@uykulupanda
|
Burçak Vatanoğlu...
Eve gelmeyeceğimi ve Gonca'da kalacağımı haber ettiğim annemin ardından Gonca'yı da arayıp çaktırmamasını söylediğim ve bir sürü ima yediğim gecenin sabahına çıkmıştık işte. Uyandığımda sol göğüs kafesi tarafımın üstünde bir kafa, belimde bir kol, bacaklarımın üstünde bir bacakla güne günaydınlarımı sunmuştum. Ah... dünyanın en güzel sabahı olabilirdi bu gün. Güneş bile bir başka güzellikteydi sanki. Mete dün yemekler haricinde ekstra bir yemeklik veya kahvaltılık almadığını söylediği için ilk işim konum uygulamasından evin adresini kopyalamak ve paket servis uygulamasından kahvaltılık bir şeyler sipariş etmek olmuştu. Mete uyanmadan ona günaydın sürprizi hazırlamak istiyordum doğrusu.
Yataktan Mete'yi rahatsız etmeden kalkmak için verdiğim talim ciddi anlamda beni zorlasa da sonunda başarmıştım. Tabi yokluğumu anlamasın diye yastığı da kollarının arasına bırakmıştım. Ve inanır mısınız yastığı ben sanmıştı. Ah... ne büyük acı. Bunun acısını sonra da çıkarabilirdim gerçi. Üstüme dün gece rahatsız ettiği için çıkardığım elbiseyi giyip birazdan çalacak kapıyı beklerken mutfak dolaplarından birinin içinde bulduğum çayı yine dolaplardan birinden bulduğum demlikle demlemiş ve tekrar kuryeyi beklemeye başlamıştım. Çok uzun süre beklememe dayanamamış olduğunu düşündüğüm kuryecim bey ise on dakikanın ardından gelmiş ve sipariş poşetlerimi elime tutuşturup kaçmıştı resmen. Aldığım sebzeleri güzelce yıkayıp doğrarken peynir, zeytin, ekmek gibi şeyleri de masaya yerleştiriyordum.
Tabi siz şimdi dün gece ne olduğunu merak ediyordunuz. Aslına bakarsanız tamamıyla raydan çıkmış tren gibiydik başlarda. Afyonumuz boşalmış gidiyorduk fakat bizi durduran şey aramızdaki bağın gücü ve zamanın henüz gelmediğini düşünmemizdi. ve pek tabi Oflaz Matem Ayyıldız'dı. Zira aramızda geçen konuşmadan sonra ürkekleşen öpüşlerimiz sonlarına vardığında Oflaz bizi aramış ve eğer kendisine tüm detayları anlatmazsak bizi her yerden engelleyeceğini söylemişti. Engellesindi canım canımıza minnetti. Gözlerimiz buluştuğunda o gecenin bu gece olmayacağı konusunda sözsüz bir anlaşma imzalamış gibiydik. Fakat ne o beni itti ne ben onun kucağından kalktım. Odaya biz içene kadar yayılan kahve kokusuyla mayışırken Mete'nin göğsünün kokusuyla ise mest oluyordum. Bir ara yanlış hatırlamıyorsam beni kucaklayıp odamız olacağını söylediği yere getirmişti. Ve tabi ki daha önce bu planı yaptığını belli eden pijamalarla sebepsizce mutlu olmuştum.
Geçen zamanın ardından masayı hazırladığım için düzgünlüğüne gülümseyerek bakarken belime sarılıp yanağımdan öpen Mete Çağın'la şaşırmıştım. Uyuyor olmasını bekliyordum açıkçası. Sonuçta ben kalkarken bile hissetmemişti, haliyle bende ağır bir uykusu olduğunu düşünmüştüm. Üstündeki pijamalarıyla bile bu kadar sevimli ve hoş olması adalete ihanet sayılmaz mıydı? Öptüğü yanağımın tarafına dönüp gülümseyen gözlerine baktığımda o iki güzel incinin içinde kendimi görmek öyle tarifsizdi ki.
"Günaydın sevgilim. Ama keşke benimde günümü aydırsaydın güzelliğinle." Demesiyle yüzümdeki gülümsemeyi daha da büyüterek bana yakın olan sol yanağını öpüp o uyurken yaptıklarımı açıklamak istemiştim. "Öyle güzel uyuyordun ki sevgilim kıyamadım uyandırmaya. Bende dikkatlice uykunu bölmeden kalkıp bizim için kahvaltı hazırlamak istedim. Hem sensiz geçirdiğim yirmi yıl için biraz yüzünü izleyip hasret gidermek istemiş olamaz mıyım?" gülen gözleriyle cevap vermeden elbisemin açıkta bıraktığı omzumu öpmüştü. Biraz ardından gözleri üzerimdeki elbiseyi fark etmiş gibi konuştu.
"Neden dün gece ki elbiseni giydin ki sevgilim? Dolabımızda senin giysilerinde vardı? Yoksa elbise giymekten zevk almaya mı başladınız Burçak Çağın?" söyledikleriyle hafifçe başımı eğip kızaran yanaklarımı saklamak istediğimde çeneme değip başımı yumuşakça kaldıran ele gülümsemiş ve içimdekileri dışa vurmuştum. "Sadece... of utandım işte Mete. Ne bileyim bu, bu kadar çabuk alışabileceğim bir şey değil sanırım. Biriyle aynı dolabı, aynı odayı, aynı hayatı paylaşmak, üstelik benim gibi yıllardır insanlardan uzak yaşayan biri için çok zor. Bu kadar zor olacağını düşünmemiştim ama zor işte." Açıklamamın sonlarına doğru yüzüme giden ellerimle yüzümü kapadığımda başım usulca ileriye doğru çekilmiş ve sıcacık bir sığınağa ulaşmıştı. Bir süre birbirimizin soluk seslerini dinlerken o sakin ses tonuyla konuşmuştu. " Bu durumu anlamak istesem bile anlayamam sanırım. Sonuçta nereden baksan otuz yıldır ailesiyle yaşayan biriyim. Ama sana söz veriyorum bu durumu değiştirmek için çabalayacağım. Söz."
Mete Çağın...
Sevgili müstakbel eşimin özenle hazırladığı masaya oturup güne mutluluk depolayarak başlamıştık. Her ne kadar sabah kahvesi gibi bir durum yaygınlaşsa da biz hala sabahları çay içilir takımındaydık. En azından ben öyleydim. Umuyordum ki sabahın erken saatinde kalkıp koca bir demlik çay demleyen kadın da çaycıydı. Özenle kestiği salatalık halkalarından birini ağzına atmak üzere çatalına geçirdiğinde çalan telefonla çatalını tabağına bırakmak durumunda kalmıştı. Bana dönüp gülümsemiş ve karşılığında aldığı gülümsemeyle telefonu açmıştı. Konuşacağı sıra karşı taraf konuştuğunda birini dinlerken hep yaptığı gibi kıstığı gözleri kocaman açılmış ve mutlulukla parıldamıştı. Hızlıca telefondakine oraya geleceğini söyleyip telefonu kapatmış ve gözlerinden okunan mutlulukla ayağa kalkıp boynuma sarılmıştı. Sanırım böyle ani hareketlere alışmalıydım. Yoksa kalp krizinden erken ölüp Burçak'ı başka birine kaptırabilirdim.
"Abim... uyanmış. Abim uyanmış Mete!" ağlamaklı sesi omzumda hissettiğim ıslaklıkla hem gözyaşlarına üzülmüş hem de verdiği habere onunla beraber mutlu olmuştum.
Aslına bakarsanız abisinin uyanması demek bizim düğün işinin ertelenmeyeceği anlamına da geliyordu bir yandan. Burçak'ın meraktan burada daha fazla kalamayacağını bildiğim için beline sıkıca doladığım kollarımdan birini bacaklarının altından geçirerek dün gece kaldığımız odaya doğru onu kucağımda götürdüm. Ardından dolaptan giysilerden seçmesi için kapakları açtım ve kendi giysileri de eş zamanlı olarak seçerken ona dönmeden konuştum. "Madem sevgili kayınbiraderim uyanmış bir ziyaretine gidelim o zaman ha gelin hanım."
Seçtiğim kıyafetlerle onu kıyafet seçmesi ve giyinmesi için kendi başına bırakıp aşağı indiğimde neredeyse kapanmak üzere olan telefonumu fark ederek son saniye açtım. "Mete Çağın. Nasıl yardımcı olabilirim?" karşı taraf bir süre erkeksi mırıltılar çıkarmış ve sonunda aklına gelmiş olmalıyım ki konuşmuştu. " Demek bizim damat sensin ha doktor? Babası kızı verdi diye hemen sevinme daha abisiyle tanışmadın." Burak Leman.
Gerçek anlamda bu adam hiç değişmiyordu. İlk karşılaştığımız zaman olan BV planında bile aynı kişilikteydi. Gülerek cevap verdim kayınbiraderim beye.
"Yapma ya. Çok merak ettim bak şimdi nasıl vazgeçireceksin beni Burçak'tan, Burak Leman? Beni yıllar alıkoyamamış sen mi alıkoyacaksın?" şaka yaptığımın farkındaydı. Burçak konusunda değil onu bu kadar küçük görmem konusunda. Zira Burak Leman'la sekiz yıldır arkadaştık. yedi yıl önce bir görev dönüşü kolundaki yara için bizim –kırsal kesimdeki evim varsaydığım- hastaneye gelmişti. Eşinin ve kız kardeşinin endişelenmesini istemediğini söylemişti. Nereden bilebilirdim ki benim Burçak'ımın onun kardeşi olacağını? İşte, meğer Burçak'ın daha doğrusu kardeşi olarak bahsettiği kızın benim ona bahsettiğim küçük kız olduğunu da yine askeri bir operasyonda öğrenmiştim. Telefonun ahizesinden gelen gülme sesiyle düşüncelerime ara verip Burak'ı dinlemeye koyuldum. "Kardeşimin kardeşime aşık olacağını söyleselerdi ana bacı söverdim biliyorsun. Burçak benim için gerçekten değerli ve onu kıran kardeşim gibi gördüğüm sen bile olsan kardeşim, canını yakar, kimsenin söndüremeyeceği hale getiririm." Dedikleri tamamıyla bir abinin kardeşini koruma iç güdüsünün doğurduğu cümlelerdi fakat yanlışı vardı ve ben bunu düzeltmeliydim. "Burak, söylediklerini anlıyorum ama benim canım Burçak ona bir şey olursa sana gerek kalmaz ben kendi kendimi yakarım zaten kardeşim."
Burak'ın onaylar mırıltılarının ardından söylediği son cümleler ve yüzüme kapatmasıyla dona kalmış gibiydim. "Aferin aslanım benim, her erkeğin içinde uyuyan bir hanımcı vardır seninki erken uyanmış ama olsun. Bu iyi bir şey. Şimdi Mete Çağın, kız kardeşimi evine bırak ve akşam dokuzda nişanınıza geç kalma. Geç kalırsan kardeşimi emanet vermem sana ona göre."
Nişan demişti değil mi? Bayağı bayağı Burçak ve benim nişan günüm ebeveynlerimiz tarafından bugün olarak kararlaştırılmıştı. Hayatımda daha güzel bir gün hatırlamıyor- ups Burçak'la tanıştığım gün vardı. Ama günün güzelliğine bakar mısınız lütfen? Sabah uyanıyorum yanımda Burçak'ın kokusu, aşağı iniyorum sevdiğim kadın ve onun ellerinin değdiği kahvaltı masası, masada kardeşimin uyandığı haberini alıyorum, sözlümü giyinmesi için yukarı götürüyorum, kayınçom arıyor ve bu akşam evli biri olmaya bir adım daha yakınlaşıyorsun diyordu. Galiba bu akşam ölmezsem bir daha da ölmez dünyaya kazık çakardım.
'Daha düğün, kına ve gerdeğin yapılacağının farkındasın değil mi Mete?'
'Gerdek? İç ses bey siz niye bu hale geldiniz ya? Kaçıncı yüzyıldayız? Ne gerdeği saçmalama lütfen.'
'Ne yani bize gerdek şov yapılmayacak mı?'
'Yapılmayacak iç ses. Çünkü ben hanımcıyım unuttuysan eğer ve Burçak istemediği ve hazır hissetmediği sürece ona elimi bile sürmem.'
Burçak Vatanoğlu...
Mete'nin beni eve bırakmasıyla annemin beni akşam yapılacağını yeni öğrendiğim nişan için atıştırmalık yapımına yardım için sürüklemesine maruz kalmıştım. Annemin yapmaya başladığı minik sandviç gibi şeyler için malzemeleri hazırlarken telefonuma gelen çağrıyla kaçma fırsatını tepmemek için anneme dönüp önemli olduğunu belli ederek kaçmıştım. Yemek yapmayı seviyordum fakat annemle değil.
Mesaj bildirimine tıklayıp mesajın ekranının ekranıma açılmasını bekledim. Açıldığında ise yazan mesaj tam anlamıyla işimi simgeliyordu.
Kimden: ÇH Operasyonu Yönetim
Kime: Burçak Vatanoğlu
'Tüm Çoban Harekatı ekibinin İstanbul kolu, bugün saat 14.00' da hepinizin durum toplantısı için Baş Komuta üyesi Enis Batıkan' ın İstanbul ikametgah adresine gitmeniz gerekmektedir.'
Anlaşılan o ki sevgili komutanım mutlu günlerimi canının istediği gibi kullanmayı seviyordu. Fakat işin sorunu şuydu. Abim yani asker Burak Leman henüz yeni uyandığı için hastanedeydi. İstanbul da değildi dolayısıyla. İyi insan lafının üzerine gelirin kanıtı olarak abimin aramasını gördüğüm gibi açmamla sitemli olduğunu düşündüğüm bir ses tonuyla konuşmaya başlamıştı.
"Bakıyorum da birileri abisi yanında değilken nişanlanıyormuş? Ah... çok kırıldım. İnsan abisini yalnız bırakır mı bir başına?" tam sorularına cevap vereceğim sıra biri arkama gelmiş ve iri elleriyle gözlerimi kapamıştı. Anın şaşkınlığıyla elimden düşen telefonu umursamayarak ellerimi gözlerimin üstündeki ellerin üzerine götürdüm ve kollarını çapraz bükmek için hareket yapacağım sıra da kolların sahibini görmemle donakalmıştım. Abi...
Yazardan...
Burçak, çektiği tüm acıların mutlu sonlarını aldığını hissediyordu bir bir. İnsanların hissettiği o bulutların üstünde olmak tabirini istemiyordu ki. O sadece sevmek, sevilmek, sevdikleriyle yaşamak ve sevdiklerinin acısının sebeplerinden biri olmamak istiyordu. Önce yirmi yıl boyunca beklediği sevdiği adam gelmişti, sonra on yıl boyunca hasretinden duygularına kenet vurduğu babası, şimdi de babasına kavuşmasından önce vurulan abisi tam arkasında ona sarılmak için kollarını açmış bekliyordu. Üstelik felç kalma ihtimali yüksek olan bir ameliyattan sapasağlam çıkmış ve ufak tefek yüzeysel hasarın yanında ciddi bir nörolojik ve fiziksel sorunu olmaksızın. Ah tabi bir de bu akşam yapılacak nişanı vardı değil mi? Resmen bir bir mutlu sonun verdiği hislerle mutlu sonsuzluğuna kavuşmaya adımlar atıyordu.
Abisiyle geçirdiği bir saatin ardından yine abisiyle yengesine onu çok yormayacağına dair yeminler ederek ÇH operasyonunun genel kurul toplantısına gitmeye karar vermişlerdi. Saat 12.30 da çıktıkları evden neredeyse 13.50 gibi varmışlardı toplantının yapılacağı yere. Çünkü sevgili Enis Batıkan' ın özel muhitindeki toplantı için tabiri caizse kendilerini dağa kaldırmışlardı.
Toplantı salonuna girdiklerinde ise içeride sadece ve sadece altı kişi vardı onlar dahil.
· ÇH operasyonunun plan tasarımcısı olan Binbaşı Mustafa Keskin
· ÇH operasyonunun koordinatör komutanı Binbaşı Enis Batıkan
· ÇH operasyonunun teknik cihaz ve iletişim kontrol teknisyeni Asteğmen Yaren Kızılcı
· ÇH operasyonunun alan keşif ve bomba imha sorumlusu Teğmen Tarık Karaca
· ÇH operasyonunun ekip kontrolcüsü Üsteğmen Burak Leman
· Ve ÇH operasyonunun saha operasyon yöneticisi bendeniz Burçak Vatanoğlu
Sadece altı kişiydiler oysa ki sadece altı kişilik bir ekip değillerdi fakat Binbaşı Enis Batıkan'ın son dakika ayarladığı bir toplantı olduğundan sadece İstanbul'dakiler katılabilmişti. Binbaşı Enis Batıkan daha fazla beklemek istemediğini belli edercesine konuşmaya başlamıştı.
"Öncelikle buraya gelen tüm asil üyelere teşrif ettikleri için teşekkürlerimi iletiyorum. Üsteğmen Burak Leman'a geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum ve ana konuya giriyorum." Yanında oturan plan tasarımcısı binbaşına hafifçe göz gezdirip planlarını anlatması için sözü ona bırakmıştı. Aradan geçen yarım saatin sonunda tüm plan anlatımı bittiğinde Burçak'ın kafasına takılan şey, neden timinin sadece savunma yapıp karşı saldırı yapmasının kesinlikle yasak olduğuydu. Normal şartlarda bir planın en kilit noktası saldırı ve savunma dengesi olurken bu planın tek yaptığı bulunduğu bölgeyi savunmaktı. Planın onayı için oylama yapılırken dört kişinin verdiği hayır oyuyla Enis Batıkan'ın sinirlendiğini bilse de konuşmaya girmişti Burçak Vatanoğlu.
"Binbaşım, özel operasyonların plan taktiklerini unuttunuz sanırım? Gerçi özel olmasa bile hiçbir plan dahilinde saldırı ve savunmanın dengesi bu kadar bozuk olmaz. Unuttuğunuz bir nokta var ki bu plandaki 'güçlü' savunmanız eğe karşı tarafa atak ve saldırıyla güçlendirilmezse ben, ekibim ve bu masada oturan ben de dahil dört kişinin parçalarını diğer masum insanlarınkilerle karışmış halde toplarken bulursunuz kendinizi. Şayet bu planı değiştirmeyecek olursanız korkarım ki saha operasyon yönetimi yetkilerimle planın anlık olarak değiştirilmesi talebinde bulunacağımı bildiririm." Tek tek tüm ekibin gözlerinin içine baka baka kurduğu cümlelerle zaten haliyle kinli olan Enis Batıkan ağzını açarsa akıtacağı zehirlerini yutup 'hay hay' dercesine başını sallamıştı. İçinden tekrar ettiği şey ise 'Sabret Enis. Sabret. Elbet boyunun ölçüsünü alacak. Sabret.' Olmuştu. Öte yandan masadaki diğerlerinin -en azından onun gibi oy veren diğer üç kişinin- bakışlarında hayranlık ve gurur hat safhadaydı. Abisi her zaman olduğu gibi kız kardeşiyle gurur duyuyordu. Asteğmen Yaren Kızılcı hemcinsi bir meslektaşının kendini ezmelerine izin vermediği için içten içe hayranlık duymuş ve gururlanmıştı. Öte yandan Teğmen Tarık Karaca ise 'ben nasıl böyle laflar söylerim' diye tarayıcı aratması yapmadan karşısındaki kadının kendisinin kıdemlisi olması bir nebze içindeki baskıcı toplum hiyerarşisinin kırıldığını hissettiriyordu.
Toplantı genel olarak Burçak'ın otoritesinin konuştuğu bir ortamla son bulurken saatin neredeyse akşam yedi olmak üzere olduğunu fark eden Burak Leman ve Burçak Vatanoğlu birbirlerine bakıp koşarak –koşmaya çalışarak- arabaya binip nişana yetişmeye çalışıyorlardı. Tabi yetişebilirlerse...
|
0% |