@uykulupanda
|
Mete Çağın...
Ne yaptığımın bilincine vardığımda geri çekilecektim ki ensemde hissettiğim güçsüz ve yorgun kolla geri çekilme dürtümü çıktığı beyin odacığıma geri bastırdım. Ardından da karşılık veren yorgun dudaklarına hafif ve canını acıtmayacak şekilde bıraktığım ıslak öpücüklere son vererek utancımı cümlelerimle perdeledim. " Hadi bakalım Anka Kızı. Önce iyileştirelim seni. Sonra devam- eh şey sonra görüşürüz benden kurtuluşun yok diyecektim. Merak etme arkanda kalan her şey bana emanet."
Ah! Cidden bunu söylemedin deyin lütfen. Lütfen. Lütfen. Yani tamam belki Burçak'tan on yirmi çocuk falan istiyor olabilirdim. Ama ne yapayım yani bana bir Burçak yetmiyorsa? Hem daha çok Burçak daha çok mutluluk demek benim hayatımda. Ayrıca şükür ki maddi durumumda gayet iyiydi. Yani Burçak Hanım aşkım yüz çocuk istese bile bakacak durumum vardı.
Burçak'ın başının üstünü çenesinden hafif tutup dudaklarımla hizalayarak ona zarar vermekten korkar biçimde hafifçe öptüm ve geri çekildim. Şimdi sıra onun vücudundaki yaraları sarmaktaydı. Zira ben ruhunu sardığımı düşünüyordum. Hayır efendim kimse inkar edemez. Ben onun biricik aşkıydım bir kere.
Seri ama sanal adımlarla zihnimde bu konuyu da sonraya iteleyerek Oflaz'ın yanına ilerledim. Odaya ilerledim ilerlemesine de... İlerlemez olaydım! Gonca ile birbirlerini yediklerini nereden bilebilirdim ki öyle değil mi? Öksürerek varlığımı belli edip odaya girdiğimde aralarından meteor geçmiş gibi hızla ayrıldılar. Meteor gibi çocuğum tabi normal.
"Biraz daha hanımımın yanından gelmeseydim herhalde ikinci yeğenim dünya yoluna girecekti." Başımı hafif gökyüzüne çevirip esprili bir dille konuştum. "Aman yeğenim aman gelme sen bunlar daha abini bana kilitliyor vallahi dört çocuk bakamam aynı anda." Söylediklerimle Oflaz'ın bakışları bana dönmüş ve tuhaf bir sesle "Dört?" diye sormuştu. Sevdiğim kadının ameliyata hazırlanıyor olduğunu bildiğim ve iyi olacağını hissettiğim ya da işime öyle geldiği için sohbet etmekten geri alamıyordum kendimi. "He. Dört. Bir itirazınız mı vardı Oflaz Bey? Ha siz ikinciyi yaparken biz boş boş mu oturacaktık? Cidden böyle mi düşündün?" Söylediklerimin bir kulaklarından girip ötekinden çıkmasını beklerken Gonca'nın yüzünün, kulaklarının, kollarının kıpkırmızı kesilmesi yanıldığımın göstergesiydi.
"Sen yengemle yiyişirken içeride kim sana laf yaptı? Kimse değil mi? Ulan siz ulu orta öpüşürken biz gayet masumane özlemimizle gizli saklı öpüşüyoruz ama bizimki suç oluyor öyle mi? Vay anasını. Ayrıca yap kardeşim yap sende çocuk yap da ben senin iki çocukla yetineceğini sanmıyorum. Az evvelki gördüklerimden sonra." Oflaz Bey anlaşılan karısını utandıran cümlelerimin hesabını beni utandırarak ödetmeyi planlıyordu.
Şaka bir yana ne zaman görmüştü bu salak öpüştüğümüzü? Hay sikeyim ya! Şimdi kim, nasıl kurtulacaktı bu çocuğun dilinden? konuyu değiştirmeyi umarak konuştum.
"Boş konuşmayı kes ve Burçak'ın ameliyatına girmek için hazırlan. Ona bir şey olursa yemin ederim küçüklük arkadaşım olman beni zerre alakadar etmez yeğenimi, yengemi ve evliliğinizi gider Armut teyzeme yumurtlarım. Zaten kadında torun ve hemcins koruma iç güdüsü var. Sonra ayıkla pirincin taşını."
Acele acele konuştu. "Tamam be tamam! Söyleme de ben yengemi kurtarırım. Yeter ki annem benden öğren-"
Derken çoktandır kapıda durduğunu bildiğim Armut Hanım şakıya şakıya neşeli sesiyle konuşarak içeri girdi. "Çok geç oğlum. Ay Allah'ım! Çok şükür benim gelin istediğim gelin çıktı. Benden mutlusu şuan dünya üzerinde yok olamaz. Gonca kızım gel de torunumu göster bakayım bana." Mutlu mutlu Gonca'nın koluna giren Armut hanımın görüş alanımızdan çıkması üzerine Oflaz' a 'bittin oğlum sen' bakışımı atıp tam kapıdan çıkacaktım ki Armut hanım geri döndü ve bir şeyi hatırlamış gibi tekrar konuştu. " Ha unutmadan... Oflaz! Eve sakın gelme aklın varsa. Aklın başına gelene, annenle iş birliği yapmayı öğrenene kadar ne torunumu ne de gelinimi göremeyeceksin. Seni aptal velet."
Posta koyuşuyla, saçını savura savura kurduğu cümleyi umursamıyormuş gibi çıkan yaşlı ama hala güzel kadının arkasından bakarken arkamdan gelen ciyak sesle Oflaz'ın oraya döndüm.
"Hay senin ben! Akşam akşam hem karımdan hem oğlumdan hem de ikinci çocuğumun tarifinden oldum be senin yüzünden. Bana borcun artıyor Mete Çağın. Daha gidip kurtarmam gereken bir yengem var malum."
Koşarak gelen hemşireyle ikimizde duraksamış ve onu dinlemeye koyulmuştuk. "Hocam! Az evvel gelen kadın hasta sanırım düşük yapıyor! Çok kanaması var!"
Düşük? Burçak? Hamilelik? Neden bahsediyordu bu kadın? Benim Burçak'ım hamile olabilir miydi ki? İyi de biz bir şey yapmamıştık. Yemin ederim masumdum ben. O halde... siktir! Yapmadı... yapmaz... yapamaz... beni sevmiyor muydu zaten? Niye yapsın canım? Yapmaz.
Yine de olumsuz tarafım ağır basmaktan kendini geri alamıyordu. Evet ben Burçak'a sonsuz güven bağıyla bağlıydım ama beynim her zamanki gibi bana ihanet ediyordu işte. Yine o anlardan birindeydik.
Etrafımdaki sesler boğuklaştı. Oksijen azaldı. Kalbim karardı. Kendimi olabildiğince hızlı bu ortamdan çıkartmam gerektiğini hissediyordum. Hem de hemen...
Burçak Vatanoğlu...
"Mete..." boğazımı yırtarak çıkan çıkarken göğüs kafesimi delen sesimi umursamıyordum. Tek umursadığım ölmeden önce üç aydır özlemini çektiğim, yanımdayken bile hasretim olan yüzünü, son kez onun yüzünü görmekti. Göğüs kafesimdeki acı birliği buna engel olamazdı. Olmamalıydı.
Başımdaki doktor mutlu mutlu konuştu. "Yenge? Anam ne güçlü hatunsun ya. Ben bırak üç kurşunu, bir tanesi bile kıçımı sıyırsa rahat bir sene yatarım acıyor diye kadın bizim tipsiz için göğsündeki üç kurşunluk bilmem kaç santimlik yarayı yok sayıyor."
Ne saçmalıyordu bu ya? Ne yengesi, ne tipsizi? Ayrıca üç kurşun? Tamam göğsüm acıyordu ama önceki yaralanmalarıma göre dayanılabilir bir sızıydı. Ya da en azından Mete'mi görene kadar dayanabilmeyi umuyordum.
Kim olduğunu sormak için tekrar konuştum. " S-Siz kimsiniz?..." nefesimi kesen bir şeyler oluyordu. Üstümde hissettiğim ağırlık nefes almamı zorlaştırıyordu.
" Ben Oflaz. Oflaz Matem Ayyıldız. Ama aramızda kalsın seninkinin sünnet videolarını iyileştikten sonra izleteceğim sana. O benim Gonca'ma izletmişti. Ha bu arada iyi olduğunu sandığını var sayıyorum ama biraz evvel ameliyathaneye gitmeden -çünkü burada ameliyathaneyi lüks sayıyoruz- atar damarcığını diktim. Normal şartlarda verdiğim anestezi dozuyla rahat rahat bir hafta uyuman gerekirken sen on beş dakika gözünü açtın. Anlamadım ki kadın askerlere anestezi maddelerine dayanıklılık mı enjekte ediyorlar." tek istediğim adını öğrenmekken bu kadar uzun konuşması hoş değildi.
'Bu nasıl doktor Burçak?'
"Ne çok konuşuyor arkadaş bu doktor." diye cevap verdiğim iç sesimle başımdaki doktor da bana cevap vermişti galiba.
" Aşk olsun yengecim." sitemkar sesle istemsizce gözlerimi o tarafa çevirmiştim.
"Pardon?" dışımdan söylememiş olmam gerek. Söylememiş olmalıyım diye düşünürken tekrar konuşmuştu. "Hem eleştir hem pardon de yakışıyor mu bu hiç? Hıh küstüm. Gideyim de senin tipsizi çağırayım ben en iyisi."
Annem cinsiyet mi değiştirmişti yoksa benden habersiz? Bu doktor tıpkı annem gibi küsmeye yer arıyordu. Ama ses etmemiştim. Şimdi bunu da dışımdan söylerim falan hiç gerek yok risk almaya.
Beklerken etrafıma bakıp nereden geleceğini bilmediğim sevdiğimi beklediğim birkaç dakikanın ardından sevdiğim adamı arayan bakışlarım onun güzel irisleriyle kavuştuğunda yanıma gelmesini beklemiştim. Sevdiğim sesiyle ninni gibi fısıltısı kulaklarımı doldururken bir anda da dudaklarının ıslaklığı dudaklarımı ısıtıyordu.
"Ben geldim sevgilim. Hadi seni iyileştirelim."
Rüyadaydım. Kesinlikle rüyadaydım. Ama rüyamda dahi olsa onu hissetmek öyle muazzam ve tarifsiz bir bir histi ki... kolumu üzerimdeki ağrının acısına rağmen yavaşça ensesine sardım. Bu an, bu olay, bu his hiç bitmesin istiyordum. Bunu öyle çok istiyordum ki elimde olsa zamanı dahi durdururdum bu ana ebedi sahip olabilmek için.
"Hadi bakalım Anka Kızı. Önce iyileştirelim seni. Sonra devam- eh şey sonra görüşürüz benden kurtuluşun yok diyecektim. Merak etme arkanda kalan her şey bana emanet." tekrar konuşması bile sevimliydi.
Şapşaldı... ama çok tatlı bir şapşaldı. Sanırım aşk da böyle bir şeydi. Dünden bugüne olan hasretle harmanlanıp, kabuklarını kırarak er ya da geç kalbinde büyüyordu. Fakat benim için aşk üç değil dokuz harfliydi. Mete Çağın... Bir saniye. Bu beni buluşmada eken babamın saatini verdiğim çocuğun adı değil miydi? Peki sesinin hastanede karşılaştığım doktorla aynı olması... Üçü de aynı kişiydi! Tabi ya! Nasıl fark etmedim.
Tam bu konuyu açacakken başımın üstüne ömürlük kelebek gibi konan dudaklarının baskısı üzerimden çekilip kaçarcasına çıktığı acil serviste az evvel benden 'yenge' olarak bahseden doktorluğundan şüphe duyduğum doktoru beklemeye koyuldum.
Üçünün aynı kişi olduğu gerçeği biraz bekleyebilirdi canım. Ayrıca sanırım evrenin oyunlarını galiba sevmeye başlıyordum.
Kasıklarıma giren acı sancıyla duraksadım. Reglim yeni bitmişti. Öyleyse bu sancı da neyin nesiydi. Tekrar giren sancıyla cılız sesimle yan taraftaki hemşireye seslendim ve durumu anlattım. Hızlıca kasık bölgeme bakmış ve " H-Hanımefendi siz düşük yapıyorsunuz!" diyerek durumu aktarmıştı.
"Ne!" tüm gücümle bağırdığımı hatırlıyorum. Bu imkansızdı. Olamazdı. Hem ben daha ilk ilişkime dahi girmemiştim ki. Halk tabiriyle her ne kadar aptalca olsa da bakireydim yani. Hayatıma karışabilecek bir ruh henüz karşıma çıkmamıştı o zamanlarda.
'Şimdi Mete'miz var değil mi Burçak?'
'Mete'miz? Benim Mete'mdi o.'
"Bu imkansız! Böyle bir şey- Ah!" elimi çaresizce cümlelerimi acıdan yakan karnıma bastırıyordum. Çok canım yanıyordu. Fısıltılarım kulağıma ilişiyordu. Etraftaki her ses bulanıktı. Tek duyduğum ses cılız dudaklarımdan çıkan " Bu imkansız.", "Olamaz." "Ben...Olamam." Nidalarımdı.
Oflaz denen doktor hızla gelmiş ve kontrol etmeye başlamıştı. Eski model ultrason cihazının soğuk jelini kasık ve karın bölgemde hissediyordum.
Belli ki bölümü cerrahi ve benzeri bir şeydi. Her türlü vakaya baktığına göre acil doktoru da olabilirdi tabi.
Birkaç dakikanın ardından Oflaz yüzüme bakarak " Rahim kanserine yatkın boyutlarda kistlerin olduğundan bahsettiler mi sana hiç?" dediğinde duraksadım. O da neydi ki?
Titreyen sesimle dediğimde " Ha-Hayır. O da nedir?" verdiğim cevaba tatmin olmayan Oflaz siktir çekmiş ve endişeyle konuşmuştu. " Yenge bu zamana kadar nasıl fark edilmedi Allah aşkına! Kistin şuan ki boyutu neredeyse on yedi santim. Bu kadar büyümesi ve fark edilmesi imkansız! Mutlaka öğrenirdin. Tabi... bir şekilde öğrenmen engellenmediyse. Fakat kim senin rahim kisti yüzünden infertilite yani kısırlık yaşamanı ister ki! Aklım almıyor! Çok saçma! En basitinden ultrasondan anlayan her doktor bile bunu söyleyebilir!"
Kulaklarım uğuldadı. titreyen sesimle cümlemi içimden dışarı yolladım. " kısırlık? Nasıl yani. Be-benim bebeğim olmayacak mı? Nasıl olur ben sağlıklıydım. Küçüklüğümden beri nedensizce çok sağlıklıyımdır. Grip bile olmam ki ben. Nasıl olur bu?" göğüs bölgemdeki acı, kasık bölgemdeki acıyla birleşse bile kalbimdeki acıyı geçemezdi.
Bu olamazdı. Bu olmamalıydı. Mete çok üzülürdü. Ya ben nasıl dayanırdım bu acıya. O başkalarının çocuğunu kucağına aldığında hissedeceğim boşluk hissine. Birbirimizi beklediğimiz yirmi yılın yüzde yüz tamamlanamayacağına. Tabi ki Mete'den çocuğum olması yirmi yılımın hayalinde vardı saçmalamayın. Sonuçta ona evlilik teklif eden bendim.
"Sakin ol sakin ol yenge. Merak etme elimden gelenin en iyisi yapacağım. Ama önce ailende daha önce herhangi bir rahim yollu sıkıntı çeken kadın olup olmadığını doğrulamam gerekiyor. Ek bir hastalık olduğunu bilmediğimiz için ve burada yeterli cihaz olmadığı için. Bildiğin var mıydı hiç? Özellikle annen. Büyük ihtimalle ya annen ya da anneannenden geçmiş olması gerek." Oflaz'ın sorduğu soruyla düşünmeye başladım.
Var mıydı ki? Yoktu. Yoktu değil mi? Annem de yoktu fakat anneannem? Ya onda vardıysa ve ben bilmiyorduysam? Tabi ya! Annem teyzemle konuşurken birinin kanserinden bahsediyordu. Bize de geçmiş olabileceğinden. Bahsettiği kişi Anneannem olabilir miydi? Olabilirdi de olmayabilirdi de. Bunu sadece hastalığını biliyorsa annem bilebilirdi. Lakin o kadar zamanım kaldığını sanmıyordum. Bilincim yavaş yavaş boşluğa doğru kayıyordu.
|
0% |