@utopikyazarice
|
İçinde filizlenen kötü hisler hayatının en kötü gününü oluştururken gün gelir iyi hislere evrilerek hayatının en iyi gününü oluşturur.
İnsanın hayata geliş amacı nedir? Sorgulanması gereken en önemli cümlelerden biridir bu. İnsan kendi hayatını yaşarken neden zorunluluklara ve istemediği şeyleri yapmaya boyun eğmek zorunda ki? Geçmişte eğilen boyun gelecek için bir ders niyetindeyken hiçbir değişim olmaması ve çaba gösterdiğin halde boşa kürek çekmek acımasızcaydı.
Yaşam, kendi kafanda kurduğun dünyadan ibaret olması gerekirken insanların dünyana girmesiyle her şey altüst olur. Kendi kafandaki dünya rafa kaldırılır ve sen kendini başkasının boyunduruğu altında bulursun, başkalarının emirlerini yerine getirmeye çalışırsın. İnsan olarak geldiğin dünyada emir yerine getiren bir askerden veya bir robottan farkın kalmaz. Askerin aldığı emirlerin bir amacı varken sen robotik bir şekilde ne yaptığını bilmeden, ne olacağını kestiremeden sana verilen emirleri yerine getirirsin. Bu yüzdendir ast-üst ilişkisi bu yüzdendir insanların intihar oranlarının artması. Daha fazla boyunduruk altında kalmak istemeyen insanlar canına tak edince çareyi kendine zarar vermekte arar fakat bu kadar güçsüz durmak yerine dik başlı olmak bir şeylere mâl olsa bile gereklidir. Zorunluluklara uymak nasıl gerekliyse baş kaldırmak da gereklidir.
Hayatımın bir anda nasıl karmakarışık olduğunu takip edemedim fakat bilmediğim bir yöne gitmek istemiyordum.
Elif'i dizimde uyuttuktan sonra mutfağa geçip çay yaptım ve terasa geçip gökyüzüne bakarak içmeye başladım. Elif ağlarken başıma keskin bir ağrı girmişti ve halen de devam ediyordu. Ağrı o kadar fazlaydı ki kafamı gövdemden koparıp atmak istiyordum. Monoton hayatıma arkadaşlar fazla gelmişti daha doğrusu arkadaşlarımın acıları... Bir gün önce şen şakrak, hayata tutunan bir kadındım fakat şu an kafamı kuma gömmek istiyorum ve oradan hiç çıkmamak... Acı, keder bana ağır geliyordu. Ağlamayı da sevmiyordum. Kim sever ki zaten... Ancak ben ağladığımın görülmesini de sevmezdim o yüzden çok da rahat olamazdım öyle durumlarda.
Elimle alnımı ovalarken geçmesini dilediğim baş ağrısı bir türlü geçmek bilmiyordu. İki tane ağrı kesici içmiştim fakat bir yarar sağladığı söylenemezdi. Elimi alnımdan çekip yüzümü sıvazladım. Ankara'ya gitmek istemiyordum. Bugün saat 16.00'da uçağım vardı lakin yine rötar yapsın istiyordum. Ben hep bir şeyleri istiyorum ama gerçekleştiremiyorum. Ankara'ya gitmek istemiyordum fakat bunu kendi içimde dile getiriyordum. Saate baktım; sekiz olmak üzereydi. Biten çayımı tazelemek için mutfağa geçtim ve tezgahın üstündeki telefonumu fark edince onu da tazelediğim çayımı da alıp terasa geçtim.
Kulağıma dayadığım telefon üçüncü çalışta açıldı.
"Hı? Ne oldu?" dedi mahmur bir sesle.
"Ankara'ya gitmek istemiyorum. " dedim üzgün bir sesle.
"Bunu gideceğimiz gün mü söylüyorsun?"
"Dün öğrendik farkındaysan fırsat bulduğum ilk anda söylemem normal değil mi?"
"Kızım hadi git yat ya! Gideriz birkaç ay değil mi zaten?"
"İçimde kötü bir his var gitmek istemiyorum Caner." O kadar gitmek istemiyordum ki bana kızım demesine bile kızmamıştım.
"İrin, dert etme yanındayım ben. Git uyu hadi ya tavuklar bile daha uyurken senin sabah sabah başımda dikilmen nedir ya?" Caner uykusunu böldüğüm için sitem etmekten asla çekinmiyordu.
"Altan Bey'i arayacağım. Benden alsın başkasına versin görevi. İstemiyorum Cem Sözer'in hayatıyla ilgilenmeyi."
"Başlatma Altan'ına! Kızım maaşını orada kaldığın sürece biraz daha fazla alacaksın. Hani senin ekonomin çok kötüydü?"
"Ekonomim çok kötü evet ama psikolojimin psikolojisi de delirmek üzere."
Caner sessizce gülerken "İrin'ciğim deli deli de yaşayabilirsin ama ekonomisiz yaşayamazsın. Şimdi dert etme, şöyle düşün tatile gidiyorsun Ankara'ya ve geri döneceksin ait olduğun yere." Benim ait olduğum bir yer yok Caner, diyemedim...
"Kapat Caner hadi tamam."
"İyi geceler İrin'ciğim bayss!"
"Caner dur dur kapatma!"
"Of yine ne var? Bir uyutmadın he!"
"Dün gece Furkan buraya geldi." Hiçbir şeyden haberi yoktu bu yüzden bunu söylemem ne kadar doğru bilemiyorum.
"Geldi mi? Kötü bir şey yaptı mı size?" Hayır yapmadı kötülüğü sevdasına yaptı Caner. Bir dakika. Haberi olacağını zannetmiyordum ama vardı. Ne?
"Hayır. Kötü bir şey yapmadı Elif'le konuşup gitti. " Keşke sadece konuşsalardı. "Sen geldiğini biliyorsun ama dün o erken kalkmıştı yemekten. Nereden öğrendin buraya geldiğini?"
"Kızım uykum var ya hadi sal beni."
"Caner rica ediyorum söyler misin?"
"Kızım bağırman gerekmiyor muydu? Niye böyle bir nezaket sergiledin? Yoksa ben uyudum da rüya mı görüyorum?"
"Caner bir daha kızım dersen duyacaksın bağırmanın binbir tonunu. Söyleyecek misin?"
"Of be!..Dün Barlas'la konuştular. Barlas ne söylediyse delirdi çekti gitti. Sonradan öğrendik senin evine geldiğini." Barlas ve Atalay kuzenlerdi. Barlas, Elif ve Atalay'ın nişanlı olduğunu mu söylemişti?
"Tamam. Hadi uyu sen. Ben Altan Bey'i arayacağım." dedim düşünceli bir sesle.
"Niye kızım?" dedi Caner illallah eder gibi.
"Kızım deme bana! Ankara'ya hâlâ gitmek istemiyorum." dedim sesimin hafif yüksek ve sinirli çıkmasına engel olamamıştım. Deli ediyor ya beni!
"Git kendi başını ye. Bırak beni yatacağım!" dedi ve telefonu yüzüne kapattım. Ekranda tekrar onun ismini görünce açtım. "Bıraktım işte niye aradın? " dedim.
"Saygısız. Hiçbir şey öğretememişim sana!" deyip yüzüme kapattı. Umursamadım ve Altan Bey'in numarasını çevirdim.
Arama kapanacağı sırada telefonu kulağımdan çekiyordum ki "Efendim?" dedi mekanik bir sesle. Son anda açmıştı.
"Günaydın Altan Bey. Rahatsız etmiyorumdur umarım." dedim sesimi sabit tutmaya çalışarak ama her an telaşlı bir tona bürünebilirdim.
"Ne söyleyeceksen çabuk söyle İdil, işim var." dediğine karşı gözlerimi devirip boğazımı hafif bir şekilde temizledim.
"Altan Bey ben Ankara'ya gitmek istemiyorum. Benim yerime başkasını gönderebilir misiniz?"
"Tabii gönderebilirim İdil." dedi kaşlarımı çattım.
"Ciddi misiniz?" dedim sesim istemsizce sevinçli çıkmıştı.
"Şaka yapar gibi bir halim mi var?" dedi aksi bir sesle.
"Teşekkür ederim Altan Bey." dedim.
"Öğlene doğru gelip eşyalarını topla." dedi.
"Anlamadım?" dedim kaşlarım çatıldıkça çatılıyordu.
"Bu işi yapmak istemediğini söylemedin mi? Artık bir işin yok diyorum neyi anlamıyorsun." Bu adam beni kovmak için fırsat mı kolluyormuş? Kovmak nedir yani? Al işini başına çal derdim de yapamam.
"Öyle bir şey söylemedim Altan Bey."
"İşine devam etmek istiyorsan gideceğin yeri biliyorsun. Devam etmek istemiyorsan da gelip eşyalarını topla. Bir daha altından kalkamayacağın sorumluluklar almamış olursun. İyi günler!" dedi ve konuşmama fırsat vermeden yüzüme kapattı. Kahretsin! Ne yapacağımı bilemeyerek Caner'e yazdım.
Az kalsın kovuluyordum.(08.34)
Oh olsun sana. Yerinde dursan azcık ölür müsün ütopik?(08.36)
Ölürüm valla çılgın. Hani uyuyordun sen??? (08.37)
Adamda uyuyacak hal mi bıraktın. (08.40)
Yine suçlu olduk iyi mi? :( (08.40)
Her zaman suçlusun hep ben haklıyım öğren artık şunu. (08.40)
Tamam kes. Alma zamanımı işim var benim, daha valiz hazırlayacağım. (08.40)
Hazırla bakalım ütopik. Puhahaha (08.41)
Gıcık! (08.41)
(Dil çıkaran emoji) (08.41)
Telefonumu kenara inidirip soğuyan çayımla mutfağa geçtim adamda çay içecek hal mi bıraktılar? Bardağı, bulaşık makinasına koyup ardından ellerimi yıkadım ve kahvaltı hazırlamaya koyuldum. Öfkeliydim, korkuyordum ve üzgündüm. Neden böyle hissettiğim hakkında hiçbir fikrim yoktu.
Yaklaşık yarım saatte hazırladığım masaya bir bakış atıp ikiye böldüğüm haşlanmış yumurtaları da masaya koydum. Saat 09.15'e tekabül ediyordu ve daha kimse uyanmamıştı. Biraz erken hareket etmiştim galiba.
Kafamı dağıtma çabalarım boşa çıkınca ve içimdeki kötü hissin yerli yerinde durduğunu fark edince son çare olarak abimi aramaya koyuldum. Numarayı çevirip telefonu kulağıma yasladığım sırada kulaklarımda ve dimağımda yankılanan ses hiç yabancı değildi.
"Her şeyi abin sayesinde kazandın. Kendi başına iş yapamayacak kadar zavallısın."
Hayır, bu doğru değildi. Nevşin'in sözlerini kulak ardı etmeliydim. Hiçbir şey göründüğü gibi değildi.
"Alo?"dedi bir ses cevap veremedim. Hala Nevşin'in sesi kulaklarımda yankılanıyordu.
"Alo? İdil duyuyor musun?"
Boğazımı temizleyip abime odaklandım.
"Günaydın abi. Nasılsın?" dedim kısık bir sesle.
Hiçbir şey göründüğü gibi değil. İnsanların seni yargılamasına izin verme.
Sakin ol...
"İyiyim İdil. Hayırdır kötü bir şey mi oldu sabah sabah?" dedi sorgularcasına.
"Hayır, kötü bir şey olmadı abi ama bir sorun var."
"Dinliyorum söyle bakalım."
"Altan Bey kısa süreliğine bir görev için Ankara'ya gönderiyor beni. Benim burada kalmam gerekmiyor mu, nasıl giderim?"
"Altan'la konuştuk. Sana verdiği görevi layığıyla yerine getireceğini biliyorum İdil. İçin rahat olsun ve sana denileni yap sadece, unutma ki bu senin görevin."
"Bu görevi tam olarak bana kim verdi? Sen mi yoksa Haldun amca mı?"
"Kimin verdiği fark eder mi?" dedi hafif kızgın bir tonla.
"Ha- Hayır."dedim telaşlanmadan edememiştim tavrı karşısında.
"O zaman görevini yap İdil. Orada güvende olacaksın dert etme sadece işine odaklan."
"Tamam abi." dedim, içim az da olsa rahatlamıştı. Abimin bilgisi varsa eğer sorun yoktu.
"Sanem'le hâlâ irtibat halinde misin?"
"Hayır abi bir aydır hiç görüşmedik."
"İrtibatını kesme." dedi, daha devam edecekti ama sözünü başlamadan kestim. "Ya öğrenirse abisini onun sayesinde ifşaladığımı?" dedim.
"Böyle düşüneceksen istifa et İdil. Bu meslekte duygulara yer olmadığını hâlâ öğrenemediysen bırak git."
"Özür dilerim abi, haklısın."
"Başka bir sorun yoksa kapatıyorum işim var."
"Yok abi, görüşürüz dikkat et."
"Sende dikkat et." deyip telefonu kapattı. Elimi sandalyenin üstüne koyarak güç almaya çalıştım ama nafileydi ağlamak sevdiğim bir şey değildi ama gözlerimin dolmasına da mani olamıyordum. İnsan dışındakilere engel olabiliyordu ama içindekilere asla söz geçiremiyordu. Bastırdığım duygular elbet bir yerde patlak verip gözyaşlarıma karışıyordu.
Kalbimin sıkıştığını hissettim yüzümü ellerimle silip bir bardak su aldım içtiğim sırada mutfağa biri girdi. Evde yalnız olmaya alışık olduğum için birinin varlığını hissetmek ürkmeme sebep olmuştu.
"Günaydın." dedi yüzümü ona döndüm gülümseyerek karşılık verdim.
"Sen ağladın mı?"dedi yanıma yaklaşırken.
Kafamı iki yana salladım. "Hayır Laçin." dedim.
"Ama gözlerin öyle demiyor."
"Saçmalama ağlamadım diyorum hadi herkesi çağır gelsinler." dedim ona arkamı dönüp buzdolabına yönelirken.
"Tamam." deyip mutfaktan çıktı bende sıktığım portakal suyunu çıkardım buzdolabından.
Sonraya bıraktığım krep yapma işini hemen halletmek için tavayı ocağa koydum. Krepleri bir bir yaparken bitirmeye yakın kızlar bir bir mutfağa doluştu.
"Günaydın kızlar." dedim arkam onlara dönük şekilde. Her biri beni cevaplarken sandalyelere de oturmuşlardı. Ocağın altını kapatıp düz bir tabağa koyduğum krepleri de masaya koydum ve kızların çayını doldurup bende Laçin'in yanında boş bir sandalyeye oturdum. Yan sağımda Elif yan solumda Mutlu vardı onlar karşı karşıya bakarken benim yan taraflarımda kalıyorlardı Laçinle de yan yanaydık.
"Zahmet etmişsin tatlım." dedi Mutlu.
"Evet beraber hazırlayabilirdik."dedi Elif de.
"Afiyet olsun kızlar beraber toplarız biz de." dedim gülümseyerek.
"Kızlar yiyin işte boş verin hazırlamış köle." dedi Laçin. Ona ters bir bakış attım karşılık olarak kahkaha attı, kızlar da tebessüm etmekle yetindi.
Sessizce yaptığımız kahvaltının ortasında Mutlu sessizliği bozarak "Elif'ciğim, iyi misin tatlım?" dedi. Elif tabağına diktiği gözlerini kaldırıp Mutlu'ya dikerken gülümsedi. "Evet gayet iyiyim."dedi.
Mutlu da gülümseyip kahvaltısına devam etti. Sonra Elif bir anda " Evlenmiş."dedi. Sessiz geçen kahvaltı daha da sessizleşti.
"Yemek sırasında elindeki yüzüğü görmemiştim. Sabah saatlerinde buraya geldi konuşmak için kavga ettik ve gitti. Evliymiş bunu öğrendim. Artık bitti onu içimde de öldürdüm." dedi soğuk bir sesle.
"Saçmalama. Öldürdüm deyince ölüyor mu hemen içinde? Bu kadar çabuk oluyorsa şairler neden şair oldu?" dedi Laçin.
"Öldü işte Laçin. Boş verdim." dedi Elif omuz silkerek.
"Peki ne yapacaksın Elif?" diye soran Mutlu oldu.
"Nasıl ne yapacağım?"
"Atalay'dan bahsediyorum." dedi.
"Ayrılacağım. Atalay'a bu kötülüğü yapamam." dedi Elif karşılık olarak.
"Ama Atalay seni seviyor ondan ayrılınca ona daha çok zarar vermiş olmayacak mısın?" dedi Laçin.
"Hayır vermeyeceğim. Onu sevmeyen biriyle bir hayat yaşamasındansa benden ayrı olması daha iyi onun için."
"Bence de doğru böyle olması." dedi Mutlu.
"Elif iyi düşün." derken telefonum çalınca sözümü tamamlayamadım. "Ben telefona bakıp hemen geliyorum." dedim ayağa kalkarken.
Terasa geçip telefonu açtım.
"Efendim abi? "
"Merhaba İdil." dedi her zamanki ciddi ses tonuyla.
"Merhaba abi." dedim.
"Kısa konuşup kapatacağım. Sorularıma cevap ver hemen. "
"Tabii abi, dinliyorum."
"Lise arkadaşlarınla buluşmuşsun."
"Evet." dedim ama hiçbir şey anlamamıştım.
"Furkan Sarhan, Türkiye'ye dönmüş. Doğru mu?"
"Evet döndü ama bunu neden soruyorsun?"
"Beni dinle. Furkan ne zaman döndü biliyor musun?"
"Hayır bilmiyorum dün yemekteydik hepimiz ama Furkan'la özel olarak konuşmadım."
"Numarasını ver bana."
"Numarası bende yok. Beni mi deniyorsun sen? İstesen hemen bulabilirsin."
"Evet seni deniyorum. Göz hapsine al o çocuğu pek tekin işlere bulaşmamış."
Dedikleriyle sinirlendim ve sinirimi ona yansıtmaktan da geri durmadım.
"Abi saygımı bozmak istemiyorum ama ben senin emir kulun değilim Furkan'la bir derdin varsa git kendin hallet. Beni bulaştırma. Hem Ankara'ya gideceğim Furkan'ı nasıl göz hapsine alabilirim Allah aşkına? " deyip arkama baktım, kimse yoktu.
"Emir kulum olmadığına emin misin? Saçma saçma hareketler yapma İdil, affetmem biliyorsun."
"Hareketlerimden eminim."
"Bu dikbaşlılık ne İdil? Haddini aşmaya başlıyorsun!" Bağırarak konuşunca kendime geldim evet haddimi aşarak konuşmuştum.
"Özür dilerim abi. Fakat Furkan hakkında bir bilgim yok. "
"Ben öğreneceğim o zaman seni de bilgilendireceğim. Dikkatli ol." dedi ve kapattı.
Kimsenin duymaması için terasa geçmiştim ve çok mantıklı bir eylemde bulunmuştum. Umarım gerçekten kimse duymamıştır.
Mutfağa geçtiğimde kızlar sohbet ederek kahvaltılarına devam ediyordu.
"Nerede kaldın İdil? Neden böyle uzun sürdü görüşmen?" dedi Mutlu.
"İşle ilgiliydi anlarsınız ya..." dedim zoraki bir tebessümle.
Kızlar sohbet ederek kahvaltılarını bitirirken benim üstüme bir sessizlik çökmüştü ama bozuntuya vermeden nadir de olsa sohbetlerine katılmaya çalıştım.
Beraber mutfağı topladıktan sonra bavul hazırlamama yardım ettiler Mutlu ve Elif; Laçin ise mutfakta bize körili makarna yapmakla meşguldü. Tek başıma yapmaya kalkışsam akşama kadar asla bitiremeyeceğim işin içerisinden çok kısa sürede zaferle sıyrıldık. Makarnalarımızı yedikten sonra bir taksi çağırıp büyük boy bavulumu, el bavulumu ve sırt çantamla kol çantamı aldıktan sonra nihayet kızlarla aşağı inebildik. Kızlar dışarıda bavullarımın başını beklerken ben evdeki su vanasını, elektirik sigortasını ve doğal gazı kapattıktan sonra Hakkı amcanın dairesine doğru ilerledim. Kapı ziline uzun süreli basmamdan sonra nihayet kapıyı açmıştı Hakkı amca. Kulakları ağır işittiği için kapıyı geç açmıştı.
"İdil kızım hoş geldin." dedi Hakkı amca.
"Hoş buldum Hakkı amca. Nasılsın?" dedim tebessümle.
"İyiyiz kızım hamdolsun. Gel içeriye otur bakalım, Münevver teyzen yine mis gibi poğaça yaptı. Valla ben on üzerinden yüz puan verdim ama belli etmedim bu ne böyle bir daha dene daha güzelini yap dedim hep yapsın diye, güzel desem hayatta yapmaz." dedi gülerek. Münevver teyze, Hakkı amcanın beş yıl önce vefat eden eşiydi. Fakat Hakkı amcanın aklı sürekli gidip geldiği için kızı Emine her poğaça yaptığında ölen eşi yaptı sanıyordu.
"Yok Hakkı amca gitmem gerek. Ellerine sağlık Münevver teyzenin, daha sonraki gelişimde yerim artık."
"Nereye gidiyorsun kızım?" dedi Hakkı amca kaşlarını çatarak. Beni kızından ayırmadığı için böyle bir tavır sergilemesini garip bulmamıştım.
"İş icabı Ankara'ya gidiyorum Hakkı amca." dedim.
"Selametle git kızım Allah'a emanet ol." Elini uzatınca öpüp alnıma koydum. Karşılık olarak da ardından bana sarılıp saçımı okşamıştı Hakkı amca.
Ona gülümseyip merdivenlerden inmeye başladığım sırada Mutlu mesaj atmıştı, taksi gelmişti. Hızlıca basamakları indikten sonra kızların bindiği taksiye bindim hemen ve ardından havaalanına doğru yola çıktık. Caner'le ve diğer arkadaşlarımla da havaalanında buluşacaktık.
"Laçin sen ne zaman Ankara'ya dönüyorsun?" diye sordum.
"Benim dönmeme daha var. Bir arkadaşımı göreceğim ve biraz da gezeceğim sonra dönerim Ankara'ya." Anladım dercesine kafamı salladım.
Bir saat sonra havaalanına geldiğimizde taksi parasını kızlardan yakamı sıyırarak güç bela ödedim ve bavullarımla birlikte taksiden indik.
Caner'i arayıp nerede olduğunu öğrendikten sonra bavulları güvenlikten geçirip Check-in işlemini yaptırdım ardından bagajı kontuara bıraktıktan sonra görevlinin verdiği uçağa biniş kartımı alıp bekleme alanlarına doğru ilerledim. Kızlar havaalanına girdiğimizde direkt Caner'lerin yanına geçmişlerdi. Uçağın kalkmasına daha kırk beş dakika vardı.
Bekleme salonuna girdiğimde onları bulmam zor olmadı yanlarına gidip herkesle selamlaşıp oturduktan sonra zaman arkadaşlarla nasıl geçti anlamadım. Konudan konuya atlayıp sohbete öyle bir dalmıştık ki uçağın kalkacağı anons edilmeseydi burada kalırdık muhtemelen.
Herkesle tek tek vedalaştıktan sonra Caner'le , onların yanından ayrıldık.
Uçağa binmek için gerekli işlemlerden geçip sonunda koltuklarımıza oturduğumuzda uçak içerisinde de yapılan birkaç uyarıdan sonra uçak kalktı. Caner yanımda otururken bende gözlerimi kapatıp uyku moduna geçtim. Gözlerimi açtığımda Ankara Esenboğa Havaalanına inmiştik. Bundan sonraki aşamada bavullarımızı alıp taksiye binmemiz ve Mamak'a geçmemiz de kulaklarımda çalan müzikle sorunsuz geçmişti.
Kulağımda yankılanan bir şarkıda;
This is gonna be the best day of my life.
Diyordu. Öyle olmasını o kadar çok umuyordum ki ama olsa olsa bugüne hayatımın en kötü günü derdim.
Ankara Mamak'ın Akşemsettin diye bir mahallesinde sekiz katlı kırmızı bir binanın önünde taksicinin bizi indirmesiyle yaşayacağımız yere adım atmış olduk.
Caner, dördüncü katta otururken bende beşinci katta oturuyor olacaktım. Ev eşyalı olduğu için herhangi bir şeye ihtiyacımız yoktu. Caner valizleri yukarı taşıyacağını söyleyerek ev sahibi olduğunu düşündüğüm adamla birlikte yanımdan ayrıldı.
Bende çevreme bakınmaya başladım temmuz ayında olduğumuz için termometreler otuz bir dereceye kadar yükselmişti, bu sene sıcaklıklar az olsa da hala sıcaktı ve ben terden ölmek üzereydim.
Sıcaktan başka bir şey düşünmek adına binanın çevresinde oyun oynayan çocuklara dikkatimi verdim. Bir kesim top oynarken bir kesimi de ellerindeki kağıttan uçakları uçurmaya çalışıyordu. Onlar kendi aralarında rekabete girerken kenara geçip onları gülümseyerek izlemeye başladım. Uçağı uzun süre havada süzülen çocuk sevinç çığlıkları atarken diğer çocuklar hâlâ uçakları daha yükseğe atmaya çalışıyordu. Ardı ardına önüme düşen üç tane kağıttan uçakla ayaklarımın ucuna baktım ardından uçakları alıp bende çocuklar gibi uçuracaktım ki tekrardan önüme kağıttan uçaklar düştü. Başımı kaldırdığımda dördüncü kattaki açık bir camdan atıldığını fark ettim. Bende bir uçağı uçuracağım sırada bunun boş sayfadan yapılmış bir kağıttan uçak olmadığını fark ettim. Elimdeki uçağı açıp içindeki yazıya dikkatimi verdim.
1. Bölüm-
Her insan kendi masalını yazardı ama bu masal peri kızı dışındaki herkesin peri kızına biçtiği bir masaldı. (...)
Yere düşen diğer bir kağıdı elime aldım.
5. Bölüm-
Tevazudan uzak kalplerin beslediği acımasızlık kalpte derin yaralara sebep oluyordu, peri kızının kalbinde oluşan derin yaralardan oluk oluk kan akarken kimse onun kan kaybından ölebileceğini düşünmemişti. (...)
Olduğum yere çömeldim ve elimdeki kağıttan uçakları tek tek açtım, hâlâ pencereden eskisine nazaran az da olsa kağıttan uçak düşüyordu ve onları da önüme alıp hepsini tek tek açtım, kendimce kronolojik bir sıraya dizip hepsini okumaya başladım. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama yazılan cümleler beni öyle büyülemişti ki hipnoz olmuş gibiydim veyahut bir sarhoş...
"İdil, napıyorsun burada?" Caner konuşarak yanıma geldiğinde elimdeki kağıtları birbirine geçmiş şekilde katladım artık kimse yukarıdan kağıt atmıyordu.
"Sıcaktan bunaldım oturuyordum öyle." dedim.
"Gel, yukarı geçelim hadi." dedi. O önden giderken bende ayaklanıp hâlâ oyun oynayan çocuklara yöneldim.
"Merhaba çocuklar tanışalım mı?" dedim gülümseyerek.
"Annem yabancılarla konuşma dedi, olmaz." dedi kaşları çatık beş-altı yaşlarındaki bir erkek çocuğu.
"Ama ben artık burada oturacağım, komşunuz oldum yani." dedim gülümseyerek. Aileleri iyi yetiştirmişti göründüğü üzere. Çocukların böyle bir tavır sergilemesi hoşuma gitmişti.
"Belki bizi kaçırmaya çalışan kötü adamlardansın. Sana nasıl inanacağız?" dedi bir diğer erkek çocuğu. Bu çocuk ilk konuşan çocuğa nazaran daha büyüktü.
"Hayır çocuklar öyle biri değilim." dedim gülerek.
"Atlas baksana bu abla çok güzel hiç kötü adamlara benzemiyor ki." dedi fısıltıyla sarı saçlı bir kız çocuğu. Ama duymuştum.
"Olmaz güvenemeyiz onu tanımıyoruz Almila." dedi adının Atlas olduğunu öğrendiğim çocuk.
"Peki çocuklar anlaşıldı tanışamayacağız. Ben buraya alışana kadar sizde bana alışırsınız o zamana kadar. Şimdilik görüşürüz." dedim ufak bir tebessümle.
Fısıldaşmaları ben apartmandan içeri girene kadar devam etti. Çok tatlı çocuklardı hepsi.
Gelirken kötü hissediyordum fakat şimdi gördüğüm bu çocuklar ve elimdeki kağıttan uçaklar buraya ısınmam için gönderilmiş birer işaret gibiydiler.
Yukarı çıkıp bir çay demlemeliydim. Ve çay içerek kağıttan uçakları okumaya kaldığım yerden devam edebilirdim.
Tebessüm ederek gelen asansöre bindim ve ilk olarak dördüncü kata gitmeye karar verdim.
Kağıttan uçaklardan Caner'e bahsetmeyecektim ama yukarı çıkmadan ona görünsem iyi olacaktı.
|
0% |