Yeni Üyelik
22.
Bölüm

Final Bölümü: Üç Dakika Kırk İki Saniye.

@uykulupanda

Burçak Vatanoğlu Çağın...

 

Bize verilen görevimizden çoğu gitmiş azı kalmıştı. Burun buruna çatıştığımız kurşun sesleri son bulmuştu nihayet. Fakat şimdi ki görevimiz o kurşunların sahipleri olan dağ başlarını mesken tutup birçok güzel ruhun celladı olan teröristlerin inine girip, biz göreve gitmeden sadece iki hafta önce esrarengiz şekilde kaçırılan 12 kızlı erkekli karışık çocuk grubunu o lanet yerden çıkarmaktaydı. Pek tabi her ne kadar oraları temizlesek bile 30 kişiye yakın bir ekiple oraya gitmek riskliydi. Sonuçta orada hala birileri olabilirdi.

 

Çaylakları göndermek kendi ayağımıza sıkmak gibi olurdu doğrusu. Sonuçta onlar göreve başlayalı daha ne kadar olmuştu ki? Orta düzeydeki askerleri göndersek teröristleri üst komutanımıza teslim etme işi çaylak askerlere kalıyordu. Ki bu da riskli bir eylemdi. Netice de komutanımıza teslim edeceğimiz kişilerden ikisi Zeus'un kardeşi Anpu ve kızı Kuruşa'ydı. Her olası durumda da benim veya ağabeyimin burada kalması zaten imkansızdı. İkimizde bu görevin yönetici askerleriyken. Burada bekleyip bir sonraki adıma bizden alt seviye askerleri göndermek mantıksızdı. Yaklaşık yarım saat civarı süren toplantımızın ardından çocukları almaya gitmek üzere dört kişi kararlaştırmıştık.

 

Kalan yirmi iki asker teröristlerin başında nöbette kalacak ve son iki kalan asker ise komutanla ve aynı zamanda bizimle iletişim halinde olacaktı. Olası bir çatışma durumunda teröristlerin başında bekleyen askerlerden bulunduğumuz takviye yapılacaktı. Ben, ağabeyim, Kıdemli Er Alhan Alkan ve Kıdemli Er İlhan Sezgin ile birlikte dağa çıkıyordum.

 

Bebeğim henüz dört buçuk beş ay civarında olduğu için çok fazla karnım büyümemiş ve çok fazla zorlanmamıştım. Bugün bu görevi başarıyla bitirdiğimizde ise sonunda babasıyla hasretimiz son bulacaktı. Yaklaşık kırk - kırk beş dakika sonunda çıktığımız dağ ve vardığımız dağım içindeki mağaramsı yerden gelen ağlama sesleriyle doğru yerde olduğumuza emindim artık. Belimdeki silahımı elime aldığımda önce eğer içeride sadece çocuklar varsa korkutmamak için kafamı uzatmıştım. İçeriden beş altı yaşlarında bir çocuk beni gördüğünde korkuyla etrafındakilere bakıp "Yine biri geliyor. Yine dövecekler işte. Ben dedim size kurtulamayacağız." demesiyle ağlama sesleri daha içli olurken annelik iç güdüsünün verdiği duygusallıkla gülümsemiş ve onların duyabileceği sesle konuşmuştum.

 

"Ya sizi dövmeye değil kurtarmaya geldiysem küçük adam?" olabildiğince masum gülümsemiş ve içeri girdiğimde kapıya en yakın çocuğun boynundan bacaklarına kadar yer yer sıkı yer yer gevşek fakat kan izleriyle dolu halatı çözüp, minik kız çocuğuna abimi işaret etmiş ve size zarar vermeyecek dedikten sonra yavaşça ona doğru ilerletmiştim. Fakat kimisi susuzluktan ve açlıktan kıpırdayamayacak haldeydi. İçeriye bir askerin daha girmesi tehlikeli olabilirdi. Zira mağaranın bulduğun yer çatlamaya başlamıştı ve çok fazla ağırlık taşıyamayacak gibi görünüyordu. Hızlı hızlı ipleri kese kese beşinci çocuğu da abime vermiş ve altıncı çocuk için içeri dönmüştüm.

 

Benim içeri dönmemle arkamdan gelen patlama sesiyle içeri gelen tüm ışığın yok olmasıyla arkama dönmüştüm. Mağaranın girişi patlamıştı büyük ihtimalle. Fakat sorun şuydu ki bomba tespit makinesi daha bu sabah tamamen doğru çalışırken burada ve çevresinde hiçbir bombanın bulunmadığı verisini vermişti. Makine de asla hata olamazdı. Tabi kullanılan bomba makineye taratılan temel bombalardan veya temel bomba malzemeleriyle yapılan bombalardan farklı değilse. Şaşkınlıkla donakaldığım birkaç saniyenin ardından gelen sese odaklanmak zorunda kalmıştım.

 

"Sürprizimi beğendin mi asker?" kahkaha sesi. Ardından tekrar oynayan sesin devamı. "Bundan sekiz yıl önce bana ve anneme kurduğun tuzağa düşmek nasıl bir his Burçak Vatanoğlu? Ya da Burçak Çağın mı demeliyim? Her neyse sonuçta bugün ikisi de o küçücük mağaranın içinde cehennemin dibine gidecek. Sahi sen sormadan söyleyeyim istiyorum hayatım. Sevgili general Enis Batıkan sağ olsun bugün içeride ölüp gidecek olan sensin. Ah Burçak Vatanoğlu ah. Sen değil miydin ya etrafındaki her haini hissedip ayırt edebilen? Ne oldu o yetilerine sahi? Ah bingo! Mete Çağın tarafından evcilleştirilmiştin sen. Sahi Burçak biraz sonra öleceğin için bunu söylememde sakınca yoktur umarım ama o kadar aptalca bir aşk oyunu oynuyordunuz ki inan bana Burçak Vatanoğlu karakterine bürünmek ile midemi bulandırıyordu. Ah... hele o aptalın seni ben sandığı zamanlar başım derde girmesin diye peşimden sürekli gelip durması. Nesin sen Burçak? Kaçak suçlu mu? Polisinde Mete herhalde. Hayır sülük gibi yapışıyor çocuk bir huzur vermiyordu zaten."

 

Daha çok kendi kendine konuştuğu ses kaydında nereye takılacağımı şaşırmıştım doğrusu. Yedi yıldır altında çalıştığım generalimin hain çıktığına mı şaşıracaktım yoksa Kuruşa'nın -ki bu benim tahminim- Mete'nin gerçekten onu ben sandığına inanmasına mı? Abimin de bunu dinlediğini biliyordum. Muhtemelen, eğer buradan sağ çıkamazsam -ki çıkabileceğimi sanmıyordum- abimin bunu Enis Batıkan'ın yanına bırakmak şöyle dursun, Enes Batıkan'ı Türkiye nüfusundan sileceğine emindim. Ben herhangi bir tepki vermezken ses kaydı devam etti.

 

"İçeride yeni tip tam on üç bomba var. On iki çocuk ve bir asker. İçeridekinin sen olduğuna nasıl eminim biliyor musun Burçak? Çünkü bu dünya da senden daha aptal ve insan düşüncelisi yok tatlım."

 

Duyduğum metalik ses hiç şüphesiz Kuruşa'ya aitti. Fakat asıl sorun sesin kime ait olduğu değildi. İçeride söylediği gibi on üç bombanın olup olmadığıydı. Düşünmeme izin vermeden tekrar devam eden sesle istemsizce tekrar dinleme haline geçmiştim.

 

"Sekiz yıl önce annemi böyle öldürüp bir de ödül aldığını unuttuğumu mu düşündün seni aptal? Böcek gibi ezilerek ölmenin ne demek olduğumu yaklaşık üç dakika kırk iki saniye sonra yaşayacaksın Burçak Vatanoğlu. Tıpkı anneme yaşattığın gibi. O çocukların suçlusu da sensin Burçak. O gün, sekiz yıl önce o gün o soğuk karanlık yerde annemi nasıl yalvarttıysan öyle yalvaracaksın. O nasıl ki bu kadar kişiyi öldürmemen için yalvardı. Sende yalvaracaksın. Tabi dinleyeceğimi sanmıyorum ama. Bu arada eminim ki o sevgili askerlerin seni kurtarmaya çalışacaktır. Merak etme boşa uğraşmamalarını söylerim. Sonuçta hiçbir insan gücü kırk iki kat çeliği delemez öyle değil mi? Hadi sen biraz karanlıkta takıl. Unutma bak üç dakika kırk iki saniyen var. Süren başladı!" ve ses kesildi.

 

Burası karanlıktı ve telefonumun şarjı sadece %15 ti. Biliyorsunuzdur çoğu telefon şarj uyarısı yapılmışsa fener gibi özellikleri aktif etmiyor. Yani ışık sağlayabileceğim hiçbir aletim yoktu. Fenerim sabah bozulmuştu ve tamir etmesi için bir askere vermiştim. Hiçbir ışık kaynağım şuanda yanımda olmadığından ve söylendiği gibi metal bir hücrenin içerisindeysek silahımı ateşlediğimde kurşunun kalan çocuklara veya bana çarpması ihtimalinden dolayı burada öylece ölüp gidecektim sanırım. Tıpkı isminin anlamına aykırı olan kadın, Kuruşa'nın annesi, Züleyha gibi. Aklıma gelen tek şey arkamda bırakacaklarıma veda etmekti. Çocuklardan sadece ağlama sesleri geliyordu. Karanlık olduğu için bantlı ağızlarını bağlı bedenleri çözebilecek hiçbir becerim yoktu maalesef. İlk kez bu kadar çaresizdim işte.

 

Telefonumu açıp ekranın neredeyse sıfıra yakın parlaklığında kamerayı bulup ön kamerayı açarak video kısmında kamerayı başlattım. Derin bir nefes aldım ve dolu gözlerimin gözükmeyeceğini bilsem de kendimi tutarak neşeli tutmaya çalıştığım sesimle konuşmaya başladım.

 

"Merhabalar sevgili ailem. Sizi çok özledim. Hatta bebeğim bile daha tam tanıyamamış olsa da özledi. Biliyorum ben. Anneler hisseder derdi annem. Oradan biliyorum yani. Ama sanırım biraz daha ayrı kalacağız. Planlarım tutmadı. Biliyor musunuz ilk kez planlarım tutmadı." Artık tutamadığım yaşlarımla ağlamaklı sesimle konuşmaya devam ettim.

 

"Baba... biricik babam. Geride kalanın geride kalanlara bakma sırası sanırım artık sende. Sen sözünü tuttun, on yılda sürse bize, bana geri döndün ama galiba bu seferde sözünü tutamayan benim babacığım. Ela gözlü perini affet olur mu? Affedersin değil mi? Ne olursun affet babam. Senin tuttuğun sözümüzü bozduğum için anneme de sana da bu acıyı yaşattığım yaşatacağım için." Burnumu çekip tekrar konuşmaya başladım.

 

"Anne...annem babamla ortak göz bebeğim biliyor musun bebeğim beni hiç zorlamadı. Tıpkı bana çekmiş değil mi? Annesi gibi annesini hiç üzmedi ama galiba annesi biraz sonra annesini çok üzecek. Beni affedersin değil mi anne hep yaptığın gibi? Kızının annelik duygularının ağır basmasını affedersin değil mi? Çok canım yanıyor biliyor musun anne? İçimde hayat bulan minicik bir bebeğin son nefeslerini gök yüzüne bakarak değil de yine hayat bulduğu yerde verecek olması çok canımı yakıyor."

 

Yutkundum ve devam ettim.

 

"Baba, annem, ağabeyim, yengem, yeğenim yaşayan herkesim, her şeyim sana emanet. On yıl önce bana bıraktığın her şeyi tüm emanetlerini, belki biraz daha azdılar o zaman ama olsun. Sen babamsın baba. Benim yapamadığım yapıp onları yaşat tamam mı? Annem... sana karşı geldiğim her gün için özür dilerim. Ne olur affet beni olur mu? Baba, anne, bu kadar ağır bir yükle yaşayacağınız için çok ama çok özür dilerim."

 

Elimle gözlerimdeki ıslaklığı giderdikten sonra tekrar konuştum.

 

"Ağabeyim sen hep ağabeyimdim. Ama ne olur öldüğümde çok üzülme tamam mı? Dışarıda kalan sen oldun diye pişmanlık da duyma. Biliyorum üzüleceksin sataşacak biri olmayacak artık hayatında ama yeğenim ve olası yeğenlerim için devam et tamam mı? Gerekirse beni sil ama devam et. Söz ver. Devam et."

 

Vedalaşmam gereken sadece ve sadece iki kişi kalmıştı. Biri sol yanım, biri en yakınlarımdan biri. Her şekilde konuşmalarım boğazıma düğümlenecekti. En iyisi en kötüsünü sona bırakmaktı. İç çekmek ve ağlamaktan boğazıma yapışmış soluklarım arasından bir yeni nefes alma çabası göstererek konuşmaya başladım.

 

"Gonca, güzel kızım, biricik arkadaşım, liseden beri her an elinden geldiğince yanımda olduğun için, bana tüm o güzel anıları yarattığın, tüm güzel anılarımda olmaya çalıştığın için teşekkür ederim. Biliyorum ben asla ama asla seni sevdiğimi sana hissettiremedim Gonca. Benim için elbiseler seçtiğinde ne kadar minnettar olduğumu, hastalığına rağmen yanında olamadığım için koymadığın gönlüne ne kadar hayran olduğumu hiçbir zaman söyleyemedim sana. Dünyadaki en güzel kız kardeşin benim kız kardeşim olduğunu hiç söylemedim mesela. Affet beni Gonca. Affet beni nazlı kız kardeşim. Her acımda yanımda olan senin hiçbir acında yanında olamadığım gibi yenilerini de ekleyeceğim için affet beni. Yemin ederim elimde olsa böyle olsun istemezdim. Turhan doğarken, sen ölümle mücadele ederken, kalbin kırıkken, yalnızlıktan içine içine ağlarken yanında olamadığım için çok özür dilerim Gonca. Seni hep ihmal ettiğim için özür dilerim. Buna rağmen beni yalnız bırakmayışların için çok teşekkür ederim. Sen olmasan nişanıma da kot pantolonla giderdim ve kesinlikle Sevilay anne beni oğluna istemekten vaz geçerdi. İyi ki varsın Gonca. İyi ki arkadaşımdın. İyi ki eltimdin. İyi ki tüm en iyi arkadaşların yanından geçemeyeceği biriydin. Seni seviyorum Matem' in Yas' ı."

 

Hıçkırıklarım boğazıma düğümleniyordu. Şimdi ise sıra sol yanım ve göz bebeğimdeydi. Son kez yutkundum, son kez hıçkıra hıçkıra ağladım, son kez çaresiz hissettim, son kez başarısız oldum, son kez gözlemledim Dünya'yı ve son kez konuştum bu hayata.

 

" Mete... canımın içi. Bebeğimizi de beraberimde götürüyorum diye gönül koyma bana olur mu? Sana bir kere bile doyasıya babalığın, baba olmanın mutluluğunu, bana yaşattığın mutluluğu yaşatamadığım için affet beni sevgilim. Kalbini kıran şeyin yirmi yıllık bekleyişimize değmeyen bir buçuk yıl olduğu için affet beni sevgilim. Sevgimizin cesedi kalbine ve gözlerindeki mezarlığa gömüleceği için. Kalpler ölümün kefenidir sevgilim. İçindeki kirli kan çıktıktan sonraki kefenin beyaz renginde bile bulunmamaya yüz tutmuştur aslında ruhlarımızdaki kirli yaralar.

 

Özür dilerim sevgilim ruhunda kirli bir yara olarak kalıp kalbinin kefenine işleneceğim için. Doğum gününde öldüğüm, doğum gününde eve döneceğime dair verdiğim sözü tutamadığım için özür dilerim sevgilim.

 

Doğum günün kutlu olsun. Seni seviyorum Mete Ça-" cümlemin yarıda kalmasına sebebiyet veren şey hayatımı da yarıda bırakmıştı...

 

Mete Çağın...

 

Ölümle çalan bir telefon... içimizden çekilen ruhlarımız... adalet neydi ki Allah aşkına? Adalet kalıbı, çok sevdiğiniz uğruna canınızı bile verebileceğiniz dünyalar güzeli karınızın karnında bebeğiyle patlayan on üç bombanın ardında paramparça olup tanınmayacak hale gelmesi halinde bile teşhis için önce karargahın morguna çağırılmak, sonra hastanenin morguna nakledilmesi için anlaşma imzalanması mıydı? Allah aşkına kaç adam sevdiği kadının bir grup orospu çocuğunun oyuncak niyetine oynadığı bombalarla öldüğü haberini sevdiği kadın akşam gelecek diye yemek hazırlarken alıyordu? Ya da kaç kadın bu hale gelene kadar ardı ardına çelik bir kutunun içinde patlatılıyordu? Ya da kaç kadının karnındaki yeni yeni oluşumunun sonuna doğru giden bebeği morgda paramparça ve ölü oluyordu?

 

Ya da hangi adalet eşini vatanı için kaybeden bir adama eşinin son videosunu son iki yüz yirmi iki saniyesini, delil diye sadece bir kez izletip dava dosyasına alırdı? Hayatıma on iki yaşımdayken giren küçük kızın vedası, gerçekten de özür dileyerek mi sıyrılırdı sevdasından?

 

Allah aşkına hangi adam sevdiği kadından geriye kalan birkaç cümleyi ömrünün sonuna kadar tekrar tekrar dinlemek varken sadece kulaklarına kazınanla yetinmesini bilmeye çalışırdı?

 

Ben Mete Çağın. Yaşamaktan ilk kez nefret ettiği tarih on altı ekim. Doğum günü olarak ona verilen tarih aynı zamanda kalbinin atma sebebi olan kadının ondan gittiği gün olan Mete Çağın.

 

Ben Mete Çağın. Otuz ikinci yaşıma baba olarak girmek yerine sevdiği kadın ve sevdiği kadının karnındaki bebeklerinin parçalara ayrılmış cesedini elleriyle kandan temizleyip, kefene sarıp mezara koymuş Mete Çağın.

 

Ben Mete Çağın. Yirmi yıl boyunca ayrı kaldığı küçüklük aşkı küçük kızına, yetişkin bir adamken de aşık olmuş ve yine o aşkla kendini de o küçük kızla beraber o dikdörtgen çukura gömmüş Mete Çağın.

 

Ben Mete Çağın. Eline teşhis ettiğinde verilmiş, askerlerin her görev öncesi yazdığı mektuplardan tam yirmi bir tanesiyle ağlaya ağlaya morgdan çıkmış Mete Çağın.

 

Ben Mete Çağın. Sevdiği kadının cildindeki toprak kokusunun yerine morgda yoğun kan kokusuna rağmen cildinden yayılan ölümle karışık, amber kokusunu soluyarak soluduğu son koku olmasını dilemiş Mete Çağın.

 

Ben Mete Çağın. Sevdiği kadını esir bırakmak zorunda kaldığı dikdörtgen, topraksız, soğuk boşluğa bıraktığı andan beri soluklarının son bulmasını dileyen Mete Çağın.

 

Ben Mete Çağın. Küçük kızını tanıdığı karargah bahçesinde morgdaki parçaların sevdiği kadına ait olduğunu teşhis ettiği için kıpkırmızı yüzüyle tanıştıkları eski banka oturmuş kanayan yaralarını saramayacak kadar yorgun Mete Çağın.

 

Ben Mete Çağın. Sevdiği kadını, nefret ettiği o iki dakikalık bir habere konu edip beş dakikalık sahte bir acıyla televizyon ekranlarına gömülmesine sesini bile çıkaramayacak kadar kendinden geçmiş Mete Çağın.

 

Yazardan...

 

Oyun bitmişti. Rüya son bulmuştu artık. Mete Burçak'ını ebediyete, Burçak Mete'sini yaşamına gömmüştü. Kadın gitmişti. İsteyerek veya istemeyerek gitmek zorunda kalmıştı ya da bırakılmıştı. Elbette ki bu gidiş o kadar basit karşılanmamıştı. En başta Mete olmak üzere hayatındaki herkes için yıkım olmuştu. Özellikle ardında bıraktığı veda videosu ailesi ve eşinin onayı olmamasına rağmen sosyal medyaya yayılmış ve büyük ilgi toplamıştı. Ne komikti ki video yayılmadan önce Burçak'ı tanımayan insanlar bile onun ve onunla beraber ölen çocuklar için her yıl on altı ekimde tüm Türkiye genelinde yas ilan ediliyordu. Aslına bakarsanız bir bakıma on altı ekim vatanı için ölen tüm şehitlerin anma günü haline gelmişti. On altı ekim günü sabah saatlerinde mevlit yemekleri hazır edilir, camilerden selalar okutulur hale gelmişti. Asker ailelerin yasına destek olmaya, "Bizde sizinle beraber yastayız.", "Acınızı anlıyoruz." Demeye gelmesi için ise o gün yapılan yemek ya da yemekler o gün yemek yiyememiş ihtiyaç sahiplerine ve şehit evine giderdi. Öte yandan Burçak'ın yakınları, hayatındaki insanlar içinse kelimenin yalın haliyle yıkıma maruz kalmışlardı.

 

Burak Leman, ağabeyi, kız kardeşinin, biriciğinin videosunu izlemiş bile olsa bir daha askerliğe dönememişti. Tekrar kaybetmekten korkuyordu. Tekrar birini kardeşi gibi görmekten.

 

Oflaz Matem Ayyıldız, yengesinin gidişinin ardından bir daha hiç espri yapmadı. Hayatı boyunca. Bir daha hiç içten gülemedi. Gülerse yengesinin kaybettiği yıllarına, yaşamına saygısızlık yapacağını düşündü.

 

Gonca Yas Ayyıldız, bir daha kimseyle arkadaş, kardeş olamadı. Tekrar kaybetmekten korktu.

 

Tarhun Ayyıldız ve Türkhan Leman, hiçbir zaman teyze ve halasını tanıyan kişiler olamadılar. Tarhun teyzesini kaybetti o yaşında Türkhan' sa halasını.

 

Alphan ve Aybüke Vatanoğlu, tek çocuklarının paramparça halini görüp toprağa gömerek hayatlarını en kötü gününde anne ve baba kişiliklerini de gömdüler. Gömmek zorunda kaldılar. O günleri kalan hayatları boyunca aşamadılar. Ama yaşamaya devam etmek zorunda kaldılar. Zorunda bırakıldılar. Burçak'ın ardında bıraktığı mektupları ve videosu onların ayağa kalkmasını zorunlu kıldı.

 

Sevilay ve Devrim Çağın, bir daha oğullarının güldüğünü göremediler. Ne yaşarken. Ne de ölüyken.

 

Toprak Çağın, ne dünyaya gözlerini açabildi, ne anne babasıyla, ne de kendisiyle tanışamadı.

 

Şüphesiz ki en büyük yıkım Mete'nindi. Yirmi yıldır beklediği ilk aşkı, bir anda hayatından kaybolup gitmişti. Burçak'ın gömüldüğü ilk gece mezarın başında kalmıştı. Yarım saat aralıklarla "Bir masalı ancak kan bozardı sevgilim. Uyan artık büyü bozuldu." Dese bile sevgilisi uyanmamıştı. Mete Çağın bir daha asla Burçak'ın ela gözlerini görememişti. Bir daha asla toprak kokusunu soluyamamıştı. Bir daha asla onun güzelliğine uyanamamıştı.

 

Burçak'ın gidişi belki de ayrılışlarına yenisini eklemişti. Ama bu Mete için öyle değildi işte. Mete için Burçak'ın bu gidişi onun son buluşuydu. Geldiği uçurum kenarında birbirleriyle kavuştuktan sonra Burçak'ın yazdığı son ve yirmi birinci mektubuyla duruyordu öylece. Hava fırtınalıydı. Ama ne hikmetse yağmur yağması gerekirken yağmıyordu. Kuru rüzgar Mete'nin göğsünü yakan acıdan daha az acı vericiydi. Oturduğu uçurum kenarında yanında rüzgardan tıngırdayıp duran içki şişeleriyle oturmuştu bir başına. İçkiden nefret eden o çocuk, sevdiği her şeyin gittiğinin bilincinden yok olmasını dileyerek şişelerin dibini getiriyordu. Canının acısını nefret ettiği şeylerle kapatmaya çalışıyordu çaresizce. Fakat ne yaparsa yapsın, ne kadar içerse içsin, içindeki yangın dinmiyor, Burçak'ın öldüğü gerçeğini atlatamıyordu.

 

Elindeki içki şişesini uçurumdan aşağı bırakıp Burçak'ın ona yazdığı son satırları okumaya karar verdi.

 

Elindeki siyah zarfa son temas edenin o olduğunu bilerek zarar vermekten korkar biçimde açtı ve okumaya başladı yer yer göz yaşından mürekkebi hafifçe dağılmış mektubu.

 

Merhaba sevgilim... geçmişten bugününe gelmek için biraz nostaljik bir yöntem seçtim sanırım değil mi? Ama biliyorsun hep biraz modası geçmiş olan şeyleri severdim. Şimdi ise, ki tahmin ettiğim kadarıyla zamanın en büyük oyunu bizim için oynanmış, ve ben bu tek kişilik oyunumuzda kaybetmişim sevgilim. Hissediyorum biliyor musun? Bu kez derinden hissediyorum. Tuhaf ama içimde bir yerde ölümün çığlıklarının sessiz sessiz gün yüzüne çıktığını hissediyorum. Ama senin duymanı istemiyorum ki gidişimi. İçimdeki çığlıklara inat yeşeren minik bebeğimiz bile sessiz o çığlıklara karşı sevgilim. Sana belki de son kez sevgilim hitabını kullanıyorum henüz nefes alırken. Veda etmenin ağırlığı önce ruhuma, sonra hitaplarıma ve belki de en yaralayıcı haline bürünüp sözlerime ve içime işlemiş. Ölümümün soğukluğu bedenimden çok bedenine işlemiş gibi hissediyorum sevgilim son günlerde. Sarılmalarımız son temaslarımız gibi sanki. Kalp atışlarım düzensiz ayrılığımızın habercisi gibi. Günlerdir bunu düşünüyorum sevgilim. Hani soruyorsun ya neden durgunsun diye ölmekten korkuyorum sanırım sevgilim. Ölmekten ölesiye korkuyorum. İnsan kaybedecekleri arttıkça korkarmış sevgilim. Ben tüm hayatımı, seni kaybetmekten korkuyorum. Bebeğimizin doğum gününün annesinin ölüm günü olmasından korkuyorum sevgilim. Gittiğim her görevde senin kalp atışlarını unutuyorum sevgilim. Çok korkuyorum Mete. Çok korkuyorum sevgilim. Bunun bizim için adil olmadığını iliklerime kadar hissediyorum sevgilim. Belki de şuan cansız bedenimin önündesin. Belki de bir uçurumun kenarında kendine son vermek istiyorsun bilmiyorum. Ama ne olursun yaşa sevgilim. İçindeki aşk sana yeni bir hayat versin. Biliyorum bunu istemek çok zor sevgilim ama kalbin bu defa doğru kişi için atsın. Beni hayatından sil. Söylemenin kolay olduğunu düşünüyorsun biliyorum. Ama kim sevdiği adama ölümünden sonra başkasıyla evlenmesini mutlu olmasını hiçbir şey olmamış gibi öğütler ki? Ben öğütlüyorum sevgilim. Bebeğimiz bu dünyada babasıyla mı kalmak ister annesiyle gelip babasını daha çok üzmeyi mi seçer inan bilmiyorum ama her ne olursa olsun ne olursun peşimden gelme. Benim Mete'm dünyadaki en güçlü ve en duygusal insandır. Ölüm bizi ayırmaz sevgilim. Bizi ayıran aşkımız. Biliyorsun her zaman, her inançta sevilen insanlar erken gökyüzüne giderler. Benim gökyüzüm senin gözlerin sevgilim. Ama oraya beni gömersen o acı kalbine işler. Ne olursun kalbinde yara olarak kalmayayım sevgilim. Ne olursun kalbindeki pişmanlık olmayayım. Ne olursun...

 

Affet beni sevgilim biraz daha yanında kalamadığım için...

 

Affet beni sevgilim biraz daha beraber yaşayamadığımız için...

 

Affet beni sevgilim beni en güzel gökyüzüne gömmeni istemediğim için...

 

Affet beni sevgilim sana o kadar az seni seviyorum dediğim için...

 

Affet beni sevgilim bu kadar çok hata yapıp hala af dilediğim için...

 

Seni çok seviyorum Mete Çağın

 

Seni çok seviyorum Mete Çağın

 

Seni düşünmekten aklımı yitirecek kadar seviyorum Mete Çağın...

 

~Burçak Vatanoğlu

 

Mektubu okuduktan sonra ne yaptığı ne yapacağı ise tamamen muammaydı aslında. Çünkü Mete Çağın asla tanımı yapılamayacak biriydi. Mektubu okuduktan sonra güçsüz ve yıkılmış tarafına yenik düşüp oradan atlayabilirdi, ya da içindeki Burçak'la yaşamaya devam da edebilirdi. Bu tamamen Mete Çağın'ın ve Burçak' sız bırakılan ruhunun, aklının, kalbinin elindeydi.

 

Yazar Köşesi: Herkese merhabalar tekrar ve buradan son kez. Okumuş olduğunuz bölüm Toprağın Burçağı masalımızın son satırlarıydı. Biliyorum, son bölüm aklınızı, mantığınızı ve kalbinizi kırdı. Fakat şunu söylemek istiyorum ki;

 

Toprağın Burçağı, kiminin kalbinde yara, kiminin yarasına merhem olacak bir kurguydu benim için. Ha senin için ne oldu derseniz, benim için her ikisi de oldu. Burçak'ın ölümüyle yıkılan Mete, benim yaram oldu. Henüz on altı yaşında olmama rağmen yazdığım birkaç, belki de birçok hataya sahip bölümleri hissederek okuyan sizler ise, bu kurgunun benim açımdaki merhemiydiniz.

 

Siz sevgili okurlarım, Toprağın Burçağı' nın sizler için ne olduğunu benimle paylaşır mıydınız? Mete'nin mi Burçak'ın mı sizi daha çok etkilediğini, kalbinizin hangi veda için daha çok yandığını, kurgunun bittiğiyle ilgili ne düşündüğünüzü benimle paylaşır mısınız?

 

Yeni kurgularımda görüşmek dileğiyle sevgili Toprağın Burçağı' nın kalp içleri...

 

 

Loading...
0%