Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9.Bölüm: Gerçeklerin Celladı Beynim Olmamalıydı...

@uykulupanda

Mete Çağın...

 

Üç hafta, on altı saat, on üç dakika, yirmi yedi saniye... hayatımdaki tek güzel şeyin, hayatını riske ederek hayatımdan çıktığı günün üzerinden geçtiği söylenen ama benim için bir ömürden uzun olan süre. Gelmesine kalan günler beklerken akıttığım gözyaşlarımdan fazlayken onsuz nefes almak çok zordu. Ah hele bir sapasağlam gelseydi. Bir daha benden gitmesine izin verebileceğimi sanmıyordum. Hoş benim yaramaz Anka Kızım, vatan aşkı söz konusu olduğunda kalbini kenara atarak hastası olduğum tapılası beyni ve mantıklı her bir hücresini tek tek dinlerdi.

 

Sahi eminim merak ediyordunuz Sevgi'ye ne oldu diye. Anlatayım hemen efendim. O gün arabadayken daha önce de bahsettiğim Sevgi'den hoşlanan arkadaşım Murat'a. Fakat ondan önce onun iyiliği için Psikolojik Destek Merkezi'ne çağrıda bulunmuştum. Sağ olsun orada çalışan arkadaşım da çağrıma yardımcı olmuş ve Sevgi'ye gerekli testlerin yapılmasını sağlamıştı. Testlerin sonucunda ise Sevgi'nin psikolojik bozukluk seviyesinin %73 e vardığını hamilelik olayının eski eşinden travma kaldığı anlaşılmış ve sevginin Destek Merkezi'nde kalması gerektiğine karar verilmişti.

 

Tabi buna en çok bozulan Murat olmuştu ama Sevgi'nin iyi olması için bunun olması gerektiğinin bilincindeydi. O yüzden aramızda herhangi bir kırgınlığa mahal vermemişti bu durum.

 

Sonuç olarak ise, Sevgi destek merkezinin daimi müşterisi olmuş ve Murat da Sevgi'nin daimi ziyaretçisi olmuştu. Tabi Sevgi hala kendini hamile sanıyordu. Fakat buna yapabileceğimiz bir şey yoktu o aksine inanana kadar.

 

Yine sakin bir klinik gününü daha sorunsuz bitireceğim derken gelen siren sesleriyle düşlerimi süsleyen ana tema yüz hatları göz kapaklarımdan akarca uzaklaşırken hızla odadan çıkıp acil girişin hastanenin içindeki kapısına koşar adımlarla ilerledim.

 

Ciddi anlamda meyve isimli hemşirelerin toplandığı klinikteki hemşirelerimizden olan Armut Hanım –baş hemşiremiz olur kendileri. Aynı zamanda da benim hakkımdakiler için annem... annemin ajanıydı- yanıma yaklaşıp "Hocam... bölmek istemem ama hastanın durumu kötü." Dediğinde aklıma birincil önceliğimin özel hayatım olmadığı geldi. En azından bu hastane sınırları içinde.

 

"Kadın hasta, yaşı kırkların sonu, ellilerin başı tahminen. Kimliği üzerinden çıkmadı. Yüzünün belirli bölgeleri yer yer kezzapla yakılmış. Vücudunda taciz ve zorla cinsel ilişkiye zorlandığını uğradığını belli eden darbeleri var. Ve..." konuşmasına ara verip duraksamasıyla ona dönmeden kadının kırıklarını ve darp izlerini kontrol ediyordum. Kıyafetleri yırtık pırtık ve çeşitli yüzeysel, derin kesikleri vardı. Özellikle kasık bölgelerindeki hasar ve göğüs kısımları çok fazla derecede zarar görmüştü. Kasıklarında tıpkı anneminkine benzer bir ben vardı. Bu bile kadına içten içe üzülmem için başlı başına bir sebepti. Kim bilir ailesi neler yaşamıştı kadının yokluğunda.

 

Devam etmediğini fark ettiğimde " Devam et lütfen Armut Hemşire." Diye devam etmesini telkin ettiğimde elimi tutan hastaya karşı şaşırsam da kendimi Armut Hemşirenin söyleyeceklerine odaklandım. Armut Hemşire derin bir nefes aldı ve bir çırpıda söylediği her kelime canımı daha önce hiç hissetmediğim kadar yaktı.

 

"Hocam... eminim sizin de dikkatinizi çekti durgunlaştınız. Sizce de kadının kasıklarındaki doğum lekesi ve göğsündeki yanık yüzünden fazla belli olmasa bile göğüs ortasındaki büyük ben Sevilay'ımla birebir değil mi? Bu kadar benzerlik saçma değil belki evet ama eğer dikkatli bakarsanız ellerinde yaralar olmasına rağmen sol elinin işaret parmağındaki vitiligo lekesi ve lekenin üstüne İtalyanca işlenmiş dövme her kadında olmaz."

 

Burçak Vatanoğlu...

 

Üç haftadır hatta üç buçuk haftadır dağda olduğumuz için kimse kimseyle konuşamazken herkesin içinde kiminin ağabeyi kiminin kardeşi olan Burak ağabeyimin yaşarken öldürülmesinin planlandığı ve bu planın sakatlık sonucu sekteye uğrayışının Burak ağabeyimi sakat bırakan bu plana karşı intikamdan doğan plan yeşermişti içimizde çoktan.

 

"Planı iyice anladınız değil mi asker?!" dediğimde sorgumu yanıtsız bırakamayacaklarını bildiğimden yüzüme yansıyan tehditkar gülümsemem ile cevaplarını bekledim.

 

Çok geçmeden hep bir ağızdan yüksek ve coşkulu sesle " Evet komutanım!" narasını duymak kulaklarımın pasını silmiş ağabeyimin olayının üstüne iyi de gelmişti açıkçası.

 

Gözlerimi diktiğim asker adını unuttuğumu fark etse de bozuntuya vermeden "Alper Hancı Ankara yirmi üç emret komutanım!" demişti.

 

"Asker sen planda benimle birlikte harekete geçeceksin. Gizlice içlerine sızıp baştaki şerefsizin başını yerinden oynatmadan dönmeyeceğiz anlaşıldı mı?!" diyerek yapması gerekeni anlatmıştım.

 

"Emredersiniz komutanım!" aldığım onayla yüzüme yerleşen halinden memnun hafif gülümseme tamamıyla gelecekte başıma geleceği bilmediğimdendi. Geleceği tahmin etme yeteneğim olsaydı eğer mektuplarımın hali nece olurdu Allah bilir.

 

Ama şimdilerimde ise göreve çıktığımda mektup yazdığım, ardımda bıraktığım kişiler -ki artık sadece biricik annem değildi-, sevdiğim ve hatta belki de babamla tanışan tek hoşlandığım erkekti.

 

"Keşke daha fazla zaman geçirebilseydik sevgilim."

 

Göreve her çıktığımızda yazılan vasiyet mektuplarımı her daim kısa tutardım. Bundan haftalar önce yıllardır beklediğim, kimi zamansa günümü hayalini kurarak kapattığım kahve gözleri görmeseydim yine kısa tutardım belki de kim bilir.

 

Mektuplarımı uzattığın gibi ömrümü de uzatabildiğini bilseydin keşke bir bakışınla.

 

Neden bunlardan bahsettiğimi merak ettiğinizi tahmin edebiliyorum. Merak etmeyin az sonra anlayacaksınız. Neden ölecekmiş gibi konuştuğumu. O halde gerçek bir askerin ölüme belki de daha kötüsüne giden yolunu aydınlatacağım sizler için...

 

Mete Çağın...

 

"Hayır... saçmalamayın lütfen o kadın annem olamaz." Tedirgin çıkan sesim ve cümle sonu sanki komikmiş gibi, girdiğim histeri şokuna bağlı olarak attığım kahkaha ile yavaş yavaş yere eğilmeye başladım. Ellerimle başımı destekliyorum ve bunun bir rüya olduğunu uyandığımda asıl rüyamla sarılacağımı hayal ediyorum.

 

Ama olmuyordu. Lanet olası gölgeler silsilesi yok olmuyordu. Canım acıyordu, hem de hiç olmadığı kadar acıyordu. Yanma hissi bedenimi terk ederken uyuşukluk hissi tüm hücrelerimi ele geçiriyordu. Uyumak istemiyordum. Hayır! uyumak son çarem olsun istemiyordum...

 

Yazardan...

 

Her yerin, her zamanın, her anının hatta belki de her kelimenin bile bir zamanı vardır kim bilir? Bunu tanımlayacak bir atasözü bile ortaya çıkmış geçmişte.

 

Ne demiş atalarımız "Olası ya da olacak her şer ve hayır kendi zamanını bekler."

 

Haklıydılar geçmiştekiler aslında her anın bir zamanı var demekte. Tıpkı Burçak' ı bekleyen trajedi ve Mete'yi bekleyen arbedenin zamanının gelip çatması gibi.

 

Yanına aldığı askeriyle örgütün yuva yaptığı dağın içindeki oyuk mağaraya girmeyi henüz başarabilmişti Burçak. Hızlıca ve içeride kimsenin kalmadığını umut ederek içeriyi gözden geçirdi. kimsenin olmadığına herkesin aşağıya çatışmaya indiğine karar vermiş olmalı ki arkasına döndü. Asıl amacı arkasına dönüp askerine 'giriyoruz' demekti oysa. Döndüğünde, döndüğüne döneceğine bin pişman oldu ancak geç kalmıştı.

 

Arkasında, yanına aldığı askerin, Alper'in az evvel ensesine tuttuğunu tahmin ettiği silahın, alnına denk geldiğini gördü. Kaşları çatıldı, gözlerinin rengi koyulaştı ve sesinden anlaşılan sinirine inat sakin kalmaya çalışan sesiyle " Ne yaptığını sanıyorsun asker?! Derhal kendine gel aksi halde ben getirirsem kötü olur!" dediğinde karşısındaki adam onu tiye alarak gülmeye başladı.

 

" Hayırdır 'komutanım' beni de babam gibi öldürecek misin yoksa? Ay çok korkmalıyım öyleyse. Ama ne yapacaksın işte hiç korkasım da gelmedi." Ne babasından bahsettiğini anlamıyordu Burçak.

 

"Ne babası? Neden bahsediyorsun sen!? Benim hangi askerimi bile isteye ölüme ittiğim görülmüş?!" Sinirliliği sesine yansısa da kendine hakim olmalıydı. Olmak zorundaydı. Her ne olursa olsun kendini kaybetmeden önce gözü dönmüş karşısındaki adamı haklamalıydı.

 

Alaylı ses kulaklarında yankılanan seslere karıştı. "Ne babası öyle mi? Saçmalıyorum öyle mi?! Şehit Piyade Er Mehsar Kolçak! Kastamonu! Hani şu aptallığın yüzünden ölen adam! Hani sırf senin "önemli" randevun için aldığın izin günü yerine geçen teröristlerin başındaki kaltak yüzünden ölen adam! Hani sırf komutanı sensin diye bizi görmeye gelemeyen adam!"

 

Oysa Burçak'ın Mehsar'ın bir ailesi olduğundan haberi yoktu ki. Mehsar karargaha geldiği gün kimsesizim demişti. Ki zaten bu yüzden Burçak'ın ekibindeydi.

 

"Emin misin? Benim tanıdığım Mehsar'ın ailesi ya da herhangi yaşayan bir akrabası yok. Yaşam bilgilerinde de eş, çocuk, aile ve akraba bölümleri boştu. Yanılıyor Olamaz mısın?"

 

Burçak'ın kendinden emin söyledikleri karşısındaki silahlı adamın daha da sinirlenmesine neden oldu.

 

"Ne saçmalıyorsun sen kaltak kadın! Senin orada burada sürtme sevdan yüzünden benim babam bir avuç kuru toprağa mahkum oldu! Ama şimdi de sıra senin." gülüyor. " Belki de şu Mehmet midir Mete midir her ne sikimse veda etmek istersin ha? Bak sen bana bu şansı tanımadın ama ben iyi biriyim sana bu hakkı tanıyacağım."

 

Kahkaha atıyor. "Gerçi annesinin o halini gördükten sonra konuşabileceğini sanmıyorum ama... dene şansını." Telefonunu çıkarıp birkaç numarayı tuşluyor. farklı bir tuşa basıp hoparlörü açıyor. Çalıyor...çalıyor...çalıyor cevap yok. Tekrar arıyor. Çalıyor...çalıyor...çalıyor yine cevapsız.

 

Attığı kahkahanın etkisinden çıkıp genç kıza doğru dönüyor ve sakince mırıldanıyor. "Ne yazık bak bu son hakkın. açmazsa öbür tarafa erken gitmiş olacaksın güzellik. Güzelde kızsın aslında. Hazır gitmeden benliğini de mi bozsam acaba? Senin gibi kızlar ilkini de saklar ne de olsa. Ama üzülme bak benden daha iyi ilk ve son olmaz." yaklaşmaya başlıyor. elindeki silah hala alnında.

 

Burçak ise çaresiz sesiyle az evvel duyduğunu sindirmeye çalışarak yargılar gibi soruyor. "Sen yaptın değil mi lanet herif?! Mete'nin annesinin ölümünde de senin parmağın var değil mi?! Allah belanı versin senin!"

 

Genç adam ise Burçak'ın yeni anlamış olduğu gerçeğe gülerek "Öldü demeyelim ama. Öyle güzel bir kadına emin ol kimse kıyamazdı. İlk birkaç gün yanındaydım. Şahsen ben bile zor dayandım. Mete'nin babası şanslı adammış doğrusu." Söylediklerini bitirdi ve Burçak'ı da bitirmek ister gibi sırıttı.

 

Daha fazla konuşarak zaman kaybetmek istemediği için silahının kabzasını genç kızın ensesinin biraz üzerine arka beynine doğru sertçe vurmuş ve yere düşmeden hemen önce kucağına almıştı.

 

"Seninle işim bittiğinde yaşayan ölü olacaksın nede olsa. Ölmen faydalı olmazdı zaten." Kurduğu cümledeki sert sesiyle erkeksi kahkahasını atıyor ve sonrası kız için karanlık...

 

 

Loading...
0%