Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4.Bölüm: İlk Hayat

@uykulupanda

Barut Aslan…


Şu an ne yaptığımı anlatsam ne kendim ne başkası inanırdı. Önce Pırıl’ın banyosunda is lekesi olmuş yüzümü yıkamıştım. Sonrasında ise ben ve Pırıl karşılıklı oturmuş, Pırıl’ın yaptığı yemekleri yiyorduk ölüm sessizliği içinde. En son bana abi kardeş olalım demişti. Kulaklarımı kesip atmama son birdi. Hoş kafamıda kesip atabilirdim. Pek de bir yararı yoktu hayatıma. İçtiğim çorba, yediğim yemekler ve yediğim sütlaç bile öyle başka bir güzellikteydi ki.


“Pamir’in yeme bozukluğu var mı?” diyen sesle kafamı önüme eğdiğim tabaktan kaldırıp gözlerine bakmak istemiştim ki, onunda elindeki çatalla önündeki yemeğiyle oynadığını fark etmiştim. “Hayır yok. Yani bildiğim kadarıyla yok. Bakıcısına sormamı ister misin?” kafasını olumsuz anlamında sallayıp konuştu. “Ay yok gerek yok. Sadece merak etmiştim. Sorma kimseye bir şey.” Tavırlarının tuhaflığını uykum olmasına bağlamak istiyordum.


“Ellerine sağlık ben yavaştan kalkayım artık. Malum oğlanı eve götürüp istasyona geçeceğim.” Dediğimde hafifçe başını sallamış ve ayağa kalkmıştı. “Odamda uyuyor uyandırmadan götür.” Bu dediği biraz imkansızdı. Çünkü Pamir Ege’nin uykusu fazla hafifti. Başımı sallayıp Pırıl’ı bozuntuya vermeden sessizce peşinden ilerledim. Odaya girdiğimizde benden önce ilerleyip Pamir’in alnına dudaklarını bastırışını kapının pervazına yaslanıp izlemiştim.


Kahretsin ki o kadar güzel anne olurdu ki. Onu gören anneler biz anne miyiz diye kendini sorgulardı. En azından benim beni doğuran kadın yapmalıydı. Kafası bana dönüp hafifçe gel yapmış ve yanına çağırmıştı sevgili küçük kardeşim. Abi kardeş demişti değil mi kapıda o bana? Abi kardeşin alasını göstermeyen Barut ne olsundu. Tutup bir anda öpmek vardı ama aramızdaki duvarlar elime, dilime, dudaklarıma engeldi.


Yavaşça yatağa doğru ilerleyip hafifçe Pamir’i kucağıma almıştım ki sayıklamaya başlamıştı. “Anneciğim. Sen mi geydin?” Şu zamana kadar anne bahsini açmayan çocuk bugün hayatı boyunca demediği kadar anne demişti. Hafifçe sırtını okşayıp uykusuna devam etmesini sağlamayı açamlamıştım. Fakat başı boynuma değdiğinde aldığı kokudan babasının geldiğini anlamıştı.


“Babacığım. Anne giti mi?” gözlerini açmadan kurduğu cümle o farkında olmadan zihnimin içindeki pürüzlere çarpıp oraları yaralamıştı bile. Ben cevap veremezken Pırıl yanımıza yaklaşmış ve Pamir’i kucağına almıştı kucağımdan. Hafifçe sırtına şekiller çizerken yanağını kafasına hafif hafif sürmüş ve “Burdayım minik kıvılcım. Senin kadar tatlı bir çocuğu hangi kadın bırakabilir ki?” demişti. Pırıl, Pamir’in ona anne demesini kabullenmiş ve ona oğlu gibi davranmıştı.


Öz annesinden kalan boşlukta boğulan Pamir’e yeni kapı açıyordu farkında olmadan. Güzel kahveleri gözlerimle buluştuğunda konuşmaya başlamıştı kısık sesle. “Sağlık ocağı buraya beş dakika sanırım araban orada kalmıştı sen al gel Pamir’e bakarım ben biraz daha.” Gözlerini kapatıp açarak benim adıma da onay vermiş ve odanın içinde yürümeye başlamıştı.


Hızlıca evin kapısına gelip çıkacağım sırada Pırıl arkamdan seslenmiş ve anahtarları almamı söylemişti. Abilerde kardeşlerin ev anahtarı olurdu değil mi? Sırıta sırıta evden çıkıp merdivenlerden inerek binadan kurtulup yürümeye başladım. Acaba bir anda öpsem tepkisi ne olurdu? İlk öpücüğümün sahibine ilk öpücüğünü iade edebilmek isterdim. Ama sanırım abilik müessesesi buna izin vermezdi.


Sağlık ocağına giden yolda aklıma dolan ruhumdan kopuk anılar dünyasına dalmıştım bile. Yirmi birinci yaşımın ağustos ayının sıcağından tüm ülkenin bunaldığı bir günde, çalıştığım oto yıkamada gelen arabaları yıkarken sıcaklayıp hortumla üstüme de su tutmuş ve ferahlamayı ummuştum. İki yıllık itfaiye önlisans bölümünü bitirmiş iş başvurumu yapmış sonuç açıklanana kadar onu görmek umuduyla yine soluğu mahallemizde almıştım.


Ocak doğumlu o güzel kız kışın beyazlığına ve soğukluğuna inat kahverengi gözleriyle hayata kafa tutuyordu. O kadar zıttık ki. O yılın başı, ben yılın sonuydum. O hayatın anlamı, ben hayatın cezasıydım. O yaşamın güzelliği, ben yaşamın çirkinliğiydim. Belki de en büyük günah benim gibi birinin ona duyduğu sevgiydi. Belkide benim en büyük ödülümdü onun gibi birine duyduğum karşılıksız sevgi.


Açık kotum beyaz atlet üstü yarım kol beyaz gömleğim üstüme su püskürttüğüm için hafif renk koyulaşmasına uğramıştı. Kalacak yerim olmamasına rağmen sağ olsunlar dükkanda kalmama izin vermişlerdi. Bu zamanda kimse kimseye güvenmezken Hikmet ağabey bana dükkanının kapılarını açmış, hem iş hem kalacak yer vermişti.


Gelen son müşterinin de arabasını yıkamış ardından yemek yemek için molaya çıkmıştım. Bugün menümde hazır sandviç ve vişne suyu vardı. Zaten düşük bir ücrete çalıştığım, bir de üstüne dükkanda kaldığım için yüzsüz gibi Hikmet ağabey’in sipariş ettiği yemekten yemek istemiyordum. Bedenim bana yük olurken bir de boğazımın yük olmasını istemiyordum.


Yemeğimi yedikten sonra oturduğum paletten yapılma banka hafifçe uzanmış kolumla gözüme gelen güneşin önünü kapatmıştım. Ne kadar süre öyle kaldığımı bilmiyordum. Ama göz kapaklarıma işlenmiş gözler her göz kapatışımda olduğu gibi bu seferde oradaydı. Gözlerine bakmayı hissetmek bile güzeldi. Biraz daha gözlerinin büyüsüne kapılıp hafiften mayıştığımda bana doğru gelen ayak sesleri işitmiştim. Aşina olduğum bir ayak sesiydi.


Hiç bozuntuya vermeden sanki uyuyormuşum gibi durmaya devam ettim. Bedeni yaklaştıkça ruhum çekiliyor gibi hissediyordum bedenimden. Baş ucumda durduğunda naif sesiyle kısıkça konuşmaya başladı. “Her gün aynı halde buluyorum seni. Bir gün olsun değişmez mi bir insanın rutini?” hafif gülmüş olmalı ki burnundan minik bir nefes çıkmıştı. Biraz daha yaklaşıp güzel elinin işaret parmağıyla hafifçe burnumun kavisini takip etmiş ardından üst dudağımın çukurunda duraksamıştı. Kısık sesle konuştu yine o naif ses. “Doktor olduğum an ilk önce senin yüzüne tarihi geçmiş dolgu enjekte edeceğim. Seni pis kusursuz yüz.”


Hafifçe yüzüme doğru eğildiğini hissetmiştim. Fakat dengesini sağlayamamış olacak ki yüzü yüzüme düşmüş, gülümseyen dudakları dudaklarıma düşmüştü. Olayın şokundan neredeyse gözlerimin üstündeki kolu çekip gözlerimi kocaman açmak üzereydim ki kendimi zar zor tutmuştum. Emin olduğum tek şey ise benim yapamadığım göz hareketinin birebir aynısı şuan onun yüzündeydi.


Rüya görüyormuş gibi davransam acizlik sayılır mıydı? Bence sayılmazdı. Sayılırsa da şu an sayılmasındı. Boşta sallanan sol kolumu uyku halindeymişim gibi beline atmış ve hafifçe kendime çekmiştim. Fakat sanırım biraz fazla sert çekmiş olmalıyım ki, Pırıl’ı üstümde yatar hale getirmiştim. Hazır ipin ucu kaçmışken biraz daha ileri gitsem hayırlı aile evladı gibi olmayan bir ünvana sahip olmadığım için sanırım ileri gitsem bile kimse bir şey görüp demezdi.


Rüyamda müstehcen şeyler gördüğümü düşünürse biraz üzülebilirdim tamam ama sevdiğim kız dibimde hatta üstümdeyken mantığım ibizaya bile gitmiş olabilirdi. İstediği yere gitmekte özgürdü şuan. Birkaç saniye hareket etmeden beklemiş ve tepkisi ölçmeye çalışmıştım. Herhangi bir tuhaf tepki vermediğinde, yüzümü güldüren tek kadını, hayatım boyunca öpmek isteyeceğim, sevmek isteyeceğim tek kadını gerçek anlamda öpmeye başlamıştım.


Alt dudağını hafifçe dudaklarımın arasına almış minik minik dişleyerek öpüyordum. Asıl şaşırma anım ise onun da aynısını üst dudağım için yapmaya başlamasıydı. Öylesine uğruna ölünesiydi ki. Sonsuza kadar sürmesini isterdim bu anın. Dudağını hafifçe geri çekip kısıkça konuşmuştu. “Kim bilir rüyanda kimi görüp de beni çekiyorsun üstüne seni müstehcen herif.” Yüzümdek çekip beline koyduğum elimi ensesine götürüp dudaklarımızı tekrar buluşturmuştum. Tek dileğim dudaklarımdaki gülümsemeyi hissetmemesiydi. Yoksa uyanık olduğumu anlayıp kaçabilirdi.


Güneşin saçları arasından sızan parçacıkları gözkapaklarımı aydınlatırken dudaklarımın değdiği dudaklar tüm zihnimi berrak ve temiz bir hale getiriyordu. Ne kadar sürdüğünü bile anlamayacak kadar sarhoş hale gelmiştim. Benim için bir ömür dünya için biraz zaman geçtiğinde geri çekilmiş eliyle hafifçe alnımdaki saçları okşamıştı. Alnını alnıma yaslayıp kısıkça konuşmuştu son kez. “Kıvırcıkların gece rüyamı süsleyen en güzel detay, hep böyle kalsınlar. Değişen her şey olsun, onlar her şeyim.”


Söylediklerinin büyüsüne alışmışken minik adımlarla kaçtığını duymuş ardından usulca gözlerimi açmıştım. Aptal aptal sırıtırken yanımdaki sefer tası yemek kutusunu görünce şaşkınlıkla kalakalmıştım. Üstündeyse çirkin yazmaya çalışmasına rağmen onun olan el yazısıyla bir not vardı.

‘Güzel yemek yiyeni güzel severlermiş. Seni de güzel sevmeliler.’


Buruk bir tavırla gülümseyip sefer tasına uzanıp üç katlı olan kutuyu açmaya başlamıştım. İlk katında üstüne sosla yaptığı kalp bozulmamış bir mercimek çorbası vardı. Bizim hatun sadece yapmakta değil taşımakta da iyiydi demek. İkinci katta hayatımda iki elin parmağını geçmeyecek kadar yediğim o yemek vardı: yaprak sarması. Yetiştirme yurdumuzda yapılmazdı. O kadar çocuk için kim saracaktı sonuçta. Lise zamanımda yine Pırıl’ın bu sefer sırama bıraktığı bir kapta ilk kez , yurttan çıktıktan sonra bir kere restoranın birinde meze olarak, bir kere de Hikmet ağabey evine davet ettiğinde eşinin yaptığını yemiştim.


Sanırım dördüncü yiyişim yine birincinin elinden olacaktı. O zamanlar yaptığı gibi mi yaptığını merak ettiğim için diğer kaseleri boş verip hızlıca bir tanesini ağzıma atmıştım. Bazı şeyler gerçekten hiç değişmiyordu. Tıpkı Pırıl’ın bol limonlu az salçalı sarmaları gibi. Son kaseyi açtığımda ise kasenin ikiye bölünmüş olduğunu görmüştüm. Bir tarafta yoğurt vardı diğer tarafta ise ev yapımı olduğu aşırı belli olan minik şekerparecikler.


Bu kızın en büyük takıntısı tatlı yiyecekse kendi yapmazsa dünyaya ihanet ediyormuş gibi hissetmesi olabilirdi. Keşke en büyük takıntısı ben olsaydım…


Aklıma dolan anılar eşliğinde arabamın yanına kadar hiç fark etmeden yürümüştüm. Muhtemelen yolda aniden bir arabanın üstünde bulsaydım kendimi çok da şaşırmazdım. Aklımı öyle feci etkiliyordu ki.


Arabanın içine girip çalıştırdıktan sonra tekrar Pırıl’ın evine doğru yola çıkmıştım. Gerçi evi o kadar yakındı ki iki dakika sonra varmıştım bile. Arabayı kenara bırakıp kitledikten sonra yavaşça binaya doğru ilerleyip girişteki asansöre binerek Pırıl’ın katına çıkmış, yavaşça Pırıl’ın dairesine Pırıl’ın anahtarıyla girmiştim. Aynı yavaşlıkla zamanın geçmesini istemeden odaya ilerlemiş ve kapıya geldiğimde gördüğüm manzaraya aşık olmakla kalakalmıştım.


Çift kişilik yatağın sol tarafında Pırıl yatarken Pamir Pırıl’ın göğsüne –kendi başımı görmek istediğim yere- koymuş birlikte uyuyorlardı. Öyle çok anne oğul gibi duruyorlardı ki, istemeden kendimi Pırıl’ın kocasıymış ve Pamir bizim oğlumuzmuş gibi hissetmiştim. Sikerlerdi ağabeyliği. Üzerimdeki formanın ceketini ve pantolonunu ses yapmamaya çalışarak çıkarıp çalışma masasına katlayarak koymuştum. Üstlerine de telsizimi koymuş ve hafif hafif uyandırmaktan korkarak yatağın sağ tarafına ilerlemiş ve uzanmıştım hafifçe.


Uzandığım ilk birkaç dakika nefesinde bir değişiklik olup olmadığını kontrol etmiş ve sorunsuz bölge olduğuna karar verip yüzümü Pırıl’ın yüzünü izler şekilde dönmüştüm. Yorgunluğun verdiği yetkiye dayanarak sevgili kız kardeşimin yatağında hafif hafif gelen uykuma direnmek yerine ona kucak açmıştım.

Loading...
0%