Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8.Bölüm- Sarmaşık Kalpler

@utopikyazarice

Farklı bedenlerde aynı yara izine sahip insanların dikiş izleriyle kapatılan acıları birbirinden farklı iki kalbi birbiriyle buluşturur bir sarmaşık misali iki kalbi de büsbütün sarmalar.

 

İyi veya kötü neydi?

 

Kötülük doğuştan gelen bir şey miydi yoksa sonradan mı kazanılıyordu? Anlamlandıramadığım birçok şey vardı ama bunları anlamam için sormam gereken soruları sormaya hak bulamıyordum. İnsanların zihniyeti buna izin vermiyordu ne yazık ki...

 

Sokrates; İyi ve kötüyü tanımlarken erdemi baz alır. Erdemli insan bilgili olur bilgili insan ise iyi...

Erdemli insanlar kötü değildi çünkü kötülük insanın bilgisizliğinden kaynaklanıyordu. Bunca kötülüğü yapan birçok kötü insan bilgisizliğinden kötüydü. Eski Çağ filozofları böyle düşünmekte haklılar mıydı hiçbir fikrim yok ama yapılan kötülüğün bilinçli ve bilgili şekilde yapıldığı günümüz şartlarında alenen ortadaydı. Böylece iyi sandığım insanların da içlerinde kötülük tohumları olduğunu görmüştüm. Dostlarım dediğim insanların ve birer grup halinde olduğumuz bu insanların daha kaçının kötü işlere bulaştığını bilmiyordum, bilmiyorduk dersem yanlış olurdu çünkü birbirleriyle uzlaşıp da benden gizliyor olma ihtimalleri de vardı. Güven bozuk para gibiydi kolayca harcanılırdı. Sırlar ise gizli bir geçite açılan labirent gibiydi. Kimin ne sakladığını öğrenmek çok karmaşık olurdu veya ortada bir sır olduğunu bile anlayamazdınız.

 

Furkan'ın sesiydi telefondaki o ses. Furkan'dı adaleti sağlamaya çalışan bir avukatı canıyla tehdit eden. Furkan'dı bir insanı acımasızca kurşuna dizmeye çalışan. Sahi bunları yapan Furkan'dı ama benim arkadaşım olan mıydı? Benim arkadaşım bu kadar kötü olabilir miydi?

 

Vücuduma bir şey akıyordu ve bir yol çiziyordu sanki. Sızlıyordum, üşüyordum. Gözlerimi zorlukla açmaya çalıştım, kulaklarım uğulduyordu, büyük bir gürültü vardı.

 

Gözlerimi açtığımda görüşüm bulanıktı. Birkaç kere gözlerimi kırptım. Bir arabanın içindeydim ve çalan siren sesi duyduğum gürültünün sahibiydi. İki yanımda da birileri vardı, sıkışıyormuş gibi hissettim hatta boğuluyordum. Nefes almaya çalışırken önce sağ yanıma kaydı gözlerim. Aldığım nefes boğazımı acıttı, ciğerlerimi yaktı sanki. "Gözlerini açtı." dedi sağ yanımdaki kısık bir sesle. Sesin sahibi de bana bakan gözlerin ait olduğu kişi de Fatih'ten başkası değildi bir kolu vücuduma sarılmıştı diğeri ise kanayan sağ omzuma kan kaybını önlemek adına baskı uyguluyordu.

 

Sol yanımda da biri vardı, ona bakmaya çalıştım. "İdil Hanım biraz dişinizi sıkın ve sakın gözlerinizi kapatmayın." dedi sol yanımdaki polis memuru sol koluma kanamayı durdurmak adına baskı uygularken. "Biraz daha hızlı memur bey, çok kan kaybetti!" diye bağırdı Fatih. Bağırışıyla yüzümü buruşturdum, kulağımın dibinde bağırmıştı. "Fatih Bey sakin olun yetişmek üzereyiz." dedi arabayı süren polis memuru.

 

"Sen iyi misin?" dedim Fatih'e bakarak ama sesimi duyduğuna emin olamıyorum.

 

"İyiyim güzelim iyiyim. Çok canın yanıyor mu?" dedi Fatih sesi pişmanlık dolu çıkmıştı.

 

Güzelim diyen bir pişman adam ama dikkat edelim.

 

Sahi öyle demişti değil mi? Şu an düzgün düşünemeyecek kadar canım yanıyordu odağımı toplayamıyordum.

 

"Çok canım yanıyor."dedim gözlerimin yaşlar boşalttığını şu an fark ediyordum. Yüzümdeki ıslaklık hissi hoşuma gitmemişti. Bu ilk değildi ama uzun süre sonra ilk olmuştu.

 

"Az kaldı dayan lütfen. Benim yüzümden bu hale geldiğin için kendimden nefret ediyorum."

 

"Saçmalama. İyi ki ben vardım yanında. Senin kolun ne durumda, acıyor mu?" dedim vurulduğu esnada canının çok yandığını dile getirdiğini hatırladım birden.

 

"İkimiz de kan kaybından ölmezsek bir daha ölmeyiz herhalde superwoman." dedi tebessümle.

 

Arabanın durmasıyla birlikte Fatih ve polis memuru hızla indi. Fatih üzerime doğru eğildiği sırada "Beyefendi ben alayım isterseniz siz de pek iyi sayılmazsınız." dedi polis memuru. Fatih kafasını olumsuz anlamda iki yana sallarken elleri belimi ve bacaklarımı sarmıştı.

 

"Fatih, bırak ben kendim yürürüm."dedim havalanırken.

 

"Bırakırsam yürümek yerine anca sürünürsün."dedi burnundan gülmüştü. Komik değildi, ben gülmemiştim, sadece kolumdan yani kollarımdan yaralanmıştım. Gayet de yürüyebilirdim.

 

Hastanenin acil kısmına girdiğimizde bir personelin yönlendirmesiyle Fatih beni yataklardan birine yatırmıştı. Sonrası ise göz açıp kapayıncaya kadar hızlı geçmişti. Sol kolumdaki kurşun sinir sistemime zarar vermişti. Diğer kolumdaki kurşun ise sıyırmıştı.

 

Sol kolumdaki kurşunun çıkartılıp da kolumun uyuşturulmasıyla birlikte kolum steril hale getirildikten sonra yavaş yavaş dikiş atılmaya başlandı. Kolum uyuşturulduğu için acı hissetmemem gerekiyordu ama koluma bir nesnenin batıyor olmasını bilmek bile canımı acıtıyordu. Odağımı dağıtmak için Fatih'e baktı gözlerim istemsizce. Onun da koluna dikiş atılıyordu bir acı hissetmiyor olacak ki yüzü düz duvar gibiydi. Öyle bir ahenk oluşmuştu ki benim derimin içine batan nesne onun derisinin içinden çıkıyordu. Böyle bir uyuma gülesim geldi. Dikiş atmak da modern zamanda uyumla bir olmuştu.

 

Bence biz ona dikiş uyumu demeyelim, İdil ve Fatih uyumu diyelim.

 

İç sesim saçmalarken ona göz devirme isteğim baskın bir hale gelirken eğer bunu yaparsam delirmiş gibi gözükeceğim için bu fikri hemen aklımdan attım.

 

Gözlerim tekrardan ona kaydı. Bana bakıyordu, daha doğrusu koluma atılan dikişi izliyordu. Bende onun dikişini seyredaldım. Aynı yara izi, farklı bedenler, aynı dikiş izleri ve farklı acılar...

 

Ne tuhaf kıyaslama yapılırken de zıtlıklar yerini koruyordu ama tenasüp de yok değildi.

 

Sol omzuma omuz askısı takılırken diğeri sadece sarılmıştı. Fatih'in kolu da dikiş atılıp sadece sarılmıştı. Çok kan kaybettiğimiz içinse ikimize de kan verilmişti. Bu zaman diliminde abim defalarca aramıştı ama yanıma gelmemişti. Aradığı zaman da Fatih'in kim olduğunu sonra konuşacağımızı, bulaştığım bu beladan kolayca sıyrılamayacağımı onur ve gurur kırıcı bir dille söylemişti. Moralim bozulmuştu ama bunu kimseye yansıtmamaya çalışıyordum. Abim, arkadaşlarım hayatımda hep vardı ama uzaklardı benden, hayatımın orta yerinde değillerdi. Sık görüşmüyordum ve bu yüzden kafama takacak kadar da önem arz etmiyorlardı ama şimdi öyle değildi, şimdi hayatımın merkezindeydiler ve hayatım kalabalıktan kaynaklı bir stres torbasına dönmüştü. Bu hayatı ben seçmemiştim. Ama bu hayatı yaşamak zorundaydım.

 

Hastanede işimiz bittikten sonra Fatih, bir taksi çevirdi. Taksiye binerken ikimiz de sessizdik. Ben durgunlaşmıştım sebebi ise abimdi ama o neden böyle sessizdi bir cevap bulamadım.

 

Abim; beni sevdiğini düşündüğüm adam kalbimi tuzla buz etmişti hemde ben kötü bir vaziyetteyken. Benim sağlığım hakkında konuşmak yerine ne belaya bulaştığımı ve Fatih'i sorgulamıştı.

 

Bazen kendimi bir çöp gibi hissetmekten alıkoyamıyordum. Şimdi de o anlardan birindeyim. Kendimi bir çöp, zavallı biri gibi hissediyordum. Bunun sebebi ise sevgi bağlamında yaşadığım toksik ilişkilerdi.

 

Hiçbir zaman ne istediğim, ne düşündüğüm önemli olmamıştı. Bunu gözardı ederek yaşamaya çalışıyordum ama gururuma dokunuyordu. Bir insanın canımdan dediği insan en yakınına nasıl böyle berbat hissettirebilir toplarına girmek istemiyordum.

 

Hissettirirlerdi. Ne olacağını, ne kadar kırılacağını düşünmeden hissettirirlerdi ve bunu yapmaktan bir an olsun vazgeçmezlerdi.

 

Merhametle yaklaşan o insan, işler yolunda gitmediğinde vicdansızın teki olabiliyordu.

 

Baskın bir ağlama isteği oluştu içimde ama buna şimdi izin veremezdim. Kafamı dağıtmam gerekiyordu.

 

Ne tuhaf hâlâ ve hâlâ düşündüğüm o soru cevapsız bir şekilde zihnimde yankılanıyordu.

 

Yalnız yaşadığım hayatımda derdim tasam elektrik faturası, kira zammı gibi dertlerken şimdiyse hayatıma bir günlük aldığım arkadaşlarım ve görev için yaptığım şehir değişimi beni altüst etmişti. Zor olacağını biliyordum ama ilk günden böyle zorlanacağımı tahmin etmemiştim.

 

Tek bir ruh halindeyken karmakarışık bir yapıya bürüneceğimi tahmin edememiştim.

 

Hissettiğim sevgi, yaşam ışığım kaybolup gitmişti. İşte şimdi mutlu olmama şaşıran insanlar mutsuzluğumla tatmin olabilirlerdi.

 

İnsanların hissettiği; öfke, sinir, kin ve daha bir sürü olumsuz his bana ağır geliyordu. İnsanların nasıl böyle kötü hislerle dolup taştığını da hiçbir zaman anlamayacaktım.

 

"İdil, inelim hadi geldik." Fatih'in seslenmesiyle ona döndüm sonra etrafıma baktım. Gelmiştik bu uğursuz yere yine yeniden.

 

Sessiz geçen yolculuktan sonra sessizliğimi sürdürerek sadece tamam anlamında kafa sallamakla yetinip taksiden inmiştim.

 

Sessizce binaya giriş yapıp asansöre binerken de aynı sessizliği korkuyorduk.

 

Asansör dördüncü katta dururken Fatih asansörden inmişti. Ben asansörün kapanıp da beşinci kata çıkmasını beklerken Fatih gözlerimin içine bakıyordu. Gözlerim tuşlara kaydı. Asansör beşinci kata çıkmayacaktı çünkü sadece dördüncü katın tuşuna basılmıştı. Gözlerim Fatih'e kayarken nihayet konuştu.

 

"Gel bir kahve yapayım hem seninle konuşmam gereken şeyler var."

 

Eve gittiğimde oturup ağlayacağıma biraz daha sessizliğe çökebilirdim eve gidene kadar. Bu yüzden kafa sallayıp asansörden çıktım.

 

O kadar çok kafa sallıyorsun ki dilini yuttuğunu düşünecek adam!

 

Dilimi yutmadım ama gururumu yutmuştum.

 

Omzumdaki askı beni rahatsız ederken çekiştirmeye başladım. Boğuluyormuş hissine kapıldım ve dar bir alanda sıkışıp kalmışım gibi bir etki oluşturmaya başladı. Fatih kapıyı açarken ben arkasındaydım ve bu hislerle cebelleştiğimden bihaberdi.

 

İçeri girdiğimizde onu takip ettim.

 

"Bir rehber olmadan nereye geçip oturacağını biliyor olmalısın, yabancı değilsin." dedi imayla ve ufak sırıtışını gizlemedi. Havamda değildim ve ona ne yazık ki yalandan gülümseyemeyecektim

 

Düz bir suratla karşı karşıya gelince suratındaki gülümseme soldu ve hissettiği pişmanlık tekrardan gözlerine yerleşti. Ona böyle hissettirdiğim için üzülmüştüm çünkü böyle üzgün olmamın sebebi o değildi.

 

Söylediği şeye kafa sallamıştım tamam anlamında. Onun da üzerine sessizlik çökmüştü.

 

"Ben üzerimi değiştireyim sonra duş alırım nasıl olsa." dedi ben salona geçeceğim sırada arkamdan seslendi.

 

"Şey... İstersen sende üzerini değiştir." dedi üzerime baktım beyaz cropun bir kısmı kırmızıya boyanmıştı. Yüzümü ona döndüm bir elini yine ensesine atmıştı onunla ilk tanıştığımız gün kapı önünde yaptığı gibi.

 

Ben susunca tekrardan konuşma gereği duydu.

"Tişörtlerimden birini verebilirim istersen, eve gidince de değiştirirsin."

 

"Fatih, sen duş al bende yukarı çıkıp duş alayım akşam da gelirim yanına olmaz mı?" dedim sesim istemeden soğuk çıkmıştı ve o da üzüldüğünü gizlemeden mahzun gözlerle yüzüme bakmıştı.

 

"Tamam o zaman bana uyar." dedi kafasını aşağı yukarı sallarken.

 

Onun duşa gitmesini söyleyerek bende Fatih'in vestiyere koyduğu çantamı alarak ardımdan kapıyı kapatıp çıktım, asansör yerine merdivenleri tercih etmiştim.

 

Çok yorgun hissediyordum bu yüzden bir kat merdiven çıkmak bile beni çok yormuştu.

 

Dün yerleştiğim yeni evimin koridorundan geçip direkt banyoya girdim. Omuz askımı dikkatlice çıkarıp üzerimdeki cropu da çıkarmaya çalışmıştım. Kollarım çok acıyordu ve bu halde duş almam çok zordu. Cropu bile zar zor çıkartmışken sargılarımı da ıslatamazdım. Bir de onunla uğraşacak gücü kendimde bulamıyordum.

 

Eteğimi çıkarıp sıcak suyu açtım, duş alamayacaktım ama vücudumu silebilirdim, yani umarım.

 

Lifin üstüne duş jelini döküp vücudumda gezdirmeye başladım sol kolumu hareket ettiremiyordum doğru düzgün bu yüzden sağ elimle lifi vücuduma sürüyordum ama o da sızım sızım sızlamaktan geri durmuyordu.

 

Sıcak su ile vücudumu duruladıktan sonra duş kabininden çıktım. Kapının arkasına astığım vücut havlusunu alıp vücuduma sarmaya çalıştım ama normalde de beceriksiz biri olduğum için bu halde hiç becerememiştim. Kolumu kaldırıp tekrardan havluyu asacak gücü kendimde bulamadığım için tezgahın üzerine indirip çıktım banyodan.

 

Odama geçip daha yerleştirmediğim kıyafetlerimi ağzı açık bavuldan ihtiyacım olanları alarak bavulun kapağını kapattım baştan savma bir şekilde.

 

Sütyenin kopçasını takamadığım için yatağın üstüne atıp siyah bol tişörtü üzerime geçirdim altıma da siyah parlak bir tayt giyip odadan çıktım. Duş almaya çalışırken de üzerimi giyinirken de sızlamaktan asla geri durmamıştı yaralarım.

 

Kalpte oluşan yaralar yıllardır sızım sızım sızlarken o yaralara alışabilmiştim ama fizikseli başka bir boyuttu. Psikolojik acıya tecrübeliydim fiziksel acıya ise fazla hassas.

 

Bu aldığım ilk yara değildi ama bir yıl sonra aldığım ilk yaraydı. Unutmuştum bu bir yılda hem sızıyı hem de kabuk bağlamayı ama şimdi hayat yeniden hatırlatmıştı.

 

Kendimle uğraşmak düşüncelerden uzaklaşmama neden olmuştu bunu şimdi fark ediyordum.

 

Fiziksel acılar ve ruhsal acıları aynı anda yürütemiyordum galiba.

 

Dokunulabilir yaraları iyileştirmeye çalışırken ruhsal yaraları beklemeye almıştım.

 

Karnım açtı, susamıştım. Karnımdaki boşluk hissini yeni yeni fark ediyordum.

 

Mutfağa geçtiğim sırada zil çaldı rotamı değiştirip kapıya yöneldim.

 

Kapı deliğinden Caner'in geldiğini görünce hemen açtım kapıyı.

 

"Selamun aleyküm İrin Hanım!"deyip elindeki poşetle içeriye daldı destursuzca. Kapı önünde dikilmeyi bırakıp kapıyı kapattım ve içeri girdim. Caner mutfağa girmiş elindeki poşetleri masanın üzerine koymuştu.

 

"Ve aleyküm selam Bay Çılgın!"dedim mutfak kapısına yaslanıp ufak bir tebessümle. O ise bu hitabıma artık alıştığı için sadece tüm dişlerini göstererek sırıtmıştı.

 

Caner getirdiği poşetin içinden döner ve ayran çıkarmıştı. Gördüğüm dönerlerle birlikte hemen masanın yanına ulaştım, çok acıkmıştım.

 

"Kanka sen var ya, harikasın!"dedim.

 

"Tabii kızım ne sandın!"dedi sırıtıp o da dönerinden bir ısırık aldı. Ben ısırdığımı çiğnemekte zorlanırken Caner iştahla yiyordu. Ayağa kalkıp banyoya ilerledim.

 

"Kızım ne oldu, nereye gidiyorsun?"dedi Caner ağzı dolu şekilde. Ona cevap vermeden banyoya girip omuz askısını aldım ve geri mutfağa döndüm.

 

"Kolum acıyor bunu takar mısın?" Elimdekini ona uzattım, ayağa kalkıp yanıma geldi.

 

"Lan ne oldu, iyi misin, ben nasıl fark etmedim bunu?" dedi omuzlarımda ellerini gezdirirken canımın acıdığını belli eden bir ses çıkardım ve geri çekildim.

 

"Omzuma tak şunu, anlatacağım her şeyi."

 

Kafa sallayıp omzuma taktı ve masaya geçtik.

 

Dönerimden bir ısırık almıştım ki Caner'in ters bakışları ile karşılaştım.

 

Lokmamı çiğneyip peçeteyle ağzımı sildim.

 

"Sabah Fatih'in arabasıyla işe gidiyorduk." dedim.

 

Kaşlarını çatarak "Fatih kim?" dedi..

 

"Dün tanıştırdım ya kapı komşun." dedim.

 

"İdil sen dalga mı geçiyorsun? Dün tanıştığın adamın arabasına mı bindin?"

 

Çok doğal bir şeymiş gibi onaylar şekilde kafa salladım. Tamam oradan bakılınca tuhaf duruyordu ama bende haklıydım kendimce.

 

Aynen haklısın İdil, hadi bir de arabanın tarandığını söyle.

 

"Hay Allah'ım ya! İdil sen beni delirtmeye mi çalışıyorsun? Ne idüğü belirsiz bir adamın arabasına binmişsin ve yanıma gelip omzundaki sargıyı gösteriyorsun yetmezmiş gibi bir de normal bir durumdaymışçasına kafa sallıyorsun!" Sesini yükseltip ayağa kalktı hışımla.

 

"Caner bir otur sakinleş anlatayım her şeyi."

 

Anlat anlat buna böyle delirdiyse yaralanmana mahalle yakar!

 

"Anlat İdil anlat dinliyorum!" dedi ayakta dikilmeye devam ederken. Sesi hâlâ sinirli çıktığı için azcık tırsmış olabilirim.

 

"Otur." dedim sinirle sandalyeyi çekip oturdu.

 

Bu kadar yükselme dostum yaralanan biziz.

 

"Al, oturdum! Anlat, dinliyorum."

 

"Fatih'le gidiyorduk işte bir anda önümüz kesildi, araba tarandı. Ne olduğunu bende anlamadım." dedim bir çırpıda, gözlerimi masa örtüsüne dikerek.

 

"Kim böyle bir şey yaptı? Bu adam kim de tarandı arabası?" Sesi hâlâ öfkeli çıkıyordu.

 

"Bilmiyorum." dedim, Furkan'dı diyemedim. Zihnimde Furkan'ın ismi yankılanınca gözlerimin dolmasına da vücudumu öfke kaplamasına da mâni olamamıştım.

 

"Yalan söyleme bana, yüzüme bak!"

 

"Hani senin kuralların, hani senin sınırların vardı İdil!"

 

"Bu mu senin sınırların? Elin adamına gözünü kapatıp güveniyorsun arabasına biniyorsun, bu mu senin güven duvarın?"

 

"Bazen sadece bana karşı olduğunu düşünüyorum bu duvarların..." deyip ayağa kalktı.

 

Gözlerim daha çok doldu, görüşüm bulanıklaştı.

 

"Caner büyütüyorsun." dedim sesim titrek çıkmıştı, cümleleri çok zoruma gitmişti. Beni sınırlarımdan vurması acıtmıştı.

 

"Aynen büyütüyorum İdil! Ya sana bir şey olsaydı? O şerefsiz de senin gibi yaralandı mı? Yaralanmadıysa da ben yaralayacağım onu!"

 

"Saçmalama. Onun ne suçu var?"

 

"Te Allah'ım ya, çıldıracağım!"

 

"Dediğin şeye dön bir bak İdil! Salak mısın kızım sen? Ya ölseydin hiç bunu düşünmüyor musun?"

 

"Senin bu umursamaz hallerin beni bitiriyor!" Bas bas bağırıyordu ve sesinin tınısını asla umursamıyordu.

 

"Bağırmayı kes!" dedim hiddetle. "Anlıyorum endişeni ama yanlış bir şey yapmadım.

 

"Yanlış bir şey yapmadın öyle mi?" dedi elini yanında durduğu duvara vurmuştu öfkeden.

 

"Evet yapmadım aksine iyi ki oradaydım yoksa Fatih şu an yaşamıyor olabilirdi!" dedim sözlerimi tartmadan ve ardından pişman olmam gecikmemişti.

 

"Sen süper kahraman mısın, asker misin, polis misin? Sen ne yapabilirsin ki yaralanarak karşıma geçip bir de iyi ki oradaydım diyorsun?" Boğazımı temizleyip yutkundum ona cevap verecektim ki çalan telefonumun zil sesi aramıza girdi.

 

Masadaki telefona göz ucuyla baktım abim arıyordu. Telefona düşen çağrıyı bir cesaretle sessize aldım.

 

"Caner, Fatih bir avukat ve peşinde birkaç adam var. Bu adamlar çok tehlikeli ve tanıdığımız biri olabilir o yüzden sakin ol ve ben bu işin ucunu yakalayana kadar bir şey deme." dedim sakince.

 

Furkan olduğunu söyleyemezdim hâlâ Furkan'ın yapacağına inanamıyordum belki ben yanlış duymuşumdur o yüzden bunu araştıracaktım.

 

Aynen avut kendini.

 

"Ne demek tanıdığımız biri olabilir?" dedi kaşlarını çatarak yanıma yaklaştı.

 

"Ne biliyorsun hemen anlat." Şüpheli bakışlarını üzerime dikmişti.

 

"Bir şey bilmiyorum sadece bir tahmin. Biz gazeteciyiz unuttun mu? Çoğu suça karışan insanları az çok biliyoruz." dedim.

 

"Haklısın." dedi düşünceli bir sesle ama hâlâ inanmayan bir tarafı vardı.

 

"Ne çabuk unuttun gazeteci olduğunu? Bakıyorum da çabuk benimsemişsin gardiyan olmayı." dedim ufak bir tebessüm eşliğinde.

 

"Sorma ya ne benimsemek ne benimsemek(!)" dedi böylelikle konudan uzaklaştırmayı başarmıştım.

 

"Cem Sözer'i gördün mü?" diye sordum, asıl amacımızı.

 

"Evet. O adamda başka şeyler var İdil. Hiç hoşuma gitmedi. Sadece şarkı söyleyip ortadan kaybolan masum birine benzemiyor." Bende öyle düşünüyordum.

 

"Nasıl böyle bir yargıya vardın peki?" dedim tekrardan masaya oturmuştuk. Dönerleri yemeye başladığımız için mutluydum.

 

"Çok yabani bir kere." dedi ayranından bir yudum aldı.

 

Bende döneri yerken bir yandan da onu dinliyordum.

 

"Ayrıca sürekli gizli şekilde telefonla konuşuyordu arkasını falan kontrol ediyordu." Kaşlarımı çattım.

 

"Tavrı daha çok bir suç işlemiş gibiydi."

 

"Kimseyle konuşmuyor, muhattap olmuyor."dedi.

 

"Kimle konuşuyor olabilir gizli gizli?" dedim. Ardından "Hiç sohbet etmeye çalıştın mı?" diye ekledim.

 

"'Ben seni bir yerden tanıyorum sanki?' dedim.'Nereden tanıyabilirsin ki?'dedi. O kadar." diye açıklama yaptı bir döneri bitirip ikincisine geçmişti.

 

"Yarın arkadaş olmaya çalış, yanaş. Yakın olursan sırrını çözebiliriz." dedim.

 

"Ben bu meslekten nefret etmeye başladım İrin. Artık dayanamıyorum insanları ifşa etmeye."dedi.

 

Elimdeki döneri bıraktım, iştahım kaçmıştı. "Haklısın." dedim.

 

"Gel işi bırakalım, İstanbul'a dönelim. Seveyim onların gazetesini artık boş verelim." dedi bipli küfür kullanmayı ihmal etmeyerek.

 

Ne çok isterdim teklifini kabul etmek. Lakin yapamazdım.

 

"Haklısın ama işsiz işsiz ne yapacaksın?" dedim.

 

"Kahretsin ki sende haklısın. Zengin olmayı ne çok istiyorum bir bilsen var ya! Bulacağım zengin bir karı basacağım nikahı!" dedi yemeğini bitirmişti peçeteyle ağzını sildi.

 

"Sensin karı, hanzo! Bu nasıl bir üslup?" dedim.

 

"Sende anca benim üslubuma takıl." dedi gözlerini devirerek.

 

"Magazin haberine mi geçsem ben ne yapsam?" dedi düşünür gibi. "Hem gezerim hem ünlü hayatı daha eğlenceli."

 

"Sen değil miydin biraz önce insanları ifşalamaktan bıktım diyen?"

 

"Doğru da ne yapayım kızım yıllardır bu sektördeyiz bir alışmışlık da var hani."

 

"O zaman itiraz etme, işini yap." dedim.

 

Telefonum tekrar çalınca saate de bakmış oldum. Akşam sekiz olmuştu. Abim tekrar arıyordu.

 

"Şu masayı topla ben abimle konuşup geliyorum." dedim ayaklanırken.

 

"Hemen de kaç dersin devlet başkanı arıyor! Sanki ne?" dedi ters ters bakarak.

 

Haklıydı ama yapacak bir şey yoktu, gizlilik esastı. Ona cevap vermeyerek yatak odama girip oradan da balkona çıktım.

 

"Efendim?" diyerek açtım sesim soğuktu ama anlayana.

 

"Bu telefon neden açılmıyor?" diye gürledi.

 

"Müsait değildim."

 

İdil sen misin bu? İnanamıyorum korkmadan sonunda cevap verebiliyorsun.

 

"Ne demek müsait değildim, sen nasıl konuşuyorsun benimle?"

 

"Nasıl konuşuyorum abi?" dedim buz gibi bir sesle.

 

"Abin olduğumu unutaraktan konuşuyorsun." dedi kızgın bir ses tonuyla.

 

"Senin, kardeşin olduğumu unutup da beni düşünmeyerek bana bağırman gibi mi?" dedim sesimin titremesine boğazımın düğüm düğüm olmasına ve gözümden akan yaşlara engel olamamıştım.

 

"Görevini, mesleğini ve canını tehlikeye attığın için!" dedi bağırarak.

 

"Eğri oturup doğru konuşalım; kardeş olmamız da benim canım da umrunda değil!" dedim ve ağladığımı belli etmiştim ne yazık ki. Çok canım yanıyordu, bu hayatı yaşadığım için bu duruma düştüğüm için.

 

"Duygusal davranma İdil. Böyle davranmayı kes artık!" dedi buz gibi bir sesle. İstesem de senin gibi duygusuz olamam, böyle devam ederse sevgimin yerini nefret kaplayacak.

 

"Ne için aradın, söyle abi?" dedim saygıyı da tam olmayan kan bağını da bir kenara bırakmıştım.

 

"İyi misin diye sormak için-"

 

"Abi düşünüyormuş gibi yapmana gerek yok. Rahat olabilirsin."dedim sakin bir sesle.

 

Ufak bir öksürükten sonra "Kimdi o adamlar, ne için size saldırdılar?" dedi.

 

"Arkadaşım avukat; aldığı bir dava üzerine saldırıya uğradı aslını araştıracak fırsatım olmadı ama kendisinin dediğine göre bir kadının hakkını arıyor ve karşı taraf da davadan vazgeçmesi için onu tehdit ediyor."

 

Sustum ama demem gerekiyordu galiba.

 

"Ve saldıran kişiyi yakından tanıyoruz galiba." dedim.

 

"Kim?" diye sordu.

 

"Furkan... Ama araştırsan iyi edersin." dedim soğuk şekilde.

 

"O herifte bir halt olduğunu biliyordum."

 

"Araştır, asılsız da çıkabilir." dedim ardından ekledim. "Silah kullandığım için polisler herhangi bir şey demedi. Sen mi yaptın?"

 

"Başka kimin yapmasını bekliyorsun? Bir daha ölecek bile olsan kimsenin yanında o silahı kullanmayacaksın." dedi tehdit etmekten çekinmeden.

 

"Kendim için değil tehlike altında olan bir insanın hayatı için kullandım. Bu yanlış bir şey mi? Nasıl böyle umursamaz oluyorsun anlamıyorum?" dedim gözyaşlarım tekrar akmaya başlamıştı.

 

"Senin dilin fazla uzamış." Duyduğum şey ile kendimi dünyanın en kötü insanı gibi hissettim sessizce ağlamaya devam ederken "Bir şey diyor musun kapatmalıyım artık." dedim. Hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum.

 

"O adamdan uzak dur, hepsini araştıracağım ve beladan da uzak dur. Asıl amacını unutma." deyip yüzüme kapattı. Balkondaki sandalyeye oturup ellerimi yüzüme kapattım ve ses çıkmasını umursamayarak ağladım. Sevilmemek kanıma dokunuyordu, böyle olmamız canımı çok yakıyordu.

 

"İdil." dedi Caner arkamdan gelip elini omzuma koyarak.

 

Yüzümü hızlıca silip ayağa kalktım. Saatlerce ağlamak istesem de bir fayda sağlamayacağını biliyordum.

 

"İyi misin? Ne oldu, ne dedi abin?"

 

"Bir şey yok Caner, iyiyim." dedim derin ve içli bir nefes alarak.

 

"Yüzünün haline bak. Anlat işte bir kere de sır küpü olma. Böyle yaptıkça sadece kendine zarar veriyorsun." dedi böyle konuşmasını beklemediğim için afalladım.

 

"Abimle tartıştık sadece, önemi yok."

 

"Bugünkü olaydan dolayı mı?"

 

"Evet." demekle yetinip içeriye girdim.

 

"İdil, iyi ol lütfen. Seni böyle görmeye alışık değilim. Gözleri ışıl ışıl olan o kız geri gelsin , o kızın enerjisini çok seviyorum ben."

 

"İyi olacağım merak etme." dedim gözlerim tekrar dolarken. Kolunun altına alıp bana sarıldı. "Ben her zaman yanındayım kardeşim."

 

"Teşekkür ederim. İyi ki varsın."

 

"Daha önce kimse bana iyi ki varsın dememişti." dedi gülerek.

 

"Ben derim, hep derim. İyi ki varsın seni küçük çılgın cahil."dedim ondan ayrılırken.

 

Gözlerinin dolduğunu görünce omzuna vurdum. "Hadi yeter bu kadar duygusallık." dedim gözlerimi silerken.

 

"Ne kadar pis birisin ya evinin tozu hep gözüme kaçtı." dedi gözlerini silerken.

 

"Hadi lan oradan!" dedim gülerek.

 

"Yürü git evine yeter." dedim omzuna bir yumruk atarak. Kafamın arkasına hafif bir şaplak atarak "Vefasız, saygısız pislik!" dedi kedi bakışlarını fırlatarak.

 

"Defol lan!" dedim kafamla kapıyı işaret ederek.

 

"Gidiyorum lan." dedi omzuma vurarak.

 

"Ah! Ulan şerefsiz yarama niye vuruyorsun?"dedim.

 

"Lan özür dilerim unuttum, tişörtün kolları da uzun hepten gitti aklımdan."

 

"Omuz askısını görmüyor musun kör?"

 

"Öyle hakaret etme açtırma kamu spotu ağzımı."

 

"Tamam be!"

 

Kendisiyle birlikte dışarı çıktığım sırada kaşlarını çatarak baktı bana.

 

"Nereye kızım?" dedi.

 

"Bana kızım deme demedim mi?"

 

"Tamam be hemen de abart!"

 

"Çemkirme bana!"

 

"Nereye nereye?" diye bağırdı kulağımın dibinde.

 

"Komşuları ayağa kaldıracaksın sussana!"dedim uyarırcasına.

 

"Bana ne?"dedi çocuk gibi omzunu silkerek.

 

Gözlerimi devirerek merdivenlere ilerledim.

 

"Ütopik! Nereye kız?"

 

"Fatih'e."

 

"Ne?" dedi beni kolumdan tutup durdurarak.

 

"Hadi evine, yallah!" dedi sırtımdan beni eve doğru itekleyerek.

 

"Ya bıraksana çocuğun yanına gitmem gerek beni bekliyor."

 

"Kazık kadar adam çocuk mu oldu? Hem siz randevulaşıyor musunuz?"

 

"Biraz daha saçmala istersen!"dedim sert şekilde. "O da yaralandı, geçmiş olsun diyeceğim."

 

"Git madem, gıcık!" dedi merdivenlerden inerken gözlerimi devirdim.

 

Alt kata indiğimde Fatih'in zilini çalacaktım ki Caner gördüğü bir adama "Merhaba, nasılsın?" dedi ve bakışlarım onlara döndü.

 

"İyiyim. Sen nasılsın?" dedi adam.

 

"İyiyim. Arkadaşımla tanıştırayım seni." dedi Caner eliyle beni işaret ederek.

 

İki adım atarak yanlarına ulaştım.

 

"Merhaba, ben Cem." dedi elini uzatarak.

 

"Merhaba, ben de İdil." dedim uzattığı elini tutup sıkarak.

 

"Çok zarif bir isminiz varmış. Tıpkı saf bir aşk, hoş ve bilinmeyen bir melodi gibi." dedi diğer elini de elimin üstüne koyarak.

 

"Teşekkür ederim." deyip zorlukla gülümseyerek elimi ellerinden kurtardım.

 

"Ben sizi tutmayayım başka bir zaman görüşelim lütfen." dedi gülümseyerek.

 

"Tabii." dedim zoraki gülümsemem yerini korurken.

 

"Benim gitmem gerek şimdi, iyi akşamlar." dedi Caner'e ve bana bakarak.

 

Adam yanımızdan uzaklaşırken "Bu neydi şimdi?" diye sordu Caner.

 

Omzuna iki kere vurarak "Koş Caner gidip takip et kesin bir ipucu geçecek bu gece elimize." dedim.

 

"Yok ya sen elin herifiyle randevulaş bende gece gece adam kovalayayım."

 

"Saçmalama, tamam ben giderim."dedim asansöre yönelerek.

 

Tişörtümün yakasından tutarak geri çekti.

 

"Ben giderim ütopik! Çok geç kalma elin herifinin evinde, almayayım ayağımın altına."

 

"Koş koş zayıflarsın hem." dedim sırıtarak.

 

Saçımı başımı dağıtarak asansöre yöneldi.

 

Bende Fatih'in zilini çaldım.

 

Bugün çok yorucu bir gündü.

 

Telefonuma bildirim gelince ekranı açıp gelen mesaja baktım.

 

Abim: 

"Adam öldürmeye teşebbüsten Furkan'a yakalama kararı çıktı, ele geçirilen mobese görüntüleri sayesinde adamları öttü."

 

Elif:

İdil, ben Ankara'ya geliyorum. Furkan; adam öldürmeye teşebbüsten ve karısını tehdit ettiği için Ankara'da tutuklanmış.

 

Okuduğum mesajlar karşısında şok olurken Fatih gülümseyerek kapıyı açmıştı.

 

 

 

 

 

Loading...
0%