Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm Amed Nehri

@ursuula1

De ki: “Kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm var ya, sonunda o, mutlaka gelip sizi bulacaktır.


Güneşin altın saçaklı elleri kapalı gözlerimin üzerinde salınan nemsiz rutubet kokulu rüzgârın içerisinde, titremeye devam eden kirpiklerimin uçlarını nazikçe okşuyor beni bu kabusun içerisinden almak için her yolu deniyordu.


“ Beni bul Mahsa. Beni ve ailemizi kimin kurban ettiğini bul kardeşim...”


Karanlığın içerisinde ki titrek meşale buğularının ışığı kapalı gözlerimin karanlığında dans ederek, kaşlarımı çatmama sebep verirken Kudüs’ün çölünde esen kum fırtınalarının rüzgarları kardeşimin sesiyle beraber kulaklarıma kum tanelerinin eteklerime dolduğu gibi doluyorken kendimi bir anda Kudüs’e geldiğimizden bu yana su doldurmak için kovamla peşine düştüğüm Amed nehrinde buldum.


Kardeşim, ikizimin başı bedeniyle beraberinde yerindeydi. Hayal mi görüyordum? Yoksa çöllere düşmüş mecnun vakası mıydı benimkisi?


“ Beyhan, yemin ederim onları bulacağım. “


Sustuk. Nehrin şiddetle çöl ortasından akan suyunun solunda ben, sağ hizasında ikiz kardeşim duruyorken ona dokunmak aylar sonra onun sesini duymak bir mucize gibiydi. Aramızda bedenlerimizi hiddetle ayırmaya devam eden Kudüs nehrine rağmen ona sarılabilmek için bir kaç adım attım, lakin suskunluk içerisinde ki bedeni bir deve yavrusu gibi ürkerek geriye çekildi.


“ Beyhan, mezarını deşip senin ölü bedeninden başını kesen kimlerdi? Yalvarırım söyle bana! “


Nehrin şiddetle akan suyunun kasırgasına sözlerimin dilimi yaktığı telaşla adım atmaya devam ettikçe, kardeşim daha da suskunluğa bürünerek ardında ki çöl havasının palmiye ağaçlarının gövdelerine daha da adım atmaya başladı. Ben yaklaştıkça, Beyhan uzaklaştı.


“ Zikret bana, seni öldüren kişileri buldum Beyhan! Onların canını aldım, peki başını kesen ya da kesenler kimdi? Söyle bana Beyhan! “


Ailemi, kardeşimi ve arkadaşımı kimin, kimlerin öldüklerini bulamamak sabrımı o kadar şiddetle sınıyordu ki, ben bu durumdan mütevellit daha da öfkelendiğim an nehir benimle uyum içerisinde dans ediyor ve duygularımın ayna gibi yansıması oluyordu.


“ Meydan da ne öğrendin Beyhan! Bu öğrendiğin şey müşrikleri hangi sualle ilgilendirdi. Neden Selahaddin Eyyubi’nin Krallığı altında yaşayan iki Müslüman müşrik seni öldürdü Beyhan! Sen ne öğrendin söyle bana kardeşim! “


Çölün ortasında akan soğuk girdabın aksine tenimde acı bir sıcaklık hissettiğim saniye, güneşin altın saçaklı elleri beni sonunda uyandırmanın yolunu buldu. Lakin, hissettiğim sıcaklık güneşin elleri değil, rutubet kokulu duvarlarda asılı siyah demirli meşalelerin ateşiydi.


“ Sen gerçekten delirmiş bir hatunsun. “


Başımda ki keskin ağrıya burnuma gelen acı yanık meşale kokusu eşlik ediyor, boğazıma küllerini doldururken vücudumun cansız gibi yattığı rutubet nemli köhne taşların üzerinden kalkmaya çalışıyordum.


“ Bu kadar uzun süre baygın yatmandan bir an için öldüğünü düşündük lakin, bu kadar dişli bir Müslüman kızın zindan demirlikleri altında kolayca ölmesi hikâyeye yakışmazdı değil mi Mahsa Şarlman? “


Tırnaklarım moloz taşlı dört bir yandan demirlerle sarılmış küçük odanın karanlığında kalan duvarlarına, beni uyandırmaya çalışan güneşin ışık süzmeleri özenle üzerine düşüyorken duvarda kendine ait bir yer bulup bedenimi kaldırmaya zorluyordu. Neden bu köhne dört duvar içerisindeydim bilmiyordum bile, tek bildiğim şey günlerdir damağıma su değmediğiydi. Dilim kuruluktan dudaklarıma dahi yapışırken ayağa kalkma savaşı vermeye devam ediyordum.


“ Ailen, kardeşin gibi bir gün sende acılar içinde öleceksin Mahsa. Cüzzamlı Kral’a çok güvenme zira onun saltanatı bitmek için günler sayıyor. Kral ölürse, dokunulmazlığın gider. “


Rüyaydı. Hepsi çöl gecesinde ben ve Cüzzamlı yüce efendi, Beyhan ve zikrettiğim hususlar hepsi rüyaydı. Her şeyin bir zindan aldatmacası üstünde kurulu olduğunu anladığım vakit, kendime gelmek için soluklanmaya çalışıyordum lakin Hristiyan Farsçası aksanına sahip süvari asker buna sözleriyle mani oluyorken daha fazla zikrettiği hususlara dayanamadım ve bedenimde kalan son gücümle demir parmakların dışında ki köhne duvarların arasında yanan meşale ateşlerinin dibinde duran, Haç işaretli forma giyen bedeninin boğazına demirlikler arasından yapışarak hiddetle pişkin pişkin konuşan bedenini salladım.


“ Yemin ederim senin canını gözüm kırpmadan alırım. Ben ne bir askerin ne de bir kralın korumasına kalmadım be adam! “


Askeri zırhına tırnaklarımı bir hayvan gibi geçirdiğim ve bedenini yakalarından tutarak sarsmaya devam ettiğim asker pençelerimden kurtulmaya çalışıyor ve yüzüme pişkin sözlerini köhne duvarlar arasında zikretmeye devam ediyordu.


“ Kral uyandığı için seni özgür bırakıyorum bunu aklına kazı bir daha krala yardımın dokunur, ölmesine mani olursan Hristiyan tarikatı ve Papa Reinhold’un varisi sana acımayacak Şarlman. “


Kaşlarım alnımda şaşırarak havada asılı kaldı. Kralın düşmanı Selahaddin Eyyubi değil, sarayın içerisinde geziyordu. Kendi süvari birliğinin askerleri dahi ölmesini bu kadar umutla beklerken, Cüzzamlı Kral öldüğü vakit Kudüs topraklarında oluşacak kıyamet alametlerini anlamamak pek zor değildi.


Günlerden neydi, o kabus gibi korkunç gecenin üzerinden hangi güneşler batmıştı bilmiyordum lakin, o gece Lord orada olmasaydı müşrik adamın tecavüzüne uğrayacağım gerçeği göğsüme daraltarak kuruyan dudaklarımın dilinin altına iğrenç bir tat bıraktı.


Günlerdir köhne rutubet kokan zindan duvarlarının karanlığına fark etmeden alışan ela gözlerim, Kudüs’ün kızgın güneşinin ışığıyla birleştiği an gözlerim acıyla çatık kaşlarım altından kısıldı. 2 Hristiyan tarikat askeri zırhları meydanda ki pazara inen saray stuko mermerli merdiveninde yankılanıyor, kollarımda baskı uygulayarak beni meydana atmak için çekiştirmeye devam ediyorlardı. Bu muameleyi kesinlikle ister Müslüman, ister Yahudi ve Hristiyan dinine mensup olayım haketmiyordum. Bu sualler altında demir zırhları Pazar meydanında şıngırdayarak ses çıkaran askerlerin yüzlerine tükürerek bağırdım.


“ Kralın düşmanları biz Müslümanlar değil ey ahali, saray kubbesi altında emrinde yaşayan kişilerdir! “


Kudüs’ün kutsal topraklarının meydanına sözlerim kerpiç duvarlarından sekerek tüccarların, ahşap tezgahlarına dolduğu vakit iki süvari asker değersiz bir çaput parçasıymışım gibi beni meydanın havuz boşluğunu dolduran toprak yere attılar. Avuç içlerim meydanın ortasında ki kumlu yerin taşlarına battığı saniye, içleri soyuldu. Gözlerimin pınarlarına gözyaşları kendisini belli etmeden dolduğu vakit, burnumun içi onları akıtamamaktan yandı başımın secde ettiği kumlu meydan yerinde hâlâ yatıyorken onları görmüyordum lakin, meydanda ki yaşlı kadınların, tüccarların ve müşrik çocukların bile bakışlarını üzerimde hissettim.


“ Bu o Müslüman kız Mahsa Şarlman “


Halkın meydanda birbirine karışan sesleri arasından bazı sözler özenle seçilmiş gibi sıcak vahanın altında bedenimde ki kumaşlar arasına dolmaya devam ediyordu.


“ İsrail oğullarından işittiğime göre krala aşık olması için büyü yaptı diyorlar. Yoksa Müslüman bir kız kim, Kudüs’ün yüce kralı kim? “


Bir başka yaşlı bedevi kadının sesi doldu.


“ Bende Yahudilerden işittim, ailesini Papa Reinhold öldürdüğü için intikam almak için kralı kendine aşık etmiş diyorlar. “


Canım yandı. İnsanların 3 din mensubunda ki kraliyet kubbesi altlarında böyle şeyler düşünmeleri ve zikretmeleri kalbimi kırdı. Meydanın ortasında ki biçimlenmiş yuvarlak şekilli kumun içerisinde ki, daireden toprağa sertçe atılmadan dolayı derisi yüzülmüş avuç içlerimi yeşil kaftanımın kumaşları arasına saklarken insanların gözleriyle karşı karşıya gelecek gücü içimde bulamadığımdan mütevellit hızlı adımlar ve, eğik başımla Kudüs’ün en fakir kastlarının yaşadığı mahalleme kerpiç duvarlı meydan koridorları arasından kayboldum...


3 gün sonra Kudüs Meydan Pazarı


Deve kervanları sulaklık yer bulmak ve develerini hurma ağaçlarının gövdesinde ki gölgede sıcaktan dolayı dinlendirmek için, iplerini bağladıkları ağaç gövdelerinde sıcak çöl kumlarına uzanmış dinleniyorlar kasır saraylarına giden Kudüs yolunda konaklıyorlardı. Avuç içlerim de yaralarımın iyileşmesi için sarılı beyaz kumaşlar değişimin habercisi olmak için, kanımla kendini boyuyor bandajları su doldurduğum kovayı evimin avlusuna taşırken avuç içlerimden sökmeye çalışıyordum.

Karmaşık olayların üzerinden bir kaç gün geçmişti lakin, Kudüs halkının dedikoduları ve dikkatleri üzerimden düşmek yerine daha da arttı. Kimisi benim sözlerini duymam için evimin kerpiç duvarla örülü avlusunun tepelerine çocuklarını salıyor, çocuklarından laf zikrediyor kimisi meydanda ki söylentileri daha da abartarak ben ve Kudüs’ün yüce kralı hakkında ki aşk dedikodularını alevlendiriyordu.


“ Yeminle bir gün o konuşan dillerini sıcak çöl kumlarına kesip gömeceğim. “


Odundan yapılmış su kovasının sedir boşluklarından avluya şıpır şıpır damlamaya devam eden kovayı, yaralı avuç içlerimin kanlı sargılarıyla beraber tuttuğum da ailemi öldürdüğünün damgasını ailemin kanıyla duvara kendi elinin baskısını resmeden papa Reinhold’un kerpiç alçıyla sıvanmış duvardan el izini suyu sertçe duvara vura vura çıkarmaya çalışıyor gözyaşları yanaklarıma akmak için yalvarırken kovanın ahşap sedir yerlerini avuç içlerimde daha da sıkı sarıyordum.


“ Mahsa abla koş! Meydan da meydanda! “


Beyaz renkli avlu duvarından kabus uyandıran ve gece rüyalarıma dahi girmeyi başaran kanlı el izini, suyla çıkarmaya çalışırken mahalle aralarında oynayan müşrik çocuğun güneşten yanmış esmer tenli elleri avlunun ağaçtan yapılmış odun kapısında meydana gitmem için kapıyı ayırıyor bense ne olduğunu dahi sormaya fırsat bulamadan ve akıl edemeden Pazar meydanına koşuyordum tıpkı kardeşimin Kudüs meydanında ki savaşa gittiği haberini aldığım gün gibi.

Koştum, sıcak kumlar çeltik pabuçlarımın altında acımasızca ezilerek ayak tabanına yapışırken, müşrik çocuk önde bende arkada bedenini takip ederek koştuk. Kudüs’ün Pazar meydanı her zaman kalabalık olurdu lakin, bu sefer iğne atsan yere düşmeyecek bir kalabalık vardı ve bu kalabalık kutsal toprakların sıcak güneşiyle birleşince bayılmamak için zor duruyordum.

Halkın iç içe geçmiş bedenini bir sağa bir sola, ite ite yalpalayarak bedenlerinin sıkışık karmaşasından kurtulduğum vakit rahat bir nefes aldım dedim ta ki, günler önce süvari Hristiyan askerler tarafından atıldığım yuvarlak kumlu yerde dikili mızrak ve o mızrağın ucunda kardeşime ait kayıp kafatasını görene dek.


Meydanın dört bir yanı stuko yaldızlı duvarlar işlemesiyle kapalıydı lakin, gök kubbesinin açık eteklerinden dolan ve çok nadir Kudüs şehrine sularlar veren yağmurun habercisi bu dehşet manzara üzerinden yükselerek gürledi. Şimşeğin beyaz kolları gök yüzünde küçükken kardeşimle Şam’da ki evimizin duvarlarına taş ile oyduğumuz çizgilere benzer çizgiler yayıyor yağmurun ince naif kolları benim ve meydanda ki mızrağın ucunda takılı kardeşimin üzerine yağıyordu.


Nasıl bacaklarımda yürüyecek güç buldum, nasıl aramızda ki bir kaç adımlık boşluğu bağları kopmuş şekilde yanan bacaklarımla adımlayarak kapadım bilmiyordum. Kudüs şehrine nadir yağan yağmurun kolları, duvarlarda asılı meşale ateşlerini söndürmek için ateşle acımasız şekilde oynuyor, kimini ilk dakikadan kurban ediyor kimini bu görüntüyü daha da acılı mateme bürümek için hararetle dans ettirmeye devam ettiriyordu. Kınalı parmaklarım ve yaralı avuç içlerimle, kardeşimin aylardır kayıp cansız başının soluk yanağına yaralı avuç içlerimi usulca soktum.


Kudüs halkının meydanda ki sesi ağlayamamaktan kendimi sıktığımdan dahi alnımda çıkan sıcak damarlarım, kardeşimin cansız soğuk alnıyla birleştiği vakit kesildi. Cansız başının alnıyla, alnım birleştiği saniye kınalı ellerim yüzünde gezinmeye devam ederek cansız kafatasına özenle fısıldadım.


“ Bu olayın başlangıcı burada değil Şam’da Beyhan öyle değil mi? Seni bulmak için, oraya gideceğim söz veriyorum kardeşim. Tıpkı sana yapılan gibi kellesini bu meydana dikeceğim. “


Meydanda ki insan bhuları kardeşimin cansız bedeninin başında ki kanlar mızrağın tutacak yerlerine kadar akmış ve kurumuş biçimde gördüğüm vakit, kayboldu. Ölüsüne bile saygı duymayan o katili bulmak için bu yolda önüme her ne geliyorsa feda edecektim, bu şey kutsal topraklara Kudüs’e veda etmek pahasına bile olsa bile.


Pazar Meydanında ki olaydan bir kaç saat sonra ki güne sabahı bağlayan gece.


Gecenin içerisinde ki cırcır böceklerinin sesleri Şam’a gitmek için hazırlanan evimin pencere kenarında ki, içerisine ve bedenime doluyor bir kaç saat önce ki acılı manzarada ki mızrak ucundan cansız başını çıkardığım ve gümüş tepsiye koyarak görmemek için üzerine bez parçası kapladığım başı evimin ortasında ki avlu da duruyordu. Bu görüntü midemi bulandırdı, birlikte büyüdüğümüz aynı anne karnında yattığım kardeşimin cansız bedeninin kellesi gümüş bir tepside evimin ortasında duruyorken günlerdir ağlamamak için kendimi sıktığım tüm duygularım evin sessiz avlusunun kerpiç duvarlarına vurdu.


“ Dayanamıyorum Allah’ım lütfen bana bir çıkış yolu göster. “


Geceyi aydınlatan ay ışığının süzmeleri evin ortasında ki gümüş tepside yatan kardeşimin cansız başı üzerinde ki, rutubetten sararmış beyaz kumaşlar üzerine yavaşça akıyor ışık süzmesinin içerisinde ki ev tozlarını beraberinde gösterirken gözyaşlarımı sertçe kendimi toparlamak adına yanaklarıma bastırıyordum. Kudüs’ün kutsallığı bana tecelli etmek yerine, çöl vahaalarının tepelerinde ki kabuslar etti.

Kudüs’e son kez veda ederken birisine de veda etmeliymişim gibi hissediyordum. Bu veda boğazıma bazı yutulamaz parçaların acısını takıyordu ki sanki, sanki topraklara veda değil ona veda ediyor oluşum içinde daha da önem ve anlamlı şeyler taşıyordu. Ama bu anlamlı şeylere bir şeyler yüklemek istemedim, eğer tüm bu olayların içerisinde yüklersem ona da bana da yazık olurdu.


Gecenin geç saatleri Kudüs’ün kutsal topraklarını inanılmaz korkunç bir sessizliğe bürüyorken, çöl topraklarından gelen dağlarda ki sis Pazar meydanında ki sütuncelerin arasına doluyor ve taş mermerleri görünmez bir bhuyla kaplıyordu.

Elimde ki su testisi gecenin sessizliğine eşlik eden ay ışığının altında şangırdamaya devam ederken, şehrin çıkış ve giriş noktasını belli eden büyük varaklı altın taç kapılardan bir kaç adım uzaklıkta duruyorken adımlarım sırtımın kumaşlarına değen sarayın altın işlemeli mermer duvarları arasında yatan birisine veda etmek ister gibi şehirden çıkmamak için kendini diretiyordu.


İçimde ki bu anlamsız ve çocukça istek yüzünden Hristiyan tarikatların ve 12 alem Müslüman cemiyetlerinin dikkatleri üzerimde gezinirken, ona veda edişim aptallıktan başka bir şey olmayacaktı lakin kendime hakim olamadım benden daha inatçı olan adımlarım süvari birliklerin az olduğu saray kanadının duvarlarına tırmanıyor askerlere yakalanmamak için parmak uçlarımda sessizce yürüyordum.


Mısır hiyeroglifleri yani mısır yazma sanatı olan resimlerin duvarları süslediği dar koridorlardan, sayısız meşale ateşinin aydınlattığı mermer köşelerden geçerek hizmetçi taklidi altında koridorlarda dolaşarak Cüzzamlı kralın odasını arıyor, o geceden beridir görmediğim istiharata çekilen Cüzzamlı bedenini tüm koridor kapıları ardında bulmaya çalışıyordum. Bazen yanlış kişilerin odalarına giriyor, ve alnımda ecel terleri boncuk boncuk dökülmeye başlarken ahşap kahverengi kapıları sessizce kapamaya çalışıyordum.

Koridorun sonunda ki büyük kahverengi ahşap kapılarını iki yanında duran palmiye bitkilerinin gövdelerine, koridorun sessizliğinde yankılanan taş mermer sütunları ezme adımlarını duyduğum vakit gizlendim.


Eğer yakalanırsam sarayın zindanından çıkmam bu kez bir hayli iki dinde ki mensuplarının dikkatleri bu kadar, üzerimdeyken kaçmak zor olurdu. Adımların daha da yaklaşmasından ürkerek kendimi palmiye bitkilerinin ardında ki büyük kahverengi ahşap kapıların ardında ki odaya attığım vakit peçe altında kalan ela gözlerimi minnetle ve korkuyla kapatarak soluklanmaya çalıştım lakin pahalı altın işlemelerle süslenmiş kumaşlar arasında ki yatakta Cüzzamlı bedeninin maske altında ki kapalı mavi gözlerini görene dek.


Koridorda saatlerdir gecenin bir vaktinde bulmaya çalıştığım beyaz kumaşların beraberinde, çürüyen bedenini saklayan maskesine uzandım. Günlerdir o gecenin savaşından ve Papa Reinhold’u cezalandırmaktan dolayı güçsüz düşmüş Cüzzamlı bedeni hâlâ kendine gelememişken demirden yapılmış gri maskesinin altında ki kapalı mavi gözlerine bakmaya devam ederken, çürüyen bedeninin özenle yatırılmış yatak kumaşlarına uyuyan bedeninin yanına oturdum.


“ Merhaba “ 


Siyah renkli kaftanımın yüzümü kaplayan siyah peçesi altından uyuyan bedenine sokulduğum vakit, uyanmaması için dilimin altında sessizce zikrettim. Beyaz kumaş eldivenlerin giydirildiği ellerini, yaralı avuç içlerimle karnına koyulan ellerinin kumaşlarını sıcaklığımla sardım.


“ Benim için yaptığın her şeye minnettarım ve saygı duyuyorum. Baldwin bu gidişin asla seninle bir ilgisi olmadığını bil. Meydanda çıkan hususlardan ziyade onlara dayanacak gücüm var lakin, kardeşimin üzerinde zikredilen şeylere dayanacak tahammülüm gücüm yok. “


Hastalıktan bitap düşmüş bedeni kuş tüyü yatakta ki kumaşların üzerinde sanki nefes almıyormuş şekilde, uyumaya devam ederken sözlerimin sessiz fısıltısı oda içerisinde yanan gümüş tepsilerde ki ateşe değerek eridi sanki. Eridiği saniye, gecenin karanlığını çöl kızgın güneşi ile almaya yemin biçmişken çürüyen bedenini saklamak için yapılmış beyaz kumaşlarla sarılı göğsüne uyanmaması için yavaşça başımı koydum. Yanında ki büyük boşluğa uzandığım vakit, ben ve Kudüs’ün Cüzzamlı kralı koca yatakta ki küçük boşlukta yan yana uzandık. Bedenlerimiz birbirine bu kadar temas ederken Müslüman kurallarını dahi hiçe sayarak bir kaç saniye daha ona veda etmek için böyle kaldım.


Deri hastalığından yani cüzzamdan dolayı çürüyen göğsünün kumaşları üzerinde başımı kalbinin olduğu, sol yanına daha da şefkatle sokuyorken gözlerimi kapamaya ve kollarımı bedenine canı acımaması için yavaşça sarmaya başladım. Siyah saçlarım ve başım gri maskesiyle kaplı çenesinin altında kendine özenle ayrılmış boşluğu doldurdu. Koskoca çöllerin ortasında ki vahada kalan Kudüs şehrinin Sarayında ki basit bir odada, ona veda etmek bu denli kalbimi kırmamalı bir şeyleri acıtmamalıydı.


Büyük kahverengi renkli ahşap kapıların altın şerefelerinde parlayan ateşleri bedenlerinin hareket etmeleriyle, dans ettiren süvari birlik askerlerinin adım sesleri odanın içerisine dolmaya başlıyorken veda vaktimizin geldiğini anladım. Siyah kaftanımın kumaşları altında ki kollarım göğsünü saran kumaşlarından tıpkı, siyah saçlarımın demir maskesinin olduğu çenesi altında ki boşluktan kayıyordu lakin, boşluk bedenimin doldurduğu hissiyatı yalvararak kendisine geri istiyordu.


Tüccar tezgahlarından bulduğum mal kağıtlarından birisine evde yazdığım veda mektubumu, kaftanımın ceplerinden çıkartarak yanı başında ki altın işlemelerle bezenmiş gümüş ayaklı çalışma masasının üzerine koyduğum da bizim için biçilen zamanın son demlerine yaklaşırken masanın üzerine koyduğum veda mektubum, kınalı parmak uçlarımdan kayarak zeminde yerini buldu. Bir kaç adım uzaklıkta hâlâ gri maskesinin ardında ki mavi gözleri kapalıyken aramızda ki boşluğu doldurarak gri maskesinin bitkisel işlemeli yüzeyine yani yanaklarına avuçlarımı doldurdum ve bugüne dek görülmemiş bir naiflikte demir maskesinin altında ki tenini okşadığımın hayalini kurarak çekiçle dövülerek yapılmış maskenin demir yüzeyinde parmak uçlarım zarif biçimde şekillendi.


Elbisemin yaka kısmının açılmaması için bağırımda ki kumaşları sağ elimle sıkıca tenime bastırırken, hareketsiz şekilde saray kumaşlarının içerisinde yatan Cüzzamlı bedeninin yüzünde ki çürük derileri saklayan demir maskesinin alnını küçük bir öpücük bıraktım. Bu küçük kısa ve aceleci öpücük ısrarla içerisinde çok şey barındırdı. Hristiyan askerlerin aceleci adımları kralı kontrol etmek için odanın ve gecenin sessizliğine dolan kırılganlığı şiddetli biçimde bozmaya devam ediyorken, ahşap kapılardan taç şerefeler açıldığı saniye geriye sadece demir maskesinin alnında bıraktığım veda öpücüğünün kimsenin bilmediği ve, asla bilemeyeceği izi oluşmaya başlıyor ve ardımda yalnızca Kudüs topraklarında ona bıraktığım masada ki sözler odanın balkonundan içeriye dolan kum fırtınasının rüzgarında acıyla dans ediyordu...


“ Her ne kadar düşman gibi gözüksekte içimde sana öyle hisler beslemediğimi bil Baldwin. Söylediğim tüm sözlerde samimiydim, siyasal İslam ve Hristiyan tarikatları kardeşimin ölümünün perdesi hakkında bilgi edinmem konusunda dikkatliler. İşte bu yüzden Kudüste bana cenneti vadedeceğin topraklarda, seninle kalamam. Hastalığına şifa olamam. Hakikat olmadan ihtiyacın olan güven ve sadakat olamaz. Sana kendimi bile bile yükümlü hissettiremem. Seni tüm bu şeylerin ortasında kalbime koyamam, savaş hâlâ kayıplar verdirirken ülkeme, kardeşime bencillik ederek yanında kalamam. İşte bu yüzden Kudüsten ve savaştan en önemlisi senden gidiyorum, kaçmak demiyorum çünkü sadece korkaklar kaçar. Allah’a emanet ol, seni seviyorum..."



Yazardan


Uzun bir zaman oldu, 

kendimi ve sevdiğimi arıyorum.

Kendimi ve sevdiğimi hayal ediyorum.

Yağmuru hayal ediyorum

Çöl kumlarında bahçeleri hayal ediyorum.

Acıların içinde uyanıyorum

Zaman ellerimden akıp giderken aşkı hayal ediyorum.


Ateşi hayal ediyorum.

Bu hayaller asla yorulmayan bir atın boynuna asılı

Ve Alevler içinde.

Onun gölgeleri bir erkeğin arzuladığı şekilde oynuyor.


Bu çöl gülü.

Onun her bir maskesi, gizli bir sözdür.

Bu çöl çiçeği.

Hiçbir hoş koku bana bundan daha fazla işkence etmemişti.

Ve o bu yöne dönüyor

O benim bütün hayallerimin mantığı içinde hareket ediyor

Bu ateş yanıyor

Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını fark ediyorum


Yağmuru hayal ediyorum

Çöl kumlarında bahçeleri hayal ediyorum.

Acıların içinde uyanıyorum

Zaman ellerimden akıp giderken aşkı hayal ediyorum.


Yağmuru hayal ediyorum

Yukarıdaki boş gökyüzüne bakışlarımı dikiyorum

Gözlerimi kapatırım, bu müthis koku,Aşkının tatlı sarhoşluğudur.


Yağmuru hayal ediyorum

Çöl kumlarında bahçeleri hayal ediyorum.

Acıların içinde uyanıyorum

Zaman ellerimden akıp giderken aşkı hayal ediyorum.


Tatlı çöl gülü

Onun her bir maskesi, gizli bir sözdür.

Bu çöl çiçeği

Hiçbir hoş koku bana bundan daha fazla işkence etmemişti.

Tatlı çöl gülü


Tatlı çöl gülü

Cennet’in hatıraları hepimizi ziyaret eder.

Bu çöl çiçeği, bu müthiş koku

Düşüşün tatlı sarhoşluğudur.


Loading...
0%