Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Ölüm

@vaelight

Bölüm müziği: dolu kadehi ters tut / Gitme.


2. BÖLÜM


"ÖLÜM"


Yaşamak ne demekti ? Ya hayat , hayat ne demekti ? Hiç... Benim için bir hiçti.


Sessizliğe bürünmek, sessiz olmak. Bunlar beni yoruyordu. İçimdeki o ateşi bir türlü söndürememek zoruma gidiyordu. Az kalmıştı hemde çok az...


İstanbul'un hırçın dalgalarının tam karşısında durmuş kimi zaman boynumu aşan o dalgaların tam karşısında duruyordum. Yine kendimi öldürmüyordum ama belki bir anlık bir şey olur da ölürüm düşüncesiyle burda durmuş bekliyordum.


Kısacası ölüme gitmiyordum ölümün bana gelmesini kolaylaştırıyordum. Sahilin en başlarında mutlu aileler huzurlu insanlar duruyordu. Hava soğuktu evet ama yinede gelip deniz havasını almak istiyenler oluyordu.


Yalnızca ben denizin içindeydim üzerimde hala izi geçmemiş olan kanlı bej kaban duruyordu. Üzerindeki iz hiç gitmiyordu. Belki de gitmisti ve ben öyle hayal ediyordum. İnadına inadına gitmiyordu -ki zaten ben de o ölüm izlerinin gitmesini istemiyordum-. Canımı yakıyordu hemde çok ama yinede umrumda olmuyordu canımın yanması.


İşte en kötüsü de buydu.


Arkamdan dalganın sesi yüzünden bana bağıran Ozan'nın sesini işittim. "Sen kafayı mı yedin? Ne yapıyorsun?" Diye bağırdı bana. Gülerek cevap verdim aynı zamanda da bağırıyordum.


"Bilmem belki de kafayı yemişimdir" Ozan yavaş yavaş bana doğru geldi.


"Azra" dedi mahcup bir sesle. "Özür dilerim." bu cümlesi üzerine ona döndüm. Oda ıslanıyordu ve ben onun hasta olmasını istemiyordum en azından herşeye rağmen.


"Özür falan dileme Ozan." Dedim ve denizin içinden çıktım. Saçlarımın uçlarından sular akıyordu ki bu umrumda bile değildi. "Azra yemin ederim sana söyleyecektim ama Yam-" onun ismini söyleyecekti ki yüzümü ona öyle sert döndüm ki sustu.


İsmi, duruşu, kokusu, gözleri hala aklımdaydı. Ama ben yine de ismini dudaklarımın arasına almak istemiyordum.  "O istemedi yemin ederim güya kendisi dünyanın en kötü insanıymış bana hep öyle dedi"


Anlamayarak ona baktım. "Ne diyorsun sen Ozan?"  Ozan ise yanlış bir şey söylemiş gibi yüzüme baktı. Kaşlarını çattı.


"Azra sen evde bana bağırdın ya sonra çıkıp gittin. Başkan bana dedi ki," onun ismini söylemiyordu bunu neden olduğunu bilmiyordum ama Başkan derken bile içim de bir yerde intikam ateşleri daha da çok artıyordu.


"Hassiktir öyle bişey yoktu dimi yalan yine yalan söyledi ve ben yine mal gibi inandım" dediği zaman yüzüne baktım.


"Ozan ne diyorsun sen ne oldu?" Ozan bana baktı ağzını oynattı birşeyler söyleyecekti ki arkadan biri bağırana kadar.


"Başkan sizi bekliyor bir saate buraya gelsinler dedi." Yüzümü o tarafa döndüğümde Ali'nin yüzünü gördüm. 


"Geliyoruz Ali!" Dedi Ozan hemen.


"Bekle bekle Ozan neler oluyor benden ne gizliyorsun?" Ozan'a sorgular bir bakış atarken.


"Hadi Azracım bak bizi bekliyorlar gidelim biz dimi?" Dedi ve derken elini Ali'nin omzuna attı ve gitti.


Sahilin biraz ötesinde duran Range Rover'e doğru gittiler. ben ise onlara söylene söylene yürüdüm.


Bu sabah uyandığımda çeteye yeni birinin geleceğini öğrenmiştim. Tabiki buna sinirlenmedim taki bu gelen kişinin Yaman yerine geldiğini öğrenene dek. O kişinin yeni görevi eskiden Yaman'ın yaptığı görevle aynıydı. Üstelik çeteye geleceği bir haftadır belliydi ve bir tek ben bilmiyordum.


Ozan bunu benden gizlemişti.


Ozan bunu neden gizlemişti?


"Azra sen üşümüyor musun?" Bu sesle tüm düşüncelerimden uzaklaştım. "Ha efendim?"


"Diyorum ki çok ıslaksın üşümüyor musun?" Hafif bir şekilde gülümsedim "yok üşümüyorum." başımı tekrar cama çevirdim. Yolu, insanları izledim sessizce.


Araba durdu ve ilk inen ben oldum, hemen yanlarından ayrılıp arka kapının olduğu sokağa doğru yürüdüm. Herşeyin gerçekleştiği o sokak. Hayatımın en berbat cinayetinin olduğu o sokak. Tüm ruhumun kopup gittiği o sokak. Tüm duygularımın yok olduğu o sokak.


O yere baktım bizim diz çöktüğümüz o yere. Bizi gördüm ikimizi. Ben ve Yaman'ı ama bu sefer iki küçük çocuk vardı orda.


Bizim küçüklüğümüz. Mutlulardı, gülüyorlardı sonra orada oturan küçük kız benim küçüklüğüm Ozan'ın elinden bir kutu aldı sonra Ozan'a sarıldı. O an o sarılışı hissettim.


Ben o hayali hissettim.


Hayaller hissedilirdi...


Aklıma o kutu geldi, siyah kutu. Sonra Yaman'ın odası. Bu gün gelecek kişi artık orada kalacaktı. Normalde Yaman öldükten sonra o odada hep ben kalmıştım. Bir an tüm hızımla eve girdim. Gerçi burası bir ev değildi bile.


Koşarak o odaya girdim. Karşıma bom boş duran bir oda çıktı ve benim bağırışlarım. Ozan odaya girdi bana birşeyler söyledi benim ise yalnızca ağzımdan o sözcükler çıktı.


"Özür dilerim Yaman seni saklayamadım"


Ozan bana bağırdı. Önce "Azra ne oldu?"  ben cevap vermedim.


"Azra bağırma bak yine aynı şey olacak." Dediğinde öfkeli yüzümle ona baktım.


"Umrumda mı!" Bağırıyordum ve sesim boş odada yankı yapıyordu.


Ozan bana üzgün bir şekilde baktı. "Ozan" dedim "eşyalarım nerede?"


"Şey...Yan odada. bir de-" ona baktım.


"Bir de ne?"


"Bir de bir kaç eşyanı attılar çöpün önünde." yerimde durdum sessiz sessiz baktım. Nefes dahi almadım.


"Hangi eşyalarım" dedim sessim titrerken.


"Bir kaç kutu" kulaklarım da çınladı bu cümle.


Bir kaç kutu....


Kaç kutu...


Kutu...


Hızla odadan çıktım. Bir an öyle hızlı çıktım ki bir şey yere düştü küçük hir ses çıktı ama bakmadım. Aşağıya iner inmez çöpün önündeki karton kutuya koştum. Siyah kutu yoktu hiç bir şekilde yoktu. aradım ve bulamadım. Merdivenleri yavaş yavaş çıktım ve benim olacak o odaya girdim.


Üzerimi değiştirdim, ellerim titriyordu. Ellerim yine titriyordu...


Kapıyı üzerindeki o kilitle kitledim. Masanın üstüne baktım. Nasıl yaptım bilmiyorum ilk defa bu kadar çıldıracak raddeye gelmiştim bağırarak masanın üzerindeki cam sürahiyi duvara fırlattım. Şişelerin kırılma sesi yerde parçalanmış camlar. Bir saatten fazla orada durdum. Bir kaç kez kapı çaldı ama hiç duymadım. Yada duymak istemedim...


Yerimden kalktım çıplak ayaklarla o kesik camlara bastım. İki saatir aralıksız çalan kapıyı açtım. Tanımadığım bir yüz. Ama elindeki şey bu hayatta asla unutamayacağım bir şeydi.


Siyah kutu


"Bu... Bu kutu benim " dedim kayıp oyuncağını bulan çocuklar gibi.


"Ayakların kanıyor!"


Kutu" dedim dişlerimi sıkarak "benim!"


"Kutunun senin olduğunu biliyorum. Kapının önündeydi" dediğinde öfkeyle yüzüne baktım.


"Ee o zaman ver ve git!" Kutuyu hızla elinden aldım.


Kapıyı tam kapatıyordum ki kapıyı tuttu. "Ne yapıyorsun sen?" diyerek bağırdım.


O ise umursamaz bir sesle "babam çağırıyor" dedi ve gitti.


Babam mı? Bu kimdi. Kutuyu hızla açtım içine baktım her şey tamdı hiç bir şey kaybolmamıştı.


Bir şey hariç.


Bileklerime baktım bilekliğim yoktu. Yaman'ın bana yıllar önce kurduğu o cümle geldi aklıma.


"O kutu odamda yatağımın altında oranın içindekiler ve kutu artık senin sana ait "


dedi canım acıdı yine.


"Birde odada masamın üstündeki ceketimin cebinde tahta bir kutu ve bir kağıt var onlar da senin hiç bir zaman kaybetme . O kutudaki şeyi hiç kaybetme eğer hep sende kalırsa bilki o zaman ben yaşamış olurum"


Ayaklarımda hissettiğim acıyla yutkundum ve ayaklarıma baktım. Kanıyordu. Eğildim ve ayaklarımın altına baktım. Dolapta duran sargı beziyle ağlaya ağlaya sardım ayaklarımı. Kendime her defasında zarar vermeye alışmıştım, sonra oturup o yaraları sarmaya da.


Tek bir sorun vardı... o yaralar iyilesmeyecek kadar acıydı...


***


Minik bir kelebek simgesi olan o bileklik yoktu hiç bir yerde yoktu.


Sessice tüm koridoru kontrol ettim. Ama yoktu.


Karşıda elindeki bir kaç kağıtla Başkanın odasına doğru ilerleyen Kerim'e baktım. Çeteden biriydi.


"Kerim gel buraya." Sesimi duyduğu an dönüp bana baktı ardından bana doğru geldi.


"Buyrun." Dedi önümde dik durarak.


"Başkanın yanına mı?"


"Evet." Dediğinde elindeki kağıtları aldım.


"Sen bunları bana ver, bilekliğimi düşürdüm eve de arka sokağa da bak bulup bana getir."


"Ama Azra han-"


Ciddi bir ifadeyle baktım yüzüne. "Aması falan yok Kerim git ve ara!"


"Peki." Arkasını dönüp gitti.


Başım dimdik bir şekilde başkanın yanına ilerlerken aynı zamanda da belki bilekliği bulurum diye yere bakıyordum. Bir an anlım öyle sert çarptı ki elimi Anlıma koyup geriye adım attım.


"Önünüze bakmayı ben mi öğreteceğim?" Çarptığım kişiye baktığımda az önce gördüğüm adam tam karşımdaydı. Kahverengi gözleri, dağınık kumral saçları ile yüzüme baktı.


Bakışları farklıydı...


"Aynı yere gidiyoruz." Dedi başkanın odasını işaret ederek.


Siyah büyük kapının önünde durduğumda derin bir nefes aldım ve verdim. O da arkamdan geliyordu.  Nefesimi verirken tüm Ruhumda gitti duygusuz bir sekilde kapıyı hiç çalmadan içeriye girdim. Arkamdan o da içeri girdi. Büyük ihtimalle görevler için getirilen adamlardan biri olacaktı.


Başı masanın üzerindeydi benim geldiğimi bildiği halde "kapıyı çalmayı bilmiyor musun?" Dedi.


Ben ise hiç bir cevap vermedim.


Sessice bana bakmasını sağladım.


"Ah Azra seni görmeyeli uzun zaman oldu." dedi pişkin pişkin gülerek.


"Uzun zaman?" Dedim sorarcasına "alt tarafı 3-4 saatir görmüyorsun."


Elimdeki kağıtları masaya bıraktım, kağıtları sormadı.


Güldü bana baktı yine ne diyeceğini elbette biliyordum.


"Ne oldu beni çağırmışsın." dedim o ise tabi ki de beni şaşırtmadı.


"Yarın bir işin var"


"Ne işi?" dedim. Ne işi olduğunu biliyordum yine her zaman ki görevlerdendi.


"Geçen hafta bir olay oldu ama burada değil. Kırşehir'de bir cinayet." Sabit bir yüzle ona baktım anlatacaklarını bekliyordum.


"Benim tanıdığım biri bu cinayeti işledi. Ama işin garip yanı hiç bir şey yapmadılar yani şikayet etmediler."


"Ee ben ne yapacağım?" Dedim ve anlatmaya devam etti.


"Şikayet etmeyen adamları çok iyi tanıyorum yarın öbür gün bizim başımıza çok kötü şeyler gelebilir." güldüm tabiki yine güldüm.


"İşimizi garantiye alalım."


"Ne yani biri cinayet işledi sonra bu ölen kişinin adamları sizi şikayet etmedi ve sen de benden bu şikayet etmeyen. Seni affeden insanları öldürmemi istiyorsun." Dedim "kısacası korkuyorsun."


Gözlerini kıstı ve yüzüme baktı yalandan güldü. "Göreve tek gitmeyeceksin." Eliyle arkamı gösterdi.


"Sen ve oğlum Alaz gideceksiniz."


Yaman'a oğlum diyordu. Ona oğlum diyordu. Sabah Yaman'ın yerine gelen. Kutumu alan o adam. Alaz. Böyle bir adamın oğlu mu vardı?


Böyle iğrenç bir adam baba mıydı?


Elini bana uzattı "ben Alaz memnun oldum." Dedi bu ses kulaklarımda çınladı hiç bir cevap vermeden odadan çıktım.


Odadan çıktığım gibi evden de çıktım.


O sokak çıktı karşıma benim hiçliğe gitmemin sebebi olan o sokak. Orayı da geçip gittim. O sokak boyunca yürüdüm. Yorgun gözlerle etrafıma bakarken aynı zamanda İnsanların beni izlemesi, beni görmesi, umrumda dahi değildi - ki zaten buralar tenha yerlerdi-


Hava soğuktu, rüzgar sert esiyordu, şimşek çakıyordu. Yağmur yağacaktı birazdan.


Biraz yavaşladım ve o terk edilmiş çocuk parkının tam önüne durdum. Bizim parkımızın...


Yıkık dökük olan o duvarı aştım ve parkın içine girdim. Parkın tam ortasında duran çınar ağacının önünde durdum.


Bir kaç dakika sonra bir hareketlilik hissettim. Ozan gelmişti biliyordum ama yüzüne hiç bakmadım.


"Tahmin etmiştim." dedi. Yüzüne baktığımda "neyi?" Diye sordum ruhsuz bir sesle.


"Buraya geleceğini."


"Ne zaman gözlerin dolsa, hayal kırıklığına uğrasan, yada bir ihtiyacın olsa her an her saniye buraya geliyorsun." Dedi.


Hüzünle gülümsedim ve ona baktım. "Çünkü burası benim yarım kalan tarafımı tamamlıyor." dedim "kısa süreliğine tabi."


Güldüm ama Ozan gülmedi biliyordu, biliyordum bu gülünecek bir şey değidi. Acı doluydu ama ben gülüyordum.


"Burada birlikte oyunlar oynuyorduk. Ağlayıp buraya geldiğimde Yaman da benimle birlikte ağlıyordu." dedim "biliyor musun Yaman ilk defa bana sırlarını anlattı, bana güvendi." dedim hüzünle.


Ozan hızla bakışlarını kaçırdı, şaşkınca önüme döndüm. "Biliyorum Azra biliyorum..." Dedi derin bir nefes aldı ama titrek bir şekilde geri verdi. Hala beni affetmiyordu biliyordum. Yaman'ı onun gözü önünde öldürmüştüm.


Kaç kere ben seni afettim Azra dese de inanmıyordum. Ölüm affedilecek kadar basit bir şey değildi. Bir zehirdi, acıydı...


"Bir keresinde Yaman şu salıncakta çok hızlı sallanıyordu diye korkmuştun." Dedi gülümsedim ve gösterdiği kopmuş olan o salıncağa baktım. "Hatırlıyorum." dedim. "Sonra sen korktuğun için seninle dalga geçmişti"


O an tekrar o salıncağa baktım. Bu sefer hem ozanın anlattıklarını dinledim hem de o an orada bizi hayal ettim.


13.03.2008


Geçmişten...


Yaman o paslı salıncağa rağmen o kadar hızlı sallanıyordu ki. Azra korkuyordu bu küçücük yaşına rağmen düşecek diye korkuyordu.


"Yaman" diyordu. "Yavaş sallansana ya!" Diye bağırıyordu. Yaman hem sallanıyor hem de Azra'yla dalga geçiyordu.


"Ya kızım sen korkaksın."


Azra Yaman'a baktı bir de yanındaki boş salıncağa. "Ben mi korkağım?" dedi.


"evet sen korkaksın çünkü salıncağa binmiyorsun" Yaman bunu derken Azra ukalaca sırıttı.


Daha da hızlandı, Azra tüm korkusuna rağmen hızla boş salıncağa bindi. Ayakları titremeye başlamıştı bile. Yaman yavaş yavaş salıncağı durdurdu.


"Azra ne yapacaksın" dedi.


"Salıncağa bineceğim" dedi Azra.


Yaman şaşkın bir şekilde Azra'ya baktı. Şaşkındı çünkü Azra asla salıncağa binmezdi. Bir nedeni vardı nedenini bilmiyordu ama korktuğunu biliyordu.


"Emin misin Azra?" Dedi Yaman korkarak.


"Eminim, hatta gel kim daha hızlı sallanırsa o ona çikolata alsın olur mu?" Dedi Azra.


Yaman küçüklük hevesiyle hemen gülümsedi. "Ben kazanacağım ama sallanalım hadi." dedi.


Yaman hemen salıncağın zincirini sıkıca tuttu. Azra'ya dönüp baktığında Azra durmuş öylece önüne bakıyordu.


"Azra hadi!" dedi Azra dolu olan gözlerle yaman'a baktı ve çaresiz bir sesle konuşmaya çalıştı, konuşamıyordu çünkü sesi titriyordu.


"Ben nasıl sallanacağım bilmiyorum ki?" dedi. Yaman bunu anladı hatırladı o salıncağa hiç binmemişti. Yada belki de korkmuştu.


Yaman hızla parkın arkasında topla oynayan Ozan'ı çağırdı. Ozan geldiğinde ona Azra'yı birazcık sallamasını istedi.


Ozan ilk başta Azra'yı yavaş salladı. Azra her sallanma da korktu. Her korktukça da alıştı.


"Hızlı salla" diye bağırdı.


Ozan Yaman'a baktı Yaman evet anlamında başını salladı. O an Ozan tüm hızıyla Azra'yı salladı.


Azra hızlandıktan sonra Ozan gitti. Azra o kadar hızlıydı ki hiç bir şeyi düşünemedi. Özgür gibi hissetti ilk defa. Huzurlu hissetti...


Taki salıncağın paslı zinciri kopana dek.


Azra tüm hızıyla yere düştü kafasını sivri bir taşa çarptı.


Yaman korkuyla hemen yanına koştu.


"Azra özür dilerim benim yüzümden oldu."


Azra o küçücük elleriyle kafasını sıkıca tuttu.


"Kafam" dedi "Yaman kafam çok acıyor." Yaman ağlamaya başladığında Azra titrek sesiyle konuştu.


"Yaman ağlama," dedi.


"Dizlerim acıyor." Yaman hemen bacaklarına baktı ve dizindeki kanı gördü. Küçük bir çakıl taşı dizine batmıştı. Ozan Azra'nın bağırışları duyduğu için hızla parkın içine girdi.


"Tamam hadi bakkalın oraya gidelim Bahri abi bize yardım eder." dedi.


Azra bu adamın ismini duyunca korkuyla geri çekildi "hayır onu istemiyorum, başkana gidelim." diye ağlamaya başladı. Yaman o zaman bilmiyordu neden o Adamdan korktuğunu.


"Başkan olmaz ,kızar." dedi Yaman hızla. "Buraya geldiğimizi öğrense mahveder bizi."


Azra konuşmaya başladı. "Ama acıyor." dedi.


"Peki hadi kalk." dedi. Her adımda Azra acıdan bağırıyor Yaman ise acıyla bakıyordu. Ozan korkmuştu çünkü o kanlardan korkuyordu.


O gün eve döndüklerinde Azra bir kez daha anımsadı, salıncaklar her zaman zarar verirdi. Silik zihni bir kez daha hatırlattı ve Azra son kez salıncaklardan nefret etti.


Tıpkı geçmişinde ki gibi.


Yaman ise hep merak etti. Azra neden salıncaklardan korkuyor diye.


Azra Yılmaz


Ozan'ın konuşması ne zaman bitmişti bilmiyordum. Hava da kararmaya başlamıştı. Sessice Ozan'a döndüğümde karşı sokağa bakıyordu. Gözlerimi o sokağa çevirdiğim zaman Alaz parka doğru geliyordu.


Ozan çevik bir hareketle ayağa kalktı. Ne olduğunu anlamadan Ozan'a baktım. Ne yapıyordu ki bu ?


"Otur Ozan." dedi emreden bir sesle Ozan da dediğini yaptı ve oturdu.


Alaz denen bu herifin böyle emir vermesi zoruma gitmişti hemde çok.


Hızla ayağa kalktım ve Ozan'a seslendim. "Ben gidiyorum!" parktan dışarı çıktım.


Bunca yıl geçmişken koskoca 10 yıl geçmişken şimdi mi akıl ediyorlardı?


Ne yapacağımı bilmiyordum. Yavaş adımlarla eve doğru ilerlerken düşüncelerimden kurtulmak istiyordum, herşeyi boşvermek istiyordum.


Biri kolumu sert tuttuğu an hızla arkamı döndüm.


Kolumu tutan kolu ters çevirerek bedeni önüme aldım ayağımı ayağının önüne koydum ve kolumla boynunu doladım. "Kimsin?" dedim.


"Bil bakalım kimim" dediği an bu kişinin Alaz olduğunu anladım. Kolumu boynundan çekmeden bekledim. "Bir daha bana böyle sessizce yaklaşırsan-" cümlemi bile tamamlamadan öyle bir hamle yaptı ki.


Hızla kolumdan kurtuldu ona bakmamı sağladı ve kollarımı arkama koyarak tuttu. "Ne yaparsın?" Nefesi hızlıydı, gülümseyerek baktı gözlerime. Toprak rengi olan gözleri gecenin karanlığında siyaha dönüşmüştü.


Yutkunarak yüzüne baktım. Kokusu çok farklıydı ama güzel bir kokuydu.


Cevap vermeyince beni öyle bir kendine çekti ki göğsüm hızla onun göğsüne çarptı.


"Bırak beni!" dediğim zaman yüzüme doğru yaklaştı. Yüzlerimizin arasında bir karışlık mesafe kaldığı zaman kokumu içine çekti. Kaşlarım çatıldı, kokumu içine mi çekmişti? Belki de ben öyle anlamıştım.


"Unutma Azra seninle daha çok işimiz var." dedi.


Hızla ondan kurtulduğum zaman yanımdan uzaklaşarak gitti.


Arkasından bağırdım "ne işi gerizekalı!" Cevap dahi vermedi ama güldü.


Gülüşü neden ona benziyordu?


Sinirlenerek yerdeki taşı aldım ve fırlattım. Ayağına değince yerinde durdu. Sinirle bana döndü, canı acımıştı. Bu sefer zafer gülüşü bendeydi.


"Azra" dedi. İsmimi telaffuz edişi sanki yıllardır yan yanaymışız gibiydi...


"Çocuk musun?"


Kolumu yavaşça tuttuğunda yüzümü buruşturarak konuştum "Kolum!"


Beni dinlemedi. "Anladım mı beni?" Dedi. Kolumdaki dikişlerin açıldığını hissederken yutkundum.


"Bırak kolumu Alaz." dedim dişlerimi sıkarken. Bu ona ilk defa ismiyle seslenişimdi. Kolumu bıraktı ve bana değilde ovuşturduğum koluma baktı.


"Gerizekalı!" dediğimde sinirli bir şekilde yanından ayrıldım.


Kolum çok acıyordu üstelik daha yeni iyileşen kolumdu. Üzerindeki dikişlerin patlamamış olmasını ümit ederek eve tüm hızımla gittim.


Tabiki o da arkamdan geliyordu. Eve gittiğim zaman girişte üzerimdeki siyah hırkayı çıkardım ve odaya doğru ilerledim. "Azra" diye bana seslendi Alaz. Arkamı döndüğümde.


"ne var?" Diye tersledim onu.


"Kolun kanıyor." dediği an koluma baktım ve üzerimdeki krem rengi kazağın sağ kolunun boylu boyunca kan olduğunu gördüm.


"Sorun değil hallederim." diyerek yanından ayrıldım.


Odama girdiğim zaman anlamadığım bir şekilde başımda da çok kötü bir ağrının olduğunu fark ettim. Etrafa göz gezdirdim ve içimden bir küfür savurdum.


Yanlışlıkla Alaz'ın odasına girmiştim. Kapıya döndüğüm an öyle bir zamanlama oldu ki Alaz da o anda içeriye girdi. Kafalarımız tekrar bir birine çarptı.


Alaz şaşkınlıkla bana baktı.


"Yanlışlıkla girdim pardon." diyerek kapıya yaklaştım. Alaz hızla kapıyı kapattı. Şaşkın bir şekilde ona baktım.


"Bırak da koluna bakayım kötü görünüyor." dedi. Kolumu çektim.


"Yardıma ihtiyacım yok."


"Nasıl oldu bu, herhalde kolunu sıktığım için bu kadar kanamamıştır?"


"Seni ilgilendirdiğini hiç sanmıyorum." Diyerek ona arkamı döndüm.Odadan çıktım ve kendi odama girdim. Masanın üzerinde duran minik çantadan tentürdiyotu çıkardım. Üzerimdeki krem rengi kazağın kolunu yırttım çünkü kolumu kıpırdatamıyordum bu yüzden kazağı yırtmak en mantıklısıydı.


Pamuğa bir şekilde tentürdiyotu sürdüm. Canım acıdı ama bu umrumda dahi olmadı. Koluma baktığım an çok ama çok kötü görünüyordu ve sanırım tekrar dikiş istiyordu.


Kolumu güzel bir şekilde temizledim. Beyaz sargı bezini koluma sardım ve yara bandı ile sağlamlaştırdım.


Aklıma aniden gelen bileklik ile yerimden kalktım. En azından biraz daha arasam belki bulurum düşüncesiyle ayağa kalktım. Az önce yırtığım kazağı yavaş bir şekilde çıkarttım. Kazağı yatağın üzerinde bırakarak dolabıma yöneldim.


Yeşil bir kazağı üzerime geçirdim ve odadan çıktım. Her adımda gerildiğimi hissetsem de bunu asla yüzüme vurmadım.


Mutfağa girdim Ali ve Ozan kahkaha atarak video izliyorlardı benim geldiğimi bile fark etmemiştilerdi. Bu hallerine minik bir şekilde gülümsedim. Gülüşüm kısa sürdü. Tezgaha doğru ilerledim ve kahve yapmak için kahveyi alt çekmeceden çıkarttım.


Ozanın kahkahası mutfağı doldurunca ister istemez onlara döndüm. "Neye gülüyorsunuz siz?" Diye sordum.


Ozan kahkaha içinde konuşmaya çalıştı.


"Azra gel gel lütfen şu videoyu izle lütfen!" dedi ve tekrar güldü.


Merakıma yenik düştüm ve yanlarına gittim. Ali videoyu Başa sardı ve videoyu izlemeye başladığım an istemsizce bir kahkaha attığımda ikisi de gülüşüme sevinerek bana baktılar.


"O kadar da değil ben de insanım ya hani? Gülebilirim."


Tekrar gülümsediler.


Mutfağa birinin yaklaştığını anladığım an yüzümdeki o gülüşü sildim ve ciddi bir şekilde durdum. Mutfağa yaklaşan Uğur'u gördüm. Çete üyelerinden biriydi.


Uğur'u pek sevmezdim, benden sonra başkanın en çok güvendiği kişiydi.


Mutfağa girdiği an bana gülümsedi. Ancak ben aynı yüz ifademle ona baktım.


"Hayırdır Uğur?" Ozan uzandığı yerden konuştu Uğur'la.


"Gidiyoruz."


Kalbim bir anda hızlı atmaya başladı. Şaşkınca Uğur'a baktım.


"Nereye gidiyoruz?" Dediğimde Uğur baktı bana.


"Siz değil biz gidiyoruz. Başkan ve diğer adamlar."


Diğer cümlelerin hiç birini dinlemedim ve hissettiğim tek bir şey vardı.


Özgürlük.


Bir insanın özgürlüğü başka birinin dudakları arasında olur muydu?


Olurmuş...


Loading...
0%