@uykulupanda
|
Mete Çağın...
O kadar uzun zaman geçmemesine rağmen annemin acısıyla dağlanan yüreğim içerideki, DNA testi sonucu beklediğim kadının annem olabilme ihtimali ve Burçak'ın arama saatlerini geçirmesine rağmen aramayışı kalbinin bir tarafını annem için heyecanlı kılarken tahrip ederken, diğer tarafını ise Burçak'ıma bir şey olma ihtimaliyle derin bir sıkıntıya sebep olup korkunç hissediyordum.
Bilinmeyen bir numaranın ısrarla aramasını, ısrarla reddediyordum. Çünkü genellikle ya internet paketi için ya da dolandırmak için arar dururlardı. Bunu da haliyle öyle sanmıştım.
Keşke yanıldığımı en acı şekilde öğrenmeseydim...
Sahi Burçak ne yapıyordu acaba şuan? Normal şartlarda, Anka Kızım ya da mesleğindeki adıyla Çakal Tiryakisinin en çok bir hafta en az bir buçuk gün içerisinde tüm dağ ayılarını paket edip dönermiş. Bunu kimden öğrendin derseniz abim dediği adamın hasta yakını olan ve muhtemelen müstakbel yengem sayılan kadından.
Gerçi başta beni sevdiğim kadınla gördüğünde ufak çaplı -ufak çaplı? Hadi canım sende dediğinizi duyar gibiyim!- bir şok yaşadı ama olsun.
İlerleyen saatler, geçen hissiz zaman, kalbimde açılı ve derin kazılmış mezara toprağa dönüşürken hala ve hala Burçak'tan haber bekliyordum.
Ne güzel şimdi Burçak'a sarılmış beklemek varken sarıldığım soğuk duvarın amansızca hissettirdiği zamansızlık boşluğu kalbimin atışlarını yavaşlatırken üzerimdeki ağırlık basitçe geçecek gibi değildi.
Nefeslerim kan kokuyordu. Ne zaman kokmamıştı ki zaten? Ancak bu seferki yoğun metalik kokunun getirdikleriyle tek başıma savaşacak kadar güçlü hissetmiyordum.
Ağır adımlarla yoğun bakımın kapısına ilerlediğimde içimde filizlenen kiraz çiçeklerinin uçsuz bucaksız ormanlarda, açtığı gibi solan umutlarda buluşması canımı yakıyordu.
'Tıpkı çocukluğunda yandığın gibi değil mi Mete?'
İşte bu cümleyi kuran şey benim favori iç sesimdi.
Neden mi favori? Herkeste vardır eminim ki iç sesiniz her daim size gününüzle alakalı, yaşadığınız olaylarla alakalı bir şeyler fısıldar aslında. Benim iç sesim hayatım boyunca asla mutlu olmamı istemedi. Ta ki o güne kadar... ateşiyle küllerimi yeniden harlayan Anka Kızı, hayatıma girene kadar.
'Çocukluğumda yandığım hayalim gerçek oldu iç ses. Kalbimin serin sularını alevlerle kaplı yanardağa çevirirken bir an bile pişman olmayan, Dünya'nın en güzel ruhlu kadınıyla gerçek oldu.'
İç sesime fısıldamam ona yeterli gelmiş gibi susmuştu. Ancak benim aşkıma birkaç basit satır yetersiz gelmişti, Burçak benim için bir çok anlamdaydı. Belki hayatımın sadece birkaç ayında vardı belki evet. Ama benim hayatımın kurtuluş günüydü o gün.
Şimdi belki de size benim ruh halim "Ne anlatıyor Allah aşkına bu çocuk?" gibi geliyor biliyorum ama kalbimde yaşayan Burçak'ın hasat zamanı o gözleri yeniden gördüğüm gün geldi. Ve ben onu kalbimde hasat etmekten, tekrar ekmekten asla ama asla bıkmayacağım.
"Kalbime zarar, vatana kansın Burçak Vatanoğlu." Fısıltım dudaklarımdan çıkıp soluklarımı deliyordu.
" Oooo ne haber aşık kek?" Oflaz' ın seslenmesiyle afallamıştım. Ben? Aşık? Kek? Kek!? Şaşkınlıkla morarmış göz altlarımı umursamayarak "Oflaz?" diye karşımdaki ne zaman bu kadar yapılı olduğunu kaçırdığım adamın adını mırıldandığımda birinci kez yeniden bize döndüğünü fark ettiğimde ise ikinci kez mutluluğum ön planda olan hüznümü delip geçmişti.
Dolan gözlerimle kendime çektiğim iri bedene sıkıca sarılmış ve " Sonunda döndün... döndün kardeşim benim." Cümlesini dudaklarımdan kulaklarına paylamıştım.
"Döndüm kardeşim... döndüm. Üstelik mükemmel bir sürprizim var sana. Ama önce Where is the my yenge?" kulaklarımın işittiği cümleler arasındaki İngilizce kelimelerin bile arasını süsleyen yenge kelimesinden mesut olmuş bir şekilde sırıtarak konuşma gereği duydum. "Görevde aslanım... görevde yengen. Malum benim hatun asker. Yengenin kim olduğunu duyduysan bunu da duymuşsundur ha?"
Şapşal şapşal sırıttı. Yaralarının gün yüzünde olmadığını sanarak. Oflaz... sevdiği kızın kırık bıraktığı, kalbindeki dikişlerin bir bir anestezisiz dikildiği, acılarının izlerini gözlerinin arkasındaki perdeye saklayan, kendinden kaçan, kendini ardında bırakıp giderken yakıp yıktığı kadar yakılıp yıkılan çocukluk arkadaşımdı.
En gizli sırlarımı, kalbimdeki tüm yaraları bilen tek insandı o. Hatta Burçak' a olan sevgimi günlerce serzenişlerimden dinlemekten, tekrar tekrar anlatmamı bıkmadan usanmadan sıkılmayı umursamayarak dinleyen tek insandı.
"Bilmez olur muyum oğlum? Sağ olsun Haseki Armut Sultan Hazretleri her bilgisini itinayla bana da iletti. Hem o kadar yol gelmişim insan bir 'Hoş geldin kardeşim açsındır gel denize karşı iki duble rakı atıp Rahman Reis'in orada iki tam balık ekmek yiyelim.' der. Bunu da ben mi söyleyeceğim yani aşk olsun. Alındım da gücendim de." demişti cevap olarak. Böyleydi işte benim arkadaşımda. Tıpkı benim gibi yaralarını, acılarını, kederlerini sözlerinin arkasına duygularını da katarak gizlerdi. İtiraf etmeliydim benden daha başarılı olabilirdi de.
Elimi alnıma vurmuş gibi yaparak –saçmalamayın benim canım tatlı kıyamam ben alnıma- konuştum. "Geri zekalı! Yemin ederim geri zekalılığından hiçbir şey kaybetmemişsin Oflaz Ayyıldız. Hala aynı haltsın." Kaşlarını çatarak sorma gereğinde bulundu. Biraz zeka geriliği vardı arkadaşımın.
" Niye lan alt tarafı aç olduğumu dile getirdim. Nesi yanlış bunun?" hala anlamamıştı. İnatla anlamayı reddeden aç ve mankafa bir arkadaşım vardı.
" Oflaz' cığım canım arkadaşım senin jeton kareli mi? Hani burası kırsal alan ya. Hani burada deniz yok ya. Deniz olmasını geçtim Rahman abi dört yıl önce kaza geçirip olay yerinde vefat etti ya." Cümlelerimi özenle tane tane anlamasını umarak sarf ettim. Cümlelerimi anlamış olmalıydı değil mi? Anlamıştı? Anlamış olacak ki gözleri anladım der gibi aydınlanınca 'çok şükür' dercesine ohladım.
Biraz zamanın ardından yanımıza yaklaşan Armut hemşire kızgın görünüyordu. Hızla gelip oğluna sarılacağını düşündüğüm sırada sarılacağı yerde okkalı tokadını Oflaz'ın yüzünde patlattığında açıkçası hem yadırgamış hem de şaşırmıştım. Küçüklüğümüzden beri Armut Hanım bir kere bile Oflaz'a vurmayı bırakın hakaret dahi etmemişti. Ne olmuştu böyle? Ne olmuştu da Armut Hanım kendinden ödüm verip yetiştirdiği oğluna tokat atmıştı?
Oflaz'da annesinin bu denli tepesinin atmasına şaşırmış olacak ki konuşmaktan kendini alamamıştı. "Validem ne yapıyorsun ya? Ne yaptım ben? Hayır anlamadım ki bir anda gelip yüzüme çak-" Armut Hemşire Oflaz'ın laflarını neredeyse başımızdaki çatıyı ayaklarımıza geçirecek derecede bağırarak konuştu.
"Bize bana! Bana! Haber vermeden evlenmek ne!? Ha!? Sen kendini çöpte mi buldun geri zekalı!? Seni büyütmek için kaç kez kendimden feragat ettim en iyi sen bilirken evlenirken bile çağırmaya değer vermediğin biri miydim?! Oğlum evleniyor ama annesine söyleme gereği duymuyor! Sanki kızı reddedeceğim ya! Madem böyle yaptın o halde annesizliğe de pek ala dayanabilirsin ha oğlum? Evlenirken gerek görmediğin kadına ilerleyen zamanlarda da gerek görmezsin ha? Peki oğlum... peki istediğini yapacağım. Madem kendi oğlumun düğününe çağırılmayacak kadar değersizim."
Kurduğu cümleler bir bir en derinlerde bir yerlerimize saplanırken ağlayarak arkasını dönerken Oflaz başını eğmiş tepkisizdi. Elimi omzuna koydum ve işittiklerimi tartmadan önce kabzasına ekleyeceği herhangi bir açıklama olup olmadığını merak ediyordum.
" Sürprizin... bu muydu? Cidden sürprizin Gonca'nın senin yüreğini dağladığı gibi bir kızın yüreğini dağlamak mıydı?" şokla sorduğum soruya yanıtı en kısa sürede almak istiyordum.
Haklısınız... tahminleriniz çok doğru. Oflaz'ın gönül yarası, Matem' in Yas' ı, Gonca. Oflaz'ın gerçek anlamda yasına sebep olan kadın. Sahi Oflaz bilseydi eğer gerçekleri böyle mi olurlardı şimdi?
Gonca'nın neden gittiğini, niye gittiğini bilen tek kişi olmanın ağır yükü kalbimin en derin yaralarından biriydi aslında. Arkadaşıma ihanet etmişim hissini içimde filizlendiren en temel etkendi Gonca.
Hamileydi, Gonca. Genç yaşına rağmen, öleceğini kabullenerek girdiği doğumda bir mucize olmuş ölmemiş ama ölmekten beter hale gelmişti. Nedeni ise çok açıktı. Gonca kanserdi. Ve eğer doğumunda ölseydi biliyordu ne Oflaz ne de minik bebekleri onu asla affetmezdi. Her şeye dayanabilirdi Gonca ama Oflaz'ın ondan nefret ettiğini düşünmek bile hastalıklı vücudu ve düşüncelerini boğazlayan bir el gibiydi.
Gonca gittiği gece yıkılan Oflaz ise kırık kalbine rağmen, ertesi sabah bulduğu ilk uçakla ki bu da ilk nereye gidiliyorsa anlamı taşıyordu. Floransa'ya gitmişti.
Herkesten uzak bir köy kasabasında aylarca kalmış fakat sonrasında yeni açtığı sosyal medya hesabında Gonca'dan önce olan kız arkadaşlarıyla olan ama asla paylaşmadığı samimi fotoğraflarından birbiri altına altına 'Hatadan önceki mutluluklar', 'Hatamızdan çabuk döndük.' gibi notlarla paylaşmış ve bilerek Gonca'nın aradığında bulabileceği bir hesap adı tercih etmişti.
Hamileliğinin doğum sonrasında getirdiği lohusalık döneminde bu hesabı keşfeden Gonca, kalbi kırılsa dahi her gün o fotoğraflarda yüzü gülen sevdiği adamla hasret gidermiş ve özlediği adamın dikenlerinin kalbine batışını günbegün daha da derin yaralar alışını umursamamıştı.
Öte yandan bebeği Tarhun gözümün önünde günbegün büyümüş 5 yaşlarında bir yumurcak olmuştu. Kıvırcık saçları, dolgun yanakları, kısık gözleriyle babasına o kadar benziyordu ki günlerce hayretle izlemiştim onu büyülenmişçesine.
Gonca için hayat zordu. Sevdiği adamdan olan bebeğini, sevdiği adamın hayatına engel olmamak, sevdiği adamın tekrar duygularını hiçe saymamak için ayrı büyütüyordu.
Ama Oflaz için daha zordu kanaatimce. Neticede kim sevdiği kadının nedensizce gidişini kabullenebilirdi ki?
Hızla yanımıza yaklaşan Asır Hemşire ile olduğum yerde dikleştim. Annem olabilecek kadın burada müşahede altındayken sanmıyordum onun için geldiğini. Acile hasta gelmiş olmalıydı ki bu durumda beni aramaları çok normaldi.
Koşa koşa tamamladığı koridorda yanıma ulaştığında endişeli sesiyle söylediği cümleler hayatımı boğazımdaki tükürükle zehirlemişti.
"Hocam yirmi beş otuz yaşlarında doğu üssünden yaralı kadın bir asker getirildi! Durumu çok kötü. Vücudunda çeşitli darp ve dayak izleri var. Ayrıca bileklerinde ip kesikleri mevcut. Ve... göğsünde üç kurşun girişi var. Çıkışları yok hocam! Çok kan kaybetmiş."
Çok kan kaybetmiş...
Söylesene sevgilim bir daha görüşünceye kadar solar mı ayrılık çiçeklerimiz?
Yoksa tekrar görüştüğümüzde göğsün matem çiçeklerine mi ev sahipliği yapar?
|
0% |