@uykulupanda
|
Mete Çağın...
Demek hamileydi. Üstelik benim değil başka birinin bebeğine. Biliyorum size cidden tek düşündüğün bu mu gibi bir izlenim veriyorum. Ama eminim kendini benim yerime koyup aynısını hissedenler olacaktır. Oysa ne çok ister hayalini kurardım onun karnında taşıyıp dünyaya getireceği, annesinin o olacağı bir bebeğimizin olmasını.
Öyle çok severdim ki onu. Dünya'nın Güneş'e olan aşkından milyarlarca yıl etrafında dönüşünden daha çok severdim. Hala da seviyordum. Sanırım ölsem bile sevmeye devam etmekten vazgeçmeyecektim.
Ne de olsa pratisyen hemşire söylemişti. En nihayetinde işinde bilgiliydi. Yanlış olma ihtimal- siktir!
Kadın pratisyen hemşireydi. Ama ben o kadar aptaldım ki kadının henüz yeni yetme olduğunu unutup koyduğu tanıya inanmıştım. Üstelik bir hemşirenin tanısına inanarak onu yalnız bırakmıştım. Koşarak fazla uzaklaşmadığım hastane odasına ruhundan bir adım bile geri atamadığım kadının alındığı acil yanı odasına geri döndüm fakat odada ne Burçak ne de Oflaz yoktu.
Duraksayıp vakit kaybetme aşamalarını sonraya bırakarak hızla minik hastanemizin girişinde bulunan hasta kayıt bölümüne ilerleyip Burçak'ın nerede olduğunu sordum.
"Son gelenler içindeki kadın ağır yaralı asker hasta nerede şimdi?"
Hızla başını sallayıp önündeki raporları ve kayıtları incelemiş ardından da aradığını bulmanın verdiği sırıtma mutluluğuyla cevap verecekken yüzü düşerek konuşmaya başladı. "Rahim kisti ameliyatında efendim. On yedi santimlik bir kistmiş. Ve durumu... durumu ağır bir vaka maalesef." Cümlesinin sonlarına doğru sesi kısılmış yüz ifadesindeki hüzün ve başarı huzmeleri bir bir solmuştu.
"Rahim...rahim kisti mi? Emin misiniz? Son kararınız mı? Bakın lütfen bir yanlışlık olmasın. Bir yanlışlığı daha kaldıramaz benim yaşlı kalbim." titrek ve solgun sesimle kurduğum cümleler kulağımdan girmemişti bile.
Saçmalıyorsunuz der gibi baktığında kaybettiğim zamana küfrederek merdivenlere yöneldim. Dinlemeliydim işte onu! Aptal kafam neden hemen gidip yalnız bıraktıysam sanki onu! Hızla çıktığım dört kat merdivenle nefes nefese vardığım son katın girişinden hızlı hızlı yürüyerek geldiğim ameliyat kapısı ardına kadar kapalıyken nefes almak soluk borumun kendi intiharı gibi geliyordu.
Kapının önünde oturduğum yere koltuk, yaslandığım duvara taş olup gitmek ama ona kötü bir şey olduğunu duymak istemiyordum. Bildiğim tüm duaları içimden sessiz sedasız sıralarken omzuma dokunan elle istemsizce irkildim.
"Oğlum. Biliyorum Burçak kızım içeride sende onun yanından ayrılmak istemiyorsun ama Sevilay'ım uyandı. Seni sayıklıyor. Daha doğrusu ahiretliğim ve annen olduğunu düşündüğüm kadın içeride oğlum oğlum diye sayıklıyor. Biliyorsun yüzünde kezzap yanıkları vardı. Uzun süre yüzünü oynatması sağlıklı değil. Bir beş dakikalığına yanına mı gitsen? Hem ben burada beklerim sen gelene kadar. Bir gelişme olursa hemen haber verimim aklın kalmasın oğlum." demesiyle bir de annemin yaşayıp yaşamama olayı olduğunu hatırladım başımda.
Ah. Hayatımız son zamanlarda o kadar aksiyonu bol ve entrikalıydı ki dinlenmeyi bırakın daha bir an önceki yaşanan olayın konusunu aklınızda tutamıyordunuz doğrusu.
'Bazen Oflaz'a hak veriyorum Mete. Sen harbiden geri zekalısın.'
'Nazik iltifatların için teşekkürler iç ses bittiyse gidebilir miyiz?'
Başımı hafifçe sallayıp, çıkmayan sesimi ses tellerimi yırtarak çıkarmak yerine kafamı sallayarak cevap vermeyi tercih edeceğimi ve görüşüne olumlu baktığımı belli etmiştim.
Ağır adımlarla yoğun bakım katına inerken neden hayatımın nasıl bu denli bok çukurunda olduğunu sorgulamayı ihmal etmemiştim. Fakat asla net bir sonuç yoktu. Kötü biri değildim evet, lakin iyi biri hiç değildim ama insanlara yardım etmeyi severdim. Ne de olsa o kadar sene tıp okudum bir zahmet seveyim ayrıca yani. Öyle değil böyle değil e o zaman kimin kötü dileklerini almıştım da bunları yaşıyordum Allah aşkına?
Üstüme sterilize teknik olarak dizilerde gördüğünüz o ameliyat kıyafetlerini giyip ellerime eldivenlerimi, başıma bonemi, yüzüme maskemi geçirip ayaklarıma hastanelerde çok sık gördüğünüz o hemşire terliklerini giydim. Her şey tamam ama çoraplarımı çıkarmak üzüyor be arkadaş. Sabah onlar yüzünden işe geç kalırken şimdi mikrop bulaşmasın diye ayaklarınızı yıkayıp çorapları çıkartıp galoş benzeri şeyleri giymek... ayaklarım için üzücü olsa gerek. Yazık çocukların psikolojisi bozulacak. Daha fazla oyalanmadan giyindiğim odadan hastanın kaldığı odaya bağlı kapıyı yavaşça açtım ve içeri girdim. Yatakta yatan kadın ise hissetmiş gibi gözlerini açarak doğrudan gözlerimle buluşturdu irislerini. Ardından ise can yakıcı o tanıdık ses döküldü dudaklarından ağır ağır. "Oğlum..."
Bu ses... bu huzur kokulu ama bir o kadarda keder ve acı barındıran ses... İnanır mısınız bilmem ama küçüklüğümden beri seslerin koktuğuna inanırdım hep.
Mesela Burçak her daim kendine has bir özgürlük kokardı. Her daim bağlılık ve özgürlük gibi iki zıtlığı barındırırdı sesi, gözleri özlemi haykırır, dudakları gücü sembolize etmekten bir an olsun vazgeçmez, kalbi ise kalbim gibi atardı.
Annem ise, çoğu zaman tanımlayamadığım duyguları barındırırdı kendinde, bazen bir koyunun yumuşaklığını, bazen bir kedinin umursamazlığını, bazen de – ki sanırım en çok bu – aile gibi kokardı. Babam olsun veya olmasın hep benim için ailem annem olurdu.
Şimdiyse, sesinde ilk kez duymadığım bir şey vardı. Acı ve kendinden iğreniş.
Bu iki duygu hiçbir kadına yakışmıyordu. Özellikle annem gibi güçlü bir figüre asla. Bu ses tonu hayatımdaki hiçbir kadına yakışmıyordu. Ölsem dahi yakışmayacaktı.
Kadın dediğimiz kelime, zaman zaman bayan, hanımefendi gibi tasvirlere bölünse bile her daim, güçlü, istikrarlı, planlı olabilen ender varlığın beş harflik tanımı değil miydi ki? Asla ve kati suretle hiçbir kadına acı, keder, pişmanlık, iğrenme türevlerinin fiilleri ve yansıtılması yakışmıyordu.
Yakışmazdı da. Ancak maalesef ki ülkemizde bırakın geçmişi şu an da bile çoğumuz evindeyken sokakta, toplu taşımalarda ve daha bir çok alanda kadınlar ezilmekte zorbalığa uğramakta hatta ve hatta canından olmakta. Ne acı ki bugün annem de bu duruma maruz kalmış bir kadındı. Üstelik tek yaptığı dernekler kurup yardım etmek babama, şirketi idare etmesine yardım emekti.
Ama ona da olmuştu. Oysa ki annem gibi rol model birine asla yakışmıyordu şu yatakta zorbalığın eseri bir şekilde yatmak. Yanına ilerleyip titreyen elimle yanık ve darp izlerinin nüfus ettiği elini tuttum.
Acıtmamaya özen göstererek yavaşça öpücükler kondurduğumda burukça gülümsediğini hissettim. Yüzüne bakacak yüzüm yoktu. Zira eğer o gün gerçeği bildiğim halde saf ayağına yatıp Nilay' ı savunmasaydım belki de bugün böylesine boktan bir durum içinde olmayacaktı annem. Belki de bu olay olmayacaktı hayatımızda.
Fısıldar gibi bin bir zorlukla çıkan sesimle içimde barınan onlarca duygudan birini dile getirebildim yalnızca.
"Özür dilerim... anne. Özür dilerim seni bu uçurumdan attığım ama fark edemediğim için. Özür dilerim güzel yüzün benim yüzümden solduğu için." Tek yapabildiğim özür dilemekti.
"iyi...iyiyim...geçti oğlum...geçti annecim...geçti." Kurduğu telkin cümleleri iyi hissettirmenin aksine daha fazla bok çukuruna itiyordu yaralı kalbimi. Çünkü hızlı konuşan kadının cümlelerini boğazına tıkayan acıya sebep bendim.
Kafamı dağıtma ihtiyacımla konuşmaya başladım. Ya da sadece çalıştım. Ne derseniz, nasıl adlandırırsanız adlandırın ama benim kafamı toplayacağım yer de konu da dağıtacağım yer de konu da Burçak'ın yani ya da konusuydu.
"Anne... annem bir kız var. Tıpkı babamın anlattığı gençlik hallerin gibi. Güçlü, asi, başına buyruk, ama çok seven, sevdiği için defalarca ölüme gidebilecek bir kız. Biliyorum kızacaksın ama o bir asker anne. Ben güzeller güzeli asker bir kadının kalbine aşığım anne. Orada yaşamak için elimdeki her şeyi vermeye canı gönülden razı olacak kadar aşığım hem de."
Gözlerimden akan yaşlar kalbimde pompalanan kandaki zehirden daha acı verici değildi.
"Şu an yukarıda ameliyat oluyor anne. Ölmez değil mi? Ölmesin anne. Bizim masalımız daha başlamadı ki. Prenses uyusun büyü bozulsun. Beni son görüşü olmasın o dağılmış halim."
Sayıklaya sayıklaya bilincimin yavaşladığını ve hatta kapandığını hissettim. Belli ki Burçak zihnimi yavaşlatan en zehirli maddemdi...
On Dokuz Saat Sonra Burçak'ın Ameliyattan Çıkışı...
|
0% |