@uykulupanda
|
Burçak Vatanoğlu...
Giydiğim elbise, kullandığım takılar, bulunduğumuz yer benim için o kadar önemsizdi ki. Şuan önemli olan tek şey benim Mete'ye aşkımın, Mete'nin bana olan aşkının mükafatının böyle güzel bir nişanla, yavaş yavaş tamamlanıyor olmasıydı. Giydiğim su yeşili elbisenin kumaşının tenimdeki hissi bile umursamayacağım derece umurumdaydı. Tek umurumda olan az sonra ailelerimiz ve arkadaşlarımızın önünde Mete'me kavuşmaya bir adım daha yaklaşacağımdı. Tabi ki elbise işini yine ve yine Gonca halletmişti. Liseden beri tüm elbiseli işlerimi ona iteliyordum resmen bir ara teşekkür etmeliydim unutmadan.
Hafif dalgalı yapılan saçım, yine hafif yapılmış makyajım ve su yeşili elbisemle nişanımızın yapıldığı bahçemize çıkmak için Mete'nin yanıma gelmesini beklerken heyecandan soğuk terleyen ellerimi yerinde tutamıyordum. Heyecandan daha nişanıma gitmeden Mete'yi takım elbiseyle yakışıklı halde görmeden bayılıp soluğu hastanede almaktan korkmuyor değildim doğrusu. 'Ay Burçak, biz şimdi evleniyor muyuz kocacığımla?'
'Ay iç ses, sen değil en evleniyorum ama henüz değil bu sadece nişan bebeğim. Düğüne var daha düşünme sen şimdi bunları.'
'Madem evlenmiyorsun niye üç buçuk atıyorsun kızım heyecandan?'
'İşin içinde Mete var iç ses yeterli mi?'
'Yeterli aşkım geldi benimki bay bay.'
Odanın kapısını tıklatıp heyecanı belli olan sesiyle 'gelebilir miyim?' diyen nazik sevgilime kilitli kapının anahtarını çevirip kapıyı hafifçe aralamıştım. İçeri giren Mete sanki benim ciddi ciddi karısı olmaya hazırlandığımı yeni fark etmiş gibiydi. Gözlerim gözlerinden üstüne kayarken bileğindeki saat dikkatimi çekmişti. Bu saat... benim kafe de diğer Mete'ye bıraktığım Mete'min saatiydi. Elimle saati işaret ederek sordum. "Onu... onu nereden buldun?"
Gözlerini incelediği üzerimden çekip bileğine kaydırdığında hafifçe gülümsemiş ve şöyle demişti. "O gün saatim yanlış olmasaydı şimdiye evliydik be güzelim. Kader işte benim minik evcilik oynamaktan nefret eden küçük kızıma bıraktığım nişan hediyesi bir kafede buzlu suyla beraber bana geri döndü. Biliyor musun sadece iki dakikayla kaçırdım seni. Hep annem lafa tuttu zaten. Ay ya bulamasaydım karımı yeniden. Değil mi canım? Torun isterim ayağına kısmetimi kapatıyordu kadın ayol." Gülerek sonlandırdığı konuşmasında dikkatimi çeken tek şey o kaba buluşmasına bile gelmeyen Mete Çağın'ın benim nazik ve sevimli Mete Çağın'ım olmasıydı.
Titreyen sesimle konuştum. "Demek istediğin... hayır demeye çalıştığın şey, o gün orada biraz daha bekleseydim belki de çoktan tanışmış olabileceğimiz mi? Hayır... bu imkansız! Asla kabul etmiyorum. O gün ki kaba saba buluşmaya bile gelmeye tenezzül etmeyen Mete Çağın benim yumuşak kalpli sevimli Mete Çağın'ım olamaz." Saçmaladığımın farkındaydım elbette fakat o kadar tuhaftı ki. Demek istediğim düşünsenize bir, annenizin bir arkadaşı aracılığıyla ayarladığı görücü usulü buluşmaya gelmeyen daha doğrusu ben çıktıktan sonra gelen adam, aslında yirmi yıl önceki geçmişimde kalmış fakat geçmişin rafına kaldıramamış olduğum adam çıkıyordu. Ciddi anlamda aklımı yitirmeme sebep olabilecek tek adamdı Mete Çağın...
Yazardan...
Burçak şaşırmıştı tabi. Fakat o inanmadığı kaderin bir gün onu gelip böyle güzel bir tesadüfle bulacağını bilemezdi öyle değil mi? Tıpkı birçoğumuz gibi aslında. Hayatın bizi ne zaman ödüllendireceğini, cezalandıracağını bilemeyiz. Kimimiz hayatta en ağır cezayla cezalandırılırız suçsuzken. Kimimizse Burçak gibi yirmi yıl geçmesine rağmen ödüllendiriliriz. Kader, olsun olmasın biriyle tanışmak ve mutlu olmak eğer şansımızsa mutlaka kendi Mete'mizle karşılaşabiliriz. Tıpkı o gece nişanında gözlerini, kalbini Mete'sinden ayıramayan Burçak gibi. Üzerindeki su yeşili elbisesinin içinde ne prenses ne savaşçı gibi görünüyordu. Mete için Burçak, prenses olmaktan çok uzaktı. Burçak, dışarıya soğuk yansıttığı özünde sıcacık olan kalbini Mete'nin soluklarına bağlamıştı. Üzerindeki elbise isterse pantolon, isterse etek, isterse şort olsun Burçak Mete için her zaman melodram, romantik komedi, romantizm ve savaşın bütünleşmiş hali gibiydi. Üzerinde taşıdığı toprak kokusu belki de Mete'nin gözlerinin kokusuydu kim bilir.
Nişanlarında birbirine aşkla bakan tek çift değillerdi tabi. Oflaz Gonca'nın kalbini ikinci kez kırmaktan, tekrar kırılmaktan korkuyordu mesela. Buna rağmen Gonca'nın kırıkları bedenine yara bile açsa Gonca'yı bırakmamaya niyetliydi. Çocukları olsun olmasın. Gonca, Matem' in Yas' ıydı. Matem havasını bilirsiniz. Çok sevilen birine veda etmenin ve arkasından yasını tutmanın getirdiği bir soyutluk türüdür. İşte bu yüzden ne Matem Yas' tan ne de Yas Matem' den ayrılabilir. Çünkü ikisinden biri birinden ayrılırsa o zaman ölüm denen eylem anlamsız kılınır.
Bir başka çift ise şüphesiz Müge ve Burak'tı. Müge içindeki korkularıyla geçtiğimiz günlerde yüzleşmek zorunda bırakılmıştı. Bunun için içten içe herkese kızgındı aslında. Kendine, Burak'a, Burçak'a hatta belki de tüm dünyaya kızgındı. Müge asla Burak'ı anlayamazdı. Nedeni ise o sıcacık bir ailede büyürken, Burak ailesizliğin soğuğuyla birlikte kışın buz gibi olan bir yurtta yaşamak zorunda kalmıştı. Belki de her gün dövmüşlerdi kim bilir? Burak'ın bile hatırlamak istemediği anıları vardı. Belki de bu yüzden olabildiğince uzak olmak istediği için asker olmuştu. Aşık olabileceğini hesaba katmadan.
Aybüke hanım Alphan'ının ona geri dönmesini bir mucize olarak kabul ediyordu. İnsan, kalpsiz kaldığında en büyük desteği evlatları oluyordu. Aybüke kapısını çalan Alphan'ın arkadaşıyla kaybettiği kalbini on yıl sonra yeniden bulmanın nasıl bir his olduğunu bilmekten mutluydu. Hayatını adadığı adamak istediği adamın kızlarıyla onu tek bırakması hala kalbini sızlatsa da yanında olması şimdilik onun için yeterliydi.
Sevilay hanım ise hem oğlunu damat vermenin mutluluğunu yaşıyor hem de torununun çok olması için dua ediyordu içten içe. Tabi ki Mete haklıydı. Sevilay hanıma bir torun yetmezdi. Üç torun, beş torun, hatta on torunu olsa bile gıkını çıkarmazdı.
Devrim bey ise eşinin ona bir şekilde geri dönmesinin mutluluğunu yaşıyordu. Aybüke hanım kadar uzun hasret çekmemişti belki ama ikisinin de duyguları eşdeğer sayılırdı. Sayılırdı değil mi?
Üç Gün Sonra....
Mete Çağın...
Evet! Hayır sesim boğuk çıktı tekrar. Evet! Ah... ben galiba nikah memuruna düzgün evet diyemeyecektim. Pardon! Tabi siz şimdi merak ediyorsunuz "Ne diyor bu?" diye düşünüyorsunuz ama emin olun bir damat için çok önemli bir aşamadayım. Nasıl evet denir diye video çeken de yok ki izleyelim. Ses tonumu tutturamıyordum bir türlü. Tek sorun nikahında düğününde yarın olmasıydı. Ve evet bugün Burçak'ın kınası var. Resmen o yenge kılıklı baldızım olacak Gonca üç gündür bana Burçak'ımı göstermiyordu. Neymiş düğünden önce görmek uğursuzluk getirirmiş. Yahu ben Burçak'ı bir gün görmeyince özlemekten geberiyordum üç gün dayanmak neydi? Cenazem mi çıksındı gelin olamadan bu evden? Çok acil binlerce doz Burçak'a ihtiyacım vardı. Resmen kendi bekarlığa vedama gitmek istemiyordum Burçak'tan çok uzak diye. Yok yok ben iyice kafayı sıyırmıştım. Tedavisi var mıydı acaba?
Üstüme zorla giydirilen beyaz pantolon ve koyu yeşil gömlekle tam bir çapkın erkek modeli oluştursam da özünde hanımcı bir kocaydım. Telefonumun titremesiyle ekranı açtığımda Gonca'nın bir fotoğraf attığını görmemle yüz ifademin tuhaf olduğuna emin olduğum haliyle gelen mesajı açtığımda gördüğüm fotoğraf hem yüz hatlarımı gevşetmiş, hem de kalbimin erimesini sağlamıştı. Fotoğraf ne miydi? Fotoğraf Burçak'ın kına için zorla giydiği elbisenin içinde aynaya bakarken ki haliydi. Fakat sorun şuydu fazla güzeldi. Gerçek olamayacak kadar fazla.
Donakaldığım birkaç saniye sonrasında içeri gelen Burak kolunu omzuma atıp telefondaki fotoğrafa baktıktan sonra gülerek konuştu. "Aşıksın tamam oğlum! Ama hadi artık da. Ağaç olduk oğlum aşağıda. Anladık kardeşime yanıksın da bizi niye yakıyorsun ne suçumuz var? Bu sıcakta gömlekle?" gözlerimi fotoğraftan çekmeye çalışarak konuştum. "Giymeseydin be Burak. Giymeseydin kardeşim. Sonuçta ben zorla gömlek giyin demedim ya."
Sırtıma onun için hafif ama benim açımdan ciğerlerimi sızlatan bir vuruşla çabuk ol bakışı atıp odadan çıkmıştı. Neyse ki aklımı karıştıran kadın telefonunu Gonca'dan çalmış olmalıydı ki beni arıyordu. Hızlıca heyecanımı bastırarak telefonu açtım.
"Mete... en güzel hasretim. Şimdi biz yarın ciddi ciddi kavuşuyor muyuz?" dedikleriyle gülsem mi ağlasam mı bilemiyordum doğrusu. Bir insan sevdiği kadın veya adamla nasıl bu kadar aynı hissedebilirdi? Hayatımdaki en güzel doğrum Burçak Çağın'dı.
Daha fazla aşağıdaki insanların küfürlerine malzeme olmasını istemediğim aşkım için Burçak'la olan konuşmamı olabildiğince acele kapatmam gerekiyordu. Ama bunu hiç istemiyordum. El mecbur önce sorusunu cevaplayıp sonra veda etmem gerekiyordu.
"Kavuşacağız güzelim. Ay, yıldızlar, güneş ve tüm gök yüzü bizim kavuştuğumuzun habercisi olacak çocukluklarımıza." Verdiğim cevapla tekrar cevap vermesini beklerken arka plandan Gonca'nın bağırtısını duymamla hızla telefonu kapamıştım ki sevdiğim yakalanmasındı o caniye. "Burçak! İnanmıyorum sana gizli gizli gidip telefonunu mu çaldın cidden? Kızım sen böyle yaptıkça ben kendimi ergenlik çağına yeni girmiş çocuk ebeveyni gibi hissediyorum. Bir dakika! Bir dakika! Mete'yle mi konuşuyorsun! Ya ben demedim mi size! Konuşmak yasak diye?"
Gülerek aşağı indiğimde herkesi hazır ve beni bekliyor görmek güzel gelmişti. Ne de olsa ben Mete Çağın'dım ayol. Dünya'nın en yakışıklı, karizmatik adamı. Ha tabi birde dünyanın en güzel kadınının eşi ve dünyanın en şanslı, aşık adamıydım. Bekarlığa vedama Oflaz, Burak, Murat, hastaneden adını bilmediğim bekar evli karışık doktorlar topluluğu ve Devrim Çağın. Tehlikeli bir ortamdı. Oflaz zaten bildiğiniz gibi çocuk ruhluydu. Yani bekarlığa vedamın yaş aralığı muhtemelen sekiz - yetmiş falandı. Galiba burada benim tanıyıp sizin çok tanımadığınız Murat ve ne sizin ne benim tanımadığım doktorlar dizisi çekimi için gelmiş gibi duran çeşit çeşit doktorlar vardı.
Sahi son zamanlarda ne çok olay yaşamıştım ayol. Aman neyse canım geçti gitti. İnşallah bekarlığa veda partisi sonunda sağlam kalmayı başarırdım.
Burçak Vatanoğlu...
Odaya dalan Gonca'yla hızla telefonu pişman olarak da olsa Mete'nin yüzüne kapatmıştım. Zira bu manyak kız resmen sıkı yönetim ilan etmişti ben evlenene kadar. Yine bir ton laf edip bana acımamıştı. Fakat sonra ne için geldiğini hatırlamış gibi hızla konuşmaya başlamıştı. "Bak şimdi aşkım. Az sonra aşağıda kesinlikle avcunu açmayacaksın. O altın alınacak! Sevilay Hanım inatçı gelin görsün az canım. Türkü söylenirken hemen ağlama bari de evlenmek istiyor diye adın çıkmasın. Valla kantinci Nazmiye abla vardı ya Oflaz'la benim adımı çıkartmıştı bir kere. Ah o kantinciler ah. Her halt onlardan çıkıyor."
Konuşmaya devam edeceği sıra annem içeri girmişti. Gözlerindeki yaşlar az sonra ağlayacağım ben diye bağırıyordu. Ama buna rağmen yanıma gelip oturdu ve elimi tutup konuştu. "Şimdi benim güzel kızım, küçük kızım, büyüdü de gelin olup gidiyor ha? Özür dilerim annem. Babasızlıkla başa çıkmak zorunda kaldığın için. Öyle ya da böyle büyümek zorunda bırakıldığın için. Özür dilerim meleğim. Güzel kızım." Ağlamaya başladığında dolan gözlerimi görmemesini umarak hızla sarılmıştım. Ağlamamalıydım. Makyajım bozulursa Gonca da beni bozardı.
"Ne özrü annem. Asıl ben özür dilerim hep seni yalnız bıraktığım için, en zor zamanlarında kalmadığım için özür dilerim ne olur ağlama." Dememle annem küçüklüğümden beri ne zaman beraber ağlasak -ki genellikle beraber ağlardık- yaptığını yaptı. Eliyle sol yanağımı tuttu hafifçe aşağı yukarı üç kez ovdu ve yanağımı baş parmağıyla işaret parmağı arasına sıkıştırdı. Ve sonra sanırım sırası gelen kınam için sessiz bir anlaşmayla makyajlarımızı hafifçe düzene sokup aşağı indik. Her ne kadar reddetsem de zorla giydiğim elbisemsi bindallıyla ne kadar yürüyebiliyordumsa artık.
Bir sürü yaşlı kadın ve bekar genç kızın ortasına konumlandırılmış sandalyeye Gonca yardımıyla oturtulduğumda bekar kızların ellerinde mumla evli Gonca Hanım kızım ise süslü kına tepsisiyle etrafımda dolanıyorlardı. Evli olduğunu özellikle belirtmekten zevk alıyordu kendisi. Arkadan çalan klasik kına müziği ya da türküsü artık her ne ise çalmaya devam ederken artık Mete' sizlik ve sıkılmanın verdiği mutsuzlukla Gonca'nın mutlaka yapmam gerektiğini söyleyen ağlama görevini yapıp hızlıca bu günü bitirmek istedim. Benim ağlamaya başladığımı fark eden Gonca memnun olmuş gibi kırmızı duvağı kaldırıp etrafı görme yetimi bana geri verdiğinde mutlu olmuştum. Gonca elimi açmadığımı görünce Sevilay Hanım'a seslenerek "Gelininiz avcunu açmıyor Sevilay Hanım." Demişti. Duruma önceden hazırlıklı gelen Sevilay Hanım kırmızı kesesinden iki tane altın çıkartmıştı. İkisini de birer avcuma koyduktan sonra Gonca elindeki tepsideki kınadan ellerime koymuştu. Zihnim kendini ilk kez göreve gideceğim zaman annemle beraber kına yaktığımız anıya götürmüştü bir anda...
Yazardan...
O gece bir tarafta Burçak ve sevdikleri bir tarafta Mete ve sevdikleri -tabi tanımadıkları insanlar da vardı- doya doya eğlenirken içten içe de yarının heyecanıyla yanıyorlardı. Burçak da Mete de bu kadar uzun bekleyişin mükafatının böyle güzel olmasından öyle mutluydu ki. Öyle ki o geceden dört gün önce düğün davetiyesi seçerken Mete neredeyse bayılıyordu. Allah'tan Oflaz orada değildi. Yoksa nasıl kurtulacaklardı Oflaz'ın dilinden.
Seçtikleri davetiye dış hatlarıyla kalbin anatomik şeklinde ve asker kamuflajı desenindeydi. İçi ise Mete'nin adının yazdığı taraf ela, Burçak'ın adının yazdığı taraf kahve rengiydi. Ailelerinin adlarının yazdığı yerler ise karakol binasının önden görebileceği şeklin elle çizimi gibiydi. Fakat kalp şekline bağlı aort görünümlü damar içeride beyazdı ve üzerinde minik kırmızı yazıyla 'Biz birbirimizi birbirimizle tamamlamayı, aşktan öğrendik' yazıyordu. Aslında davetiyelerinde tanıştıkları yer, ilk sevgileri ve kavuşmalarını sağlayan unsurlar yer alıyordu. Kimine göre vasat ya da kötü olsa bile, onlar için tamamıyla onlara ait özel ve yad edilesi bir anıydı.
Ve... işte büyük güne gelmişti ikisi de. düğün vaktine saatler vardı. Gelin hazırdı, damat hazırdı, düğün yeri hazırdı, nedimeler, şahitler her şey hazırdı tüm kötü olasılıkları tüm korkuları yersizdi. Burçak, geniş omuzlarının vatka gibi durduğu uzun fakat bileklere doğru yarasa kola geçen beline kadar saran fakat sonrasında genişleyen çok da kabarık olmayan bir gelinlik giymişti. Mete, beyaz gömlek siyah smokin siyah fakat mat takım ayakkabısı ve yakasını birbirine bağlayan gümüş bir yaka iğnesi tercih etmişti. Oflaz Matem Ayyıldız, eşinin isteği üzerine pembe takımını giymişti. Gonca nedime olduğu ve en güzel olması gerektiği için zümrüt yeşili bir elbise tercih etmişti. Hem Oflaz'ın uçuk pembe takımıyla uyuyordu. Hem de minik oğlunun beyaz gömlek ve pantolonuna.
Düğün mekanı İstanbul dışında şehirden uzak ormanın girişiyle denizin başladığı yerin ortasında çok fazla davetli olmadan sakin ve sessiz bir yerdi. İkisi de İstanbul'da doğup büyümesine rağmen İstanbul'u evleri gibi hissetmiyorlardı. Hep İstanbul'dan kaçmak istedikleri içindi belki de görev yerlerinin bu kadar uçuk olması. Bu yüzden düğün yerleri de İstanbul dışıydı. Davetli masaları klasik olanın aksine ahşaptan piknik masalarının tahtalarının arasına takılmış lavantalar masanın üzerinde bulunan mumlar ve hangi masanın kime ait olduğuyla ilgili bilgi veren cam ışıklandırmalar vardı. Gelin ve damadın nikah yeri ise yine koyu ahşap çitlerden yapılmıştı davetli masalarından farkı ise ahşapların üzerine dolalı ışıklar ve ışıkların dolanmasıyla oluşan M&B yazısıydı.
Üç gün önce dini nikahlarında yaşadıkları heyecan şuanın yanında o kadar minikti ki. Sonunda nikah saati geldiğinde ise herkes gergin ve heyecanlıydı. Özellikle Burçak ve Mete. Nikah memurunun tebessümle konuşmaya başlamasıyla herkes oraya odaklanmıştı.
"Evet sevgili misafirler ve gelinle damadın ailesi öncelikle hepinize hoş geldiniz demek istiyorum. Bugün burada birbirine bu kadar güzel bakan bu çiftimizin nikah akdini gerçekleştireceğiz. Lütfen gelin ve damadın şahitleri gelebilir mi?" sorusuyla Gonca ve Oflaz hemen bizimkilerin yanına geçmişti. Şahitlerin geçmesiyle nikah memuru devam etti. "Herkes yerinde olduğuna göre nikah akdini başlatıyorum efendim. Gelin hanım adınız soyadınız?" Burçak titreyen sesiyle adını ve soyadını söyledi. "Burçak Vatanoğlu." Nikah memuru aynı soruyu Mete'ye de sormuştu. "Damat bey adınız soyadınız?" Mete Burçak'a nazaran daha çok titreyen sesiyle konuşmakta zorlanarak konuştu. "Mete...Mete Çağın."
Nikah memuru Mete'nin haline bıyık altından gülüp devam etti. "Siz sayın Alphan Vatanoğlu kızı Burçak Vatanoğlu, hiç kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmaksızın kendi özgür iradenizle yanınızda duran heyecanlı beyefendiyi eşliğe kabul ediyor musunuz?" malum soru Burçak'ın kalbini durdurmaya yetebilirdi. Elini tutan sevdiği adamın gözlerine bakarak cevapladı. "Bin kez sorun aynı soruyu cevabım bu gözlere baktıkça değişmeyecek. Evet." Alkış sesleri yükselirken arada belli belirsiz duyulan burun çekme sesi de alkışlara eşlik ediyordu. Kolay değildi biricik kızları evleniyordu Alphan Bey ve Aybüke Hanım'ın. Nikah memuru devam etti. "Siz sayın Devrim Çağın oğlu Mete Çağın, hiç kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmaksızın kendi özgür iradenizle yanınızda duran güzel kadını eşliğe kabul ediyor musunuz?" Mete'nin belki de hayatı boyunca aldığı en güzel soruydu. Ah tabi Burçak'ın soruları hariçti. Gülümseyerek cevap verdi. "Kalbim yanımda duran kadının gözlerine demir atmışken hayır demek ne mümkün... ömrümün son gününe kadar evet!" nikah memuru nikah akdini tamamlamış ve imzalar atılmıştı fakat memur bey gitmeden önce bir şey unutmuş gibi tekrar konuştu. "Gelin hanım adınız soyadınız?" Burçak şaşırsa da cevap vermişti. ah tabi ya artık evliydi ve resmi olarak soyadı Çağın'dı. "Burçak Vatanoğlu Çağın."
Belki onları tanıyan çok fazla insan yoktu. Belki düğünleri kimine göre en kötü düğündü. Belki de onlar en uyumsuz çiftti. Ama onlar, kalpleri birbiri için atan iki insandı. Tüm gece tüm yakınlarıyla eğlendiler, mutluluk saçtılar. Düğünün sonu mutlu bitmişti en nihayetinde...
|
0% |