Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8.Bölüm: Abimin Ruhu Adına...

@uykulupanda

Mete Çağın...

 

Bindiğimiz arabanın içinde sokakların kuytu köşelerine, hayatlarımızın ortak noktalarına doğru bilinmezlikle gidiyorduk. Yanımızda arabanın yeni radyosundan müthiş bir tezatlıkla kulaklarımıza akıp giden eski ve klasik şarkılarla yolculuğun ruhunu iyileştirdiğimiz gibi kendimizi de iyileştirmeye çalışıyorduk belki de.

 

'Bir yol ama her yerde tuzak...

 

Bir yol daha var, dönmekte yasak...'*

 

Hangi yola, ne şekilde girdiğimi, gireceğimi umursamıyordum. Yanımda o, kalbimde yumuşacık ruhunun sevgisi varken gideceğimiz yolun cehenneme bile çıkmasına razıydım. Gerçi yanımda cennetten düşmüş bir melek varken o o kadar kolay olmazdı sanırım.

 

"Deryaya yakın... Dünyadan uzak."** Aklımdan geçen, radyoda ise çalmakta olan şarkının dizelerinin devamını kulaklarıma, ahenkli sesiyle hayatıma hayat veren kadının sesinden dinlemek ruhumdaki açık olup da bilmediğim, bildiğim, bileceğim her yaranın merhemi oluyordu. Ondan öncekilerin yara bandı olma isteğinin aksine o merhem olmak istiyordu. İşte bu haliyle bile ruhumun kırıklarına sürmeye kıyamayacağım kadar değerli ve özeldi.

 

Arabanın radyosundan gelen hüzünlü müziğe inat kalbimde dolanan kirpilerin bıraktığı tatlı sızı yanımdaki kadının gözlerime renk veren tenini, gözlerini, ruhunu hatırlatıyordu.

 

'-kalbinde bitmeyen bir parça en temiz yerinden...'***

 

Gerek acıdan gerekse Burçak'ın yanında olmanın verdiği huzurdan çarkı keyif bir halde yanımdaki kadının anlamına adımı yazmak istediğim kokusuyla, sarhoş olmaya yakınken günler hatta aylar önce yaşadığım olay bir anda görüşümü bulanıklaştırıp beni anılarıma hapsetti.

 

Hatırlarsanız bundan bir buçuk ay kadar önce, annemin bana görücü usulü buluşma ayarladığı günün sabahında karşılıklı laf atışması yaptığım kadın bir asker vardı. Tıpkı Burçak gibi... toprak kokulu kız?

 

Nasıl bu kadar benziyorlardı? Benim Burçak'ımla, sesleri, kokuları nasıl bu kadar aynı olup aynı zamanda da bu kadar farklı olabilirlerdi ki? Burçak, sevgi dolu naif ve temiz kalpliyken, o kız, kindar ve kaba ve bir o kadar da mesleğinin ağırlığını taşıyan bir kızdı.

 

Peki bu benzerlik ne kadar sağlıklıydı. Şayet o kız benim Burçak'ımsa bunu ona nasıl söylerdim? Şey mi diyecektim. 'O gün laf sokmak için kokunla dalga geçen adam bugün kokunun babana ait olduğunu ve ona hakaret ettiği için çok pişman elin değmişken bir affediver ya.' Falan mı? Düşüncelerimi iç sesimin derdinin sebebi olan kadın, hayatımdaki en güzel ses, böldüğünde sakince yüzümü o narinliğin bir saniyesini bile kaybetmekten korkarcasına hızla ona çevirdim.

 

"Mete... Cidden yanlış anlama ama eğer benim yanımda olmaktan huzursuz olduğun için böyleysen-" devamını tahmin edebiliyordum. Ama devamını duymak gibi bir şey arzuladığımı zerre düşünüp hissetmiyordum. Bu yüzden kelimelerini ağzının içinde lal ederek;

 

" Ömrüm..." deyip elini tuttum. "Biricik sevgilim, her şeyim sen eğer bana güvenmeseydin, biraz evvel herkesin içinde yanımda olmasaydın ne halde olabileceğimi tahmin dahi etmek istemezken sen, bana geldiğim için mi böylesin diyorsun. Asıl sen gelmeseydin benim halim meçhul olurdu. Sadece o ben merkezci, saplantılı kızın yaptığı kaçıncı olay olduğunu düşünüyordum. Hayır en yakınlarımdan birinin bu kızdan hoşlandığını bilmesem ciddi anlamda karakolluk hatta ve hatta adliyelik olurdum. Ama o çocuğa acıyorum. O saf biri, üzülür."

 

Devamında söylediklerime sadece gülümsemekle yetindiğinde cümlelerim ok misali kalbime saplandı. Ona onun yanındayken başka uğraşları düşündüğümü mü dile getirmiştim? Hay si-

 

Oh! Neyse ki benim güzelliğim böyle şeyleri umursamıyordu.

 

"My baby I love your voice..." **** mırıldanan ama mırıldandığının farkında bile olmayan Dünya dışı, hatta zorlarsak galaksinin bile dışından gelmiş bir güzellikteki sesin hissettiğim ve duyduğum en güzel sahibine döndüğümde, arabanın camından içeri giren güneş ışıklarından daha aydın, kalbi kalbime mühürlü, ruhumun kurtuluşunun fitili öyle güzeldi ki... güzelliğini bozmasa dahi rahatsız olduğu için önüne gelen saçını üflediği anları hafızama kaydedip usulca elimin arasına aldığım saç tutamlarından birini kulağının arkasına kıvırdım. Koymadan önce ise uzun uzun hasret giderdim her bir teliyle. Öpmenin nasip olması dileğiyle her bir telini...

 

Saçıyla oynayışımdan daha doğrusu aşk yaşayışımdan utansa da kızarmamış aksine gözlerimin içine gülen gözleriyle bakmış ve tane tane konuşmuştu. "Koruyucum... mutluluğunun gözlerine yansımasına aşık olduğumu hiç unutma olur mu? Hiç akmasın bir damla bile oradan olur mu?"

 

'Ölümleri bilirsin lakin hissedemezsin... ailenin, sevdiklerinin, kalbinin, duygularının ve hatta ruhunun dahi öldüğünü bilirsin ama hissedemezsin zira bu ölümler hissiz ama en dünya üzerindeki en acı verici zehre hem de en güçlü panzehre sahip bir duygusal çöküş gebeliğidir. Ölümün zehri bir perde işlevi görüp, beynine ve kalbine giren güneşi kapatır. Panzehri ise, iç çöküşünün zehirden olmamasını aksine gözyaşlarından olmasını amaçlar. '*****

 

cümleleri geçiyordu okuduğum bir kitapta. Haklıydı aslında. Annemin ölümü bana hem zehir, hem panzehir olmuştu o yüzden hiç hissedememiştim mesela.

 

Ancak yanıldığı bir nokta vardı o satırların. Duygular hissederdi. Hem de en içlerinden en gizli saklı yerlerinden. Tıpkı sevgimin ve aşkımın durağan şekilde kalbimin şelalesinden akarken yanımda oturan kızı görmemle yeniden şelalemin canlanması gibiydi.

 

Annemin hatırıma düşmesi ve son konuşmamızın beni çok yorduğu ve artık bu işleri yaparsa onun oğlu olmaktan nefret edeceğim gerçeği olması anılarımı bıçak yarası misali oyarken sevdiğim kadının gözlerinin gözlerimde olması acımın dinmesine yetmiyordu.

 

"Bazı acılar kalbe kazınır Mete... Unutmak istesen de, hafızanı unutması için zorlasan da kalbindeki o ince ama oraya ait olmayan boşluk asla izin vermez acılarını silmene. Beynin ise acılarını görmezden gelmeni canının daha az yanmasını sağlamaya çalışır. Ne kadar başarılı olabileceği sana bağlı sevgilim. Aynı şeyin bir benzerini bende yaşadım biliyorsun. Babam... o öldüğünde..."

 

Dolan gözleri ve titreyen sesiyle konuşmasına daha fazla dayanamayıp direksiyonu tutarak firene basıp neredeyse zorla sağa çektirdim arabayı. Hızla Burçak'ı araba ve lanet emniyet kemeri izin verdikçe kollarımın arasına alarak sarıldım.

 

Acı çekmesi benim için bu Dünya'daki en kötü kabusunda kabusuydu. Hızla titremeye başlayan sesimle konuştum. "Güzelim ağlama meleğim. Anka kızım... sen ağlarsan Dünya'm solar güzelliğim."

 

Göğsümdeki ıslaklık kalbimde akan şelalenin dışa projeksiyonla yansıtılmış hali gibiydi adeta.

 

Orada saatlerce, meleğim göğsümde, o ağladığı için ise kalbim içimde ağlıyordu.

 

O günden geriye bana kalan ise, onun göz yaşlarıyla yıkanmış olan siyah gömleğim kırılan kalbinin sarmaya çalıştıkça dağılan parçaları ve kanlı kalp sargısı kalmıştı...

 

Burçak Vatanoğlu...

 

Çalan telefonum başımın Mete'den sonra en sevdiğim ya üç ya dördüncü şey olan orta sert yastığımdan ayrılmasına sebep oldu. Çalan telefonumdan yeni yeni ayılan gözlerimle göremediğim için kimin aradığına bakamadan açtığımda duyduğum ses tüylerimi ve telefonu açmadan hemen önceki hislerim içimi ürpertmişti sanırım. Üzgünüm pek net hatırlayamıyorum. İnsanlar yaşadıkları acı olayları hafızasından sildikleri için muhtemelen benim ki de silindi.

 

Müge Korkmaz Leman... yani namı diğer yengem. Burak abimin eşi, yeğenim Türkhan' ın annesi.

 

Açtığımda önce arkada duyduğum ambulans sesleri sonrasında ise telefonun yakınından gelen telaşlı ve tiz sesin söyledikleri ile kalbimdeki ağırlığın bin kat daha ağırlaştığını anbean hissettim.

 

"Burçak... Burak, Burçak Burak! Allah kahretsin! Burak ölüyor Burçak! O dağdaki pislikler sevdiğim adamın dibinde bomba patlatmışlar! Burçak... doktorlar felç kalabileceğini söylüyorlar... ya sevdiğim adam ömür boyu yatağa veya tekerlekli sandalyeye bağlı kalmayı kendine yediremezse? Biliyorsun Burak kimsesizliğini hastalığına yoruyorken ya felç olayı gerçek olur da benden de dönüşü olmaksızın uzaklaşırsa. Ne yaparım Burçak? Ne yapacağız? Allah kahretsin!"

 

"Abim? Emin misin sen yenge abim olduğundan? Abim değildir o. Abim olamaz. Değildir. Değildir. Değildir yenge! Yanılıyorsundur değil-" tiz sesimle cümlelerimi bölen tiz ses beni bastırmış ve susturmuştu.

 

"Kocamı, hayatımdaki tek varlığımı, ailemi tanımaz mıyım sanıyorsun Burçak! Allah kahretsin ki içeride yatan adam, benim kocam! Burak! Anlıyor musun Burçak içeride yatan ve yüksek ihtimal felç kalacak olan adam. Benim hayatımdaki tek şansım olan adam!"

 

Sessizliğimden bir şey çıkmayacağını anlayan yengem hastane adını vermiş ve abime bakmaya gideceğini söyleyip yüzüme kapatmıştı.

 

Mete'yi arayıp bugün ki planımızın iptalini söylemiş ve hastaneye gideceğimi de haber vermiştim. Lakin beni yalnız bırakmak istemediği için yanıma geleceğini evden çıkmamamı söylemişti. Neyse ki annemle beraber kalmıyordum. Yoksa nereye gittiğimi sorduğunda söyleyemediğim yalan huyum yüzünden gerçekleri ortaya döker ve kadının kalbine indirebilirdim.

 

Aradan geçen yirmi beş-otuz dakikanın ardından nihayet gelmişti. Arabaya hızlıca binmeyi kendime uygun bulup dediğimi yapmıştım.

 

Bindiğim gibi ise Mete destek vermek ister gibi ellerimi tutmuş ve abimin olayına vereceğim tepkiyi beklerken saniyelerdir aklımdan geçen tek şey abimi görüp yaşadığım olaylar yüzünden aksattığım ve bedelini en ağır şekilde ödediğim görevimin başına dönerek abimi bu hale getiren o dağ sıçanlarının kökünü kazıyacaktım.

 

Mete de bu arzumu hissetmiş gibi gazın dibine vurarak arabayı ağlatacak derece aldığı ivme sayesinde on beş dakikalık yolu neredeyse çeyrek sürede gelmiştik.

 

Hızla içeri girip araba işini Mete'ye bırakarak vezneye ilerledim.

 

"Burak Leman! Burak Leman nerede?" neredeyse bağırmamla kadın bana bir sakin ol der gibi bakıp önündeki monitöre dönerek "Kontrol ediyorum hanımefendi. İkinci kat ameliyathane." Demişti. Öğrendiğim yere hızla gidip kapının önünde ağlayan Müge'yi görmemle hızla yanına ulaştım. Beni gördüğü gibi sıkıca sarılmış ve omzumda ağlamaya başlamıştı.

 

"Durumu ne?" dediğimde kullandığım bu iki kelimeyi en son ne zaman kullanmıştım acaba... Sahi ya en son o beynini terörizmle yıkatmış kadın yüzünden ölen erimin durumunu sormuştum.

 

Ameliyathane kapısından çıkan doktorla hızla yönümü oraya çevirmiş ve sormaya korktuğum soruyu birinin sormasını beklemiştim.

 

Neyse ki beklediğim soru Müge tarafından sorulduğunda alacağım cevaptan korkarken belimi saran sıcak ve güvenli yuva korkumu çekip almıştı saniyesinde.

 

"Maalesef dediğim gibi hastamız geçici veya kalıcı olduğu saptanmaksızın felç durumunda. Kurşun sağ lobundan girmesine rağmen yapıldığı malzemenin içindeki kimyasal karışım kanına karışmış ve kas dokularını zehirlemiş. İyileşse bile maalesef bir daha işine geri döne-"

 

Dediğinde duyduklarım yetmişti. Kaybedecek bir saniyemin bile olmadığını fark etmeme. Ameliyathanenin önünden ayrılırken dakikalardır aklımda olan tek şey bunu abime yapanın şah damarına abimi felç bırakan zehrin on, belki de on beş katını karıştıracağım. Buna yemin ederim ki abime bunu yapan cezasız kalmayana kadar uyumayacaktım. Yemin ederim ki abimin iyileşmediği her gün o pisliğe cehennem azabı yaşatacaktım. Yemin eder- iç münakaşamı bölen fazlasıyla hoşnut olduğum ses

 

"Nereye Anka kızı?" diyerek sorduğu soruyla kısa bir an afallamama sebep olsa da hızla toparlanmış ve "Abimin canını yakanların cehennem ateşi olmaya." Cevabını almıştı sorusuna. Gözlerimde ki kararlılık onun gözlerine korku ve olası durumların hayalleri olarak yansımıştı adeta.

 

Yavaşça alnımı öperek " Sağ salim gelmen dileğiyle meleğim. Koruyucunun kalbi de, külleri de, ateşi de seninle. Sakın unutma ve kendine çok dikkat et." diyerek yapacağıma karışmamış aksine saygı duymuştu kararıma. Onun ruhundan aldığım cesaretle usulca veda ettim ona. Son olmayan tatlı bir veda...

 

" Söz veremem şimdi sağ olacağıma yanarken,

 

Canım bu defa daha fazla.

 

Ama şahit olsun ki bu yer gök bu defa,

 

Döneceğim er ya da geç sana, sevdama."******

 

 

Loading...
0%