@uykulupanda
|
Barut Aslan… “Çocuğunu gerçekten taşıyan kadın soğuk mezarın altında daha çok üşüyordur Aslan. Benim yerime onun omuzlarına ört montunu. En azından ruhu ısınsın.” Sevda yaralamaksa eğer tam şu an anlıyordum en âla sevdayı. İkimizde birbirimizi doğruyu yanlışı bilmeden, iyiyi kötüyü anlamadan, ateşi baruttan ayıramadan topla tüfekle saldırıyorduk. O beni yalanlarımdan ben onu duyduklarından vuruyordum. İkimizin arasındaki harp itilaf ile ittifak gibiydi. Deli dolu, saldırganca. Kollarını saran kollarım kaskatı kesilmişti bedenim gibi. Birkaç saniye içinde kendime geri gelip Pırıl’ı daha sıkı tutarak başımı omzuna doğru eğip yanağını hafifçe öpmüştüm. Ardından kulağına sakince fısıldadım. “Aşık olduğum tek kadının çocuğumu taşıması tercihimdir. Hem kucağında…” elimi Pamir’in bedeniyle Pırıl’ınkinin arasına sokup hafifçe Pırıl’ın karnını okşayarak devam ettim. “Hem de karnında. İstediğim her şey olmadı tek isteğim kaldı ve bence bu sefer istediğim şey bana gelecek.” Karnındaki elimi hissetiği andan itibaren kaskatı bir halde dinlemişti söylediklerimi. Elimi hafifçe karnından çekmiş ve kolunda ait olan alıştığım yere koymuş ve hafifçe yürütmeye başlamıştım. Şoktan tepki veremeyen Pırıl Şentürk çok tatlı bir varlıktı. Hoş laf soktuğunda da tatlıydı. Galiba bana her zaman diliminde tatlıydı. Lojmana geldiğimde birden önümdeki beden durmuş ve kafasını sol omzunun üstünden çevirip bana hiç de hoş olmayan bir bakış atmıştı. Neyse ki Pırılmaster olan biri olarak dayanıklıydım. Dairesinin girişine kadar onunla beraber ilerlememe ses etmemiş ama daire kapısına geldiğimizde sessizliğini koruyamayıp konuşmaya başlamıştı kısık sesle. “Sapık mısın be adam?! Kışt gitsene sen işine gücüne be. Yapıştın sakız gibi uzamayı da bil bari.” Bir sana sapığım Pırıl Şentürk Aslan. Bir sana. Elimi kapı pervazına yaslayarak gözlerimi güzel kahvelerinde dinlenmeye bırakıp sakince fısıldamıştım. “Tavuk muyum yavrum ben kışt ne? Alınıyorum ayrıca sakız falan. Ne var yani oğlumla sevdiğimi görmeye hakkım mı yok? Bu ne canilik hayatımın anlamı?” duyduğu her cümlede gözlerini kırpıştırması kalbimdeki vidaları gevşetiyordu. Acilen kalp doktoruna gitmeliydim sanırım. Gerçi benim hanım doktordu. O bakardı bana. Eliyle pervazdaki kolumu ittirmeye çalışarak kendini yoruyordu şuan. Ani gelen düşünceyle pis pis sırıtıp koluma vuran elini tutup dudaklarıma götürmüştüm. Kırpışan göz kapakları sonuna kadar açıldığında donakalacağı birkaç saniyeyi ayarlayıp hızlıca kollarımın birini dizlerinin arkasına diğerini sırtına dolayıp Pırıl’ı kucağıma almış, çelik kapıyı ayağımla iterek kapatmış ve şokla bağırmak üzere açılan ağzını susturmak için dudaklarımı kullanmıştım. Eliyle kalbime kalbime vurduğunda gözlerinin içine kısa bir süre bakıp başımı eğerek kulağına fısıldamayı uygun bularak uygulamaya geçmiştim. “Vur yavrum vur altındaki sana ait zaten. Kendi malın istediğini yapabilirsin. Tabi dokunduğun yerde çıkan alevlerin sonuçlarına katlanabilirsen.” Başımı dikleştirmeden şakağına da dudaklarımı bastırmış ve burnuma dolan güzel kokusuyla hücrelerimi parçalarcasına doldurmuştum. Eli göğsümün üstünde sabit bir biçimde kalmıştı. Emin adımlarla dairenin içine girdiğim ilk an ezberlediğim odanın olduğu yere ileremiş ve içeri girip pembe nevresim takılı yatağa hafifçe bırakmıştım renkli güzelliğimi. Yalnız altını çizmek istiyordum ki benim oğlan ikidir hayalimi yaşıyordu. Hayalimde olan hayalimde kalırsa hayatımda olan cehennemde beni bulurdu. Hayalimde olan gerçeğe dönmeliydi. Aksi mümkün dahi olmamalıydı. Pırıl mümkün olmayacak kadar mükemmel bir şefkatle Pamir Ege’yi kabandan ayırmış yorganın altına hafifçe bırakmıştı. Yorgan kuş tüyü olsa kanatlanıp uçardı bu naiflikte. Pamir’i iyice rahat bir hale soktuktan sonra bana dönüp kapıyı işaret etmiş ve kendi de hareketlenmişti. Salona geçtiğinde peşinden ilerlemiş ve içeri girdiğimde arkamdan kapıyı kapatıp tekli koltuğa oturmuştu. Sağ bacağını sol bacağının üstüne atıp kollarını birleştirmiş, çenesini dik bir konuma getirip gözleriyle yüzümü çitileyip, gözlerimi eşelemeye başlamıştı. Tam karşısında duran ikili koltuğa oturup elimin birini dizime koyarak aynı şekilde ben de ona bakmaya başlamıştım. Bakışmamızı bölen şey telefonuma gelen mesaj olmuştu. Bir bacağımı hafif öne uzatıp cebimdeki telefonu çıkarmış ve gelen mesaja bakmak için mesajlar kısmına girmiştim. Bilinmeyen Numara: Uzun zaman oldu Aslan. Ama hala akıllanma problemleri yaşıyor gibisin? Sahi oğlun cidden senin oğlun mu? Belki de Sevilay’a sormalıyım, ne de olsa çocuğun annesinin kardeşi değil mi? Belki de çocuğum dediğin çocuk yeğenim olabilecek bir piçtir. Ortadan kaldırılması gereken bir piç. Sence de öyle değil mi Aslan. *Bir fotoğraf alındı.* Fotoğrafta Sevilay ve karşısında Pamir’le Pırıl vardı. Sevilay muşmula bir suratla Pırıl’a bakıyor, Pırıl çekil önümden bok bakışı atıyordu. Geri dönmüştü. Ahmet Çalhan. Yangını planlayan, meşru Çalhan’ı öldürüp yerine geçmek isteyen gayrimeşru çocuktu. Turhan Çalhan’ın katili geri dönmüştü. Fetih Çalhan’ın meyhanede tanıştığı metresinden yaptığı acımasız gerçeklerin büyüttüğü o çocuktu. Yıllar önce Turhan’ı almış şimdiyse Pamir’i alacağını haber veriyordu. Ancak bu defa unuttuğu şey bu masum çocuğun o pislik aileyle hiçbir bağının olmamasını sağlamak için verdiğim çabaydı. Yüzümdeki ifadeyi gören Pırıl net ses tonuyla iyi olup olmadığımı, mesajın ne olduğunu sormuştu. Nisanın değişken havası gibi değişken hayat kartlarım önümdeki kadına her şeyi anlatma isteğimi körüklerken aynı zamanda koruma isteğim bu düşünceyi baskılıyordu. Yüzümdeki ifadeyi toparlamış olmayı umarak konuştum. “İyiyim güzelim, önümde dünyamın en güzel kadını oturuyor nasıl kötü olabilirim? Önemli bir mesaj değildi hayatımın anlamı.” İnanmadığını belli eden yüzüyle konuşacağı esnada telefonuna gelen bildirimle hızla telefonunu eline alıp gelen şeye bakmaya başlamıştı. birkaç dakikanın ardından çığlık atarak ayağa kalkmasıyla ne olduğunu anlamayarak bende ayağa kalkmış ve ne olduğunu sormak istemiştim. Fakat bir anda üstüme atlayıp bacaklarını belime, kollarını boynuma dolayan Pırıl’la şok içinde kalmıştım. Düşmesin diye hızlıca ellerimle bacaklarını tuttuğumda mutlulukla gülerek konuştu. “Olmuş! Olmuş Barut! Kazanmışım! Tıpta uzmanlığa uzman olmuşum! Sonunda kardiyovasküler cerrahi uzmanı olacağım! Yaptım Barut!” benim bildiğim tek cardio spordu ama Pırıl’ım mutluysa bende mutlu olurdum pekala. Bacaklarını tutan ellerimi beline koyup sarılmasına karşılık vererek konuşmuştum ben de. “Tebrikler doktor hanım. Bu artık hastanelik işim olduğunda bana bakmayacaksınız demekti sanırım.” Bir anda kucağımda olduğunun bilincine varır gibi kendini yere atmış ve bakışlarını kaçırarak yerine geri dönüp oturrmuştu. “Anlatacak mısın artık ne haltlar çevirdiğini? Sevgine inanmamı istiyorsun ama tek yaptığın susmak Barut Aslan. Ne yazık ki zihin okuma yeteneğimde olmadığı için anlatmadığın sürece ölsem bile sana güvenmeden öleceğim. Anlatacak mısın susacak mısın?” Dediği her şeyin farkındaydım fakat hiçbir şey son bulmazken anlattığımda kimsesiz birinin ailesi olarak tehkileye bulaşacaktı. Bunun olmaması için canımı bile verebilirdim. Başımı eğip ellerimi başımın iki yanına koyup kafamı topladıktan sonra tekrar gözlerine bakarak konuşmaya başladım. “Yaptığım her şeyin gerçek bir sebebi vardı. Hala da var. Özür dilerim ama an-” anlatmayacağımı anladığı an laflarımı ağzıma tıkayıp konuşmaya başladı. “Sebebi olduğunu söylediğin şeyleri anlatmamayı tercih etmekse senin seçimdi. Pekala.” Hiçbir şey demeden kalkmış kolumu tutup sertçe çekerek beni koltuktan kazımıştı. Sanırım deli gücü Pırıl’a uğramıştı. Sürükleye sürükleye beni kapıya getirmiş askıdaki montumu elime tutuşturmuş kapıyı açıp ayakkabılarımı yüzüme fırlatmıştı. Yüzüme gelmeden sırtımı dönmüş ve ayakkabıların sert zemininin sırtımı dövmesine izin vermiştim. Yüzüm önemliydi. “Yıkıl karşımdan! Anlatmayı tercih etmediğin bahanelerini dinleyene kadar birilerinin hayatını kurtarmayı tercih ederim. Hoş binlerce insanı kurtarıp yetmişlerime gelsem bile anlatamayacak kadar korkak bir adama çevirmiş seni zaman Barut Aslan. Unutma anlatmamak senin tercihindi son kez sormak benim görevimdi. Senden sonra sevgiye kapattığım kalbimi öyle bir açacağım ki, sen bile varlığının bir boka yaramayacağını göreceksin! Yalancı bir adamı, kalbimde taşıyıp daha fazla kendime acı çektirmeyeceğim.” Sol gözünden bir damla yaş firar edip güzel dudaklarına doğru yola çıkmıştı. Sevdiğim kadın beni yaralamak için kendini kanatıyordu. Titreyen dudaklarına inat nefretle çıkan sesiyle konuşmaya devam etmişti. “Oğlunu oğlu sayan bir kadının kalbinde geçmişten kalan bir kir olacaksın Barut Aslan bundan sonra. Gerçek sevginin ne olduğunu anlamak için bakacakları kadına gerçek nefretin ne olduğunu öğrettin şefim. Oğlunu görmek isteğinde mesaj atar ya da hastanedeki turunculuyu yollarsın. Ölün ölüme dirin dirime bakmasın bir daha.” Kapıyı sertçe yüzüme kapatmıştı. Son arzum bana duyduğu sevgiyi kalbinden yıkayarak sökmüştü. Eşiğe yavaşça çöküp oturmuş sırtımı kapıya yaslayıp gözümden akan yaşa engel olmayacağım bir durumda kalakalmıştım.
Pırıl Şentürk… Hıçkıra hıçkıra ağlayarak kapattığım kapının dibine çökmüştüm. Nefret ediyordum. Kendimden, onu seven kalbimden, onu yaralamaya çalışan dilimden, içimdeki boşluktan her şeyden. Toparlanması mümkün olup olmadığını bilmediğim bir yoldaydım artık. Gitmesi sevdiğim adamı, dönmesi beni yakardı bu saatten sonra. Ağlama sesime uyanıp yanıma gelen Pamir, elini dizlerimin üstüne koyduğum koluma koyup kızarmış gözleri ve uykulu yüzüyle bana bakıp konuşmuştu. “Anneciğim ağlıyor. Anne muytsuz mu? Anneyi üsdü mü benim kucakta uyuyumam? Özsüy dileriyim. Ege üzüylsün anne gülsün. Anne gülünce çok güzsel.” Eliyle gözyaşlarıma dokunup silmeye çalışmıştı. Oğlu bile yaralarımı tamir etmeye çalışırken kendisi niye sadece yenilerini açıp sonra da kaçıyordu? Kollarından tutup oturuş şeklimi değiştirip sağ dizime Pamir’i oturtmuş ve başımı Pamir’in omzuna yaslayıp sarılırken konuştum. “O nasıl söz annem, neden senin suçun olsun bebeğim. Benim oğlum dünyanın en suçsuzu. Baban öküzü biraz sinirlendirdi anneyi bebeğim. Ona sinirlendim. Yeni babamı bulsak annem?” bir an gerçekten ciddi düşünmüş olmalı ki birkaç saniye yüzüme bakmış ve tekrar konuşmuştu güzel tınısıyla. “Anne gülcekse ayalım yeni baba. anne yetey bana.” Konuştuğu gibi yanağımı öpmüş ve tekrar yüzüme bakmaya başlamıştı. yüzümde gördüğü ıslaklıklar sinirini bozmuş gibi kaşlarını çatıp elleriyle çeneme doğru yol alan neredeyse tüm yaşları silmişti. Hayatımda ağladığımda gözyaşlarıma kaşlarını çatan iki erkek vardı. Bir tanesi aptalın önde gideni, öteki o aptaldan olduğunu inkar etmek için götü başı dağıtacağım biriydi. Liseden Barut’la bağı olan ortak arkadaşlarımızdan birini arayıp kapımın önündeki dalyan ayısını almalarını söylemiştim. Elbette kapımda yatması güzel olurdu ama soğuktu ve ben bu hayvana kıyamıyordum. Orhan, şanslıydım ki hala bizim mahallede olduğu için on dakikada kapımıza gelmiş ve Barut’u gitmek için ikna etmeye çalışmıştı. Bu süreçte kapı deliğinden olayları dikizlemiş ve Pamir’le bakışmıştık. Barut en sonunda gitmeyi reddetmiş ve Orhan döktüğü dilin karşılığını alamamış olmanın siniriyle ne halin varsa gör deyip gitmişti. Tam umudu kesip kapıyı açacakken aklıma gelenle durdum. Elif’in kocası Barut’un da ekibinden olan Yağız bence Barut’u kapımdan sökerdi. Kucağıma aldığım Pamir Ege’yle salona gelmiş ardından telefonumu açıp rehberden Orangutan Kılıklı Enişte Yağız’ı bulmuştum. Araya basıp beşinci çalışa kadar beklemiş ve açtığı gibi selam bile vermeden konuşmaya başlamıştım. “Sana da merhaba enişte şimdi kısa kesiyoruz en sevdiğim eniştem ve kapımın önündeki şefinizi alıyorsunuz. Karakoldan toplamak isterseniz polisi de arayabilirim tabi.” Karşı taraftan gür bir kahkaha sesi gelmiş ve her zamanki gibi kısa ve öz konuşmuştu. “Konum at baldız. Toplanacak çöpün var madem.” Yağız böyle biriydi. Sevdiği şeylerle dalga geçmeyi, lakap takmayı severdi. “Dikkat et de şefin senin ona çöp dediğini duymasın enişte valla dilinden, elinden kurtulamazsın sonra. Demedi deme.” Her ne kadar birbirimizi bir ya da iki kere görmüş olsak da kafa yapımız aşağı yukarı –hiç- tutuyor olacakki bu sayede gayet iyi anlaşabiliyorduk. “denedin onayladın herhalde baldız.” Hafif alaylı sesiyle konuşmuş ardından da kısaca gülmüş ve attığım konuma on dakikaya geleceğini söyleyip yüzüme kapatmıştı telefonu. Elif’e demiştim ben bundan olmaz diye. Tabi sonra düğünlerinde en çok ben oynamıştım ya orası ayrı. Düğünleri çok güzeldi. En azından benim için o haberi almadığım bir zaman diliminde olduğu için ekstra güzeldi. Yalnız bir saniye! Bu adam benimle aynı lojmanda yaşıyordu. Daha doğrusu yeni taşınmışlardı üç blok sonrama. Ama oradan buraya on dakika sürmezdi. Elime geçen dalga kozuyla sırıtarak Pamir Ege’nin saçlarını okşamaya başladım. Yağız’la uğraşmazdım belki evet ama Elif’im ne güne duruyordu ayol? Ay! Biz babayı evden atacağız diye yemek yememiştik oğlumla. Hızlı bir göz çevirisiyle Pamir’e dönmüş ve zaten bana bakan gözleriyle göz göze gelip konuşmuştum yumuşak yumuşak. “Annem acıktın mı kuzum? Yemek yiyelim mi bebeğim?” daha önce burada yemek yemiş olmanın verdiği rahatlık ve daha sabah yaşadıklarının verdiği tedirginlikle donukça başını sallamış ve gözlerini kırpıştırmıştı. Kucağımda Pamir Ege’yle mutfağa ilerlemiş ve buraya gelirken annemin verdiği buzluğa koyduğum yemeklerden çıkartmıştım. Yaşasın anne yemekleri! Pamir Ege’yi ada tezgahın köşesine oturtup orada durmasını ve uslu uslu beklemesini söylemiş ardından dondurma kabındaki sarmanın birazını çıkarıp direk küçük tavaya koymuş ve biraz su koyup üzerine kapak kapatıp ısınması için kısık ateşe bırakmış ve dolaptaki diğer lezzetlere yönelmiştim. Dün akşam Barut’u beklerken yaptığım ve dolaba koyduğum çorbayı çıkarmış ve ısınsın diye ocağa koymuştum. Ocağa arkamı döndüğümde dünyalar güzeli iki yeşil misketle göz göze geldiğim gibi gülümsemiş ve yanına ilerleyip yanağına kocaman bir öpücük bırakıp dolaptan yoğurt çıkarırken buzluktaki börek gözüme çarpmıştı. Sabahta börek yiyeceğiz gibi gözüküyordu. Yemekten sonra annemi arasam iyi olacak gibiydi. Sarmanın ısındıkça ortama yayılan kokusuyla mutlu olmuş ve ocaktaki çorbayı karıştırıp masaya tabakları bardakları koymuştum. Isınan yemeklerimizi tabaklara koyup masada asıl önemli faktörün eksik olduğunu fark edip Pamir Ege’yi ada tezgahın üstünden almış ve hemen yan sandalyeme koymuştum. En kısa zamanda yemek sandalyesi almalıydım sanırım. Altındaki beş yastıkla masaya sıfır oturan Pamir’in önündeki mercimek çorbasına –yapabildiğim yedi çorbadan biri olan- limon sıkmış ve kaşıkla karıştırıp minik kaşığı Pamir’e verip konuşmuştum. “Ye bakalım bebeğim beğenecek misin güzel yapmış mı anne? Yiyebilirsin değil mi kuzum? Anne mi yedirsin yoksa?” tahminimce kendi yemek zorunda bırakıldığı için kendi yemek yemeğe alışkındı. Tahminlerim beni yanıltmamış ve oğlum başını sallayıp çorbasını kaşıklamaya başlamıştı. uzanabileceği bir yere minik minik böldüğüm ekmekleri koymuş ve onları da yemesini söyleyip ellerimi peçeteme silmiş ardından o güzel kıvırcıklara ellemekten geri kalmamıştım. Çorbalarımızı içtiğimizde, sıra sarmaya gelince gülümsemiş ve tabaklarımıza biraz biraz bırakmıştım. Ancak Pamir’in bakışlarıyla ona bakmış ve sorunun ne olduğunu anlamaya çalışmıştım. Sağ olsun biricik kuzum benim anlayabileceğimi düşünmemiş ve açıklamıştı kendini. “Bu yetiyşgin yemeyiymiş ama. Anne ben bunu yiyemim ki bebekim ben.” Nasıl yani bu çocuk hiç sarma yememiş miydi? Babası gibi. Ayağa kalkmış ve Pamir’e ilerleyip masadaki çatalı almış ve sarmaları ikiye üçe bölmüş ardından sandalyenin yanına eğilip göz göze geldiğimiz anda konuşmuştum. “Şimdi bebek yemeği oldular annem. Yiyebilirsin artık bebeğim.” Çöktüğüm yerden kalkıp başına öpücük bıraktığım esnada belime sarılmış minik kollarla bende kollarımı ona sarmıştım. Bu kadar masum bir meleğin bu kadar acıyla ve savunmasızlıkla büyümüş olmasının kalp kırıcılığı çok yüksekti. O halde ona bu olayı unutturacak bir şeyler yapabilirdim sanırım. Masadaki telefonuma uzanıp sarılmamızı bozmadan annemi görüntülü aramış ve açmasını beklemiştim. Açtığı gibi Pamir’in kafasını gördüğünde önce anlamak için bana bakmış ardından benim kafamı sallayışımı görünce burukça gülümsemişti. Pamir’in kim olduğunu biliyordu. Selvi’yle sosyal medyadan takipleştiği için ve Selvi bebeğinin neredeyse tüm anını paylaşan sosyal bir anne olduğu için onu takip eden herhangi biri Pamir’in saçının buklesini görse anlardı o bebeğin bu bebek olduğunu. Annemin sesi telefondan kulaklarımıza iliştiğinde Pamir bana bakış ve gözleri kocaman olmuştu. “Aman aman bu yakışıklı da kimmiş böyle? Çokta güzel saçları var birde gözlerini görsem de gözüm gönlüm açılsa.” Güzel gözleriyle bana öyle bakması hoşuma kaçmış olmalı ki kıkırdayıp Pamir’i kucağıma almış ve sandalyeme oturup telefonu karşımıza koymuştum. Pamir’in kulağına eğilip kulağını yeme isteğime engel olarak konuştum. “Bu güzel yeşil yemeği anneanne yaptı kuzum. Eline sağlık diyelim mi annenanneye? Hem anneanneye bak kuzum anneyle benziyor mu?” annesinin kopyası bir kızdım ne yapalım? İşaret parmağımla işaretettiğim sarmalara bakıp ardından ürkek bakışlarla telefona dönmüş ve gülümseyen annemle göz göze geldiği gibi bakışlarına mutluluk kırıntıları düşmüş ürkek bir sesle teşekkür etmiş ve yemediği halde çok güzel olduğunu söylemişti. Yalan babadan genetik geçiyordu galiba. Annem kıkırdayarak Pamir’e afiyet olsun kuzum demiş ve beni görmeye gel tamam mı demiş ardından bana dönüp hayırsız annene benzeme sen torunum benim demişti Pamir’e. Yani tamam biraz zamandır anneme gitmiyor olabilirdim ama çalışıyordum gece gündüz ne yapabilirdim ki? sitemkar bakışlarımı atıp cevap vereceğim esnada Pamir çatık kaşlarla cevap vermişti benim yerime. “Anne hayıysıyz değil! Anneyi çok seviyoyumki beyn.” Şakağını öperek konuştum gülerek. “Annem şaka yaptı annenanne. Gerçekten söylemedi kuzum.” Gözleri bir ekrana bir bana bakarken konuştu tekrar. “Olysun. Anneme demesin öyle.” Annem gülerek konuştu tekrar. “Aman annesini de korurmuş sıpa seni! Ben yaptım kız anneni! Pırıl annecim bir ara getir bu sıpayı bana canım çekti.” Başımı sallayıp Pamir’in kafasının üstünü öpe öpe severken birkaç dakika daha annemle konuşmuş annemi de Pamir’ime aşık etmiş ve telefonu kapatmıştık. Sarmalarını yemeye başlayan oğlumla bende yiyecektim ki çalan kapıyla duraksadım. Yağız gönderdiğini haber etmek için çalmıştı muhtemelen. Pamir’e yemeğe devam etmesini söyleyip kapıya ilerlemiş ve açmıştım. Kapıda gördüğüm şahsiyetle ağzıma attığım sarma boğazımda kalmıştı. Öksürüp yüzüne fırlamasın diye tuttuğum öksürükler eşliğinde ayakkabılarını çıkarıp yanımdan içeri geçmiş ve geçerken söylediği cümleyle cevap verecek yetkim bulunmamıştı. “Oğlumu görmeye geldim annesi. Haber de verdiğime göre geçiyorum içeri.”
|
0% |