güneşin parlak rengiyle seramiklerini daha da parlatıyor kadınların daha yeni işitmeye başladığım çöl şarkıları güneşten pişen ince kumların arasına doluyordu.

 

“ Hangi yolcu acıyı koyar ki heybesine?

Ve hangi yolcunun katığı aşk ola,

Suyunu tuzlu, ekmeğini katran saya.

Cesareti var mı Kudüs’e gelmenin? Hem de; Yana yana...

Gizemin hamisi, akıl almaz hesabın aşkın sıcacık sesi.

Amed nehri raks eder bağrında Mahsa’nın sıcacık, çırılçıplak deli, deli.

Beyaz Amed, Mavi Amed rüya gibi.

Kavuşur o aşıklar, bir vahdet makamında gizli gizli.

Nefes nefese, çöl gibi ince ince, demli demli.

Kader’in bağrına sığınan titrek bir kuş gibi.

Kızın gözü yaşlı, avuçlarında duası.

Bir imkansız aşkıyla yüreği yaslı, Mahsaydı adı inkarı yok.

Baş kaldıran kadındı, adıyla maruf.

Aşkını bağrına, sevdasını ruhuna en derin kuytularına gizleyip

Yüce efendinin adıyla “ Rabbim al beni onun yanına. “ diyen.

Karanlığın göğsüne göğsüne gidip, bir nehrin vuslat yolcusuydu Mahsa. “

 

Karnımda ki tuhaf güçlü bir yumruk darbesi almışım gibi, devam eden ağrı Kudüs bedevi kadınlarının annemin aşk hikâyesine ve hayatına yazılmış musikiyle beraber katlanarak arttığı vakit çölün sonsuz ince kumları arasında dört nala koşmaya devam eden atımın eyerini daha da sıkı sıktım. Atın yönünün nereye gittiğini bilmeden, yalnızca bu musikiden uzaklaşmak bedevi kadınların annemin hayat hikâyesine ağıt yakmalarından sürgün edilmek istedim. Atımın eyer ipleri kınalı avuçlarımın içerisinde daha da sıkılaşarak kaymaya başladığı vakit, atın hızını kontrol etmekte güçlük çekiyor siyah saçlarım hayvanın hızından dolayı rüzgarla beraber savrulurken ardımızda müthiş bir toynak izi bırakarak çöl kumlarını toz toprak içerisinde tıpkı saçlarım gibi savuruyorduk.

 

“ Ne gördün Şarlman, yoksa yılan mı dolandı bacaklarına? Sakin ol kızım, sakin ol...”

 

Atımı sesimin ve sözlerimin sakinliğiyle sakinleştirmeye çabalarken, düşme düşüncesiyle beraber boynuna ve yelesine sıkıca sarılmaya devam ediyordum. Şarlman, hiç bir şekilde beni işitemiyor çölün ortasında ne gördüyse korkarak kaçmaya devam ediyordu hayvan hızlandı ben daha da sıkı sarıldım, hayvan daha da hızlandı ben oturduğum minder üzerinde kayarak boynuna tutunmaya devam ettim. Gözlerimi sıkıca yuvalarına kapadığım saniye, yere sert bir biçimde kapaklanacağımı çok net anladım. Bu yüzden bedenimin düşüşünü hafifletmek için atımın yelesine ne kadar hızlanmaya devam edip koşsa da tutunmaya devam ettim. Ancak hayvan ne gördüyse daha da korkarak iki ön ayağının üstünde şahlanarak beni bir böcek gibi, boynundan silkeleyerek yere attı. Sırtım ve başım şiddetle önce çölün sıcaktan kavrulmuş ince kumlarında yuvarlanarak, ardında iz bıraktı daha sonra ise soğuk suların göğsüne bedenimi tüccarların tezgahlarına atılan keten kumaş gibi atarak fırlattı.

 

Amed nehrinin bu sıcakta dahi çöl kubbesi altında buz gibi akan suyu, annemin canını acımasızca aldıkları suyun kırmızısı önce kıyafetlerimi daha sonra ise bedenimi şiddetle sarmaya başladı. Nefes alamadım, yüzüm suyun yüzeyindeydi lakin, ben annemin burada canını verdiği ve nehrin bu ölümden sonra kırmızı rengini almasının gerçeği ile nefes alamayarak bağırdım.

 

“ Yemin biçiyorum! Annemin canını alan Kudüs’ü yerlebilir edeceğim! Babam ve annemin aşkına asla izin vermeyen Kudüs’ü haritadan sileceğim! “

 

1190 Tel Aviv Çölü yakınları.

 

Kurban, din ve buna bağlı tüm dini tarikatlar tarih boyunca bir kurban arar ve en masumlarını bularak günah ipliklerini yıllarca birer birer özenle kurbanın boynuna dolarlardı. Tıpkı benim gibi, yüce efendimin ölümünden 5 koca yıl geçmiş olmasına rağmen Kudüs papaları ve müşrikleri beni günah keçisi yapmaya devam ettiler. Çocuklarımı, Mişa’yı ve oğlum 5. Baldwin’i alarak saraydan kaçmayı başardım. O gece, İslam efendimiz Selahaddin Eyyubi’nin sayesinde mezar odasında canlı kalmayı başarabildim, ama çocuklarımın canı daha doğmadıklarına rağmen tehlikedeydi. Bu yüzden asla çocuklarımı Kudüs’e babalarının ölümüne bile götüremedim, çünkü tüm halk yüce efendinin varisleri olduğunu duyar duymaz itiraz ettiler. Şam ve Kudüs, Hristiyanlar ve Müslümanlar önü kesilemez bir dinsel savaşa girdiler, Kudüs’ü almak için bütün her şeylerini ayaklar altına serdiler bu sıcak savaşın alevleri bana ve çocuklarıma sıçramaya devam etti savaşın boyutu o kadar büyümeye devam etti ki Kudüs’ün kabul edilmeyen kraliçesi olarak çocuklarımı tahta henüz 5 yaşlarındayken oturtamazdım. Yüce cüzzamlı efendinin kaderi böyle olduysa bile, bu kaderi bozmak ve çocuklarımın çocukluğunu korumak zorundaydım onlara bu kadar ağır bir yükü omuzlarına veremezdim. Bu sebepten ötürü, bütün herkesin dikkatinden kaçırarak yaşadığımız çölde ki bedevi çadırından dahi kaçmak zorundaydık kızımı ve oğlumu canım pahasına korumak zorundaydım.

 

“ Anne, yine kötü adamlar mı gelecek? Bu defa kaçmamıza gerek yok ben seni korurum. “

 

Sedir yatağı boşluğu altına sıkıştırdığım kılıcımı ve erzak bohçasını, çıkarmaya çalışmaya devam ederken Baldwin’in minik erkek sesi çadırın ve çöl gecesinin cırcır böceklerinin doldurduğu sessizliği bozarak içerisine daldı. Gülümsedim, oğlum tıpkı babası gibiydi gerektiği kadar konuşuyor, kimselere bilmişlik taslamıyor ve kimsenin dinine bakmadan onlara nazik davranıyordu. Altın sarısı alnına düşen uzun sarı saçları, çölün yakıcı güneşine rağmen süt rengi beyaz teni ve babasının cüzzamdan yüzünü sakındığı maskenin altında parlayan mavi gözleri gibi gözleri vardı. Ve, aylar önce ortaya çıkan miras kalan bir gerçek oğlum cüzzamlıydı.

 

“ Baldwin, sen sadece benim elimi sıkıca tut beni korumuş olursun tamam mı? Söz veriyorum bu sefer babanıza sizi götüreceğim ellerimi bırakmama şartıyla olur mu? “

 

Gülümsedim, gözlerim çadırın içerisine koyduğum şamdan mumların verdiği aydınlığı kadar gözyaşlarımı belli etse de dudaklarımın tam tersini belli etse dahi gülümsedim. Kızımı ve oğlumu rahatlatmak için, onları sakinleştirmek için büyük bir olay yokmuş gibi davranıyordum ama bu gece Kudüs’e gitmem ölümüm demekti biliyordum. Yapacağım, daha fazla kaçarak çöllerde bedevi gibi hayat sürecek gücüm yoktu.

 

“ Sen hep annemi ağlatıyorsun Baldwin! Babam, sana çok kızacak bir kere belki sadece beni görmek isteyecek! “

 

Ben aralarında ki her zaman olan çatışmaya girmeye vakit bulamadan Baldwin, ikiz kardeşi Mişa’nın siyah uzun saçlarını çekiştirmeye çoktan başladı. Bu halleri, bu görüntüleri o kadar Beyhan ve bana benziyordu ki ben karnımda yıllar önce o mezar odasında tek bir yaşam beklerken sürpriz yaparak ikiz doğdukların da Allah’ın bana kardeşimin acısını unutturması için bir mucize verdiğini düşünmüştüm.

 

“ Annemden gizlice develere, atlara binmeye çalışan sensin Mişa! “

 

1204, günümüz Kudüs çölü, Amed nehri.

 

Geçmişin izleri, Kudüs’ü ortadan ikiye kılıç darbesi almış gibi ayıran Amed nehrinin soğuk, kan kırmızısı suyunun bedenimi saniyeler geçtikçe sarmaya başlaması gibi düşüncelerimi sardı. O gecenin, unutulamaz kabus iniltileri nehrin soğuk suları kulaklarımın içerisini başım her suyun girdabı içerisine gömülmeye başladığı vakit kaplamaya devam etti.

 

1190, Kudüs Toprakları.

 

 

“ Varisleri Hristiyan yönetiminden sakladın Şarlman! Bu ne demek biliyor musun? Kudüs’ün yönetimini, tehlikeye attın. Selahaddin Eyyubi’ye İslam yönetiminin Kudüs’e gelmesi için yardım mı ediyorsun yoksa! Söyle Şarlman! “

 

Sibbyla, karşımda ki saray makamının gümüş sunakları altında ki masada Hristiyan yönetiminin istikbalini düşünerek bana bağırmaya devam ediyorken Mişa’yı ve Baldwin’i kaftanımın ardına alarak ellerimle omuzlarından tutarak sakınmaya başladığım vakit mavi gözlerinin bakışları bu hareketlerimi takip etti.

 

“ Sende bir annesin, ama tek farkımız sen oğlunu henüz 12 yaşında tahta çıkardın Sibbyla. Ben çocuklarıma bunu asla yapamam, yüce efendinin bu din savaşları yüzünden cüzzamla savaştığı yük altına çocuklarımı bile bile atamam! Çocuklarımın, çocukluğunu ellerinden alarak din savaşlarının cirit attığı tahta oturtamam. Ben, geçmişte yüce efendi yaşıyorken de başımı eğmedim, şimdi de asla senin sözlerine başımı eğmem. “

 

Çocukların bedenlerini kaftanımın tülleri ardına daha da gizlemeye devam ederken, yüce efendinin kız kardeşinin adımlarının sesi odanın yalnızca içerisinde ki sessizliği dolduran ateş çıtırtılarına eşlik etti.

 

“ Lord Rodney’in yönetimi altına Kudüs’ü bırakmayı kabul ediyorsun yani? “

 

Hiç düşünmeden cevap verdim.

 

“ Sen oğlunu düşünmüyor olabilirsin, ama ben oğlum hele ki cüzzamla savaşmaya başlarken böyle bir ateşe onu atmam. Umurumda değil, ister Kudüs’ü Lord yönetsin ister efendimiz Selahaddin Eyyubi. “

 

1204, Günümüz Kudüs çölü.

 

 

Sarı kumaşlı kaftanımın içerisine dolan Amed nehrinin kızıl renkli sularını, kaftanın kumaşlarından bir sağa bir sola çevirerek nehrin kenarında sıkmaya devam ederken burnumu içime çekiyordum. Atım hangi yöne gitti bilmiyordum ama, bu koca çölün vahalarında beni nasıl bulacak düşünemiyordum bile. Yalnızca kaftanın ince kumaşlarından her bir nehir damlası döküldüğü vakit, annemin seslerini beraberinde işitiyordum bu sesin hayali dahi kalbimde bir şeyleri kırmaya yetiyordu.

 

1190, Kudüs Çölü Amed nehri etekleri.

 

“ Ver elini hadi Baldwin koş oğlum “

 

Çocukların birisini kucağıma diğerini sağ elimle çekiştirmeye başladığım vakit, çocukları benden zorla alarak o tahta varis vereceklerini anladım. Lord Rodney’in acımasızlığını yıllar öncesinden tatmıştım bu zehirli yılan gibi sokan dillerinin ellerine, çocuklarımı zinhar bırakamazdım.

 

“ Mahsa! “

 

Lordun ismimi gecenin kubbesinde ki karanlıkta yankılanarak kulaklarıma fısıldadığı vakit, daha da hızlandım. Çölün ince kumları üst üste binerek hızlı hareket etmemizi yavaşlatma da usta olmaya başlıyor, ben ise kızımı kucağımda taşımaya devam ederken oğlumun kınalı avuçlarımda ki minik parmaklarını hızlanması için sertçe çekmeye devam ediyordum.

 

“ Şarlman asla kolay teslim olmaz unutmuştum, senin bu kaçma becerin o kadar güzel ki yıllar geçse dahi hâlâ paslanmıyor. “

 

Amed nehrinin batı ve doğuya bölünmüş akıntısının her iki yanını da kuşatan Lord, bana bir çıkış yolu bırakmamıştı. Şimdi sakin kalmaya devam etmeli ve akıllı sözlerle kurnazlık yaparak ellerinden sıyrılmalıydım.

 

“ Zavallı biricik Afrodit’in gidecek bir evi, bir yüce efendisi de kalmamış. Kudüs’te ki eski evini, dahi Tel Aviv’de ki bedevi çadırını dahi yaktırdım. Kudüs’ten gidecek, saklanacak, kaçacak yerin kalmadı Mahsa Şarlman. “

 

Kızımın küçük bedenini kucağımdan çölün yalnızca ay ışığının dans ettiği yumuşak ince kumların, üzerine bıraktığım vakit minik parmakları siyah uzun saçlarıma dolanarak kucağımdan inmek istemedi. Baldwin’in sağ avucumda ki minik parmaklarını bırakmaya aynı anda başlarken oğlum da sağ avucumun ellerine sıkı sıkı sarılarak lordun meşale ateşi tutarak bedenimi dört bir yandan tapınak şövalyeleri ile kuşattığı Haçlı, zırhı altında dizlerimin önüne geçerek kollarını iki yana açıp lorda minik erkek sesiyle bağırmaya başladı.

 

“ Annemi hemen bırak! Yoksa seni babama söyleyeceğim, anneme bağırdığını ve annemi ağlatıp korkuttuğunu da! “

 

Gözlerimin kenarlarına yaşlar burnumun direklerine dolarak süzülmek için yalvarmaya başladı, kurtuluş mektubumuz olan Selahaddin Eyyubi efendiye yazdığım sözlerimin bedevi çadırında yandığını öğrendim. İşte şimdi, gerçek anlamda çıkış yolumuz kapanmıştı. Baldwin’in beni korumak için minik kollarını iki yanına açarak benim ve kız kardeşinin önüne bedeniyle bariyer yapmaya çalışmasını, kucağıma alarak bozdum. Mişa’nın tapınak askerlerinin ellerinde uzunca tuttuğu mızrak demirlerinden ürkerek kaftanımın tülleri ardına gizlenen bedenini, de kucağıma aldığım vakit önce oğlumu daha sonra kızımın kokusunu içime dakikalarca çekerek kokladım.

 

“ Sizi şimdi yüce efendi bekliyor, önden gidin babanıza olanları söyleyin ben hemen geleceğim tamam mı? “

 

Gitmeyecektim, lordun ellerinden ölüm şerbetini içeceğimi çok iyi hissediyordum, biliyordum. Bu yüzden bu kabus gibi görüntüden çocuklarımı uzaklaştırmak zorundaydım, çölün korku iniltileri fısıldayan karanlık matemini yalnızca loş ay ışığı aydınlatıyor tapınak askerlerinin zırhlarını ellerinde tuttukları meşale ateşinin turuncu rengi aydınlatıyorken askerlerin zırhlı ellerine çocuklarımın minik varlıklarını verdim. Mişa ve Baldwin askerlerin kucağında her bir kuma iz bırakarak uzaklaşan adımlarla, benden zorla sökülüp alındılar. Evladından kopmak neymiş, annemin Kudüs’e gelirken ki çölde zikir çektiği sessizliğinin acısını şimdi anlıyordum.

 

Oğlum ve kızımın bakışları, askerlerin kucaklarından omuzları üzerinden bedenime taşarken, dayanamıyordum bu işkence tüm işkencelerin en üst katmanıydı ve ben o katmanın kumları üzerine düşerek yaralandım.

 

“ Rabbimden dilerim ki, çocuklarımı yönetime kurban ettiğiniz Kudüs sizin sonunuz olsun. Kudüs’ü kutsal yaparak insanları din çılgınlığına sürükleyen bu topraklar lanetten, acıdan başka bir şey vermesin size! Kudüs yansın, Kudüs yıkılsın! “

 

Bağırdım, gücümün artık yettiği son nokta yalnızca bağırmaktı belki müşrikler sesimi duyar, belki bedevi kervanından Selahaddin Eyyubi’nin kervanına denk gelirim diye bağırdım. Ama bu haykırış, yalnızca çölün cırcır böcekleri dolan sessizliği içerisine sızarak, ince kumların dibine saplandı.

 

Kafama hava alamayacağım bir ketenden yapılmış torba geçirildiği vakit, başımı direttim bir sağa bir sola kafamı sallayarak torbayı kafama geçirememeleri için direnmeye devam ederken el bileklerimi belimin ardında sabit tutmaya çalışarak bileklerime ince, ama sıkı halatlar bağlıyorlardı. Sesimin kafama geçirilen kalın kumaştan dolayı boğuk çıkacağını, hatta hiç çıkmayacağını dahi biliyorken bağırmaya devam ettim.

 

“ Yüce efendim! Kurtar beni, kurtarın beni...”

 

Bir umut, bir umut yine beni bir çöl gecesinin karanlığı içerisinden beyaz kumaşları altında kurtaracağına inanmak istedim. Tapınak askerlerinin koltuk altlarımdan tutarak ince kumlar üzerine sürüklemeye başladıkları bedenimin, hangi yöne gideceğini anladım. Ben Amed nehrinde boğularak öldürülecektim, sonumu çoktan planlayan lordun zafer kazanmışcasına gelen kumaşlar ardında ki boğuk sesine direnmeye devam ederek ayaklarımı çöl kumlarına sabitlemeye çalışarak sürttüm.

 

“ Ben şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur ve yine şahitlik ederim ki Hz. Muhammed (s.a.v) O’nun kulu ve rasûlüdür “

 

Şehadet getirdim, yıllardır ölümle nefes nefese savaş verdiğim gerçekle yüzleşerek kabullendim. Çölün ince kumlarına sabitlemeye çalıştığım bacaklarımı diretmeyi bıraktım, kafama geçirilen kalın keten torbanın deliklerinden sızan ay ışığına son kez bakarak gözlerimi yuvasına sıkıca kapattım. Ben, Mahsa Şarlman yalnızca ölüme ve Allah’a boyun eğdim. Bunun gururuyla başımı yine eğmedim, biliyordum bir kaç adım daha ve askerler zırhlı ellerinden kollarımı özgür bırakarak nehrin dibine atacak.

 

Bir kaç soluksuz adım daha ve askerlerin gecenin sessizliğine dolan ateş çıtırtılarının arasına dolan, zırh sesleri. Kollarımın altından çekmek için tuttukları boşluklar, Amed nehrinin soğuk suları ile beraber dolmaya devam ederken keskin bir çizgi sol göğsümün derisini soyarak derinlere çizildi. Kalbimin, sıcak varlığına dolan nehrin suları gibi soğuk metal darbe ile nefesim kesildi. Kafama geçirilen keten torbanın deliklerinden içeriye nehrin suyuyla beraber süzülen kan süzmelerim, nehrin toprak dibine bedenim battıkça yayılmaya başladı. Boğazımdan sıkıca bağlanan ince iplikler torbayla birlikte, suyun basınçdan dolayı gerilerek koptuğu saniye yanaklarımı soğuk nehrin sularına karışan kanım okşadı.

 

Kardeşime, anneme, babama ve yüce efendim’e kavuşmak için açılan nehrin dibinde ki kapının ahşap kanatları açıldı. Kalbime açılan delik, suyun basıncı ile dolmaya başladığı vakit canım bile yanmadı yalnızca ben, nehrin boğazıma dolarak nefessiz bırakmaya başlayarak git gide uykumu getiren soğuk suları ve kalbime açılan kılıç darbesi vardık. Kan süzmeleri bedenim dibe battıkça, yüzümün yüzeyin de bir sumak gibi yayılmaya başlıyor nehrin içerisini kırmızı rengine bürümeye hızla devam ederken, kılıç darbesiyle delinmiş kalbimin damarlarına soğuk su dolmaya devam ederken gözlerim yavaş yavaş uykunun ağıtlı kollarına teslim oluyordu...

 

1204, Günümüz Kudüs Çölü Amed nehri etekleri.

 

Kınalı avuçlarımın sağ eline dolan Amed nehrinin kızıl suyunu, canlı bir varlık gibi sıkıca sıktım. Ela gözlerimin üzerine sürülmüş mavi tozların altına çekilmiş siyah sürmelerim, gözlerime bu gerçekle dolan yaşların buğusu ile akmaya başladı. Nehrin eteğine kurulmuş bir kaç metre ötede ki sarayın, ihtişamlı sur duvarlarında bakışlarımı, ellerimde ki avuç boşluklarında nehrin kum tanelerinin üzerine düşen soğuk sularını ve damarlarım da gezinen intikam arzusunun kaynar kanlarını da alarak çölün ortasında, güneşin saçaklı sıcak kollarında yürümeye başladım.

 

 

Loading...
0%