
İYİ OKUMALAR!!
Yara izleri sadece fiziksel olmazdı, bunu öğrendiğimde daha yedi yaşındaydım. Annem beni bir davete katılma uğruna evde tek bırakıp gitmişti. Küçükken bunun mecburi olduğunu sanırdım fakat büyüdükçe aslında bilerek beni o evde tek bıraktığını anlamıştım.
Saatlerce korkudan ağlamıştım fakat elimden hiçbir şey gelmemişti. Annem sabaha doğru geldiğinde ben sokak kapısının yanında uyuyordum. Sesiyle uyanıp anneme sarılmıştım fakat o beni ittirerek yorgun olduğunu söyleyerek odasına gitmişti. Saatlerce o odadan çıkmamıştı, çıktığında ise beni umursamadan tekrardan evden çıkıp gitmişti.
Görünürde bu ana dahil fiziksel bir yara izim olmasa da ruhumda vardı. Böylece sadece fiziksel şeylerin can yakmadığını öğrenmiştim.
İşte o gün ilk ruhsal yaram annem tarafından gerçekleştirilmişti, en büyük yara izlerimden biriydi.
Bir diğeri de Tunç’a aitti. Beni terk etmesiyle oluşan yara hayatım boyunca kapanmayacağını düşünürdüm fakat şimdi karşıma geçmiş sanki o yarayı yok etmek için yollar arıyordu.
Dudakları dudaklarımda, elleri belimleydi. O ateş ben baruttum. İkimizin birleşimi büyük bir felakete yol açardı biliyordum fakat o şu anda beni öperken bu felakete engel olabilir miydim?
Önümde iki yol vardı. Cehennem ya da Araf. Onun yaptığı şeye bir tepki göstermezsem cehennemi tercih etmiş olacaktım ve bu bir felaket demekti. Arafı seçersem onu tepki gösterecek ve sonuçlarını bilmeden bu yolda adımlamaya başlayacaktım.
Kalbim ne kadar öpüşüne karşılık vermemi istese de bu mantığıma tersti.
İkinci seçeneği seçtim.
İki elimi de göğsüne koyup sertçe geriye doğru bastırdım. Dudaklarını dudaklarımdan ve ellerini belimden çekti, bunu fırsat bilerek yan koltuğa kendimi attım.
Gözerimi yüzüne çevirdiğimde gördüğüm tek şey şaşkınlık dalgası yüzünü esir almıştı.Böyle bir tepki vereceğimi düşünmemişti, açıkçası bende bunu yapabileceğimi düşünmezdim. Ona karşı koymak ne kadar beni zorlasa da irademi ona karşı düşürmediğim için de mutluydum.
Gözlerinde asıl yansıttığı şey şaşkınlıkken hayal kırıklığı da seziyordum.
Hayal kırıklığı hissetmek istiyorsa hissedebilirdi, ben onun için fazlasıyla bu duyguyu hissetmiştim biraz da o tatsındı.
Üzülmeyecektim, onun bana yaptığı onca şeye karşı ona karşılık vermem ilk önce kendi gururumu çiğnemek demekti ve ben bunu bu saatten sonra asla yapmayacaktım.
“Bana şöyle bakmayı kes.” Onun ruhsuz bakışları görmeye alışıkken şimdi böyle bakması beni rahatsız etmişti.
Cümlemle irkilerek dakikalardın baktığı gözlerimden bakışlarını çekti. Önce gözleri dışarıda gezindi. Saat geç olduğu için dışarda hiçbir insan yoktu. Sonra tekrardan bakışlarını bana çevirdi.
İşte şimdi karşımda o ruhsuz çocuk duruyordu. Bakışları uzun zamandır görmediğim kadar soğuk bakıyordu. Bu beni rahatsız etse de böyle bakmasını ben istediğim için şikayetçi olamazdım.
“İnmek için ne bekliyorsun?” Gözlerindeki duygusuzluk sesine de yansımıştı.
Hiçbir şey olmamış gibi mi davranmayı seçiyordu cidden? Eskiden de böyleydi, bir olay istediği gibi ilerlemediği zaman o buz gibi ifadesini takınır konu hiç yaşanmamış gibi yapardı. Bu sefer buna izin vermeyecektim.
“Neden beni öptün?” Ne kadar ona böyle sorular sormak beni huzursuz etse de merak ettiğim için sormuştum.
Yüzündeki o duygusuzlukta hiçbir değişiklik olmadı.
“İçimden geldi.”
Ne kadar mani olmaya çalışsam da ağzımdan bir ne nidası çıktı.
“Ne ne kızım dedim ya işte içimden geldi diye.”
Tepkim onun da komiğine gittiğini biliyordum fakat gene de o soğuk ifadesini yüzünden silmemişti.
“Bunu yapman yanlıştı.” Ne kadar bunu söylemek istemesem de mecbur olduğum için demiştim.
“Biliyorum.”
“Neden yaptın o zaman?”
“Uzatma.”
“Uzatırım.”
“Cevaplamayacağım.”
“Cevaplayana kadar bu arabadan inmem.”
Girdiğimiz dialog hoşuma gitse de yüzümdeki ciddi ifadeyi bozmuyordum.
Tam o konuşacakken telefonun çalmasıyla konuşmaktan vazgeçip kimin aradığını görmek için gözlerini arabanın dijital ekranına çevirdi. Bende onu takip ettim.
Ekranda yazan birtanem yazısını görmemle kalbimde büyük bir acı hissettim.
Gözümde o an birkaç gün önce okulda yanında gördüğüm siyah saçlı kız canlandı. Ben o kızı komple unutmuştum.
Nafileydi, her şey nafileydi. Acıyı ben artık ruhumda hissediyordum onu ordan söküp çıkarmak artık imkansızdı. Acı artık benliğime işlemiş bir yaraydı.
Nefesimin kesilmesiyle yanımdaki kapıyı açarak kendimi dışarı attım. Kapıyı kapatmadan önümdeki kaldırımın kenarına oturdum.
Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum, artık beni ağlarken görmesini istemiyordum.
Dizlerimi kendime çekerek yanımdaki sokak lambasına yaslandım. Kollarımı çektiğim dizlerimin etrafına doladım.
Aklımda onlarca soru dönerken hepsini susturmuş sadece gökyüzündeki binlerce yıldızda gözlerimi gezdirmeye başlamıştım.
Beni gece ortaya çıkan yıldızları seyretmek sakinleştiriyordu. Binlerce yıldız binlerce yaşam demekti. Hepsinin birbirinden farklı yaşam süresi, büyüklüğü vardı.
Görünürde insanlara hepsi aynı gelse de benim için öyle değildi. İnsanların kutup yıldızı diye adlandırdığı yıldıza ben ay yıldızı derdim.
Bunun nedeni de eğer ki ay etrafa ışık yaymasa onun asla görelemeyecek olmasıydı. Ay aslında bize binlerce yaşamın olduğunu gösteriyordu.
Yanıma bir bedenin oturduğunu hissetmemle yıldızlara bakmaya devam ettim. Yanıma kimin oturduğunu göremesem de ateş gibi kokan kokusuyla onun Tunç olduğunu anlamıştım.
Zaten ondan başka biri de olamazdı.
Gözlerimi gökyüzünden sokak lamlasından dolayı ileri yansıyan yansımasına çevirdim. Elini kotunun cebine atarak ordan bir sigara paketi ve çakmak çıkardı.
Paketten bir dal çekip dudağına yerleştirdi ve onu ateşledi. Çakmağı ve paketi yanındaki kaldırımın üstüne bıraktı.
Sigarasından derin bir nefes çekti ve yavaşça dumanı dışarı üfledi. Sigarasını içmeye devam etti, ben onun gölgesini izlemeye devam ettim. Bir tane daha yaktı, izlemeye devam ettim. Bir tane daha ve bir tane daha. En sonunda tekrar dal almak için elini uzattığında paketin boş olduğunu görmesiyle bir küfür savurarak yola doğru fırlattı.
Tunç ve fevri hareketleri.
Hiçbir harekette bulunmadan gölgesini izlemeye devam ettim. Kafasını bana doğru çevirip beni izlemeye başladı. Vücudum artık onun bakışları altında hiçbir tepki vermiyordu. Eskiden olsa yerimde duramaz kıpır kıpır olurdum.
Zaman insanı değil insan insanı değiştiriyordu. Bu bariz bir gerçeklikti fakat gene de kabul edilmesi zor bir cümleydi.
O beni izledi bende onun gölgesini. Zaman akıp gidiyordu fakat ikimizden de herhangi bir hareket ya da ses çıkmıyordu.
Gün yavaş yavaş aydınlanmaya başlamıştı, bugün mecburen okula gitmem gerekiyordu. Büyük ihtimal devamsızlıklarım annemlere ulaşmıştı, bu konuda da onunla tartışmak istemediğimden mecburen gidecektim.
Gözlerimi ne kadar zamandır baktığımı bilmediğim gölgesinden çekerek yavaşça ayağa kalktım.
Oturduğum apartmanın tam önünde oturuyorduk, arkamı dönerek apartmana doğru ilerledim.
Kapıya vardığımda açılması için gerekli parolayı girip kapıyı açtım. İçeri girip tam kapıyı kapatacakken arkadan onun kalın sesiyle olduğum yerde kaldı.
“Her şeyin bir nedeni vardır Deva, zamanı gelecek ve sen her şeyi bileceksin fakat biraz beklemen gerekiyor.”
Duygu değişimlerim o kadar fevridi ki ne ara kolumdaki çantamı bırakıp kendimi onun ayağa kalkmış bedeninin dibinde bulmuştum anlayamamıştım.
Sol elimdeki işaret parmağımı sertçe göğsüne bastırarak konuşmaya başladım.
“Sen o kadar bencil bir insansın ki bana yaşattıkların senin gram umurunda değil. Gelmiş burada bana saçma sapan cümleler kuruyorsun. Ben senin oyuncağın değilim Pertev, git kendine bir oyuncak bul. Bundan sonra da beni rahat bırak.”
İşaret parmağımla dokunduğum göğsüne tüm parmaklarımı açıp bastırarak bedenini geriye doğru ittim.
Yüzünde mimik oynamadan beni izliyordu. Konuşmayacağını anladığımda arkamı dönerek geri yürümeye başladım.
Aklıma gelen cümleyi neden söylemek istedim bilmiyorum fakat kendime engel olamadan son kere ona doğru döndüm. Döndüğümde hala beni aynı pozisyonda durarak izlediğini gördüm.
“Haa bu arada, hayırlı olsun. Yeni sevgiline umarım bana yaşattıklarını yaşatmazsın, öyle her kadın bunları kaldıramaz.”
Ne cevap vereceğini beklemeden önüme dönerek hızlıca apartmana geri girip kapıyı kapattım.
Yere bıraktığım çantamı alarak asansörü ne kadar yorgun olsam da pas geçerek merdivenden çıkmaya başladım.
Bugün için planladığım hiçbir şeyi gerçekleştirememiştim. Bunun üstüne aynı gün hem Tekin hem de Tunç’a konuşmuştum ve ikisiyle de hiçbir yol katedememiştim.
Anahtarı çantamdan çıkarıp vardığım dairemin kapısını açtım. Ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdim, kapıyı kapatıp kolumdaki çantamdan telefonu alarak askılığa astım.
Şu anda tek yapmak istediğim buz gibi bir duş almaktı. Kont’u kontrol edip hemen duşa girdim. Ayarı en soğuk olacak şekilde ayarladım.
Soğuk suda duş almaktan nefret ediyordum fakat bana iyi geldiği için hep böyle duş alıyordum. Oyalanmadan kafamı ve vücudumu bir kere köpükleyip yıkadıktan sonra duştan çıktım.
Vücudumu ve saçlarımı havluya sararak yatak odama geçtim. Camın kenarında bulunan tekli koltuğuma oturarak geldiğimde bıraktığım sehpadan telefonumu aldım.
Annemden, babamdan ve dedemden aramalar vardı. Muhteşem üçlü.
Mesaj olarak bunlardan sadece annem yazmıştı. Ne yazdığını okumak istemediğim için diğer bildirimlerde göz gezdirmeye devam ettim.
İnstagramdan birçok mesajın geldiğini görmemle instagrama girdim. Mesajlar kısmında bir bilinmeyenden gelen mesajı görmemle vakit kaybetmeden mesajı açtım.
“ Cuma gecesi saat tam 12’de motor yarışı var. Sen yeniden yılanlarda yarışırken görmek istiyorum.”
Oturduğum koltukta dikleşerek tekrardan mesajı okudum. Buda neydi böyle? Bu kişi motor yarışına daha önce katıldığımı ve yılanlarda olduğumu nerden biliyordu?
Bir daha yaptığım planı gözden geçirdim.Gözlerimi saklamamıştım, motorumu da ordan başka hiçbir yerde kullanmamıştım, bu işte büyük bir tutarsızlık vardı.
Sıkıntıyla içime derin bir nefes çektim. Telefonumu kapatıp tekrar sehpaya koydum. Bunun kim olduğunu araştıracak ve bulacaktım. Ayrıca o yarışa da katılacaktım malum kafamı dağıtmaya ihtiyacım da vardı.
Hava artık tamamen aydınlandığı için okul için hazırlanmaya kara verdim. Okula ait siyah eşofman altı ve badi giyip saçlarımı kuruttum. Dümdüz olan saçlarımı serbest bıraktım. Gözlerimdeki lensleri gözümde çok tutmamdan dolayı gözlerim ne kadar acısa da buna artık alıştığım için göz damlası damlatmakla idare ettim.
Kolumdaki yılan dövmemi kapatmak için makyaj masama oturdum. Ne kadar tenime fondöten sürmekten nefret etsem de kapatmaya mecburdum çünkü oda bu dövmeyi kolunda taşıyordu ve eğer ki insanlar görürse onunla bir tanışıklığım olduğunu anlayacaklardı.
Bunun olmasını istemiyordum, hem zaten geçen gittiğim motor yarışında da kapatmamıştım gören insanların da beni tanıması planlarımı bozardı.
Geçen aldığım kapatıcıyı bütün sol koluma yedirerek sürdüm. Ne olur olmaz diye de sağ kolumda görünen dövmeler de kapattım. Sol kulağımın altında yazan la mort dövmesi fransızca dilinde yazılmış aslında türkçede ölüm demekti. Onu da aynı şekilde kapattım.İşim bitince fondöteni çantamı atıp odamdan çıktım.
Mutfağa girmemle Kont’un bitmiş mama kabının önünde yattığını gördüm.
Hafifçe gülümseyip eğilerek kafasına hafif bir öpücük kondurdum.Hemen yanındaki mama kabına fazlasıyla mama döküp su kabını da yeniledim.
O yemeğine gömülürken birkaç şey atıştırmak için buzdolabını açtım fakat karşımda bomboş bir buzdolabı duruyordu.
Market alışverişi yapmam gerekiyordu. Bunu da aklıma not alarak mutfaktan çıktım.
“Kont yemeğini dönünce yersin. Tuvalete çıkma vakti.” İlerlerken arkamdan gelmediğini farkedince ona seslenmiştim.
Arkamdan gelen havlamayla geliyorum dediğini anlamıştım. Onun ne demek istediğini havlamalarıyla anlayabiliyordum. İnsanlar derler ya ben onun ne demek istediğini bakışlarından anlıyorum, bizimki de o mantıktı.
Sokak kapısına vardığımda sol taraftaki vestiyerlikten Kont’un tasmasını alıp ne kadar istemese de boynuna geçirdim.
Sırt çantamı sırtıma takıp ayakkabılarımı giydikten sonra evden çıktık.
Kont’u dışarda 10 dakika gezdirdikten sonra geri eve götürüp bırakmıştım.
Okula yürüme giderken karşıma çıkan ilk markete girip kendime salamlı bir sandviç, bir paket Marlboro markasına ait sigara ve çakmak almıştım.
Yol boyunca zorla yarısını yiyebildiğim sandvici okula girmeden önce çöpe atmış ve okula girmiştim.
Şimdi tekrardan erken geldiğim için okulun bahçesindeki bankta oturmuş, kablosuz kulaklığımda çalan Sezen Aksu’nun “Vay “adlı şarkısıyla bahçede oturan insanları izliyordum.
Sigara paketimden bir dal çıkararak dudaklarıma yerleştirdim. Ucunu ateşleyerek içime derin bir nefes çekip gözlerimi etrafta gezdirdim.
Karşıda, sol çaprazımda bulunan bankta iki kız oturmuş gülüşerek sohbet ediyorlardı. Onların arkasındaki çardaklarda oturan bir çift vardı, birbirlerine sarılmış kızın elindeki telefona bakarak gülüşüyorlardı.
Diğer tarafta da oturan kız ve erkekten oluşan beşli bir grup oturuyordu. Aralarında bir şeyler tartışıyorlardı, ayakta duran sarışın bir kız oturan herkese dönerek bağırıyordu.
Herkesten gözlerimi çekerek içime derin bir nefes çektim. Milyonlarca insan milyonlarca farklı hayat demekti.
Biten sigaramı yenileyerek bir tane daha yaktım. Bugün günlerden perşembeydi, yarın akşam motor yarışına katılacağım için bugün okul çıkışı almam gereken şeyleri alacaktım.
Spor salonuna da uğrayıp bir an önce boksa geri dönmek istiyordum. Yarın motor yarışına gitmeden önce de oraya uğrar bir görüşme yapardım.
Eylülde olmamıza rağmen İzmir soğumaya başlamıştı. Esen soğuk rüzgar tüylerimi diken etmiş, üşümemi sağlamıştı. Telefondan saate bakarak hem derse de az olduğunu görmemle içeri girmeye karar verdim.
İkinci sigaramın izmaritini yere atıp ayağımla ezdim. Oturduğum banktan kalkarak okula doğru ilerledim.
Esrar için gittiğim doktorun bana verdiği ilaçları içmem gerektiğini hatırlayınca okula girip kantine doğru ilerledim.
Masada oturan insanlara gözlerimi dokundurmadan sipariş tezgahına doğru ilerledim. Bir su alıp parasını ödeyerek kenarda gördüğüm ıssız bir masaya geçtim.
Çantamdan ilaçları çıkardım, tek tek üç paketten de bir tane çıkarıp hepsini içtim. Geri paketleri çantama atacakken karşı tarafta oturan tanıdık bir gözle gözlerim kesişince şokla donup kaldım.
Birkaç gün önce bir anda hayatıma çıkan kara gözlü çocuk.
Tesadüflere bazen inansamda bazı durumlarda bu kelimenin altına sığınmak aptallık olurdu ve şu anda bunun bir tesadüf olduğunu söyleyemezdim.
Bakışları beni gördüğüne şaşırmışa benzemiyordu, hem zaten şaşırsa bile bunu belli edecek bir adam gibi görünmüyordu.
Her şeyi geçtim onun burada ne işi vardı? Karşılaştığım yer sıradan bir kafe değildi, okulun kafesiydi ve buraya okuldan olmayan kimse giremiyordu.
Düşündüğüm şeyin farkındalığıyla iyice şaşırmıştım, ben şimdi bu çocukla aynı okulda mı okuyordum?
Kesinlikle bu işin içinde bir tesadüf yoktu.
Gözlerimi sonunda gözlerinden çekerek masasında oturan kişilerde gezdirdim. Yanında iki erkek ve bir kız oturuyordu. Kız solunda oturduğu için yüzünü net bir şekilde görebiliyordum.
Boyalı olduğu belli olan beline kadar uzanan sarı saçları, yüzü barbie bebeklere benzeyen güzel bir kızdı.
Diğer iki çocuk ise saçları birbirlerinin tıpatıp aynısıydı. Birinin arkası bana dönük olduğu için yüzünü göremesem de ikiz olduklarını düşünüyordum çünkü böyle bir saç rengi boyayla elde edilemeyecek kadar güzeldi. Rengi açık kumrala benzese de dipleri daha koyu sanki üstüne ışıtlı attırmış gibi karışık renklere bürünmüştü.
Tekrar gözlerimi ona doğru çevirdim. Hala bakışlarının bende olduğunu görmemle istemeden gergince oturduğum yerde dikleştim.
Bakışlarını bir saniye bile benden ayırmıyor, gözünü bir kere bile kırpmıyordu. Başka birine bana baktığı gibi bakıyor olsa kesinlikle bir manyak olduğunu düşünürdüm. Neden bilmiyordum fakat içimde bir ses onun tehlikeli olduğunu ve ondan uzak durmam gerektiğini söylüyordu.
Kantin kapısından gelen yüksek sesli gülüşme sesiyle bakışmamızı istemeden keserek kapıya doğru çevirdim.
Önde Tekin ve Tunç yan yana hemen onların birkaç adım arkalarında da geçen yanlarında gördüğüm arkadaşları vardı.
Sekiz kişilik gruplarında şu anda gördüğüm kadarıyla tek Tunç’un sevgilisi yoktu.Tekin’i Tunç’un yanında bir daha görmek kalbimi sızlatsada yapabileceğim hiçbir şey yoktu.
Tunç’un bakışları hemen kara gözlünün masasına çevrildi. Şu çocuğun adını öğrenemediğimden bende ona böyle bir lakap takmıştım.
Kara gözlüde aynı şekilde onlara odaklanmıştı. Bunların arasında kesinlikle bir şey vardı ve ben buna kalıbımı bile basardım.
Gözlerimi Tunç’a geri çevirdim, buz gibi bakışlarını kara gözlüye odaklamış pür dikkat ona bakıyordu.
Arkadaşları da gülüşmeyi kesmiş onlar da kara gözlünün oturduğu masaya bakıyorlardı.
Tekin adımlayarak kara gözlünün masasının tam dibine kadar yürüyüp durdu. Etrafta oturan herkes sessizleşmiş pür dikkat onları izliyorlardı.
Bir anda Tekin çok şaşıracağım bir şey yaparak kara gözlü çocuğa doğru sağ elini kaldırıp uzattı. Tekin benim gibi temastan nefret ederdi, hele ki karşısında çok samimi olmadığı bir insan varsa aralarında hep birkaç karış bırakır asla yaklaşmazdı.
Ondaki takıntı olduğunu düşünürdüm çünkü bu konuda çok aşırıya kaçardı fakat şu anda onu böyle görmek aklıma sadece iki ihtimali getiriyordu. Ya bu özelliğini yenmişti ya da kara gözlüyle yakındılar.
Tavırlarınından aslında yakın olmadıkları kesindi fakat onun bu özelliğinin bile değişmiş olmasını istemiyordum. Eski Tekin’i karşımda görmek istedikçe onun değişmiş halini görmeyi kaldıramıyordum.
Tekin’in yan profilini görebildiğim için yüzünün nasıl bir halde olduğunu göremiyordum. Birkaç saniye sonra kara gözlü oturduğu yerden kalkarak ona doğru döndü ve uzattığı eli tutup sıktı.
Gözlerim kara gözlüden birleşmiş ellerine düştü. Birbirlerinin ellerini fazla kuvvetle sıktıklarından ikisinin de kollarındaki damarlar ortaya çıkmıştı.
Tekin’le dalga geçmek için ona bazen dev adam derdim. Şu anda gördüğüm kadarıyla kara gözlü de onun gibi dev bir adamdı.
İki dev karşı karşıya diye düşündüm. Aklımdan gülmek geçse de şu anda bu sessizlikte gülmek demek bütün gözlerin üzerime dönmesi demekti. Normalde dikkat çekmeyi severdim fakat şu anda bu fikir bile beni çok rahatsız ediyordu.
Birkaç dakika hiçbir şey demeden el sıkışmaya devam ettiler. Bu arada gözlerim Tunç’a döndüğünde onun eski yerinde durduğunu ve kıpırdamadan onları izlediğini gördüm. Kesinlikle Tunç’un bakışları normal değildi, kara gözlüye bakışları onu imkanı olsa hemen şu anda öldürecek gibiydi.
Yaparsa şaşırmazdım nasıl olsa o manyağın tekiydi. Tekin’in konuşmasıyla gözlerimi Tunç’tan onlara geri çevirdim.
“Uzun zaman oldu Duman.”
Ateşe eşlik eden, ondan bile daha zehirli bir kelimeydi duman. Herkesin o korkup kaçtığı ateşin asıl öldürücü eşiydi.
Kelimenin temsil ettiği anlam benim için zehir olsa da isim olarak kullanıldığında kulağa hoş gelmişti. Böyle bi adamı anca böyle kelimeler yansıtabilirdi.
Sadece benim tuhafıma giden onun evinde uyandığım sabah bana ismini söylememek için neden bu kadar direndiğiydi. Eğer ki herkes içerisinde böyle ismi kullanılıyorken bunu neden benden saklamıştı anlayamamıştım. Şu anda bunun düşünme zamanı olmadığımı kendime hatırlatarak tüm odamızı geri onlara adadım.
İkisin de yan profilini gördüğümden yüzlerindeki ifadeleri çok net anlayamıyordum fakat Duman Tekin’in cümlesinden sonra yüzüne bir oyuncu gülümsemesi yerleştirdiğini fark ettim.
Bu gülümsemeyi hangi açıdan görürsem göreyim tanırdım çünkü bende genelde bu gülümsemenin altına sığınanlardandım.
“Seni burada görmek benim için büyük bir şeref Akal.”
Sesi geçen duyduğuma göre daha sert ve keskin çıkıyordu fakat kesinlikle bu kelimeleri ciddi bir şekilde söylememişti. Duruşu ve sesi sert olsa da o yüzüne taktığı sırıtışı kendisini ele veriyordu.
Artık aralarının olmadığına kesindim. Tekin tahminimce Duman’ın soyadını kullanmasıyla sinirlenmişti çünkü kısa kollunun açıkta bıraktığı kolundaki demirler belirmişti.
Tekin sinirlendiğinde yüzünde mimik oynamaz fakat kollarındaki demirler belirirdi. Bunu da fark etmek için onu uzun bir süre izleyip tanımak gerekiyordu.
“Hala bu okulda okuduğunu bilmiyordum.” Tekin sinirini ne kadar yitirmeye çalışsa da ses tonundan kendini belli ediyordu. Hala birleriyle el ele tutuştuklarını fark ettiği anda hemen elini geri çekmişti.
O eğer ki bir şeye odaklanırsa çevresinde savaş çıksa da fark etmezdi. Bu yüzden ellerinin birleşik olduğunu fark etmemesi normaldi.
“Burası benim cehennemim Akal, şeytan asla cehennemini terk etmez.”
Sesi ve cümleleri o kadar etkileyiciydi ki dikkatimi dağıtmak için elim boynumdan hiç çıkarmadığım yılan kolyeme gitmişti. Hem kolyemle oynuyor hem de tüm dikkatimle onları izliyordum.
Duman beklemediğim bir anda bakışlarını Tekin’den çekerek Tunç’a çevirdi. Tekin’in omzuna omzunu hafifçe çarparak Tunç’a doğru ilerleyip tam önünde durdu.
Duman ondan tahminimce biraz daha uzundu. Tunç’un saçları koyu kahverengiyken onunki simsiyahtı. İkisinin bedenleri de birbirleriyle yarışır şekilde şekilliydi.
Bakışlarımı onları incelemeyi bırakıp Tunç’a döndürdüğüm zaman yüzünde gördüğüm gülümsemeyle cehennemin yakıcı ateşi tekrardan zihnimi esir aldı.
Bu gülüş, kıyametin yakında kopacağını belli eden küçük bir kanıttı.
Birazdan Tunç Duman’a kesinlikle dalacaktı ve benim bunu nedenini bilmediğim bir şekilde engellemem gerekiyordu.Normalde asla karışmaz her zaman Tunç’un bu deliliği zevkle gerçekleşmesini ve tatmin olmasını izlerdim.
Fakat şu anda kesinlikle durum böyle olmayacaktı çünkü biliyordum ki Duman Tunç’un hırsını çıkarabileceği bir adam değildi. Eğer ki birbirlerine girerlerse kesinlikle ortalık çok fena karışacaktı.
Belkide şimdi yapacağıma çok pişman olacaktım fakat eğer ki yapmazsam da keşkeler peşimi bırakmayacaktı.
Kendime çok düşünme fırsatı tanımadan oturduğum yerden seri bir şekilde kalktım. Etraf o kadar sessizdi ki hızlıca kalkmam yüzünden öten sandalye sesiyle herkes bana dönmüştü, Tunç ve Duman hariç. İkisi de birbirlerine kenetlenmiş şekilde kıpırdamadan birbirlerine bakıyorlardı.
Bir anda herkesin bana bakması böyle bir anda tuhaf hissettirse de bu durmam için bir neden değildi.
“Tunç dur!” Duman’a odaklandığı için yüksek sesle bağırarak onu girdiği transtan çıkarmak istedim.
Sesimi duyduğu gibi yüzündeki o gülümsemesi anında yok oldu ve kafasını bana doğru çevirdi.
Gözlerimiz kesiştiği an aklımdan sadece tekrar buna karışarak büyük bir cehenneme adımladığımı kendime hatırlattım. Onun olduğu her konu ayrı bir azaptı. Gözlerinin içindeki o hırs ve kin ona bakan insanı korkutmaya yeterdi.
Uzun bir süre ardından kendimi ilk defa bu kadar tuhaf hissetmiştim. Şu anda hissettiğim şeyi anlatabileceğim kelimeler yoktu.
Gözlerimi Tunç’tan çekmeden korkusuzca onlara doğru ilerlemeye başladım.
Yürürken Duman’ın da gözlerini üzerimde hissetsem de kimseye gözlerimi çevirmiyor sadece Tunç’a bakıyordum.
Normalde asla dün yaşanılanlardan sonra böyle bir şey yapmazdım fakat şu anda sanki bu olaya bir dur demesem bunun sonucunda gerçekleşecek felaketten ben sorumlu olacaktım.
Çünkü burada Tunç’u durdurabilecek tek kişi bendim ve bundan en ufak bir şüphe bile duymuyordum.
Tunç ben adımlarken gözlerini gözlerimden çekip bedenimde gezdirmeye başladı. Gözlerini kollarıma çevirdiği an kaşları sinirle çatıldı, gözlerindeki ateş daha da harlandı.
Onu simgeleyen dövmemi kapatmama sinirlenmişti, halbuki ben onu vücudumdan komple sildirmeyi düşünüyordum. Bu tavrını umursamadım.
Onlarda aramda yaklaşık bir 10 adım kalacak şekilde durdum. Fazla yaklaşıp kendimi germek istemiyordum.
Tunç sinirle bir nefes alarak vücudunu bana doğru döndürüp ilerlemeye başladı. Bana doğru ilerlemesi beni şaşırtsa da belli etmeden durduğum yerde dikilmeye devam ettim.
Birkaç adım kaldığında bir anda sol bileğimden beni kavrayarak kendine doğru çekip kulağıma doğru eğildi.
“Dövmelerini neden kapattın?” Şu anda böyle bir durumdayken bana sorduğu soru karşısında ağızım şaşkınlıkla aralanmıştı. Cidden mi?
Gözlerimi birkaç saniye ondan çekip insanlarda gezdirdiğimde neredeyse herkesin bize şok içerisinde baktığını gördüm. Tekrar bakışlarımı Tunç’a çevirdim.
“Şu anda konumuz bu değil ve ayrıca bileğimi bırak yanlış anlaşılacağız.” Hemen o yüzümdeki şaşkınlık ifadesini yok edip ciddiyetime geri bürünmüştüm. Şu anda kesinlikle çok yakın duruyorduk ve bu doğru değildi.
Bileğimi bırakması için kolumu sertçe sirkeledim fakat o buna karşılık daha çok beni kendine doğru çekerek yüzünü daha çok kulağıma yaklaştırdı.
“Ben her zaman her soruyu sana sorabilirim. Ayrıca yakınlığımızda hiçbir problem göremiyorum.”
Sözlerini umursamadan gözlerimi gözlerine dikerek onun ne düşündüğünü anlamaya çalıştım. Sanki birkaç dakika öncesine kıyasla siniri biraz daha dinmişti fakat gene de böyle bir konumda kalmamak için sağ elimi bileğime sardığı eline atarak çekip bileğimi ondan kurtardım.
Geriye doğru birkaç adım atıp kafamı onaylamaz bir şekilde salladım. Bu sakın şu anda bir şey yapma hareketiydi fakat Duman’ın bize doğru adımladığını gördüğü an o sönmeye yakın ateşi tekrar alevlendi.
Gözlerimi Duman’a çevirdiğim an onun bana bakan kara gözleriyle karşılaştım.
Haydi şimdi sıçtık be kızım
Bu çocukta kesinlikle farklı bir şey vardı. Yarım saat önce bakıştığım çocuk sanki gitmiş onun yerine bir iblis gelmişti. Bakışları öyle bir yoğundu ki kendimi onun bakışları altında küçücük hissetmiştim.
Sert adımlarını bize doğru yönlendirmişti. Tunç’un yanına gelince hafifçe kafasını ona çevirip bakmış ardından o geriye doğru attığım adımları atarak tam dibimde durmuştu.
Neler oluyordu böyle?
Dibime kadar girmesi tuhafıma gitse de beni rahatsız etmemişti. Sağ kolunu kaldırarak bana doğru uzattı.
“Tekrar baştan tanışmaya ne dersin Gece?”
İçimi saran o endişe ve korku tüm tüylerimi diken haline getirmişti. Gece mi? Bu adam benim bu adımı nereden biliyordu? O hatırlamadığım gece yoksa bir aptallık yapıp bunu söylemiş olabilir miydim?
Gece ismimi böyle herkesten sakınırken yabancı bir insanın ağzından böyle duymak beni çok germişti.
Tam ağzımı açıp konuşacakken Tunç’un bi anda önüme geçerek Duman’a kafa atmasıyla suspus olmdum..
“Sen kimsin de onunla tanışmak istiyorsun lan!” Tunç’un bağırmasıyla çevredeki bazı insanlar ayaklanmış bazıları daha da yerine sinmişti. Birkaç kişiden de çığlıklar yükselmişti.
İşte şimdi fragman bitmiş film başlıyordu.
Bölüm nasıldı?
En sevdiğiniz sahne neresi oldu???
Bölümü beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen.
Bir dahaki bölümde görüşmek üzere!!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |