@utopikyazarice
|
İnsan yaşamı bir roman gibidir ve bu yaşam, romanın sayfalarını çevirdikçe daha da ilginçleşir. Monoton bir yaşam veya aksiyon dolu bir yaşam fark etmeksizin her ikisi de ilgi çekicidir. Çünkü yaşanan hayatın içindeki acılar, üzüntüler, mutluluklar ve kahkahalar benzersiz karakterlerle unutulmaz anılar mezarlığında yer edinir. Birbirinden ilgi çekici karakterlerin harmanlandığı bir ütopya fikri dünyanın yaşanılabilir en güzel yeri gibidir. Siz kendi ekseninizde dönerseniz insanları da kendi ekseninize alırsınız ve sizin ekseninizde yer alan insanlar ancak sevdiğiniz insanlardır. Eksenin içinde ve dışında hareket eden birçok insan olacak ve sadece bu eksenin içindekiler sizin dünyanız olacaktır. Ütopyamın içinde zamanın dışında olan insanlarla bol gözyaşı ve bol kahkaha ile bir yola adım attığım için her zaman mutlu olacağım.Çünkü burası benim ütopyam, benim dünyam. Her gün yeni bir başlangıç demektir. Ben gözümü açtığım her yeni güne umutla bakıyorum çünkü yaşamak güzel şey arkadaş!
Sevmeyi öğrenmeli insan; bir nesne bir hayvan bir insan ve daha nice şeyler olabilir bunlar ama yeter ki sev ne olduğu kim olduğu önemli değil. İnsanın yüreğinde sevgi olursa; merhamet de olur vicdan da olur çünkü sevmek tüm duyguların başıdır. İnsan hayata sevgiyle baktıkça yaşamayı sevebilir. Ve bence sevgili bir dünya sevgisiz ve suratsız bir dünyadan daha güzel. Benim dünyamda sevgi var ve etrafım sevgili insanlarla çevrili, benim sevgime sahip, sevgisine sahip olduğum insanlarla...
Hayatla hep barışık olmaya çalıştım tüm eksilerle ve artılarla birlikte. Çünkü seversen yaşarsın.
Dakikliğimi konuşturarak saat tam yedide yatağımdan kalktım ve hızlıca bir duş alıp kafamda havluyla mutfağa geçtim. Bir fincan Türk kahvesi hazırlayıp içtikten sonra saçlarımı düzleştirmek için odama çıktım. Düzleştirdiğim siyah saçlarıma aynadan bakıp akabinde göz makyajımı yapmaya başladım. Gri far ve eyeliner sürdükten sonra kahverengi gözlerime peyda olan beğeniyle birlikte dudaklarıma bej rengi parlatıcı bir ruj sürdüm sonra yatağımın yanında duran tartıya doğru ilerledim. 165 cm boya 65 kilo fazlaydı, vermiş olmam umuduyla tartıya çıktım. Gözlerim kapalı tartının üzerinde dururken açıkçası gözlerimi açmaya korkuyordum. Sol gözümü kapalı tutup sağ gözümü araladığımda tartıda gördüğüm sayıyla sevinçten çığlık atacaktım. Ve çığlık atmam uzun sürmedi tartıdan inip odanın içinde zıplarken bir yandan da sevinç naraları atıyordum. Sabah aç karnına ve kıyafetlerim olmadan tartılmam gerekiyordu ama ben bu ayrıntıyı unuttum fakat yine de moralimi bozmadım çünkü iki haftada beş kilo vermiştim. Çok mutluyum!
En sevdiğim şarkıyı ahenkle söyleyerek topuklu ayakkabılarımı giydim.
"This night is cold in the kingdom I can feel you fade away."
Pantolon altına topuklu ayakkabı giymeyi çok seviyordum bu yüzden pantolon giymeyi de çok seviyordum.
"From the kitchen to the bathroom sink and Your steps keep me awake."
Aynada kendime son kez bakıp saçlarımı önüme atarken kendime gülümsedim. Gerçekten güzeldim.
"Don't cut me down, throw me out, leave me here to waste I once was a man with dignity and grace Now I'm slippin' through the cracks of your cold embrace So please, please"
Sesimin ayarına dikkat etmeden şarkı söyleyerek dairemden çıktım. Çok mutluydum, kilo vermiştim. Bugün kimse keyfimi bozamazdı. Metabolizmam yavaş olduğu için ve su içsem yaradığından dolayı kolayca kilo veremiyordum ve bunu kendime dert ediniyordum ve bu sebeble verdiğim üstün çabalarım sonucu verdiğim kilolar ise yüzümde gülücükler açıyordu.
"Could you find a way to let me down slowly? A little sympathy, I hope - "
Asansör kullanmayıp merdivenleri tercih ettiğim sırada mırıldandığım şarkıyı anında kestim. Çünkü karşı komşum Hakkı amca merdivenin başında durmuş bana ters ters bakıyordu.
"Yine mi ecnebi şarkılar söylüyorsun sen? Kızım Türk şarkılara dert mi düşmüş, neden dilini bozuyorsun?"dedi Hakkı amca.
Yabancı şarkı söylememe hep kızmıştır kendileri.
"Ama büyükbaba, İdil abla çok güzel şarkı söylüyor. Neden ona kızıyorsun ki?"dedi dedesinin elini tutup kaşlarını çatarak ona bakan küçük Pınar.
"Bak görüyor musun? Küçücük sabi de seni örnek alıyor, aferin!"dedi Hakkı amca.
"Ya Hakkı amcacığım celallenme hemen. Tamam bir daha senin yanında söylemeyeceğim. Şimdi işe geç kalıyorum gitmem lazım, sonra görüşürüz!"dedim ve eğilip Pınar'ın yanağına bir buse kondurup ona gülümsedim ve yanlarından ayrıldım. Aksi takdirde Hakkı amcanın gazabına uğrayacaktım. Adam bir alışamadı benim yabancı şarkı sevdama!
"Güle güle kızım."dedi Hakkı amca arkamdan gülerken.
Binadan çıktım ve otobüs durağına doğru yürümeye başladım. Taksiye binecek kadar zengin değildim. Otobüs durağına yaklaştığım sırada uzun boylu yaşını tahmin edemediğim bir erkek çocuğu yanıma geldi. "Abla ıslak mendil alır mısın? Almazsan da Allah rızası için sadaka ver."dedi elindeki ıslak mendil paketini uzatarak.
"Sen niye dilencilik yapıyorsun?"dedim kaşlarımı çatarak.
"Annem hasta ilaç almam lazım abla."dedi başını eğerek.
"İsmin ne senin bakayım?"dedim.
"Ömer."dedi.
"Bak Ömer, Arif Nihat Asya'nın bir sözü var: Yürü, hâlâ ne diye kendinle savaştasın? Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!" dedim elimi omzuna koyarak.
Kirli tişörtünün üzerine tiksinmeden elimi koymam onu şaşırtmıştı ve şaşkın bir yüz haliyle "Ne? Anlamadım abla sen şimdi bana ne dedin?"dedi.
Gülümsedim. "Diyorum ki Ömer'ciğim, gençsin elin kolun sağlam bir işe gir çalış Fatih senin yaşındayken İstanbul'u fethetti sen de bir işe girip çalışabilirsin."dedim.
"Kolay mı abla? Denemedim mi sanıyorsun?"dedi.
"Vazgeçme, pes etme, elbet bulacaksın ihtiyacın olan işi."dedim.
Beni anlamıyorsun der gibi kafasını iki yana salladı, gözleri dolmuştu.
Bu çocuğa yardım etmeden gidersem içime dert olurdu. Biraz düşündüm ne yapabilirim diye.
"Benim gittiğim bir restoran var. Dün gittiğimde temizlikçi aradıklarını belli eden bir ilan asılıydı camlarında. Sana adresini vereyim git konuş."dedim. Çalıştığım yerin hemen yanındaydı ama bunu onun bilmesine gerek yoktu.
Mutlulukla kafasını salladı. "Olur abla." dedi sevinçle.
"Etrafına sevgiyle bakarsan üstesinden gelemeyeceğin hiçbir şey yoktur, unutma."dedim ve adresi verip çocuğun yanından ayrıldım. Yaklaşık beş dakika sonra otobüs gelmişti.
İş yerime geldiğimde yine ortalığı etkisi altına alan bir telaşe vardı.
"Oo İrin'ciğim gelmiş günaydınlar İrin Hanım."dedi Caner sabah sabah tüm laubaliliğiyle.
"İsmim İdil, İrin değilim ben."dedim kızarak. Sabah sabah tüm enerjimi emmek için gönderilen bir vampir gibi peşimden geliyor ve tüm soğuk esprilerini önüme sererek sinirlerimi bozuyordu. Telefonum titreşince ekrana baktım, Azra arıyordu. Mesai saatleri içerisinde telefonla konuşmamız pek hoş karşılanmadığı için bu aramayı sonra gerçekleştirebilirdim, bu yüzden cevapsız bırakarak telefon ekranını kapattım.
"Ha şey İrin'ciğim söylemeyi unuttum; Altan Bey seni odasına çağırıyor geldiği gibi yanıma gelsin dedi."
"Bunu şimdi mi söylüyorsun seni küçük çılgın cahil!"dedim ve koşa koşa patronum Altan Bey'in odasına gittim.
Arkamdan "Ama sen de çok ütopik düşünüyorsun İrin'ciğim."dediğini duydum. Güldüm ama o duymadı tabii.
Altan Bey'in odasının önüne geldiğimde dağılan saçlarımı düzelttim ve beni kovmaması için dua ederek kapısını tıklattım, 'gir' komutuyla birlikte içeri girdim.
"Günaydın Altan Bey."dedim gülümseyerek.
"Günaydın İdil. Sana verdiğim dosyayı inceledin mi ve bilgi topladın mı?" dedi Altan Bey. Keşke biraz güler yüzlü olsa hep somurtmasa...
Siyah saçları ve mavi gözleri üzerine giydiği takım elbiseyle uyum içerisindeydi.
"Evet Altan Bey. Cem Sözer'i oturduğu evin adresine kadar araştırdım."
Arkadaşının gizliden çektiği videoyla tüm sosyal medya platformlarında ünlü olan Cem Sözer, bir ay önce kayıplara karışmıştı. Kendi bestesi olan bir şarkıyla herkesin zihnine kazınmıştı fakat sosyal anksiyetesi olan bu adam tüm sosyal medya hesaplarını kapatarak kayıplara karışmıştı. Herkes Cem Sözer kim öğrenmek istiyordu ve bizim medyada bu görev bana verilmişti. Cem Sözer'i ben araştıracaktım ve tüm Türkiye'ye kim olduğunu ben duyuracaktım.
Kolumdaki çantanın içinden Cem Sözer'e ait olan dosyayı çıkardım.
"Buyurun Altan Bey."diyerek dosyayı ona uzattım.
Ankara'ya apar topar taşınmış olan adam çok zekice hareket etmişti. Herkes onun yurt dışına çıktığını zannederken o Ankara Mamak'ta yeni taşındığı evinde oturuyordu.
"Burada mesleğine gardiyanlık yazılmış."dedi Altan Bey. Şaşırmıştı.
"Evet Altan Bey. Ankara'da gardiyanlık yapıyor ve gardiyanlık sınavını yaklaşık bir buçuk ay önce kazanmış."dedim.
"Peki senin ulaştığın bu bilgilere diğer haber kanalları da ulaşmadı mı? Bu görevi sana vermemin amacı layığıyla yapabilmen ve en bilinmezleri bulman içindi. Bunlar herkesin bildiği bilgiler, elimize hiçbir şey geçmez bunlarla." dedi hoşnutsuz bir sesle.
"Altan Bey, bu bilgiler kimsenin ulaşamadığı bilgiler zaten."dedim gülümseyerek. "Cem Sözer'in büyük abisi Mehmet Sözer albay ve abisi bulunduğu konum dolayısıyla kardeşinin tüm bilgilerini gizleyebilmiş. Çünkü Cem Sözer'in müziğe karşı ön yargısından daha çok ailesinin ön yargısı ön planda. Ailesi de Cem Sözer'in isminin müzikle anılmasını istemiyor." diye devam ettim hâlâ gülümsüyordum ve hem gülümsemem hem de kendisine sunduğum bilgiler yüzünden sinirleri bozulmuş gibi bir yüz ifadesi oluştu. Bu kadar bilgiyi toplayabileceğim aklına gelmemişti.
Cem Sözer'in kız kardeşi Sanem Sözer benimle aynı üniversitedeydi ve iki yıllık bir tanışıklığımız vardı. Benim gazeteci olduğumu bilmese de olurdu ama bu bilgileri toplamam için çok yardımı dokunmuştu. Çünkü bizzat ondan almıştım bu bilgileri.
Üzgün müydüm evet bir parça üzgündüm ama bunu yapmak zorundaydım çünkü benim mesleğim buydu. Cem Sözer ünlü olmadan önce de Sanem bana her şeyini anlatan bir kızdı zaten. Fakat bu sefer ki farklıydı bu bilgilerin benim ekmeğim için medyaya sızması gerekiyordu.
En başında vicdandan bahseden de bendim ve evet tam bir vicdansız gibi kızı kandırıp özel hayatına sızan da...
Ama bazı şeylerin olması gerekiyordu bazıları yaşayabilsin diye.
Altan Bey elimdeki dosyayı aldı ve beni işimin başına gönderdi.
Masa başında çalışırken gazeteye üçüncü sayfa haberlerini yazıyordum. Fakat acilen gelen bir haberle birazdan Nişantaşı'nda bir kuyumcu dükkanına gidecektik, silahlı soygun olmuştu.
İçinde olduğumuz minibüs kuyumcunun olduğu yerde durunca hemen kamera ekibiyle birlikte minibüsten indim. Başka bir arkadaşımız minibüsü park etmeye gitmişken kamera ekibi kameraları aktif hâle getirmişti.
"Evet sayın seyirciler Nişantaşı'nda soyulan bir kuyumcu dükkanının önündeyiz. Arkada gördüğünüz gibi etraf kalabalık ve polis ekipleri gelmiş durumda, haberin detayları için bizden ayrılmayın."
Haberin detayları için kamera ve görgü tanıklarına ulaştık ve kuyumcunun sahibiyle de konuştuk. Bu haberden sonra şehit olan bir askerimizin annesiyle röportaj yapmak için Cihangir'e geçmiştik.
İnsanların acısı ağırdı ve biz bu acıyı deşmeyi bekler gibi hiçbir fırsatı kaçırmadan oluşan her habere koşmaya çalışıyorduk.
Kimisi kamera, mikrofon görünce sevinir havalara uçardı kimisi ise lanetler yağdırırdı. Biz de bu ülkede yaşayan her birey gibi görevimizi yerine getirmeye çalışıyorduk. Biz olmasak ülkenin hiçbir şeyden haberi olmazdı. Her meslekte olan eksiler bizim mesleğimizde de vardı ama bu benim mesleğimi yapmama engel değildi. Ben mesleğimi severek yapıyordum.
Ofise geldiğimizde yorgunluktan ölmek üzereydim. Ama bir dakika bile nefes almama izin vermeyen patronum beni yine odasına çağırmıştı. Odasına gittiğimde beni ayakta bekliyordu.
"Cem Sözer haberi için Ankara'ya gidiyorsun. Hazırlanmaya başla."
|
0% |