@utopikyazarice
|
Sevdiklerinin senden esirgediği merhameti ve şefkati bir yabancı gelir tüm kalbiyle sana verir ve o kalp artık senin avuçlarının içinde olur.
Bir yabancıyı neden bu kadar düşünürdü ki bir insan? Birden kapıyı açışı, kimin geldiğine bakmadan umursamaz halde içeri girmesi, serseri bakışı, güzel konuşma tarzı ve sen şeklindeki hitabı uzak biri olmasına rağmen çok yakın hissettirmişti. Ardından Caner'in üslubunu yanlış anlayıp benle oturduğu için, evinden gitmeme müsaade etmediği için utanması... Bazı insanlar gerçekten ailenden alamadığın samimiyeti karakteriyle önüne serecek kadar fedakardır. Her insana iyiliğini hissettirecek kadar da temiz kalplilerdir. Kötü hissederek geldiğim bu yerde iyi insanlarla karşılaşmam kötü hisleri bir kenara bırakmamı sağlamıştı. Hem de ilk günden!
Çalan telefonu kalkmaya üşenip de çalmaya mahkum bırakırken en son sesinden çıldıracak hale geldim. Kim arıyorsa baya ısrarcıydı. Sonra abimin arayabilme ihtimali aklıma gelince mutfaktan salona nasıl uçtuğumu bende anlamadım. Sabahın köründe böyle ısrarla arayan yalnız abim olabilirdi. Abim değil de Azra'nın aradığını görünce derin nefes aldım. Ama sinirlenmekten de kendimi alamadım. Sabahın yedisinde ne oldu da böyle arıyordu yani!
"Alo?" dedim nefes nefese çıkan sesimin tınısının sinirli olmasına da engel olamamıştım.
"Ya İdil sen nerdesin be? Arıyorum açmıyorsun! Hamile halimle evine geldim kapıda kalıyorum. Yaşlı amcanın biri o taşındı deyince ne hissettim biliyor musun sen? Sen beni sevmiyor musun artık? Neden bana haber vermeden bu şehri terk ediyorsun?" deyip sesli şekilde ağlamaya başlayınca içimde bir şeyler koptu sanki. Haklıydı. Aramaya fırsat bulamamıştım ama bu benim sorunumdu. Bir mesajı bile çok görmüştüm ona.
"Özür dilerim çok haklısın Azra ama her şey bir anda gerçekleşti bu yüzden haber veremedim sana."
"Dileme özür falan ben zaten alışığım yüz üstü bırakılmaya. Alınmam da insan alıştığı şeye alınmayı da bırakır sadece azcık üzülürüm o kadar."dedi burnunu çekerken. Ağlıyordu ve sorumlusu da bendim, benim yüzümden olmuştu. Gözlerimin dolmasına engel olamamıştım.
"Azra..."diyebildim sadece ama nasıl devam edebilirdim ki? İnsan bir sırrı saklamaya mecbur bırakıldıysa eğer mecburiyetine de boyun eğmek zorunda kalırdı çünkü başka çaresi olmazdı.
"Hiçbir şey deme İdil. Neden gittin?"dedi kendi üzgün oluşunu bir kenara bırakarak.
"İş için ama döneceğim."dedim ardından "Sen şimdi nerdesin?" diye sordum.
"Senin evinin önündeyim, merdivenlerde oturuyorum."dedi burnunu bir kez daha çekti. "Ne zaman döneceksin? Tek mi gittin?"diye sormayı da ihmal etmedi.
"Caner de benimle geldi, ikimize verildi bu görev."dedim sonra sesli şekilde nefesimi verip "Betona oturma kalk, bir taksiye binip evine dön."dedim.
"Betona oturmuyorum aşkım mermere oturuyorum."dedi sesi biraz daha iyi çıkmıştı bu kez.
"Kalk Azra kalk. Her nereye oturuyorsan kalk Allah aşkına!"dedim elimle yüzümü sıvazlarken.
"Tamam hayatım sinirlenme, kalktım." dedi gülerek. "Bak taksi de geldi." dedi sesi keyifli çıkmaya başlamıştı. "Of İdil ben sana neden sinirli kalamıyorum? Seninle konuşunca sürekli kahkaha atmak geliyor içimden, senin bu anaç tavırların da çok hoşuma gidiyor." dedi.
"Sen neden bu saatte benim evime gittin?" diye sordum.
"Rüyamda gördüm seni. Ölmüştün ve ben senin ölü bedeninin yanında oturup ağlıyordum." dedi sesi yine ağlamaklı çıkmıştı. "Aradım seni açmadın ben de evine gitmekte buldum çareyi. Hem bak iyi ki de gitmişim yoksa bana söylemezdin de sen bu şehirden gittiğini." Yine laf sokunca bir şey diyemedim önce sustum ama sonra o da konuşmayınca konuşma gereği duydum.
"Azra, müsait olamadım. Her şey çok ani ve hızlı gerçekleşti. Daha dün geldim ve seni aramaya fırsat bulamadım bu süre zarfında." dedim.
"Caner'i neden seninle gönderdi acaba? Başka birini de gönderebilirdi Altan Bey'in!" dedi, dediklerimi umursamayarak.
Altan Bey'i sevmiyordu ukala ve egoist az biraz da gaddar olmasından dolayı ve ona Bey diye hitap etmem de sinirlerini bozuyordu, ast-üst ilişkisini umursamadan.
"Ne bileyim Caner'i neden benimle gönderdi?" dedim bende. Fakat buna bir cevap verebilirdim yalnız kendi içimde, tek kelimelik bir sorumlu; abim.
Buna verebileceğim cevap ya tesadüftü ya da abimdi işte.
"Sen Samet'e ne dedin hem?" diye sordum.
'Yatakta bırakıp alelacele çıktım evden." deyip sonra gülerek "Evden kaçtığımı düşünmüştür canım kocam." dedi cümlesini bitirdikten sonra kahkaha atmıştı.
"Samet'i delirtmekten asla usanmayacaksın." dedim bende sinir bozukluğuyla gülerek.
"Delirsin bana ne? Benim gibi bir deliyle evlenmeseydi o da." dedi yine kahkaha atmıştı. "Ya eve gidip o halini görmek istiyorum. Sinirden kudurmuştur." Gülerek devam etti. "Neyse çok da sorun değil öperek tüm sinirini alırım." dedi hâlâ gülüyordu.
"Hamilelik daha da delirtmiş seni. Adam ne hale gelmiştir şimdi." dedim görmeyeceğini bile bile kafamı olumsuz anlamda sallayıp cık cıkladım.
"İdil... Onu bunu boş ver de bak benim altıncı hislerim kuvvetlidir. Söyle bana iyi misin gerçekten? Rüyadan çok etkilendim ve endişelenmeden duramıyorum." dedi sesi sonlara doğru kısılmıştı.
"Azra, hamilesin ve beni kafana takıp da boş yere üzülme.Ben gayet iyiyim." dedim sakinleşmesini umarak.
"Senin şu vurdumduymaz hallerin beni öldürecek bir gün. " dedi, göz devirdiğini de hisseder gibi oldum.
"Azra, sakin ol. Annem; babamın öldüğünü rüyamda görüp de ağlayarak uyandığımda bana ömrünü uzatmışsın kızım derdi sen de benim ömrümü uzatmışsın işte. " dedim.
"Gerçekten mi?" diye sordu.
"Evet senin sayende yırttım biraz daha fazla yaşayabileceğim. Ne büyük lütuf!" dedim gülmeye çalışarak. Boğazım düğüm düğüm olmuştu, biraz daha bu sohbet devam ederse kelimelerin yerini hıçkırıklarım alacaktı.
"Batıl inançlara inanmaya hazır biri olduğum için anında inanıyorum aşkım!" dedi keyifli bir sesle.
"İnan inan. Evine vardın mı?"
"Evet birazdan ineceğim. Sana yakın bir yerde ev tutmakla akıllılık etmişim." dedi.
"Aferin aferin. Hadi dikkatli in evine gir. Biraz daha seninle konuşursam geç kalacağım işe." dedim.
"Tamam aşkım. Öptüm güle güle, beni aramayı unutma!" Sonlara doğru 'a' harfini uzatmıştı ve bağırarak kulaklarımı ağlatmıştı.
"Tamam görüşürüz." dedim ve aramayı sonlandırdım.
Hazırdım ve hafif nemlenen yüzümü silip elimle yüzüme yelpaze yaptım.
"Tamam. Sakin ol, bir şey yok." diyerek kendimi telkin ettim. Bu yaşlara bir sebep veremiyordum ama huzursuzluk yaşadığımı da inkar edemezdim.
İyi hissettiğimden emin olduktan sonra çantamı elime aldım içini kontrol ettikten sonra çantayı kapatıp omzuma astım.
İnsan alışıyordu geçmişin geçtiğine de geçip de hâlâ varlığını hissettiriyor oluşuna da...
Asansörü çağırdığım sırada ayakkabılarımı da giymiştim. Üzerimde gri tayyör vardı altındaysa ince topuklu siyah bir ayakkabı vardı.
Asansörün gelmesiyle zemin kata basıp beklediğim sırada dördüncü katta durmuştu. Fatih, siyah bir takım elbise ile asansöre giriş yapmıştı. Dün gördüğüm salaş hali de bugünkü resmi hali de ayrı bir hava katmıştı kendisine. Kısacası girdiği her rolü çok iyi oynuyordu.
"Günaydın." dedi ufak bir tebessüm eşliğinde.
Kafamı sallayıp "Günaydın." dedim bende. Gülümsemekle yetindi.
"Nasılsın?" diye sordum o konuşmayınca ve ürkütücü bir sessizlik etrafı sarınca.
"İyiyim, teşekkür ederim. Sen nasılsın?" dedi dönüp yüzüme bakarak. Kaşlarını hafif çatmıştı ve dünki gibi geri bu hareketini sonlandırmamıştı. Artık acımıyor muydu acaba? "Ağladın mı, neyin var, iyi misin?" diye seri şekilde sıraladı. Telaşlı sesiyle birlikte bana dönük halde sol elini sağ omzuma atmıştı. Yersiz bulduğum telaşını anlamlandıramamıştım.
"İyiyim, telaşlanmana gerek yok." dedim elimi elindeki omzunun üzerine kısaca koyup geri çekerken. Yakın mesafesini ve yersiz telaşını fark edip hemen o da toparlanmıştı. Asansörün kapıları açılınca ilk ben indim ve arkama bakmadan hızlı şekilde binadan çıktım. Arka kapıdaki çıkışa doğru ilerlerken duyduğum ses durmama sebebiyet vermişti.
"Tavrımı yanlış anlamanı istemem sadece iyi niyetle söylüyorum. " deyip çattığım kaşlarımı görünce devam etti. "Bu şehirde yenisin ayrıca bu mahallede de öyle. Mamak biraz sıkıntılı bir yerdir istersen yollara aşina olana kadar seni ben bırakayım. Ne dersin?" dedi sesi biraz çekingen çıkmıştı.
"Özel şoförüm mü olmak istiyorsun?" dedim keyifli bir sesle ve sırıttığımı çekinmeden göstererek.
"Sevgilinin bunu yapması daha doğru olurdu ama yeterince düşünceli değilmiş demek ki." dedi.
"Sevgilim yok." dedim sinirli bir sesle. Caner'i sevgilim sanmıştı. İnsanların dinlemeden kendi başlarına hüküm kesmeleri sorunların temelini oluşturuyordu lakin kimse sorunların temeline inmeyi akıl edemiyordu.
"Flörtün mü demeliydim yoksa?" dedi sitemle.
"Kızların yanında gördüğünüz her erkeği sevgili veya flört olarak adlandırmanız sizin dar düşüncenizden kaynaklı bir durum. Senin yakın kız arkadaşların var mı bilemem ama Caner benim en yakın arkadaşım. Kızların yakın erkek arkadaşlarının olması gayet doğal bir durum. "
"Pekâlâ öyle diyorsan öyledir. Atla hadi!" dedi. Kaşlarım çatık şekilde öylece duruyordum. "İdil, özür dilerim dar düşündüğüm için. Lütfen bana eşlik eder misin?" dedi. Biraz düşündükten sonra arabaya doğru ilerledim.
"Gurur yapıp binmezsin diye düşündüm." dedi gülerek.
"Gurur yapılacak bir durum mu var? Mantıklı olanın bu olduğu kanısına varıp da bindim." dedim ellerimi göğsümde birleştirirken diğer bir deyişle çiçek olurken.
"İş yerinin adresini gösterir misin hanımefendi?" dedi gülümser halde.
Telefonumu çıkarıp iş yerimin adresini açtım ve ona gösterdim.
"Yakınmış. Bir aşağı sokakta da benim bürom var." dedi kafa salladım anladım dercesine.
Sessiz bir şekilde geçen araba yolculuğumuz neredeyse sonlanacaktı.
"Senin iş yerin buradaki arka sokakta kalıyor benimki buradan düz gidince sokağın sonunda." dedi araba hareket halindeyken eliyle bir yerleri işaret edip.
"Tamam ben burada ineyim o zaman arka sokaktan da yürürüm. Fazla uzak değildir değil mi?"
"Hayır uzak değil yürüme mesafesi ile beş dakika falan. Hatta seninle inip sokağı göstereyim sana." dediği sırada inmek için kapıyı açtı. Kapıyı açmasıyla birlikte kapatması bir oldu çünkü üzerimize tam anlamıyla mübalağasız kurşun yağmaya başladı. Attığım koca çığlığın mahalleyi inlettiğine eminim lakin bir insan bile camını açıp bakmıyordu, kimse polisi aramıyordu. Sahi insanlık neredeydi? Gerçekten ölmüş müydü?
Ben ne olduğunu bile anlamadan onun kolları üzerime kapandı. Kurşunlar arabanın camlarını paramparça hale getirmişti. "İdil... İdil bana odaklan!" Fatih'in sesiyle kendime gelmeye çalıştım ama kulaklarım uğulduyordu. "Ah! Kahretsin! Böyle işi si-" Feryadına karşılık kafamı kaldırıp bakmaya çalıştım. Edeceği küfrü ben yanındayım diye tamamlamamıştı. Yani öyle olduğunu düşünüyordum aksi takdirde aklıma başka bir senaryo gelmiyordu. Bu durumda böyle bir şeye takılması cidden anlamsızdı veya şaşırtıcı da diyebilirim.
Kafamı kaldırdığım için üstüme kapanan bedeni yüzünden yüzlerimiz dipdibeydi. Konuşacağımı anladığı için gözlerini benden çekip yüzünü yana çevirdi aksi takdirde dudaklarım doğru olmayan yerlere dokunabilirdi. Kurşun sesleri hâlâ varlığını koruyorken Fatih'in Passat'ı delik deşik olmuştu.
"Polisi arayacağım üzerimden biraz kalkman gerekiyor."derken dudaklarım yanaklarına sürtünmüştü. "Çabuk ara! Kolumdan yaralandım, çok acıyor." Böyle bir şey olduğunu feryadından anlamıştım. "Lanet olsun, kolum mu koptu? Sızım sızım sızlıyor! Haysiyetsizlerin kurşununa kurban gitmek istemiyorum!" Fatih feryatlarını noktalayınca üzerime tekrar eğildi ve olası kurşunlardan beni korumaya çabaladı. Aradığım polisten sonra abime kısa mesaj çekmiştim. Üzerimize sarışın, esmer birçok siyah takım elbiseli adamların geldiğini görünce üzerimdeki ceketi çıkarmak için üzerimden Fatih'i ittim. "Kalk üstümden, yana yat çabuk! " Ceketimi yaralı koluna bastırmasını söyleyip çantamın içindeki küçük silahı çıkardım. Bu işe bir el atmanın zamanı gelmişti.
Silahları yere bakar şekilde savunmasızca üzerimize koşan adamlara karşılık arabanın kapısını açıp kendime barikat olarak kullanırken adamlara isabet almaya çalışarak kurşunları yağdırmaya başladım. Umarım polis çabuk gelirdi aksi takdirde yedek şarjörüm bile kurtulmamıza yardım edemezdi.
Sıktığım beş kurşundan üçü üç adamın farklı farklı yerlerine isabet etmişti diğer ikisi ise boşa düşmüştü. Adamlar savunmaya geçerek yolun kenarındaki çöp konteynerinin arkasına geçmişlerdi. Seri şekilde tekrardan ateş ederlerken üzerimdeki ince askılı cropun askısını delip geçerek omzuma saplanan kurşunla birlikte kapının yanına çöktüm. Kahretsin! Burası nasıl bir şehir? Burası nasıl bir mahalle? Buradaki insanlar ayakta mı uyuyordu, neden kimse dışarı çıkmıyordu veya sokakta tek bir insan bile neden yoktu? Allah kahretsin! Lanet olsun, kolum çok kanıyordu ve kolum uyuşmaya başlamıştı.
"İdil! İdil sakın yerinden kıpırdama elindekini bana vermek için çabala." Sahi Fatih de buradaydı değil mi? Çantamdan silahı çıkarışıma da ateş ediyor oluşuma da ve kolumdan akan kana da şahit olmuştu ve şimdi elimdeki silahı istiyordu.
"Fatih sakın yerinden kıpırdama, ben her şeyi halledeceğim!" Bu polis nerede kalmıştı?
Adamların silah sesleri tekrardan kesilince üzerimize geleceklerini anlamıştım. Telefonumu Fatih'e fırlattım, yolcu koltuğunun üzerine düştü. "Fatih, ekran kapanmadan çabuk telefonu al ve abimi ara son aramalara girersen görürsün."dedim ve ateş etmeye başladım. İkimiz de çok kan kaybediyorduk. "Fatih, abime zor durumda olduğumuzu belirt ve yaralandığımızı da söyle çabuk ol." Bas bas bağırırken boğazımın yırtılacağını hissettim. Ben hâlâ ateş ediyorken abim telefonu açmış ve Fatih de durumu anlatır vaziyete geçmişti. Az da olsa adamları geri püskürtebiliyordum.
"İdil, abin sabretmemizi söyledi. Ancak benim sabredecek gücüm kalmadı sen yaralı vaziyetteyken hâlâ benim için savaşıyorsun! O elindekini bana ver reddediyorsan eğer yumruklarıma da güveniyorum her şekilde üstesinden gelirim." dedi bağırarak. O sırada Fatih'in olduğu tarafa sinsi sinsi yaklaşan sarışın adamı fark ettiğim gibi kalbinin altına isabet alarak ateş ettim. İsabetim hedefiyle buluşup kıvranırken ben Fatih'e bağırıyordum. "Hayır Fatih çok tehlikeli! Yerinde dur ve kendine mukayet ol."
"İdil saçmalama tek başına nasıl halledeceksin?" Sağ omzuma yediğim kurşunla birlikte elimdeki silahla birlikte elim titredi. Kahretsin bir bu eksikti. Şerefsizler! İki omzumu da delmişlerdi!
"İdil!" diye bağırarak arabanın içinde yan koltuğa kayıp yanıma geldi Fatih. Elindeki bana ait olan ceketi yırtıp ikiye ayırdı ve birini sağ omzuma birini de sol omzuma bastırdı. "Ceketini yırttım ama yenisini alırım merak etme." diyerek göz kırptı. "Kollarına iyice bastır sakın ters bir hareket yapma." diyerek de ikaz etti. Elimdeki silahı alıp biraz önceki konumundan karşısındakilere ateş etmeye başladı. Benim aksime çok iyi bir nişancı olduğu söylenemezdi. Kafasını eğerek nefes nefese benimle aynı hizaya geldi, yere oturuyordum. "İyi misin? Biraz sık dişini." dedi güldüm. "Neden gülüyorsun?" diye sordu yine kaşlarını çatmıştı. "Rolleri değiştiğimize..." dedim ufak bir tebessüm yerleşti dudaklarına.
"Avukat!" Karşıdaki adamlardan birinin Fatih'e seslenmesiyle birlikte Fatih odağını benden çekti.
"Ne var Allah'ın belası?" diye bağırdı Fatih olduğu yerden başını çıkarmadan, elini dizime koymuştu, dizimden destek alarak çömelmiş dengede durmaya çalışıyordu.
"Patrondan haber getirdik sana!" diye bağırdı bir kez daha.
"Patronunuz da siz de yerin dibine batın, sizin getireceğiniz haberin canı cehenneme!" diye avazı çıktığı kadar bağırdı Fatih, sesiyle mahalleyi inletmişti ama mahalleyi ölü bir sessizlik kaplamıştı.
"Kaybedeceksiniz o davayı! O kadına yaptıklarınızın hesabını hepinize soracağım, vazgeçiremeyeceksiniz beni!" diye tekrardan bağırdı Fatih. Öfkeyle hızlı şekilde soluyordu.
"Önce bizi dinle istersen avukat! Öfkeyle kalkan zararla oturur." diye bağırdı karşıdaki adam da. Fatih de bende çok kan kaybediyorduk ve hatta benim gözlerim kararmaya başlamıştı.
"Ya ölün ya da dirin avukat! Sen seç ne olacağını." dedi telefonda sesi hoparlörden gelen bir adam. Sesi çok tanıdıktı.
"Gerekirse ölürüm ama doğrudan vazgeçmem duydun mu beni?" diye bağırdı Fatih. Üşümeye başlamıştım. Temmuz sıcağında üşümek de nereden çıkmıştı. Onun koluna baktım kanıyordu. Sahi o da ceket giymişti ne zaman indirmişti?
Ölümle yaşam arasında bir çizgide dururken aklına gelen şey Fatih'in ceketinin nerede olduğu muydu yani?
Evet iç ses. Ve şunu unutma ki olmadık zamanda olmadık şeyler düşünmeyi hiç bırakmayacaktım. Belki de bu benim hayatla baş edebilme şeklimdir.
"Doğrucu Davut olmayı bırak avukat ayağını denk al." Sesi uzak geliyordu konuşan adamın ama tanışıklık hissi hâlâ devam ediyordu.
"Asıl sen vazgeç. Kaçak oynuyorsun böyle silahla korkutarak beni vazgeçireceğini sanıyorsan yanılıyorsun!" dedi Fatih öfkeyle bağırarak.
Telefondan gülme sesi geldi.
"Bana bak aslan parçası ayağını denk al, kükrediğini sanarken miyavladığının farkında bile olmazsın." diyerek Fatih'e karşı son sözünü söyledi. Gözlerimi zorla açık tutmaya çalışırken sesin nereden tanıdık geldiğini anlamıştım.
Furkan.
Bu ses Furkan'a aitti. Adamları geri çekiliyordu ve bu geri çekilişle birlikte polis sirenleri duyulmaya başlamıştı. Fatih de yanıma çökerek benim gibi sırtını arabaya yaslamıştı. Gözlerini kapatırken bende son kez ona bakmıştım. Gözlerim kapanırken içimden kurulu olan bu düzene lanet yağdırıyordum.
Bir olaya zamanında müdahale edilemeyecekse silahlı güçler neden vardı?
Bir avukat adaleti sağlamak için canı pahasına savaşıyorsa bu avukata sahip çıkacak devlet neredeydi?
Olaylar yaşanırken olmayıp da olay sonrası gelen bir yardımın neye, kime ne faydası vardı?
En önemlisi arkadaşım dediğim insanın bir insanı canıyla tehdit ediyor oluşuna inanmaktı. Dışarıdan biri söylese gülüp geçeceğim şeye kulaklarımla şahit olmuştum.
Yıllar herkesi değiştirirdi dost bildiğin değer verdiğin her insan hiçbir zaman aynı kalmazdı bugün hayattan aldığım ders buydu.
Bilincim daha fazla açık kalamazken her yeri koskocaman bir karanlık kaplamıştı.
Soyadımın anlamına yaraşır bir karanlık peyda olurken ben İdil Bürküt bu karanlıkta tutunmayı başarabilecek miydim?
Yeniden yenilgi demek insanın korkularına esir oluşu demektir. Ben bugün karanlıktan korkmayarak aydınlığa çıkacağıma dair kendime söz veriyorum.
|
0% |