Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17.Bölüm: Peri Masalları Dilden Dile Dolaşırken Sen Bana Kalmalısın Sevgilim...

@uykulupanda

Burçak Vatanoğlu...

 

'Ben seni çok sevdim.'

 

'Ben seni çok sevdim.'

 

Elleri ellerimde, gözleri gözlerimde, dizi dizimde elimde kalbimin sahibinin emaneti, kalbinin temsili olan yüzük. Başım omzunda, onun başı ise gözlerime bakmak için hafif eğik duruyordu. Neler olmuştu bir saat içinde değil mi? Ben Burçak... Burçak Vatanoğlu, Mete Çağın'ın evlilik teklifine evet diyen kız olmuştum. Bir anda resmen yakında Burçak Çağın olmayı kabul etmiştim.

 

'Burçak Çağın olmak, hayatın bize sunduğu bir hediye değil mi Burçak?'

 

'Öyle iç ses... öyle. Burçak Çağın olmak sekiz yaşındaki çocukluğumun ayaklarında kelepçe izi olan o çocuğa acılarına rağmen hayatta kalmayı öğretmenin hediyesi.'

 

"Kalp içim, sen şimdi gerçekten Burçak Çağın olmayı kabul mu ettin şimdi?" tabi benim şapşal sevgilime bu tarz olaylar biraz geç geldiği için şuan hala evlilik teklifine cevap vermemi bekliyordu. Halbuki ben bin kez falan evet demiştim.

 

Ellerimi ellerinden çekip yanaklarına koyarak göz temasımı da yanına tatlı niyetine ekleyip konuya bodoslama daldım. " Biriciğim, Anka koruyucum, bin birinci kez evet demiş olacağım artık ama hala aynı şeyi soruyorsun. Evet sevgilim. Evet. Seninle sonsuzluğun minik boşluğunda, denizin dibinde, kalbinin içinde ya da her nerede istersen. Ne zaman istersen o zaman seninle bir ömre razıyım. Yeter ki sağ tarafımda senin atan kalbini hissedebileyim. Bu bana yeter."

 

Mete'min gökyüzünden aydınlık gözleri, açık renk gözlerimin içine içine bakarken sakin kalmak çok zordu ayrıca da. Lütfen aşık insanları koruma derneği ne zaman açılırsa bana da haber verin. Zira Mete'de bu bakışlar varken ben fazla yaşamam. Kalpten giderim falan. Beni koruyacak bir dernek lazımdı.

 

Elimi ellerinin arasına alıp yüzük takılı parmağımı dudaklarına götürdü ve nazikçe öptü. Dudaklarının sıcacık hissi için ömrümü bile verebileceğim anlardan birindeyken konuşmaya başladı.

 

" Bu yüzük aslında annemindi. Babam ona aşık olduğunu fark edince günlerce uğraşa uğraşa yapmış. Ama işte annemin öldü dendiği gece morgda bana vermişlerdi." Ellerimi destek bulmaya çalışır gibi hafifçe sıkarak devam etti.

 

"O gün bir söz verdim ben Burçak. Bu yüzük ve bu yüzükteki tüm yaşanmışlık babamın anneme olan sevgisiydi. Ben o gün bu yüzüğü senin için yeniden yapmaya ve sevgi yerine aşkla yaşanmış olanlarla bezemek istedim. Sana olan aşkımı anlatacak dünya taşı yoktu. Bende zümrüt taşın etrafına toprak ve burçak karışımı bir madde yaptırdım. Zümrüt'ü koruyan karışım aslında aşkımızı koruyan biziz sevgilim. Bu yüzük taşıdığı anlamları dibine kadar bizden alan bir yüzük. Gümüşteki eskitmeli işlemeler mesela. Çocukluğumuz Burçak. Çocukluğumuz sevgilim. Hatırlıyor musun?" hatırladığımı söylersem susardı belki de. bende en güzel yol olarak tepkisiz bir biçimde gözlerine bakmayı seçtim. Az çok söyleyeceği şeyi tahmin ediyordum. Elimi tekrar öpüp devam etti.

 

"Karşılaştığımız, kaderimizin yazıldığı gün oturduğumuz bankın yanında yeni budanmış süs ağaçları ve her üç ağaçta bir adını bilmediğimiz o beyaz çiçeklerden vardı. İşlemeleri onlar gibi olsun istedim sevgilim. Özür dilerim ben yapamadım o kadar ince detayları ama yapılmasında emeğim geçti sayılabilir. Sayılır değil mi?" sayılırdı. Ona dair her şey ona aşık olma sebebim sayılırdı. Başımı onaylar şekilde sallarken gözlerimin buğulanması yüzünden net göremediğim gözlerini görmek için ellerimi gözlerimi kurulamak için kaldırmışken ellerimi durdurup gözlerimi silmişti elindeki mendille silmişti.

 

'Bu senin o ağlarken yaşlarını sildiğin mendil değil mi Burçak? Hani o gün...'

 

'Teşekkürler iç ses ama bende biliyorum ya hani bunu.'

 

'Aman be yardım etmekte suç oldu. Gidiyorum ben.'

 

Tekrar konuşmaya başladı. Ama sona geldiğini hissediyordum. Bu konuşma bugün bizim kalplerimizin birleşmesinin başlangıcı yalnızlığımızın sonu olacaktı. " Kalbimdeki aşkı ellerimle kalbimden çıkarıp ellerine verip parmağına takacağım günün bugün olması biraz tuhaf aslında. On yılı aşkın süre sonra babanı buldun, öldü denilen annem bana geri döndü, sen vuruldun ve eş zamanlı olarak rahim kisti ameliyatına girdin. Buna rağmen bu günün son saatlerinde yeni güne geçmeden önce bir de benimle evlenmeyi kabul ettin. Ve biz yeni günümüzde artık evlenmeye bir adım daha yakın bir çiftiz güzelim. Bugün tarihlerden on ağustos ve biz artık resmi olarak evliliğini bekleyen çiftiz sevgilim. Bugün 10.08.2021 Salı günü. Bugün resmi olarak Mete'nin Burçak'a Burçak'ın da Allah nasip ederse Mete'nin olacağı gün."

 

Evlilik Teklifinden İki Hafta Sonra Vatanoğlu Aile Evi...

 

Burçak Vatanoğlu...

 

"Burçak kızım! Burçak Vatanoğlu! Uyan artık ama. Hem daha Mete oğlumla tanışacağım ben." Annemin minik minik bağırışlarıyla uyandığım bir gündeydik yine. Komodinin üzerindeki saate baktığımda saatin daha sabah sekiz olduğunu görmemle kendimi yastıkla boğma isteğim kabarmıştı. Sırf Mete ve ailesiyle tanışma günümüz diye neydi bu heyecan Allah aşkına? Gerçi bir hafta önce Sevilay Hanım ve Devrim Bey ile tanışacağım için ben de böyleydim. Ah o gün... hadi gelin size anlatayım.

 

Bir Hafta Önce...

 

"Mete... yapmasak? Ne bileyim ya beni sevmezlerse? Sonuçta askerim o kadar erkeğin içinde kala kala ya zamanla hareketlerimde erkekleşmişse? Ya Sevilay Hanım'ın hoşuna git-" arabanın içindeydik Çağın evinin önünde. Ama ben stresten kendimi yiyordum. Üzerimde yeşil iyi aile kızı elbisemle, yanımda Mete'mle gelmiştim buralara. Fakat ciddi anlamda çok tedirgindim.

 

Elimi ellerinin arasına alarak elimin üstüne hafifçe bir öpücük kondurdu ardından ise konuşmaya başladı. "Kalp sızım... sakin ol. Eski annem olsaydı haklısın. Ama annem artık eskisi gibi değil. Hem ruhu, hem bedeni. Biliyor musun seni biliyor. Uyandığı gün, sen ameliyattayken seni anlattım ona. Sen ameliyattan çıkana kadar ağzımdan sensiz tek bir cümle dahi çıkmadı. Annem eminim ki oğlunu bu denli kendine bağlayan kıza kaba davranmayacaktır. Yersiz korkularını sil. Ayrıca senden iyi gelin mi bulacakmış ya? Bulursa Oflaz'a alırız güzelim. Derdine bak senin de. Ne halta yaşıyor o zaten." Beni rahatlatmak için sonlara doğru yaptığı şebeklikleriyle ciddi anlamda aşık olduğum adam benzersizdi.

 

Duran arabanın içinden çıkma vaktimizdi artık. Yavaşça elini bıraktım ve arabanın kapısını aralayarak çıktım. Kapıyı kapatmadan henüz inmeyen Mete'ye bakarak " E Mete Çağın, benimle bir ömre hazır mısın?" dedim.

 

Gülümseyen gözleri gayet hazır olduğunu belli etse de yine de onun evine girmeden onun sesiyle onun cümlelerinde nefes bulmak istiyordum. Nitekim dileğim gerçek oldu. Ve o çok sevdiğim sesinden o çok sevdiğim cümlelerini işittim. "Seninle sadece bir ömre değil on, yüz, bin ömre bile varım güzelim. Hayatımız aynı gökyüzünün altında farklı yaşamlara çakan şimşekler gibiydi sevgilim. Gök gürledi, şimşek çaktı, yıldırım düştü ve biz aşkla küle döndük."

 

Ona aşık olmak için gözlerine bakakalmak yeterliydi. Ruhu gözlerine yansıttığı gibiydi. Ve birinin bu ruhu benimle paylaşması düşüncesi korkunçtu. Bencillikti belki de ama umarsızca onun ruhunun sadece benim olmasını istiyordum. Aşk bencillik üzerine kurulu bir oyundu belki de sevgilim.

 

Arabadan inip el ele tutuşarak yürüdüğümüz beş dakikanın ardından "Çağın Aile Evi" yazısının arkasındaki kapıya ulaşabilmiştik nihayet. Mete kapının yanındaki zile bastığında çok geçmeden kapıyı beyaz gömlek siyah etek kombin giyimli bir hizmetli açmıştı. Bizi gördüğünde ise kocaman gülümseyerek "Hoş geldiniz efendim. Hoş geldiniz Burçak Hanım. Buyurun lütfen." Demişti. Çok sevimli bir kızdı. Gülümseyip başımızla kızı onaylayarak içeri girdik.

 

Bu eve ilk geldiğimdeki matem havası kaplı siyah örtülü eşyaların örtüleri kaldırılmış ve o güzel görünüme kavuşmuştu. Mete'nin annesinin ise durumu orta dereceydi. Hastanede iki üç gün kalmaya zor dayanmış ve dördüncü günün sonunda Mete'yi tehdit ederek evine gitmeyi kabul ettirmişti. Mete de zaten sürekli evde kalmak için hastaneden izin almış ve İstanbul'a dönmüştü. Benim yaralandığım gün üstüm olan Hikmet Bey bana da tatil yazmıştı. Abimin durumu ise aynıydı. Hala uyutuluyordu. Onu bırakıp buraya gelmek içime sinmese bile orada da yapabileceğim bir şey yoktu. Yengemin kız kardeşi gelmiş ve bizim ufaklığa bakmaya başlamıştı. Yengem ise her gün abimleydi. Onu bırakırsa bir şey olacağından korkuyordu. Nitekim son olaylardan sonra haklıydı da.

 

Mete'nin annesi ise yüzündeki yanıklar için doku ameliyatı olmayı bekliyordu. Kezzabın erittiği yüz hatlarını vücudunun başka yerinden alınan deri ve doku parçalarıyla onarmayı deneyeceklerdi. Şuan için ise yüzünün belirli bölgeleri ve vücudunun belli bölgeleri sargıdaydı. Yürümesi zamanla iyileşecekti. Şimdilik tekerlekli sandalyesiyle gezmek zorundaydı.

 

Salona geçtiğimizde annesi ve babası bizi gülümseyerek -gülümsemeye çalışarak- karşılamıştı. Tabi bu hikayenin bir de benim annem ve Mete'nin babası tarafı vardı. Ah ne gündü ama. Babam on yılı aşkın süredir yokluğunda hasret kaldığı annemin yanında almıştı soluğu. Annem ise uyandığında babamı görmenin verdiği korku ve hasretle tekrar krize girip bayılmıştı. Bir sonraki uyanışında ise önce beni görmüş ve babamın gerçekten gerçek olup olmadığını sorgulamıştı bir süre. En sonunda ise babamın ölmediğine ikna olmuş ve Alphan Vatanoğlu' nu kolları arasına alıp bir saate yakın ağlayarak özlediğini dile getirmişti. Daha önce ağladığını görmediğim babam ise annemin göz yaşlarına dayanamamış ve ağlamaya başlamıştı.

 

Mete'nin babası ise, Sevilay Hanımı tekrar gördüğünde önce hasta yatağının yanındaki koltuğa oturmuş usul usul onu incelemiş ve ardından da kolları arasına almıştı sevdiği kadını. Kaç gün, kaç yıl, kaç ay olduğu önemli değildi. Önemli olan kalplerindeki aşkın zamanıydı. Tıpkı bu iki çiftin aşklarının zaman yelpazesinin asla tükenmeyişi gibi.

 

"Hoş geldiniz oğlum. Hoş geldin kızım." Narin sesiyle konuşan Sevilay Hanımla gülümsemeden edemiyordum. "Hoş bulduk efendim. Nasılsınız? Biraz daha iyisinizdir umarım." Nazik sesine karşılık nazikçe durumunu sormak istedim. Bilsem bile.

 

Gülümseyerek "İyiyim güzel kızım düşünmen yeter teşekkür ederim." Demişti. Hemen ardından da ekleyerek "Hadi masaya geçelim bütün gün kapının önünde stresliydiniz acıkmışsınızdır. Yemek yiyelim." Dedi. Görmüştü. Benim telaşımı görmüştü. Daha ne kadar rezil olabilirdim acaba?

 

Masaya geçtiğimizde her çeşit yemek aperatifi olduğunu gördüm. Sadece dört kişi için bu kadar yemek fazla değil miydi? Dışarıda bu kadar insan açlıktan yok olup giderken. Rahatsız ediyordu bu durum beni. Evet ülkemizde çok fazla yemek çeşidi ve çok fazla aperatif çeşidi olabilecek sebze, et, meyve gibi ürünler vardı fakat ciddi anlamda çok fazla israf yapan bir ülke halindeydik. Örneğin şuan masada üç farklı çeşit biber dolması vardı. Dört çeşit sarma, bilmem kaç çeşit zeytinyağlı. Bu kadar yemek hem gereksiz gösteriş hem de israftı. Rahatsız olduğumu belli etmemek amacıyla zoraki gülümsedim. Tabi biri de benimle aynı durumdan mustarip olduğunu belli ediyordu. Saklama gereği duymadan.

 

Annesine dönen Mete otoriter ve hastası olduğum ses tonuyla annesini sorgulama gereğinde bulundu. "Anne, bu kadar yemek aperatifine ne gerek vardı Allah aşkına? Hem bak gelininde rahatsız oldu. Ama belli etmiyor. Cidden ne gerek vardı sultanım bu kadar sarma dolma çeşidine. Hiç yenir oğlum falan deme. Bu evde hiçbir zaman bu kadar yemek yenmedi. Vişneli sarma, kıymalı sarma, limonlu sarma, zeytinyağlı sarma, yeşil biber dolması, kırmızı biber dolması, sarı biber dolması,... sultanım bu ne? Ben sayarken yoruldum ayol."

 

Vişneli sarma? Öyle bir sarma türü mü vardı? Yoksa ben mi fazla cahildim? Ay yoksa şu suyu kırmızı olan sarma mı vişneli sarmaydı? Ay ne diyorum ya ben? Sevilay Hanıma baktığımda konuşma g ereği duydu. " E oğlum evimize ilk defa düzgün, güzel bir gelin adayı getiriyorsun. Bunu kutlamazsam gözüm açık giderdi." Anne oğul nasıl bu kadar aynı olabilirlerdi? Resmen Devrim Bey'in Mete'de neredeyse hiçbir etkisi yoktu. Mete tamamen annesiydi. Bazı konular hariç tabi.

 

Mete annesine gülümseyip masaya oturmadan hemen önce kulağıma fısıldayarak " Üzgünüm sevgilim klasik Sevilay Çağın işte. Sonra telafi edeceğim." Demiş ve hafifçe kulağımla boynum arası bir yeri öpmüştü.

 

'Çok aşık bize değil mi Burçak?'

 

'Sana değil bana aşık iç ses. Bana. Sadece bana.'

 

Devrim Beyin yalandan öksürmesini Mete'nin öpüşünü görmediğine oturmamı istediğine yormak istiyordum. Aksini iddia edecekler etmesin teşekkürler.

 

Yapılan yemek servisleri açılan sohbet konuları derken saat gitme zamanına denk gelmişti. Sabah bin bir strese girerek geldiğim evden mutlu ve huzurlu sevdiğimle el ele onun ailesiyle vedalaşmış bir şekilde çıkıyordum.

 

Evlilik Teklifinden İki Hafta Sonra Vatanoğlu Aile Evi...

 

O günden sonra annemin beni sürekli olarak Mete'nin geleceği güne kadar hummalı bir hazırlığa sokmuştu. Şimdiyse zorla sıcacık ve güzel bilmem kaç ayda bir yüzünü gördüğüm yatağımdan zorla ayrılmış ve akşam gelecek Mete Çağın için yemek hazırlığına başlamıştım. Mete'yle o kadar olumsuz olaylar yaşamıştık ki ne yemek sevdiğini bile bilmiyordum doğru dürüst. Haliyle de sormak istedim. Ortak noktamız mı değil mi öğrenmek hakkımdı neticede.

 

Kimden: Siz

 

Kime: Anka Koruyucum

 

Sevgilim... şey bir şeyi merak ediyorum. Sorsam kızar mısın? (09:02)

 

Kimden: Anka Koruyucum

 

Kime: Siz

 

Kırılıyorum ama güzelim. Ben sana ne zaman kızdım. Sor bakalım kızacağım(!) sorunu. (09.02)

 

Ne de güzel seviyordu. Onunlayken içimden akıp giden her türlü duygu sahibine ulaşmış gibi hissediyordum. Saniyesinde mesajıma cevap vermesi çok güzeldi. Hızlıca parmaklarımı ekranda oynatarak sorumu yazdım ve cevabımı beklemeye koyuldum.

 

Kimden: Siz

 

Kime: Anka Koruyucum

 

Şey... en sevdiğin yemek ne sevgilim? Malum bu akşam büyük günlerden biri ve ben o masada savunmasız kalmanı istemiyorum. Ben konuşmasam bile sevdiğin yemeği yaptığımda o yemeğin seninle beraber savaşacağına inanıyorum bir tanem. (09.05)

 

Mesajımı tekrar tekrar okuyarak beklediğim cevabın ne olması gerektiğini düşündüm.

 

'Sarma?'

 

'Hayır hayır onu herkes sever.'

 

'Mantı?'

 

'Hayır çok ağır.'

 

'Börek?'

 

'Hmm belki olabilir.'

 

Uzun uzun geçen zamanın ardından gelmeyen mesajla beni unuttuğunu düşünecektim ki gelen aramayla olduğum yerde kaldım. Mesaj atmak yerine aramayı tercih etmişti. Acaba sevdiği yemek dünya yemeklerinden miydi diye düşünmeden edememiştim. Telefonun daha fazla çalmasına gönlüm razı olmadığı için açtım ve o güzel melodiyi duymak adına konuşma başlattım. "Buyurun efendim Burçak Vatanoğlu' yla görüşmektesiniz. Nasıl yardımcı olabilirim?" sonuna kadar dinlemiş ve sonunda erkeksi birkaç kısık kıkırtıyla birlikte keyifli sesini ahizeden kulağıma bahşetmişti.

 

"Benim güzeller güzeli sevgilim bana yemek yapacak ha? Hem de o güzel elleriyle. Peki Burçak Çağın sormak istiyorum ben o yemeğe ellerinin değdiğini bile bile kıyıp nasıl yiyeceğim?" benim dünyamdaki tek adam yörüngemde bu kadar güzelken nasıl aşık olunmazdı ki. Bu adam benim kalbimin parçası ya da sahibi değildi. Bu adam benim kalbimdi. Onsuz nefes almanın imkansız olduğu bir dünyaydım bende. Onun etrafında ömür boyu dönmek, onun yörüngesinde olmak için vereceğim en büyük şey, sanırım nefeslerimdi. Nefeslerimin nefesleri olması kalbimdeki gezegenlerin de onu yörüngesinde dönmesi demekti.

 

"Mete... utandığımı biliyorsun. Yapma işte bunu. Hem ben bana iltifat et diye mesaj yazmadım ki. Hadi oyalama bak beni. En sevdiğin yemeği söyle ve kapat. Yoksa annem beni lisede sevgilisiyle gizli saklı konuşan öğrenci gibi yakalayacak!" cümlemin sonunda Mete'nin boğazından çıkan o güzel kahkahayı duymak bana mutluluğu hissettirmek gibiydi. Gülerek yeni bir satıra başladı. "Anneme yakalanmayalım o zaman güzelim değil mi? Senin elinin değdiği her şeyi severim ama eğer özellikle sevdiğim bir şey yapmak istiyorsan sanırım en sevdiğim şey tabi ki senden sonra güzelim türlü. Ama böyle sadece sebzeli olanlardan. Et, kıyma konunca güzelliği gidiyor." Kalbimi ellerine veresim geliyordu bu çocuk böyle yaptıkça. Radikal bir kararla telefonu yüzüne kapatmadan hemen önce öpücük atmış ve telefonu yüzüne kapamıştım. Şimdi gidip Mete'yi ailemle tanıştırma operasyonunun ana bileşenlerini hazırlamasında ana kraliçeme yardım etmem gerekiyordu. Ha tabi bir de türlü yapmam.

 

Akşam Sekiz Civarı Vatanoğlu Aile Evi

 

Mete Çağın...

 

Arabanın içinden camlarındaki ışıklara baktığım evin içinde olduğunu bildiğim sevdiğim kadının evine gelmiştim. Kendisine minik sürprizlerim vardı tabi. Tıpkı şuanda tanışmaya tek başıma gelmek yerine ailemle geldiğim ve Alphan babanın ve Aybüke annenin bildiği, bu gece gerçekleşecek isteme için yüzüklerin cebimde olması gibi.

 

Ah benim zavallı sevgilim! Hala onu istemeden gitmeyeceğim gerçeğini bilmiyor. Aslında bakarsanız bugün ona hafifçe çıtlatmıştım. Ama benim saf güzelliğim tabi ki anlamadı. Burçak Çağın... Mete Çağın'ın biricik göz bebeği, eşi olacaktı.

 

Annemlerle kısa bir bakışmanın ardından arabadan inip müstakbel eşimin ailesinin evinin kapısının önüne geldik. Biraz sonra, aslına bakarsanız biraz bile dayanmak zor ama hayallerimi süsleyen kadını görecek olmanın verdiği heyecan beni şimdilik direnmeye zorlayan şeydi. Benim Burçak'a olan aşkım, on iki yaşındaki Mete'nin kalbinden benim bugünüme akan her şeydi.

 

Kapının tokmağını hafifçe havaya kaldırıp kapıya vurduğumuz gibi beklemeye başlamıştık. Beklediğimiz birkaç dakikanın ardından içeriden gelen topuk tıkırtılarıyla Aybüke Hanım bize kapıyı açmıştı. Gözleri usulca üzerimizde dolaşmış ardından da gözlerimle buluşturmuştu. Burukça gülümseyip dolu gözleriyle kapıdan biraz geriye çekilmesiyle sarı elbisesi ve dalgalı saçlarıyla göz bayramı gibi olan kadını izlemeye dalmam eş zamanlıydı.

 

Önce annesinin aniden önünden çekilmesine şaşırmış ardından göz göze geldiğimizde yine o parıltılarını saçmıştı. Daha sonra elimdeki kutu ve çiçek buketini görüp iyice şaşırarak gözlerini büyütüp bakmıştı. Hemen ardından ise ailemi görünce işlerin bir tuhaf olduğunu sezmiş olmalıydı ki yüzüme neler oluyor bakışı atıyordu. Üzgünüm sevgilim bir süre daha neler olduğunu bilmeyeceksin. En azından iki saat için.

 

Burçak Vatanoğlu...

 

Salonumuzda sevdiğim adamın ve ailesinin olduğunu bilmek hem ellerimi, hem dizlerimi, hem beynimi, hem de kalbimi titretiyordu. Babamın gülümseyerek anneme bakmasıyla annem babamın gözlerinde daldığı boşluktan sıyrılarak Mete'nin annesine dönerek masaya davet etti. "Açsınızdır o kadar yoldan geldiniz yemeğe geçelim mi Sevilay Hanım?" gülümseyerek konuşması üzerine gülümseye gülümseye tatlı tatlı masaya doğru yol aldık. Yan yana yürüdüğümüz Mete'yle göz göze gele gele ilerlerken halının püskülüne takılan ayağım sağ olsun düşüyordum. Tabi güzel gözlü beyefendi yine beyefendiliğini yapıp beni tutmasaydı.

 

'E bir zahmet canım. Kimin gözlerine bakarken yapışıyordun yere?'

 

'iç ses! Kapa çeneni. En azından bugün.'

 

Belime sarılı kolu ve yanağımdaki eliyle bile o kadar güzeldi ki. Hayalimdeki hayat onun gözlerindeydi sanki. Oysa ben onun gözlerine ilk baktığımda o sekiz yaşındaki kız çocuğuyken korkunun da rengi olduğunu görmüştüm. Sanki her şeyin rengi onun gözlerindeydi. Güvenin rengi kahverengiydi. Korkunun rengi koyu kahverengiydi. Sevginin rengi açık kahverengiydi. Onunlayken her şey onun gözlerindeydi. O yokken ise her şey simsiyahtı. Gölgede kala kala solmuş bir çiçek, anneniz vefat ettiğinde bir daha yiyemeyeceğiniz anne yemeği gibiydi.

 

Mete birçok şeydi. Fakat her şey değildi. Ya da hiçbir şey. Çünkü bir askerin ve bir insanın hayatında olmaması gereken birçok sıfattan ikisi hiçbir şey ve her şeydi. Bir insan bir insanı her şeyi yaparsa o insan gittiğinde kalandan geriye hiçbir şey kalmazdı. Hiçbir şeyi olsaydı şayet bir insan birine, o kişinin ya nefretini ya da kimliğini almış olurdu. Kimliğini almak tanımadığımız insanlara yaptığımız bir şeydi neticede. Bir bankaya gittiğinizde çalışan sizi hayatı birkaç kez görürdü öyle değil mi? Yani onun için hiçbir şeydiniz.

 

"İyi misin güzelim? Bir yerine bir şey olmadı ya?" endişeli sesi, kullandığı kelimeleri, kurduğu cümleleri ve ilgisinin kalbime bir şeyler yaptığının farkında mıydı acaba? Umarım farkında değildir diye düşünmeden edemiyordum. Kimse fark etmemeliydi. Kimse bizim büyümüzü bozmamalıydı. Kimse onun bu denli mükemmel biri olduğunu ve benim ona bu denli hastalıklı büyüttüğümü bilmemeliydi.

 

"İyiyim sevgilim. İyiyim. O kadar iyiyim ki sana neden böyle bir sürpriz yaptığının acısını çıkartacağımı dahi unutmadım. O kadar iyiyim yani." Dedim. Biraz göz dağı verirken kim ölmüş sonuçta değil mi? Ama birilerini bu tehdidime hiç aldırış etmemiş olacak ki boğazından kulaklarıma gelen o hoş tınılı kıkırtılar kulaklarımdan kalbime yol alıyordu.

 

Belimdeki kolunu çekmeden beni düzeltip tekrar konuştu. " Daha asıl sürprizlerimi görmedin Burçak Çağın. Şaşkınlıktan bayılmaya hazır olmalısın." Göz kırpıp belimdeki kolunu çekmiş hızla sol yanağıma minik bir öpücük kondurmuş ve yemek odasına ilerlemişti. Bende peşinden ilerleyip yemek odasına vardığımda ailelerimiz bizim gelmemizi umursamamış gibi koyu sohbetlerine devam ediyorlardı. O sırada ise Mete'nin gözünün masanın üstündeki türlüde olduğunu görünce sabahki konuşmamız aklıma gelmiş ve nedensizce gülümsemiştim. Demek el lezzetimi merak ediyordunuz Mete Bey.

 

Hay hay efendim. Madem bu kadar merak ediyordu denememesi olmazdı. Sizlere türlü tarifi vermek isterdim dostlarım ancak bilirsiniz büyükler her daim bir yemeği sosyal medya veya birine anlatmanın o kişiye kıtlık getireceğine ve karşısındaki kişinin o yemeği yapabilecek maddi durumu olup olmadığını bilmemi gerektiğini söyler. Bu yüzden özür dileyerek sizinle tarifi paylaşamayacağım. Fakat bilindik bir video izleme sitesinin arama kısmına türlü tarifi yazarsanız detaylı videolar çıkacaktır.

 

Mete'nin gözlerinin taraya taraya bitiremediği türlüye uzanıp servis tabağındaki kaşıkla tabağına koymaya başladım. Gülümseyen gözlerinin üzerimde olduğunu biliyordum. Hatta kısa bir an tüm seslerin kesildiğini ve sadece onun gözlerindeki bakışın cümlelerini duyduğuma yemin dahi edebilirdim. Türlüyü koyduktan sonra yanına birkaç tane daha sağlıklı yiyecek koyduktan sonra göz göze geldiğimizde ağzımı oynatarak ve kocaman gülümseyerek afiyet olsun kalıbımı diledim ve yerime oturdum.

 

Yavaş yavaş elini sol taraftaki çatala uzattı. Çatalın tabağa dediğinde çıkan ses benim için şu anın tüm heyecanıydı. Yavaşça aldığı fasulye ve patates parçasını ağzına götürüp usul usul çiğnedi. Bu tarif yıllardır uğraşımla kendi malzemelerimi ekleye çıkara yaptığım bir tarifti. Mesela normalde türlü tencere yemeği olarak kabul edilse de ben hem sebzelerin sağlığı kötüleşmesin hem de kalorisi artmasın diye fırında yapardım. Sahi babamda el lezzetimi bilmiyordu değil mi? Dolan gözlerimle burukça gülümseyip Mete'yi izlemeyi bırakarak babama döndüm ve ayağa kalkıp türlü tabağıyla yanına yaklaştım. Ona doğru geldiğimi gördüğünde konuşmasına ara verip dikkatini bana verdi. Babamın el lezzetimi ilk kez tadacak olmasının verdiği heyecanla hem tabağına türlümden koydum hem de babama açıklamaya başladım. "Bak babacığım o küçük genç kızın artık büyüdü ve mutfağın yolunu öğrendi. Bu türlüyü ben yaptım bak. Hem de annemsiz biliyor musun? Soğanı bile ben kestim." Ağlamak gibi bir planım yoktu ama on yılın eksikliği insana yemek servisi yaparken bile yara olabiliyordu işte. Babamla aramızdan iyi ki sadece on yıl çalınmıştı. Ya bütün hayatı boyunca bir babanın kızı olamayanların yaşadığı acı da neyin nesiydi? Sadece on yıl olduğu için hem pişman hem isyankar hem de şükreden biriydim. Ya daha uzun süre olsaydı. Ya hiç kavuşamasaydık. Ya en son anımız başımın üstünde saçlarımı öpüp geri döneceğini söylediği an olsaydı? Yıllarca babasız yaşamak hayatımın en acıklı zamanıydı. Çoğu zaman ağlayarak ölmesini dilerken, aynı zamanda yaşamasını dilemek hayatımın en zor ikilemiydi.

 

'Sen kötü biri değildin Burçak, babasızlık seni kötü ve duygularını gizleyen biri yaptı sadece. Sen kötü değildin. Sen babasızlığının esiriydin.'

 

'İyi ki varsın iç ses. İyi ki ruhumdaki son masumiyet sende can buldu. İyi ki varsın.'

 

Masumiyet... masumiyet eski insanların düşündüğünün aksine iki bacak arası ya da cinsel ilişkiyle bozulan bir şey değildi. Masumiyet bir babanın çocuğuna duyduğu sevgiydi. Masumiyet bir annenin bebeğini öğrendiği ilk günden beri inandığı umuttu. Masumiyet sevgiyle büyüyen çocuğun geleceğine umuduydu. Masumiyet sevgisizlikle büyüyen çocuğun hayata duyduğu minik umuttu. Masumiyet babamdı. Masumiyet annemdi. Masumiyet geçmişimde ve bugünümdeki Mete'ydi. Masumiyet şu andı. Masumiyet bizdik.

 

Türlünün yanına annemin yaptığı ve benimde yardım ettiğim sarma ve böreklerden de ekledim. Merak etmeyin ıslanmıyorlar. Çünkü yaptığım türlüde yağ gibi maddeler olmadığı için suyu yok sayılacak kadar az. Sadece sebzelerin pişebilmesi için fırının altında buhar suyu vardı. Gözlerimi elimin dışıyla sildiğimde beni dikkatle izleyen iki erkek göz hizama girdi. Birinin gözlerinde yılların pişmanlığı birinin gözlerinde bu hissin benzerini anlamanın verdiği üzüntü.

 

Bu iki adam, hem geçmişim hem geleceğim hem de hayalimdi. Biri on yıl boyu hayalimde, rüyamda can bulmuştu. Bir diğeri çocukluğumda acılarına üzüldüğüm, birkaç saat de olsa benim için üstü başı alt üst olmuş bilekleri yaralı bir çocuk yerine cesur bir kahramandı. Ona zarar verenlerden cesurca kendini kurtarmıştı. O çocuk ruhunu o eve hapis bıraksa da kendini kurtarmıştı. O çocuk bir kahramandı. O çocuk kendinin kahramanıydı.

 

Babam yaptığım yemeğin ilk kez tadına bakarken ne düşündüğünü anlamak zordu. Tıpkı on yıl önce gibi. Tıpkı on sekizime girmeme günler kala babamın göreve gitmede önceki saat gibi. Uzun uzun çiğnedi önce. Yavaş yavaş acelesiz bir biçimde. Ağır ağır yuttu. Ardından yavaşça yanı başında bekleyen bana doğru döndü ve yüzünde annemin yaptığı yeni tarifleri beğendiği on yıl önceki ifadenin biraz kırışmış halini yerleştirdi usulca.

 

Beğenmesi beni mutlu etse bile tatmin etmediğinde ona seni seviyorum bakışlarımı atıp yerime ilerleyip sandalyeme oturdum. O da sohbetine geri dönmüştü zaten. Bakışlarımı Mete'ye çevirdiğimde onun zaten bana baktığını ve tabağındaki tüm türlüyü yediğini fark ettim. Ceketinin cebindeki telefonunu çıkardı ve birine mesaj yazmaya başladı. Bir süre sonra mesajı göndermiş olacak ki şaheser parmakları durdu ve benim telefonum titredi. Ne zaman elime aldığımı bilmediğim telefonuma gelen mesaja göz gezdirdim.

 

Kimden: Anka Koruyucum

 

Kime: Siz

 

Olmazlara inat elimi tutan güzel kadın. Sana sahiplik eki eklersem kişiliğine hakaret edermişim gibi geliyor. Ama eklemeyince de eksik gibi hissediyorum. Eğer bu seni rahatsız ederse özür dilerim ama isminin sonuna benlik eki eklemek en büyük hayalim. Burçak'ım... Burçak'ımın benim için yaptığı yemek. Bana yaptığı yemek. Benim Burçak'ım. Ellerinin değdiği her şeyi mükemmel kılan kadın. Çocukluğumun en güzel detayı. Seni seviyorum Burçak Çağın.

 

Buraya çoğu kızın vereceği tepki emindim ki 'Yia şapşal.' Olurdu. Fakat benim tepkim doğru kişinin Mete oluğuna bir kez daha emin olmaktı. O ömrüme ya da bana sahip olmak değil beraber yaşlanmak istiyordu. Beraber yaşlanmak çoğu zaman söylenenin aksine kadının eşine hizmet etmekten gün sonu yorgunluktan her yerinin sızlaması gibiydi. Fakat Mete yani sevdiğim adam hayatımı gönül rahatlığıyla paylaşabileceğim tek insandı.

 

Yemekler yenmiş, yemek masası sohbetleri edilmiş ve biz salona sohbet etmeye geçmiştik. Aradan geçen on beş, yirmi dakikanın sonunda çalan kapıyla gülümseyip ayaklanarak kapıyı açmaya gitmiştim. Açar açmaz biricik yeğenim, biricik baş belası arkadaşım ve eşi –ki bu Oflaz oluyor...- ve Oflaz'ın annesi olduğunu varsaydığım orta yaşlı bir kadın gelmişti. Gonca'yla sarılıp yeğenim beyi kucağıma aldıktan sonra onunla da sarılmıştık. Gonca da ben de tek çocuktuk bu yüzden belki de birbirimize kardeş gibiydik. Gonca ve minik oğlu hayatımdaki önemli insanlar kategorisindeydi. Oflaz' da Mete'nin kategorilerinde olsun canım. Gonca'yla kol kola içeri geçtik. Henüz beş dakika oturamadan annem bize alttan alttan kahve yapın mesajı vermeye başlamıştı. O kaş göz işaretlerinden sonra daha fazla rezil olmamak için Gonca'yla mutfağa geçmiştik.

 

"Ay baya baya müzmin bekar arkadaşım evleniyor. Duygulandım ayol." Tahmin edersiniz ki konuşan Gonca'ydı. Evet evleniyordum tamam ama bunu bu kadar büyütecek ne vardı? Sonuçta bugün evlenmeyecektim ya? Bir dakika... çiçek çikolata, bitmek bilmeyen sohbetler, annemin zorla kahve yaptırmaya yollaması, Gonca'nın iması,... şey ben galiba haberim olmadan evleniyordum. Gonca'yı tezgahla arama kıstırarak tehdit etmeye başladım. "Gonca Ayyıldız anlatmak için tam otuz saniyen var. Seni dinliyorum." Gonca gözlerime bakarken sürprizini bozmuşum gibi hayal kırıklığıyla baktı. "Aşk olsun ama karını nasıl tehdit edersin? Alındım gücendim kalbim kırıldı. Hem ne var canım eniştemle birlik olup sana seni sürpriz bir şekilde isteme planı yaptıysak? Suç mu ayol isteme planı yapmak?" kendini acındırarak yapığı konuşma hiç tatmin edici değildi. Fakat bu sonranın konusuydu. Şimdi önemli olan benim benden habersiz gerçekleşecek kız isteme törenimdi.

 

Herkese kahve makinasında kahve yaparken Mete'ye cezvede kahve yapmaya başlamıştım. Çıkardığımız beyaz fincanlara inat Mete'ye ait siyah fincan ve Oflaz'a ait gri fincana pişen kahveleri doldurmaya başladık. Aslına bakarsanız benim isteme törenimdi evet ama Gonca ve Oflaz aniden evlendikleri için Gonca'nın istemesinin yapılamaması beni üzmüştü. Bu yüzden eğer böyle bir olay olacaksa kardeşimin de istemesinin benimkiyle beraber yapılması mutluluğuma mutluluk katardı.

 

Telefonumu çıkartıp Mete'ye mesaj attım.

 

Kime: Anka Koruyucum

 

Kimden: Siz

 

Mete Çağın. Bugün yapılacak isteme törenimizde sevgili kız kardeşim Gonca'yı da sevgili kardeşiniz Oflaz'a istemenizi talep etmekteyim. Zira onun evliliği ani olduğu için bunu yapamadılar. Ve onun bundan eksik kaldığını bile bile gözüne sokar gibi yapamam.

 

Attığım mesajın ardından iki tepsi kahve fincanını hazırladım. Mete'minkini benim tepsime koyup Oflaz'ınkini Gonca'nın tepsisine koydum ve Gonca'ya açıklama yaptım. "Biricik kız kardeşimi istemesi bile yapılmadan gelin edecek değilim. Değil mi? Şimdi bu tepsiyi alıyorsun güzellik ve Aybüke Alphan Vatanoğlu çiftiyle Armut Ayyıldız Hanıma kahvelerini veriyorsun. Tabi Oflaz'ınkini unutmazsan sevinirim." Dolu gözlerini gözlerime bakıp huyu olan ağlamaktan birkaç saniye önce sıkıca sarılarak teşekkür etti kendince. Halbuki teşekkür etmesine gerek yoktu. O benim olmayan kardeşimdi çünkü. Bugün belki abim yanımızda değildi. Bir yanım buruktu ama bir yanım o kadar uzun yılların ardından kız kardeşim yanımda olduğu için mutluydu.

 

Duygusal vakitlere ara vererek tezgahtaki tepsilerimizi alıp salona doğru ilerledik. Tek tek kahveleri dağıttık ve sona geldiğimizde o Oflaz'a ben Mete'ye gözlerinin içine baka baka vermiştik kahveleri. Tabi ki Mete'ye kıyamadığım için kahvesine tuz yerine bal koymuştum. Bu yüzden gülümseyerek göğsümü gere gere güzelim kahvemi uzattım. Aynı işlemi Gonca'da yaptığında yüzündeki sinsi sırıtıştan bir haltlar olduğunu anlamıştım. Gergince Mete ve Oflaz'ı izlerken bir yandan da büyüklerimizin konuşmalarını dinliyordum.

 

Mete'nin babası Devrim Bey Amca söze girdi uzatma gereği duymaksızın. " Efendim sebebi ziyaretimiz malumunuz. Oğlumuzla size gerekli haberi ulaştırdık. Dilerim ki sizin de fikriniz bizimle aynı olur. Allah'ın emri Peygamber efendimizin kavliyle, kızınız Gonca'yı oğlumuz Oflaz'a, Kızınız Burçak'ı oğlumuz Mete'ye istiyoruz. Umarız ki bugünkü güzel saatler gibi bir ömür geçirirler ve kavuşmalarına izin verirsiniz."

 

Babam yavaşça bize dönüp onayınız var mı gibi baktığında yavaşça başımızı aşağı yukarı salladık. Babam dolu gözleri ve duygusal ruh haliyle " Onlar birbirlerine bu kadar güçlü bir sevgiyle bağlıyken küçüklükten benim önünde engel olmaya layık olduğum bir durum yoktur. Allah'ın emri ve Peygamber'imizin kavliyle kızlarım oğullarınıza emanettir. Allah mesut bahtiyar eylesin."

 

Nasıl geçtiğini anlamadığım isteme sahnesinden sonra büyüklerimizin ellerini öpme turu yapmış ve yüzüklerimizi takmıştık. O günden kalan son hatıram Mete'min söylediği cümleydi.

 

"Burçak Çağın olmaya yaklaştığımız günlerden birinin daha güzel bitişi bizim güzel ömrümüzün uzun yıllarının başlangıcı sevgilim. İyi ki varsın."

 

 

Loading...
0%