@utopikyazarice
|
Bazı hisler yürekte ilk anda filizlenir ama varlığını belli etmez. Ancak acı verdiği zaman ortaya çıkıp varlığını alenen gösterir o zaman da mutluluk vermez sadece acının izi kalır yüreğinin tam ortasında.
Hayranlık öyle bir histi ki görmeden de birine hayran olabiliyormuş insan. Ben okuduğum her cümleden, her kelimeden, noktalama işaretlerinin diziliminden bile etkilenmiştim. Bu kelimelerin sahibine karşı içimde karşı konulmaz bir merak oluşmuştu. Parmaklarının hareketinden, yazdığı her cümleyle yüzünde oluşan ifadeye kadar bir insanı hiç bu kadar detaylı incelemek, onu görmek istememiştim.
Çok yazar okumuştum, edebiyat severdim; bu satırların sahibi mükemmel olmasa bile ilgi çekiciydi, yine de harikaydı. Okunan her kelime, her cümle insanda ilgi oluşturuyordu ve enteresan bir çekimi vardı.
Böyle güzel cümleler yazan insan neden bu sanatını bir kağıt uçak yapmıştı aklım almıyordu. Sanatını icra ederken bunu hafife alıyorsa büyük bir sorun olduğunu ve bir yazarın eksikliği olduğu yerdeki boşluk hissini alenen gösterirdi.
Elimdeki kağıtları avucuma sığacak boyuta getirene kadar katladım.Ve dördüncü katta duran asansörle birlikte indim. Caner'in kapı numarasını unutmuştum. Çantamı ve tüm her şeyimi de alıp eve çıktığı için telefonum da farkında olmadan onunla gitmişti.
Dört daire vardı bu katta ve on bir veya on iki Caner'in kapı numarasıydı. Tabii bu sadece bir tahmindi çünkü on veya on bir de olabilirdi; kapı numarasının ilk rakamının bir olduğuna emindim sadece ve bu sayının on üç olma olasılığı da vardı. Ah hadi ama bu kattaki bütün daire numaraları bir ile başlıyor.
Her kapıyı çalsam rezil olma olasılığım yüzde kaçtı?
Ben bunları düşünedururken asansörden aşağıda gördüğüm çocuklardan biri indi ve on üçüncü daireye gitti. Beni görüp de görmezlikten geldiği için bende konuşma gayreti göstermemiştim. Tanımadıkları birine böyle uzak davranmalarını anlayabiliyordum.
On üçüncü daire küçük çocuğun evi olduğuna göre kaldı üç daire bunun içinse içimden geçen ilk kapıya vursam hiçbir şey kaybetmezdim. On bir ve on ikinci dairenin arasında duruyordum. Şansımı on birden yana kullanarak ziline bastım.
Kapı açılıp da yarım bırakılınca ben daha Caner mi olduğunu teyit etmeden, adamın yüzünü görmeden içeri geçmişti. Bir yabancı böyle yapmazdı. Caner'in de bu dairede tanıdığı tek insan ben olduğuma göre böyle bir hareket sergilemesi doğal gelmişti. Bu yüzden daha fazla düşünmeden içeri girmiştim.
"Mutfağa gel." diyen ses boğuk çıkmıştı.
Sen doğru yere geldiğine emin misin İdil?
Bilmiyorum ama yanlışsa da çıkarım geri ne olacak?..
Dediğini yaparak düz bir şekilde ilerleyip tesadüfen mutfağa geldiğimde arkası dönüktü ve evet yanlış eve gelmiştim. Karşımda Caner yoktu, karşımda ortalama uzunlukta ne zayıf ne şişman diyebileceğim siyah saçlı kot şort ve tişörtlü bir adam vardı.
Bir başkasının evine girdiğim için kendime saydırırken adam konuşmaya başladı.
"Yine kabul edilmedim. Yine yırtıp atacağım veyahut özgürleştireceğim hayatlarla kalakaldım."
"Hiçbir şey yetmiyormuş gibi bir de darmadağın edildim." dedi ses. Hafif kızgın çıkmıştı sesi.
Seri şekilde konuşurken bir yandan da iki kupa kahve hazırlamıştı.
"İçimdeki öfkeyi dizginleştirmek için evden çıkmayacağım. Artık kalem de tutmayacağım bir işe yaradığı da yok zaten."
Sessizce ayakta dikilmiş karşımdaki adamın sırtıyla bakışıyordum.
Kahveleri doldurup iki kupayı da eline alarak arkasını döndü. Tam karşı karşıya duruken şok olmuş şekilde bana bakıyordu. Ben de böyle bir yüzle karşılaşmayı beklemediğim için kaşlarımın çatılmasına engel olamamıştım.
Suratı dağılmıştı. Kaşında ve alnında yara bandı vardı, dudağı patladığı için kenarında kan birikip kurumuştu ve elmacık kemikleri mosmordu. Yüzünü bu hale getiren kişi kimdi acaba veya neden yüzü dağılmıştı? Ben kimin evine düşmüştüm? Allah'ım yardım et!
"Sen de kimsin? İhsan nerede?" dedi kaşlarını çatmaya çalışmış acıdığı için geri serbest bırakmıştı. Yüzünden anlayabiliyordum hızlı duygu geçişlerini.
"İhsan kim bilmiyorum. Yanlış geldim ben ve sizde seri konuşunca durduramadım." dedim sükunetle.
Durduramadım değil durdurmadım ama sebebini bende anlamış değilim.
"Üzgünüm, buraya yeni taşındığımız için daire numaralarını karıştırdım ama hemen evinizden çıkıyorum. İyi günler." dedim mahçup olmuş bir sesle.
Kapıya doğru adımlarken "Dur." ikazıyla karşılaştım evet tanımadığım adam bana dur demişti.
Allah aşkına benim burada ne işim vardı, ne diye girmiştim ki içeri?
Arkamı dönüp gözlerine baktım. Konuşmadığım için konuşma eylemini kendisi üstlendi.
"Ben İhsan, yani arkadaşım geldi sandım. İki kupa kahve yaptım hepsini içemem. Bana eşlik eder misin?"
Tanımadığı birine böyle bir teklifi ancak ve ancak bir erkek yapabilirdi zaten.
"Teşekkür ederim içemiyorsanız dökersiniz." dedim. Ne? Evine girdiğim yetmiyor bir de kahve mi içeyim?
"Ziyan olmasın. Rica ediyorum. Bir tesadüf kahvesi sadece. " dedi.
Bu çocuğun dilinin altında başka bir şey vardı. Doğru gelmeyen bir şeyler olduğunu hissediyorum. "Tamam." dedim. Hem belki Cem Sözer hakkında da bilgi sahibidir.
Elindeki kupalarla birlikte oturdu koltuğa ve elindeki kupaları sephanın üzerine bıraktı. "Geçsene, otur rahatsız olma." dedi. Bir yabancının evinde rahatsız olmak ona göre anormal bir durum olmalıydı.
Dediğini yapıp karşısındaki koltuğa oturdum. Kahveyi önüme koyunca elime alıp bir yudum içtim. "Teşekkür ederim eline sağlık." dedim. Hani içmeyecektin İdil? Kahve sevmezdim. Çay içmek beni rahatlatıyordu ama kahve içmekten hoşlanmıyordum. Peki bir yabancının evinde kahve içmene ne demeli İdil?
İç sesime daha fazla kulak verirsem kafayı yiyebilirdim. Bende halimden çok memnun değilim. Hem kahve çok acıydı. Şeker kullanmıyorum ama bu zehir gibi şeyi de içmek hiç hoşuma gitmiyordu.
"Şeker koymadım nasıl içtiğini de bilmiyorum. Şeker getireyim mi?" dedi.
"Hayır şeker kullanmıyorum teşekkür ederim." dedim. Hemen bitmeliydi bu tadı çok kötü çünkü.
"Bu kata mı taşındın?" diye sordu.
"Hayır, bu kata arkadaşım taşındı ben bir üst kata taşındım." diye bilgi verdim. Anladım dercesine kafa salladı.
"Ne iş yapıyorsun, tayinden kaynaklı mı buraya taşındın?" diye başka bir soru yöneltti. Sana ne canım, ne yapacaksın?
"Gazeteciyim. Tayinden kaynaklı geldim evet." dedim. Yalan söyledim; bir adamı bizzat gözetlemek için geldim.
"Anladım."diye mırıldandı.
Kendimi sorguya çekilmiş bir sanık gibi hissettiğim için boğazımı temizleyip bende bir soru yöneltmeye karar verdim böylece bu histen kolayca sıyrılabilirdim.
"Sen ne iş yapıyorsun?" dedim. Bana sen diye hitap ettiği için bende öyle hitap etmiştim ama hoşuma gitmemişti böyle konuşmak. Samimi ve birbirini tanıyan iki kişi gibi duruyorduk ama biz birbirimize yabancıydık.
"Avukatım." dedi sadece ve sustu.
"Haddimi aşıyorsam üzgünüm ama yüzündeki yaraların sebebi mesleğinden kaynaklı mı?" dedim. İhtiyatla başını salladı.
"Evet. Bu sefer ki başıma aldığım bela Türkiye ile sınırlı da değil üstelik."dedi.
"Polise gitmedin mi?" diye sordum.
"Polis de bir işe yaramıyor artık alıştım." dedi.
"İnsan koşullara alışır acıya değil. Her dayak yediğinde acıtmıyor mu o darbeler?"
"Hop, orada bir dur! Bizim elimiz de armut toplamıyor. Acıya da alıştık acıtmaya da..." dedi. Kaşlarını yine çatmıştı ve bu sefer acısını ufak bir ses çıkararak göstermişti.
Önce yüzüne sonra kasları alenen ortada olan kollarına sonra tüm vücuduna baştan aşağı baktım. Baktığımı gördü ama incelemekten gocunmadım.
"Belli elinin armut toplamadığı." dedim boğazımı temizledim. "Ayrıca canın acıyor ama acıtmaktan da çekinmiyormuşsun. Ne kadar doğru bu yaptığın?" dedim onun çatamadığı kaşlarının yerine ben kaşlarımı çatarak.
"Sorgu meleği kesildin başıma. Gerektiği yerde gerekeni yapmazsan iyi insanlar zarar görür bunu unutma hanımefendi." dedi. Haklıydı, onaylarcasına başımı salladım.
"İsmin ne?" diye sordu kısa bir sessizlikten sonra.
"İdil. Senin ne?" diye sordum.
"Fatih ben de." dedi elini uzattı.
Uzattığı elini sıktım ve "Memnun oldum." dedim. "Bende." dedi elini geri çekerken.
Kahvemi bitiremediğim için yarısından azını bırakmıştım. Ağzımda kekremsi bir tat oluşmuştu. Kupayı sephanın üzerine bıraktım ve bakışlarını yere sabitlemiş adama baktım. Yüzü darmadağın olmuştu.
"Tek mi yaşıyorsun?" diye sordum. Yüzüne hiçbir yardımda bulunmamıştı. Umarım yanında yaşayan birileri vardır yoksa yüzü mikrop kapacaktı.
"Evet tek yaşıyorum. Sende tek yaşayacaksın galiba." dedi daha çok sorar gibi yüzüme bakıyordu. Evet anlamında kafamı salladım.
"Evinde ilk yardım çantası var mı?" dedim. Kaşlarını çattı sonra canı yandığı için yüzünü buruşturdu ama sorumu cevaplamadı. Zor bir şey sormamıştım.
Yüzüme baktı ve o konuşmayınca ben boğazımı temizledim. Konuşacağım sırada konuşmayı tercih edebildi sonunda. "Evet var." dedi. Neden böyle geç cevap verdiğini anlamamıştım. Tuhaf...
"Eğer sorun etmeyeceksen yüzüne bakmak istiyorum. Kimseyle yaşamıyorsun kalkıp eczaneye veya hastaneye gidecek birisi de gibi de görünmüyorsun." dedim ama bunu söylerken utanmıştım. Yanlış anlaşılmak istemezdim.
"Olur." dedi ve sanki dudağının bir kenarı hafifçe kıvrılmıştı. Ama çok kısa bir süreliğine fakat yanlış da görmüş olabilirdim. "İyi olur." dedi ayaklandı. "Yüzüm acıyor ve elimi atamıyorum." dedi. Kalkıp gitti, giderken "Kimsem de yok." dediğini duymuştum.
Tekrar geri döndüğünde elinde ilk yardım çantası da vardı. Yanıma gelip sakince oturdu, ona döndüm. Elindeki ilk yardım çantasını alıp açtım ve yakınımıza konumlanmış sehpanın üzerine indirdim. Bir bacağımı katlayıp koltukta öyle oturmuştum. Böylesi daha rahattı yüzünü temizleyebilmem açısından. Yüzündeki kurumuş kan lekelerini temizlerken farkında olmadan katlayıp oturduğum bacağım onun bacağına değiyordu. Hafif geri çekilirken patladığını sandığım ama patlamayıp dikiş istemeyen kaşına yara bandı yapıştırdım. Elmacık kemiklerine ve hafif morarmış yerlerine küçük dokunuşlarla krem sürdüm. Dudağının kenarındaki kurumuş kan damlasına baktım o sırada gözlerini yüzümde hissediyordum. Çenesine dokundum hafifçe ve dudağının kenarındaki kurumuş kanı da temizledim. Kanı temizlediğim sırada canı yanmıştı bunu çıkardığı acılı ufak nidadan anlamıştım. Dudağının kenarına krem sürüp geri çekildim. Yüzüm yanıyordu. Kıpkırmızı olmadan gitsem iyi olacaktı.
"Teşekkür ederim." dedi.
Ah, benim vicdanla yıkanmış fevkalbeşer gönlüm!
İyi niyetimden öleceğim ya derken ve içimden kendime sırıtırken buldum kendimi. Vicdan çoktu kalpte ama delilik de yok değildi akılda.
Bunlar kızarmamak için kendini deliye vuruşun olmasın sakın? İç sesimi bantlamak istiyordum.
"Rica ederim bende kahve için teşekkür ederim. Bir karşılık veya ödeme olarak düşün." dedim göz kırparak. Ne? İdil sen yeni tanıdığın bir adama göz mü kırptın? Oha kızım yavaşla biraz! İç sesimle münakaşa içindeyken dışa vurduğum eylemi fark etmemiştim.Ne yaptığımı fark edip kıpkırmızı olurken utanç dalgası tüm vücudumu ele geçirmişti. Karşılık olarak da Fatih sesli bir şekilde gülmüştü kısaca.
Fatih... Ele geçiren, feth eden kişi.
Neyse ne canım! Of, benim gitmem gerek.
"Bir karşılık beklediğim için kahve ikram etmedim. Dediğim gibi sadece bir tesadüf olarak gördüğümdendi." diye açıklama yaptı göz kırpmamı arka plana atarak. Bende anladım dercesine kafamı salladım. "Gideyim ben." dedim. Yüzüm yanıyordu.
Ayağa kalkıp kapıya doğru ilerlerken "Kaçıncı daireye gideceksin?" diye sordu. "Aslına bakarsan bilmiyorum bu yüzden yanlış geldim zaten."dedim.
"12" dedi. Anlamayarak ona baktım. "Yani on ikinci dairedir çünkü burada bir o daire boştu." dedi ensesini kaşırken.
"Anladım, peki." dedim.
"Şey... Tekrar görüşür müyüz?" dedi tekrardan elini ensesine attı ve parmaklarıyla kaşıdı.
"Komşu sayılırız sık sık karşılaşırız ya!" diyerek salağa yatmayı tercih ettim.
Kapıyı açtı ve ayakkabılarımı giydiğim sırada on ikinci dairenin kapısı açıldı. Ayakkabılarımı giyip doğrulduktan sonra karşımdaki dairenin açık kapısının önünde duran Caner'i gördüm. Caner ev içinde giydiği terlikleri çıkarma zahmetinde bulunmayarak hızla yanıma gelip boynumdan tuttuğu gibi beni göğsüne bastırıp sarıldı.
"Kızım sen neredesin ya? Öldüm meraktan! Sokak sokak seni aradım. Eve yeni girmiştim ki bir telefon geldi sana benzeyen birini görmüş emlakçı bende oraya gidecektim. Of İdil ödüm koptu be!" dedi nefes nefes çıkan sesiyle.
Ben şok olmuş şekilde ellerim havada Caner'in sarılmasına karşılık vermeden öylece duruyordum. En sonunda ellerimi belinde buluşturdum. "Korkma, iyiyim. Yanlış daireye girmişim sadece." dedim ve Caner'den uzaklaştım.
Fatih'in varlığını görmeyip sadece bana odaklanan Caner'in bu halinden sıyrılması için "Caner!" dedim koluna dokunup o hala beni inceliyordu bir hasar alıp almadığımı kontrol ediyordu. "Caner iyiyim." dedim bu kez. Caner bana bakmayı bırakıp sonunda Fatih'e bakmayı akıl etmişti. "Ben özür dilerim erkek arkadaşın olduğunu bilmiyordum." dedi Fatih bana bakarak.
"Özür dilerim birader kötü bir niyetim yoktu bir kahve içip kalktı hemen yanlış anlaşılmaya yol açmasın lütfen." dedi bu sefer de Caner'e bakıp söylemişti. Ardından "İyi günler." deyip kapıyı tam anlamıyla yüzümüze çarpmıştı.
"Arkadaş bizi sevgili sandı galiba." dedi Caner. Bir şey demedim sessiz kaldım.
"Galiba fazla oldu basbaya." dedi ardından.
"Senden hoşlanmış belli. İlk görüşte kıskançlık oldu bu." dedi Caner sesli şekilde gülerken.
"Hadi eve geçelim." dedi elini boynuma atıp beni kolunun altına aldıktan sonra evine geçtik.
Yanlış anlaşılmalardan nefret ederdim. Çünkü hayatımın yüzde yetmişi yanlış anlaşılmalardan oluşuyor. Yine yanlış anlaşılmaya kurban gitmiştim.
Caner'in dediği gibi Fatih'in hisleri olduğunu zannetmiyordum. Bir Ankara çocuğu olarak -ne çocuğu olduğu da önemli değildi insan olması önemliydi- başkasının sevgilisiyle yan yana geliyor olma ihtimali onu rahatsız etmişti. Ben böyle düşünüyordum ve durum da bundan ibaretti. Ama sonuç olarak yanlış anlaşılmıştık.
Bu yanlış anlaşılmayı sonra düzeltmeyi aklımın bir köşesine yazdıktan sonra Caner'in yeni evine girmiştik. Ağzımdaki kekremsi tat hala varlığını koruyordu. Su içmeliydim. Cem Sözer hakkında soracak soru bulamamıştım, konuya nasıl gireceğimi bilememiştim zaten.
Moral bozukluğuyla iki bardak suyu art arda içtim.
Bugün de yanlış anlaşıldık ziyadesiyle.
|
0% |