Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5.Bölüm: Anka Kızımı Özlemişim İçimden...

@uykulupanda

"Sürprizimi beğendin mi doktor? Bizim kızı seninki sandın ama asıl seninki ölüm döşeğinde tam önünde. Kurşun zehirli. Ve zehri bilebilecek tek kişi de ne yazık ki babasıydı. Aa doğru ya babası ölmüştü. Hatta ben öldürmüştüm canım. Tüh! Yeni kavuşmuşken doğrularına ayrılmak üzücü olsa gerek. Zevkle izleyeceğim çırpınışı aptal doktor. "

 

- Zeus

 

Mete Çağın...

 

Okuduğum not aklımın duvarlarında deprem etkisi yaratıyordu. Tamam tahmin ediyordum onun olabileceğini ama bu kadar çabuk bana geleceğini beklemiyordum doğrusu. Yirmi iki yıl önceki kalbimin sahibinin bugün yine hayatımdaki çoğu planı delip geçerek kalbimin en görkemli kısmına yerleşmesi tesadüfi değildi. Olamazdı.

 

"Hocam! Hasta septik şoka giriyor hocam!" Aliye hemşirenin oyun olduğunu bilmesine rağmen kendini kaptırmışçasına bağırmasıyla hızlıca kendime gelip hemşirelere komut vermiştim. " Çabuk kan sulandırıcı verin tıkalı damara!" sesim biraz fazla çıkmıştı. Ama önemi yoktu neticede kan sulandırıcı yerine göğsündeki darbe acısını kesecek dozda ağrı kesici ve sakinleştirici olduğunu kimse bilmeyecekti. Kurtarılacak yalandan bir can ve vatana vefa borcum için bir iki gün sesim kısık gezebilirdim neticede.

 

Notu hızla cebime koyup acil servis yatağına yaklaşıp bir yandan yatakta yatan kızın değerlerini bozuntuya vermeden kontrol ederken bir yandan da benim kendi küçük hayal ve umutları büyük Anka kızım olup olmadığını tahmin etmeye çalışıyordum. Oyunumuz gerçek olmasa dahi şuan bunları duyuyor ve hissediyordu biliyordum.

 

Damarlarına enjekte edilen sahte pıhtı dağıtıcı kan sulandırıcı, gerçek ağrı kesici ve sakinleştirici etkisini göstermiş yavaşlayan kan akışı ve canı yandığı için hızlanan nabzı normale dönmüştü. normale dönmüştü. Ancak hala göğsünün üzerinde açık bir kan torbası vardı ve Zeus pisliğinin iddiasına göre kalbinin üstündeki aptal insanların fark edemeyeceği kan torbasına saniye saniye karışan bir zehir vardı. Ne üzücü oysa ki bu güzel kadının sadece biraz göğüs ağrısı çektiği gerçeği vardı.

 

Vakit kaybetmemek adına rolümü sürdürmeye devam etmiştim. " Üzüm Hanım hemen ağır metal testi yaptırın hastaya! Sonuçları bir saat en geç bir buçuk saat sonra masamda istiyorum!" yine gereğinden sert ve yüksek çıkan sesim insanları olduğu yerde zıplatırken bunu umursayacak değildim. neticede şuan endişeli ve çocukluk aşkı olan kadının karşısında olduğunu düşünen doktor rolümün hakkını vermem gerekiyordu.

 

Kurşunun giriş açısını hesaplamaya ve tam olarak nerede morluk olduğunu oluşacağını tahmin etmeye çalışıyordum. Lanet olsun ki burası sadece yerlilerinin geldiği bir sağlık kuruluşuydu ve MR cihazı yoktu. Kurşunun nereye isabet ettiğini kestirmek zorlaşıyordu bu sahte kan birikintisinin içinde haliyle. En yakın büyük hastane üç saat uzaklıktaydı. Yani gitmek hem tehlikeli hem de zaman kaybıydı. Tabi gerçek bir hasta olsaydı.

 

Hızlı ve telaşlı rol sesimle son cümlemi söylemiştim. "Hastayı yoğun bakıma alalım. Zehir testi sonuçlarına göre ameliyata alıp almayacağımıza karar vereceğiz!" Burçak'ı yoğun bakıma doğru götürürken dışarıdan yükselen silah sesleriyle herkes ne olduğunu şaşırmıştı.

 

"Eğilin çabuk! Eğilin!" diye bağıran kişi Burçak Hanım'ı getiren orta yaşlı askerdi. Herkes onu dinleyip yere eğilirken ben sedyenin boyunu eğerek eğilmiştim. Çatışma başladığında cam kırılma sesleri, kurşunların demire çarpıp sekme sesleri, askerlerin ayak seslerine karışıyordu. Çatışmayı hissetmiş gibi kalp atışları hızlanan hastamız ise kıpırdamaya çalışıyordu.

 

Elini tutarak konuşmaya başladım. Amacım onu andan uzaklaştırmaktı. Plan önemliydi sonuçta bozulmamalıydı. Tabi ya kesinlikle bu yüzdendi elini tutmam. "Gerçek misin? Gerçekten benim Anka Kızım mısın? Yalan değil, değil mi?" ben konuştukça nabzı düzene giriyor ve eski hızına dönüyordu lakin etraftaki sesler artıyordu.

 

Dikkatini dağıtmam gerekiyordu. Planımın uzun vadede olmasını umut ederek konuşmaya tekrar girdim. "Hatırlıyor musun Anka Kızım? Verdiğim saati? Küçücük haline rağmen sarılışını. Korkumu dindirmeye çalışmanı?" etrafımdaki hemşirelerin 'Manyak mısınız?' bakışlarına rağmen devam ettim. Hissettiklerimi tek başıma omuzlayamazdım. Sanki o yirmi iki yıl önceki küçük karakol bahçesinde titreyen çocuk geri gelmişti.

 

"Unuttun mu yoksa beni? Ettiğin son derece romantik evlenme teklifini ya da?" dediğimde zihnime düşen güzelliği yine beni mutlu ediyordu. O minikliğine rağmen evlenme teklif edişini unutamazdım, unutturmazdım. Sonuçta sırf o teklif için taliplerimi geri çevirmiştim canım. Ayrıca da kaç insan o yaşta evlilik teklifi alırdı?

 

Kırk yılın başı bir teklif almıştım bırakında abartayım bir zahmet.

 

Çatışma seslerinin arasında seçebildiğim sesi işittiğimde kanımın donduğunu hissettim. Zeus... küçüklüğümden beri en kanlı gecelerimin ressamı, ayak bileklerimin laneti... Yakınımdaydı. Hemen dışarıda bana sesleniyordu. Gel diyordu. Yarım kalan işim bitsin. Seni ait olduğun yere iade edeyim. Toprağın altına.

 

İlk kez çaresizliği iliklerimde hissetmiyordum. Olmayan çaresizliğim koruma iç güdümle birlikte bana hükmetmeye karar vermişti sanırım.

 

"Sevgilim! Aşk olsun ama. Babamla tanışmak istemiyor muydun sen? Hani yaşasa da tanışsak diyordun? Bak yaşıyor işte. Hem bak oğlumuz da yanımda!" konuşan... Nilay? Aşık olduğumu sandığı Burçak'a olan duygularımı kullanmak isteyen kadın?

 

Sarhoşluğumdan faydalandığını sanıp bir şekilde benimle birlikte olduğunu düşünüp ve beni istedin diye kandırmaya kalkışan? Bunları nasıl bildiğimi düşünüyorsunuz eminim. Hatırlarsınız annemin sözlerini. O sözlerden önce ve sonra düşünecek epey zamanım olmuştu doğrusu.

 

Nilay' ın bakışlarını, ses tonunu, tavırlarını ilk başta da beğenmediğim tüm özellikleri ve sonrasında yaptığı en büyük hatasını ise arkadaşım sağ olsun birlikte olduğumuzu söylediği günün kamera kayıtlarına bakarak açığa çıkarmıştık.

 

Meğer gerçekler ne tuhafmış hahahah! Sevgili sevgilim, uğruna kendimi bile feda edeceğimi sanan kadın daha doğrusu öyle sanmasını sağladığım kız, meğer beni odaya götürüp bıraktıktan sonra başkasıyla birlikte olmuş. Eminim hepimiz çok üzüldük.

 

Üstelik bu kişi yine tanıdık biriydi. Abisi olarak tanıştırdığı Cihan'la birlikte olmuştu o gece. Cihan mıydı orası ayrı muammaydı tabi. Buna rağmen ilk başta inanamamıştım doğrusu. Neticede para için benimle olmak isteyen bir kız neden benden çocuk yapma fırsatını tepmek isterdi ki?

 

Fakat sadık dostum Yakut Emir'le uzun soluklu sohbetlerimden birinde ona Anka Kızımı anlatmıştım. Son sohbetimizde ise benim Nilay' a karşı beslediğim tek duygunun geçmişime bağladığım umutların yeşermediği için açan sarı filizleri olduğunu öne sürmüş ve Anka Kızımı anlatırken gözlerimin ışığının bile sırıttığından bahsetmişti.

 

Henüz küçük çocukken vurgun etmişti beni ela gözlerine doğrusu. Bunu ona bir kez bile söyleyememiştim halbuki. Nerede görsem tanıyacağım o ela gözler hiçbir zaman tamamıyla yeşil çirkin hareler olmamıştı. Burçak kopyası olmada sınıfta kaldınız Bayan Nilay Vatanoğlu. Tabi beni kandırmak için soyadını gizleyip Vatanoğlu dedin ama benim öğrenebilecek kadar zeki olduğumu unuttun Anjoy. Sıradaki!

 

İlk görüşte aşk diye bir gerçeğin var olması da çok ilginçti aslında. Üstelik o yaşlarda çocukluk aşkları genelde tarihin tozlu raflarına bürünür yok olurdu her daim. Oysa onu tanıdığından beri kalbim onu benimsemiş ve onun için atmayı kabul etmiş bir mekanizma gibiydi. Dokuz ya da on yaşlarındaydım o zamanlar. Ne kadar genç halbuki değil mi? Aslında bakarsanız geç bile kalmışım. Belki de evet o zamanlar için beş yaşında bir kız çocuğunun gözlerine vurgun sayılmak yanlıştı. Ancak sizi temin ederim o gözleri gören herhangi bir varlığın ömrü en az seksen belki de zorlasak doksan yıl uzardı.

 

Belki de çocukluğumda travmalarım harici hatırladığım en net ve en güzel şey oydu. Gülen gözleri, anlattığı hayalleri, oynamak istediği oyunlar, acıları, acılarına merhem olma istediğim ise kendi acımı unutturmuştu... Her şeyine bağlanmıştım adeta. Hayatımın tepetaklak olduğu bir günün sabahında aydınlığa çıkışım gibiydi ona beslediğim duygular da tıpkı.

 

Belki de ruhum hayatta kalmak için onun ruhuna karışmak istemişti, bilmiyorum. Gün sonunda korkmuştum ama korkumu unutamadım, en net hatırladığım histi zira. Ruhuna karışırsam o da benim gibi kaybolur diye o çocuk aklımla bile ürkmüştüm bu düşünceden. Bu yüzden izini kaybedene kadar belirli günlerle onun mahallesine gider hasret giderirdim ruhuyla. Yanına yaklaşma gibi bir eğilimde bulunmazdım. Niye diye soracak olursanız korkardım. Çocuk aklı işte. Onun saf ruhunun yaralı ve kirli ruhuma bulaşmasını hiçbir zaman istemedim. Sanırım hala da istemiyorum.

 

O zamanlar büyüdüğümüzü hayal ederdim hep. Sözünü sözümüz yaptığımız ve sözümüzü tuttuğunu. Evlendiğimizi. Belki de minik minik insancıklarımız olurdu. Ya da kedilerimiz. Ne isterse o olurdu ki. Tek emin olduğum şey buydu.

 

Şimdi ise Anka Kızım avuçlarımın içindeydi. Yıllarca, hayaliyle yanıp tutuştuğum, ilmek ilmek içime işlenen özleminin neredeyse hırka olduğu minik ruh meleğim yanı başımdaydı.

 

Lakin Zeus'un iğrenç sesi, Anka Kızım ve onunla dolu hayallerimi böldüğünde duyacaklarıma hazırladım kendimi sakince.

 

"Damat! Hayirdir yoksa kizimi geçmişinle mi aldatiyorsun? Cık cık cık aşk olsun ama. Benim kizim sensiz bir gün geçirmesin sen aldat. Oldu mu hiç?" bozuk Türkçe' siyle dediklerini duymamış olmayı hayal ettiğim bir zaman dilimine geçmek istiyordum. Hem de hemen!

 

Neyin cezasını çektiğimi anlamıyordum ki. Bu eziyet bu gün ya bitmeliydi ya da benim hayatım son bulmalıydı. Burçak'ın üniformasını henüz çıkarmamışlardı ve cebinde silahı duruyordu. Onun elinin değdiği silahın benim cehennemimin kapısını açma imkanı yoktu. Açsa da en güzel yer sayıp başımın üstünde taşırdım gerçi.

 

Hızlıca silahı alarak askerlerin arasına girdim ve pek sevgili kayınpederime kurşunla selam verdim. Ardından da konuşmam gerektiğini fark ettim ve konuştum. "Nasılsın görüşmeyeli Zeus? Alışabildin mi öleceğin gerçeğine? Ups yanlış oldu. Alışabildin mi ellerimle seni öldüreceğim gerçeğine?"

 

Sararmış dişleriyle sırıtmasının iğrençliğini gördükçe sinir kat sayım artıyordu. "Sen beni öldüremezsin doktor! İnsan ecelini nasil öldürsün? Üstelik içerideki asker kizin içinde gezen zehri bilen yaşayan tek kişi benken." Dedikleri ve kullandığı aksan midemi bulandırıyordu.

 

Elimdeki silahın çekilmesiyle dengemin sarsılışı çok ani olmuştu doğrusu. Dönüp baktığımda ise gördüğüm manzara daha da şaşırtıcı ve bir o kadar da dehşet doluydu. Zira Burçak göğsündeki kan torbasından boşalan sahte kana inat yanıma kadar gelmiş ve silahıyla Zeus'u hedef alıyordu.

 

"Belki o yapamaz ama ben yaparım ha Zeus? Bilirsin seni de geçmişteki saçma salak adının geldiği tanrını da sevmem." Sesi çok sert ve dedikleri otoriterdi. Yüzündeki silik gülümseme ömür uzatır derecedeydi. Ayrıca itiraf etmem gerekirse çok çekiciydi de.

 

Alayla gülen Zeus en sonunda ciddiyetine dönerek konuştu. "Sağlamlarin yapamadiğini kiz başina, üstelik o güzel göğüslerinin ardindaki damarlarda dolaşan zehirle mi yapacaksin? Güldürme beni." dediği cümlelerde takıldığım tek şey göğüslerini görmesi olayıydı.

 

Göğüslerini mi görmüştü? Nereden biliyordu? İçimde doğan duygular, sönen duyguların yerini aratmazken öfkeli harelerim yan tarafımdaki askerin cebindeki silaha değdi. Hızla çekip alırken dolu olup olmadığını kontrol ediyordum. Zira beni delirten insanları un eleğine çevirmek işin en zevkli kısımlarından biri olacağına şüphesiz emin olduğun tek noktaydı.

 

Odaklandığım hedef Nilay ya da adı her ne ise o kadındı. Hiçbir zaman bir kadına hakaret edemezdim. Ne de olsa beni ben yapan da bir kadındı. Beni yıkanda, benim var olmamı sağlayanda birer kadındı. Hatta aynı kadındı da diyebiliriz.

 

Burçak yarım ağız sırıtmış ardından kararlılıkla konuştu. "Bu mesleğin kızı erkeği yok Zeus bilirsin. İyisi ve kötüsü var. Ki sen babamı öldüğünde kötü olmayı tırnaklarındaki kuru kan lekeleriyle seçtin. Şimdi ise babasını öldürdüğün o kız, kızının ve torunun önünde seni delik teşik edecek! Hani kızım ya zehirledin ya beni 'güya' hani güya ben öldüm ya. Hadi yensene Şanlı Türk Ordusu'nu. Geçmişte atalarının yapamadığını sen mi yapacaksın? Güldürme beni. Bugün ben ölürüm evet ama yarın yeniden başka bedende doğarım. Ölüm bana koymaz. Ama senin gibi bir cinsiyetçi, sosyopat ve küçük beyinli biri ölümden korkar değil mi?" durdu.

 

İki el ateş etti ve iki elin ikisi de tam isabet etti. Biri Zeus'un sağ koluna diğeri ise yine Zeus'un sol kolunaydı. Öldürmemiş sakat bırakmıştı yarim.

 

'Seni de öldürmeyip sakat bıraktı aptal. Aşık ederek.'

 

'Her zaman bu kadar haklı olmamalısınız iç sesim bey. Gerçi kullandığınız zeka benim. doğal olarak haklı olan benim.'

 

' He he ondan Mete.'

 

Bir şey hatırlamış gibi tekrar konuşmaya başladı. "Sahi Zeus. Sizin gibi varlıklar kadınların onlardan üstün olmasından korkardı değil mi?" yüzünden düşmeyen gülümsemesi biraz daha büyük ve alaycı hale geldikten sonra "Ne yazık tüm korkuların bugün gerçekleşecek. Özellikle en büyüğü... Neydi sahi? Hah doğru! Bir kadının elinden öldürülmek ha?" demişti.

 

Kahkaha atarak silahını ateşlediğinde karşı taraftan Nilay' ın çığlıklar eşliğinde yakarışları duyuluyordu artık. Burçak ise sanki bir şeyi unutmuş gibi bana döndüğünde kalp ritmim olması gerektiğinin dışında atıyordu. İyi ki makineye bağlı değildim. Yoksa rezil olurduk vesselam.

 

"Uzun zaman oldu... Anka'nın Koruyucusu. Ve ben verdiğim sözleri tutarım. Ölmediğim sürece." Dedikten sonra gülümsedi. Bana gülümsedi! Bana! Bana Mete'sine!

 

Gülümsemesi bulaşmıştı dudaklarıma ta ki o lanet ses aramıza girene kadar...

 

 

Loading...
0%