@uykulupanda
|
Mete Çağın...
Duyduğum ses ne miydi? Eminim merak ediyorsunuzdur.
Hayatının içine eden, sana kendi varlığını önemsiz kıldıran, kendini yetersiz ve sebepsiz hissettiren o lanet ses ne mi?
Küçüklüğümün en güzel anısının ana karakteri olan kızın bedenindeki yeleğe saplanan ve muhtemelen göğsü gibi sırtını da morartan ikinci bir kurşunun sesi.
Üstelik kurşunun bedenine hükmetmesine izin veren kişi, beni avcuna aldığını sanan beş para etmez o kadının beş yaşında dedesinin kölesi olarak yetişen güya benim oğlum olduğu iddia edilen çocuk. Çocuk demek için masum olması gerekir gerçi.
Üzülerek bildiriyorum ki sevgili dostlarım, bu çocuk ruhunun teröristlere bağışlandığı beyninin ahlaksızca yanlışları doğrulayarak yıkandığı özünde masum olsa da bu saatten sonra hayatı boyunca kirli lekeler tarafından yönetilecek, yönetilmek zorunda kalacak. Adını dahi bilmediğim ancak ruhundaki kirin iliklerime kadar ölüm soğukluğu dolduran çocuk.
Tek bir zehirli kurşun ve yok olan onlarca anıların ruhu ,ilklerin acısı ,gülüşlerin masumiyeti,... ilk aşkım, ilk oyun arkadaşım, ilk kez benden korkmayan hatta korkmanın aksine ilk kez benim için bana sarılan kişiydi.
Kollarıma düştüğünü hatırlıyorum. Sırtındaki çelik yeleğe rağmen kulaklarımın işittiği tiz inleme sesi, sıktığı dişleri, düzeni bozulan solukları, acıdan hızlanan kalp atışları. Tek yapabildiğim onu kucaklayıp hastanenin içine taşımak ve acıdan ölmeden ağrı kesici enjekte edebilmek. Yavaşça kucağıma aldığım sırada önümüzdeki çocuk elindeki silahı ve kendini yakalatmadan birkaç saniye önce bu sefer de üçüncü kurşunu sağ böğrüne isabet etmişti. Neyse ki çelik yelekten içeriye girememişti lakin üçüncü bir kurşunun acısını kaldırabilir miydi ki? Çalan telefonum etraftaki bağırış çağırışlar şuan onu yaşatma isteğimden daha önemli değildi. Evet açık yarası yoktu. Ama ruhu yaralı bir kızın iç yaraları kanasaydı yine de yaşatabilir miydi doktorlar?
.
.
.
Günler sonra Mete Çağın...
Morgdayım... Yanına uzanmak isterdim. Beraber ölebilmek, beraber sonsuzluğa karışmak ama nafile. Onun ani gidişi çölde yeni kavuştuğum bir vahanın aslında serap olması gibiydi. Oysa şuan tek yapabildiğim soluk yüzü ve ölümün rengine ev sahipliği yapan mor ince üst ve dolgun alt dudağını izlemek... biliyorum soğuk burada kalmam sağlıklı değil evet ama gidersem de o üşür. Gidersem yalnız kalır, gidersem anılarımızda ellerimin arasından kayıp gider, gidersem bedeni bu soğuğa alışamaz. Kim bir anda eksili derecelere alışabilir ki. Hem yalnızlıktan hala korkuyordur değil mi? Hala benim güzelliğimdir? Hala kalbi benimle bir atıyordur değil mi? Doğduğumdan beri benimle atan kalbinin oradaki boşluk içimde bir yerlerde dolanan acı hissiyle paraleldi.
Ama karşımda yatan yıllarca güzelliğinden bir haber yaşayan kadının, kalbi durdu. Onun kalbi durdu ama ikimizde nefes almayı bıraktık sanki. Mevsiminden önce soldurdular benim güzel Latin Kızımı. Halbuki daha ne anılarımıza ev sahipliği yapacaktı o sıcacık kalbi.
Alkol, sigara, başka kızlar, belki de barlar, kulüpler insanların güya acı atma yöntemiyken neden bana ondan başka hiçbir şey acımı geçiremez gibi geliyordu? Neden acım hep taze kalacak gibi hissediyordum?
Kendimi kaybetmek üzereydim. Her yalanımda, her gün kalbimde, acılarımla yalnızlığımda yanımda olan kadını kaybettiğim gibi. Peki ya neden henüz kavuşmuşken kalbimin eridiğini hissetmeye başlayacakken ayrılığın siyah matemi, teninde gezdiriyor parmaklarını...
Kayboluyorum sanki karanlığın içinde yıllardır. Damarlarımdan damarlarıma dolaşmakta olan yoğunluğu bütün bedenimi dolanan kanlı sevgimle birlikte her gün kayboluyorum kendi içimde. Yıllarımın biriktirdiğim ve bana hediye edilen benliğim içimde oluşan yaramı kaybetmeye yetmedi. Aksine etrafına daha fazla acı ve kan sıçradı. Yaramı dikmeye benliğimin görünmez ipleri bile yetmedi.
Çocukluğumun yıldızı, gençliğimin ateşi, hayatımda her şerde bir hayır var deme sebebine, sebeplerine inandığım tek kişi...
.
.
.
Gitti.
Burçak Vatanoğlu...
Sırtımda hissettiğim keskin sızı göğsümü deldi geçti sandığım birkaç dakikaya tekabül etmişti. Ardından ise tarifi olmayan ikinci sızı sağ kolumun altında böğrüme isabet etmişti. Şanslıydım ki çelik yeleği büyük boy giydirdiklerinden oralarımda da koruma vardı. Karşımdaki çocukluğumun saf hatırlarından bozma iri yarı adamın gözlerindeki endişe nedensizce bana güç veriyordu.
Hayatıma kabul ettiğim herkes sırtıma birer çizikle çetele çıkarmıştı. O ve onun gözleri hariç.
Eminim ki daha yarım gün bile olmamışken çoğunuz bu adamı neden bu kadar koruyup kolladığımı sorguluyorsunuz. Haklısınız da aslında. Lakin ben de bilmiyorum neden bu toprağın en koyu rengine mahkum gün ışığına mahrum gözlerinde kaybolmak istediğimi anlamlandıramıyorum.
Eminim ki zihnimden geçen her satırı yorumlayan ve okuyan sizler şuanda 'Aşıksın aptal!' diyerek yastıklara haykırıyor, yatağında tek başına tepiniyorsun veya bana kızıyor ya da sövüyorsun.
Ama unutma sevgili yol arkadaşım her insanın aşkı bir olmaz. Kimi aşık olmayı sever, kimi sevilmeyi aşk sanır, kimi geçmişini kalbine gömemez, kimi de benim gibi sevdiği herkesi kaybetmekle mükellef yaşar hayatını.
Güçlü olmasına tezatlıkla bir kuş kadar naif, bir güvercin kadar özgür kollar arasına alındığımda gerçek dünyaya dönmeye hemen hemen başlamış gibiydim.
"İyi misin Anka Kızı?" Hitabı... Unutmamış... Unutmamış! Gerçekten! Küçükken seslendiği hitap kalıbını hala unutmamış. Dolan gözlerim yağmur bulutundan daha sistematik boşalmaya başlamıştı. Galiba akan yaşlarımı yanlış yorumluyordu şuan. Çünkü yüzündeki ifadeye bakılırsa az sonra dokuz doğuracak gibiydi. Ah pardon babalar dokuz doğururdu. Özür.
Acılarımın ağırlığı altında ezilmeme izin vermeden kesintisiz ve sıkıca sarıldım yapılı ve güçlü bedenine. Sırtımdaki ve kol altı boşluğumdaki kurşun sızısı ani hareketimle her ne kadar kesintisiz acı yaysa bile Mete'min boynu kopmadığı sürece – ki çok sıkı sarıldığımı buradan da anlayabilirsiniz- sorun yoktu.
Boyumun, kızların ortalama boyundan uzun olduğunu düşünmeme ve hatta 1.77cm ile teyit etmeme rağmen küçüklük aşkım beyefendi Türkiye boy ortalamasını boyuyla yükseltmeye yemin etmiş gibi tahmini 1.90, 1.95 cm civarıydı.
Belimi kavrayan kolları acıtmamak için sıkılaşmazken sarılmadığı her saniye acı çektiğimi bilmiyordu.
" Eğer biraz daha gevşek kalırsa o kollar, kendi harlı kalbinle seni yakacağım Anka Koruyucum. Ve emin ol geçen yirmi yılda yalnızlık ve insanları yakma usulleri tarafından çok iyi bir eğitimden geçtim." dediklerimin ardından gülme sesini işittiğimde bundan daha güzel bir melodinin var olduğuna daha sonrasında inanmayacağıma yemin edebilirdim neredeyse.
Ta ki beni vurmayı amaçlayan ruhu satılmış beyni yıkanmış kalbi bile başkasının yönetiminde olan çocuğun annesi olduğunu varsaydığım ve Mete'nin hayatını kurcalamak istemiş lakin başarılı olamamış kadın konuşuncaya dek.
"Sevgilim. Ama babamı yaralayan kadına sarılmak yakışıyor mu sana? Sen benimsin! Hep de benim kalacaksın!" sarf ettiği sözler, cümleler içinde bulundurduğu imalar ve düz söylemler her daim inanç kaynağım olan üç büyüğü Mete'ye yaptıklarıyla yerle bir bile edebilirdi.
Güvenin, sadakatin ve dürüstlüğün had safhada olduğu bu üç mecaz-ı mürsel hayatımın orta noktasına, ilk aşkıma yalan söyleyip güven ve dürüstlüğü kırıp ardından da son hamlesiyle sadakati yerle bir etmişken üstelik.
Sinir katsayım her geçen dakika azalmak yerine artarken gözlerini oymak için dakika beklediğim kadının bakışları beklemediğim olaylar silsilesine dahil olurken pek sevgili hayatımın başrolü Mete, benim Mete'm elimi tuttu.
" Herkes sevdiği, seveceği, çocuklarının genlerini paylaşacağı insanı bir ömür beklese bile buluyor Nilay. Sen beni kandırmaya çalıştın ama benim kalbim hep küçüklüğüne aşık olduğum kızda kaldı. Kendini kandırmayı kesmelisin. Yoksa olacaklardan sonra üzülebilirsin hayatım(!)" Nilay dediği ama timimin Kuruşa olarak bildiği kadın daha fazla konuşamadan Burak ağabeyim sağ olsun timimizin aracına kelepçelenip hapis edilmişti.
Aradan geçen günlerde Mete Beyin zoruyla da olsa hastanede gözetim altında kalmam gerekmişti bir müddet. Tabi bu süre zarfında pek sevgili refakatçim ve aynı zamanda doktorlu hemşirem Mete Çağın beyefendi her dakika başı işsiz gibi beni kontrole gelip durmuştu.
Yine o artık son bir haftadır gelenekselleşmiş kontrol saatlerinin birindeydik. Odanın kapısını açıp içeri giren güler yüzlü doktorcuğumla bakışmak için yüzümü Mete'me dönüğüm sıra telefonu çaldığında arayanın annesi olduğunu hemen çıkıp konuşacağını söylemesiyle içimi bir huzursuzluk dalgası kapladı. Peşinden dışarı çıkmama zinhar izin vermeyeceği için burada konuşabileceğini gitmesini istemediğimi net bir şekilde dile getirmemle usulca başını sallayıp yanımdaki koltuğa oturarak aramayı yanıtlamıştı.
Yıllar önce babamın telefon numarası Burak ağabeyimi benim yanımda aradığında ve ölüm haberini aldığımda hissettiğim tarifsiz ağırlık ve etrafıma diziler karabasanların bir bir üstüme yığılışı bu defa da Mete için olacak gibi hissettiriyordu. Yığılıyordu. Asıl şovun yığılması altından nasıl kalkacağı olduğunu bilmediğimiz uçsuz bucaksız bir oyunun kollarında geleceğe gebe bir şekilde bekliyordu hayatlarımız.
Hızlı hareketlerle koltuktan kalkıp bağırarak konuşmaya başladı.
"N-neden bahsediyorsunuz memur bey bu imkansız! Yanılıyorsunuz. Benim annem ölemez!" haykırarak kurduğu cümlenin ardından kalktığı koltuğa geri oturamadan yavaşça yere çöktü ve ağlamaya başladı. Hıçkıra hıçkıra ciğerini parçalarcasına ağlıyordu. Bu ağlayışı tanıyordum.
Hızla kendimi toparlayıp yanına çöktüğümde kollarımla tam kavrayamadığım omuzlarına sarılarak destek olmak istedim. Desteğimi kabul eden iri elleri koluma kenetlendiğinde başı göğsümün ortasına yaslıydı artık.
"Mete... kim?" titreyen sesimle sorduğum sorudan arayan değil de ölenin kim olduğunu sorduğumu anlamış olduğunu tahmin edebiliyordum. Ağlamanın pürüzleştirdiği sesiyle "Annem" diyebildi sadece. Tek kelimelik yanıtıyla yıllar önceki o kıza geri dönmüştüm adeta. Babasını yeni kaybetmiş o kıza.
Anneler... babalar... hayata bizi bir şekilde bağlamayı amaçlayan ve bu uğurda kendilerini bile heba eden en temel iki kişiler. Ama o iki yapı taşından birini kaybettiğinizde oluşan boşluğu dolduracak hiçbir kalp, hiçbir ten, hiçbir duygu ne yazık ki yoktu.
Omuzlarını okşayarak sakinleşmesini amaçladığım dizginlerini zor tuttuğum sesimle pişmanlık duymasını istemediğim şeyi dile getirdim. "Mete... Mete'm. Hadi kalk anneni görelim. Ben babamı son kez göremedim ama senin bir fırsatın var. Hem seni ağlarken görmesin sakın. Sonra oğlunu üzdüm diye bana kızar da başım beladan kurtulmazsa sorumluluğumu alacak mısın?"
Hafif sitemkar söylemek istemiştim. Sanırım başarmıştım da. Neden böyle söylediğimi soracak olursanız ise ona hayata tutunabileceği bahaneler üretmeyi amaçlamıştım. Belki de kim bilir annesinden sonra sevdiği bir diğer kadın olurdum bir gün. En azından şimdilik bunun hayali beni ayakta tutarken ayakta kalışım da Mete'yi ayakta tutardı belki. Tutmalıydı... en azından şimdilik.
Cenazede...
Babam gittiğinden beri bu ortamlar benim için her daim yastan ziyade babamın izini taşırdı. Babamı hatırlatan bir yere babam olmadan girmeye küçüklükten beri korkarken gittiğim her cenazede babamı arardım gizliden gizliye. Belki de cenazeleri sevmeme nedenim budur kim bilir?
Şuan nerede miyiz? Ne mi yapıyoruz diye soracaksınız eminim ki. Mete'nin annesinin arkasından saygısızca dedikodu yapabilme yüzünü bulan teyzelerin kavurduğu iğrenç derecede yağlı ve ölümü simgeleyen fakat yağının fazla kaçması yüzünden tam bir cehennemi sembolize eden helvamızla salondaki geniş koltukta Mete'ye güç vermek istercesine oturduğum bir yerdeyiz. Normalde erkekler ve kadınlar ayrı olur ama demek ki zenginliğin erkekliği kadınlığı yokmuş. Zengin olduğunuzda demek ki kadınlar da erkekler de bir taraflarının üşümesini istemeyen taraf oluyor. Hoş bizim ailemiz de öyle pek düşük durumlu değilken bizde nedense böyle bir kültür bozulumu yoktu henüz.
Mete'min ise ağlamaktan sesi soluğu kesilmiş, başı omzumda eli elimde sessizce içine içine ağlıyor.
'Tıpkı geçmişte annesiyle yan yana ağlayan ben gibi.'
Matem havasını dağıtan kapının gürültüyle açılmasıyla tüm bakışlar oraya dönüyordu. İster istemez bu saygısızın kim olduğunu öğrenmek için oraya dönüyordum ama tanımadığım bir yüzle karşılaştığım için birkaç saniye anlamsızca bakıp geri önüme dönüyorum.
'Aptal sanki buradakileri Tanıyordun ya.'
'Haklısın iç ses üzgünüm.'
Lakin o, yanımda oturan gözleri solmuş adamı tanıyor gibi. Bakışları dosdoğru ondaydı çünkü. Mete'nin adını haykırarak bağırdığı gibi tüm sesler kesilmişti sanki ışık hızıyla. Çalınan kısık sesli keman da böylelikle son bulmuştu.
Tüm meraklı bakışlar kıza odaklanmıştı. Kız ise gitgide Mete'ye yaklaşıyor ve hiç beklemediğimiz bir şeyi söyleyerek önce şoka uğratıyor ardından yine hiç beklemediğimiz bir şeyi yaparak beynimin içindeki tüm sesleri susturuyor, beyin hücrelerimin ölümünü gerçekleştiriyordu. "Hamileyim sevgilim. Can paremizi taşıyorum içimde." Diyerek şoka uğratıp Mete'nin dudaklarına yapışırcasına dudaklarını yasladığında ise tüm kas sistemimin ölüm fermanını sessiz ve acılı inleyişlerle imzalıyor.
Sevgilisi olduğunu, üstelik bu kadar hadsiz ve ahlaki değer yoksunu bir kızla ilişkiye girdiğini, ilişki yaşadığını düşünmek midemi ağzıma getiriyordu. Temiz hava almak – belki birazda bu görseli unutmaya çalışmak için- salonu terk ederek geri dönmek üzere kısa bir ara vermeliydim.
|
0% |