Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Özgürlüğü Hi̇ssetmek

@vaelight

Bölüm müziği; Carla Morrison / Disfruto


3. BÖLÜM


"ÖZGÜRLÜĞÜ HİSSETMEK"


Geçmişten...


"Satranç kuralları olan basit bir oyun..."  dedi Yaman beyaz atı oynatarak.


"Yanılıyorsun." Dedi Alaz. Bu sırada az önceki atı tahtadan alarak. "Satranç mantık oyunudur. Basit değildir."  Elindeki beyaz atı kenara koydu.


Yaman öfkelendi, çok az taşı kalmıştı ve neredeyse piyonlarının hepsini kaybetmişti. Önünde duran fili çapraz bir şekilde ilerletti ve Alaz'ın piyonunu yuttu. Yüzünde bir gülüş belirdi.


"Kural bir..." dedi her zamanki gibi Alaz. Kurallar onun için her zaman önemliydi. "Hiç bir zaman erkenden sevinme! Sah mat ben kazandım." Az önce Yaman'ın oynattığı fili yutup oyunu kazanarak.


Yamanın yapacağı hiç bir hamle onu kurtaramazdı. Erken sevinmişti...


"Yine sen kazandın!" Dedi Ozan heyecanla ve Alaz'ın omzuna kolunu atarak.


"Saçmalamayı bırak Ozan!" Dedi Yaman öfkeyle.


Zeynep önünde duran piyonu tuttu ve baktı. "Piyon önemli bir taş mı?"


Herkes Zeynep'e dönüp baktığında Alaz hafifçe tebessüm etti. "Aslında bakıldığında önemlidir, oyunda diğer taşların duvarı gibidir ama en değerli taş o değil." Eğildi ve veziri eline aldı, "vezir oyunda en çok harekete sahip taştır. Mantıklı düşünürsek her zaman en önemlisidir."


Zeynep güldü. "Ama ben en çok piyon'u sevdim, en çok ondan var zaten."


"Bu kadar yeter!" Dedi Yaman ayağa kalkarak. "Eve gidelim artık."


Hepsi ayağa kalktı. Alaz ve Ozan Satranç taşlarını toplayıp kutusuna koyarken Zeynep Yaman'ın yanına gitmişti. Gözünün ucuyla baktı Alaz, Zeynep'e ardından Ozan'a baktı.


"Sence o beni sever mi?"


Ozan Zeynep'e baktı. "Merak etme." Dedi, "sadece o bize zor alışıyor bu çok normal bu yüzden beklemek en güzeli."


"Ama Yaman'ı seviyor. Ona bakıyor, gülüyor, ona onu sevdiğini söylüyor. Ben ne yaptım ona?"


Ozan gülümsedi yeniden. "Merak etme o en çok seni sevecek bak söz veriyorum." Elini Alaz'ın omzuna attı, "kan kardeşi sözü."


Gülümsediler ve parktan dışarı çıkıp ilerlemeye başladılar. Yaman yüzünde silinmeyen öfkesiyle ilerlerken Zeynep onun bu halinden biraz korkmuştu bu yüzden Yaman'ın yanından Ozan ve Alaz'ın ortasına geçti ve yürümeye devam etti.


Üzerindeki mavi şort ve sıfır kol tişörtüne rağmen terlemeye başlamıştı. Küçük ellerini yüzüne salladı ve sarı saçlarını geriye attı. Alaz gülümseyerek Zeynep'e bakarken Ozan'ın kafasındaki mavi şapkayı çekip aldı ve önce zeynep'in saçlarını topladı ve şapkayı kafasına taktı.


"Böyle daha iyi oldu."


Zeynep gülümseyerek önüne döndüğünde eve artık yaklaşmışlardı.


"Biz hep yan yana olacağız değil mi?" Dedi Ozan bir anda.


"Hepimiz kardeşiz, kardeşler asla birbirini terk etmez."  Alaz bunu derken Zeynep'e bakıyordu.


"Biz kardeş falan değiliz." Demişti Yaman alayla. "Saçma sapan planlar için bir araya getirilmiş piyonlarız."


Herkes sessizliğe bürünürken Alaz acıyla yutkunmus ve yol boyunca da kimseden ses çıkmamıştı...


Günümüz...


Umutları, hayalleri ve tüm hayatı çalınmış bir kadın düşünün. Özgürlüğü hiç hissetmeden yaşamaya çalışmış ama başaramamış.


Umutları, hayalleri ve tüm hayatı çalınmış bir kadın daha düşünün. Özgürlüğü hayatında tek bir kere hissetmiş ve yaşamaya çalışmış. Ama başaramamış.


Umutları, hayalleri ve tüm hayatı çalınmış bir kadın düşünün. Özgürlüğü tek bir adamın dudaklarında gizliymiş. Ama bir türlü o özgürlüğü tadamamış.


Bu üç kadın da bendim işte. Hiçbir zaman hiçbir şeyi doğru düzgün ilerlemeden yaşadım bu hayatta. Yaşamaya ÇALIŞTIM.


Ama daha beş dakika önce duyduğum o cümle ile özgürlüğü hissettim. Özgürlük şimdi yanı başımda durmuş bana merhaba diyordu. Bunlar gerçek miydi?


Yada aklımın bir oyunu...


Az önce bunları söyleyen Uğur'a baktım. "Gideceğiz derken?" diye sordu Ali.


Uğur oflayarak Ali'ye baktı. "Bakın tek bir kere anlatacağım birazdan araba gelecek." dedi.


Uğura baktım ve anlatacaklarını dikkatle dinlemeye başladım.


"İki gün önce başkan gitmeye karar verdi. Kararın nedenini bilmiyorum kimse bilmiyor. Başkan sadece Alaz beyin burada olduğunu kalabalık etmememiz gerektiğini falan söyledi o kadar." Mutluluktan havalara uçmak istiyordum. Ama gülmüyordum bile. Şu an bu yaptıkları bile bizim kırmızı çizgimiz yakalamak olabilirdi.


Benim bir kere kırmızı çizgim yakalanmıştı zaten...


Uğur tekrar konuşmaya başladı. "Yarın buraya yeni kişiler gelecek toplamda beş kişi üçü kız ikisi erkek diye biliyorum. Her neyse bunlar önemli etmenler değil." Bana döndü, "Azra, başkan seninle ayrı konuşacak onun için seni de çağırıyor." dedi ve mutfaktan çıktı.


İçimde bir yerlerde hayatımın bu günden sonra asla aynı kalmayacağını söylüyordu. Heyecanla gülen Ozan ve Ali'nin yüzüne baktım. Sert bir şekilde baktım onlara.


"O gülüşü silin önce bi yüzünüzden. Gidelim bakalım ne bu bokun kokusu?"


Ben mutfaktan çıkarken son kez arkada Ali'nin cümlesini duydum.


"Asla gardını düşürmüyor."


Hızla üst kata çıkarken  başkanın odasına ciddi yüz ifademi de silerek ruhsuz bir şekilde içeriye girdim.


Ruhsuz...


"Nihayet gelebildin." Dediğinde gözlerimi devirdim.


Umursamaz bir ifadeyle ona baktım. "Seni dinliyorum. Uğur birşeyler söyledi ama?"


Oturduğu yerden ayağa kalktı. "Azra gidişimin sebebini tahmin etmişsindir."


Güldüm. "Nadir Gümüş?"


Güldü, "Aynen öyle Nadir Gümüş." Duraksadı elinde tuttuğu küçük çakı ile oynuyordu.


Seni tutan ne? Alıp o çakıyı suratına geçirsen tamamen kurtulacaksın ondan?


Kafamı salladım. Bu düşüncelerden uzak durmam gerekiyordu, en azından şimdilik.


"Biliyorsun oğlunu öldürmek hiç de kolay olmamıştı."


Öldürdüğünü sandığın oğlu...


"Evet. Sorun ne?"


"Sorun şu, Nadir peşimize düştü Azra. Onu bitirebilecek tek kişi sensin."


Başkan her zaman korkak biriydi. Yalnızca elindeki silaha ve arkasında duran adamlarından güç alıyordu. Yada öyle sanıyordu. Ama bilmiyordu ki, eceli aslında ellerinde büyüdü.


"Herşeyi öğrenmiş yaptığımız herşeyi. Biliyorsun beni ve tüm adamları tanıyor bir tek sizi tanımıyor" sizi derken Ali, Ozan ve beni kastettiğini biliyordum ancak tabi ki de Nadir Gümüş beni tanıyordu.


Herkesten daha çok...


"Alaz artık benim yerime sizin yanınızda duracak ben gidiyorum." dediğinde ilk sorumu sordum.


"Nereye gideceksin?" Dedim sanki çok önemliymiş gibi. "Biliyorsun sem olmadan planlar ilerleyemez."


"İstanbul'dayım merak etmeyin bir sorun olursa Alaz bana haber verecek. Bana hissettiğin güvenin aynısını Alaz'dan da hissedebilirsiniz merak etmeyin." dediği an boş bir ifadeyle yüzüne baktım.


"Alaz'ı tam olarak tanımıyorum. Aynı güveni ona hisseder miyim emin değilim." Gerçekleri söylemek önemliydi.


"Bak bana Azra Bu sabah verdiğim görev için hazır olmanız herseyden önemli. Ondan sonra ise bize sadece güçlü adamlar lazım Alaz ile sen burada benim yerime yarın gelecek kişileri çalıştıracaksınız. Kısa çok kısa bir süreniz var. Nadir gümüş peşimizde." dedi ve ben içten içe onun bu korkusuna güldüm. Korkak biriydi hemde çok korkak.


"Size güveniyorum" dedi.


Yerimde hareket edince sağ kolumun sızladığını hissettim ve yüzümü acıyla buruşturdum.


"Bize güvenebilirsiniz." dedim ve odadan çıktım.


"Bana güvenmeyin." dedim içimden ve yüzümde sinsi bir gülüş belirdi. Korkmayacaksın dedi küçük kız çocuğu. Onları bitirmek için eline git gide daha fazla koz düşüyor.


Mutfağa girdiğim an Ozan konuştu "az önce gardını asla indirmez dediğin kişiyle bu kişi aynı mı?" Dedi imalı bir sesle.


Ali'ye ölümcül bir bakış attım aynı zamanda da yüzümde o sinsi gülüş vardı. Ozan bana baktı bu halime güldü ve heyecanla baktı.


"Ay onu bunu boşverin de yarın üç tane kız gelecek inana biliyor musunuz?" Dedi Ali. Ozan çapkınca gülümsedi.


"Allah'ım yüzüme güldü" diye bağırdığı zaman yüzlerine baktım.


"size inanamıyorum!" Dediğimde ciddi bir ifadeyle baktım yüzlerine. "Yarın burada olmayacağım, o Alaz mı? Artık ne haltsa. Beyfendinin işlediği cinayet için gidip adam öldüreceğiz. Şaka gibi amına koyayım!"


"Nasıl?" Diye sordu bir anda Ozan. "Sen ve Alaz mı?"


Kaşlarımı çatarak baktım. "Evet Ozan ben ve Alaz hangi boka bu kadar şaşırdın?"


"Biz ne yapacağız yarın. Beş kişi gelecek." Dedi Ali bir anda Ozan'ın cevap vermesine engel olarak.


"Ne bileyim ben oğlum? Artık eğitime yavaş yavaş başlarsınız." Duraksadım. "Yada boşver, siz sadece tanışın birbirinize ısının, aralarında bozuk birileri çıkarsa en erken benim haberim olacak. İlerde işimi görürler belki."


"Sen merak etme de. Benim anlamadığım aramıza neden yeni kişiler geliyor. En son 10 yıl önce Ali geldi ondan sonra da kimse gelmedi. Bir boklar var, yakında çıkar kokusu."


"Çıkacak merak etme." Derken mutfak tezgahına geri döndüm ve tezgahın önündeki pencerden beni tutsak eden o adamın korkak adımlarını izledim. Gidiyorlardı, gurula önüme döndüm.


"Sizce başkan neden böyle bir şey yaptı?" Diye sordu bir anda Ali?


"Bilmiyorum ama kötü şeylerin olacağını hissediyorum." Ozan bunu derken gözlerine baktım.


"Kötü şeyler olacak zaten."


Mutfakta biraz oyalanıp kahvemi içerken , Ali ve Ozan dışarı çıkmıştı. Bu süre zarfında yaptığım tek şey oturup olan şeyleri düşündüm. Kötü kokular almaya başlamıştım.


Geçen 2 saatin sonunda hepsi geri gelirken dışarıdan yemek de getirmeyi unutmamışlardı. Ben hamburgerleri iki dakikada gömerken diğerleri de balkona geçmişti.


Ozan ve Alaz. Yan yana oturmuş sigara içiyorlardı. Aynı zamanda da koyu bir sohbete daldıkları belliydi.


O an dejavu beni ellerine esir aldı ve yıllar öncesine götürdü. Karanlık vardı sadece ama sesler her an kulaklarımda çınlıyordu.


"Biz hep yan yana olacağız değil mi?" Demişti Ozan.


"Hepimiz kardeşiz, kardeşler asla birbirini terk etmez." Demişti Yaman. Belki de Yaman değildi emin değildim.


"Biz kardeş falan değiliz." Demişti biri. Kimdi bilmiyorum, küçük bir erkek çocuğunun sesiydi. "Saçma sapan planlar için bir araya getirilmiş piyonlarız."


Dalgın bakışlarımı dışarıdan çektiğimde başıma giren ani ağrı yüzümü buruşturmama sebep olmuştu. Balkondan çıktım.


Odama dönüp kolumdaki yaraya bakacaktım ve üzerimi değiştirecektim. Ozan kahkahası içinde mutfağa dönerken bakışları beni buldu ardından şok içinde bana baktı.


"Burnun kanıyor!" Eline aldığı peçeteyle hızla koştu ve peçeteyle burnuma baskı yaptı.


"Sorun yok odama geçiyorum zaten. Koluma bakarken burnumun kanını da durdururum."


Ozan kaşlarını çatarak koluma bakarken, arkasından Alaz da mutfağa girişi yapmıştı bile.


"Ne oldu koluna, dikişlerin mi patladı yoksa?" Endişeyle baktı bana.


"Ya çalışırken oldu işte zorlanmışım. Sıkıntı yok."


"İstersen hastaneye gidelim." Dedi bir anda Alaz. İkimiz de ona bakıp güldükten sonra Ozan peçeteyi tutmam için işaret etti ardından ona döndü.


"Azra hastaneye gidemez hastane gibi resmi alanlarda kaydı yapılırsa veya herhangi bir parmak izine rastlanırsa onun için zor olur. Bu sebeple bizim için bu tür şeyleri Ali yapıyor. Kendisi tıp okudu çünkü. Zekidir yani."


Ben burnuma peçeteyi tutarken Alaz normal bir şekilde yüzüme bakıyordu. "Anladım." Diyerek sandalyeye otururken Ozan yeniden yanıma geldi.


"O zaman odana git sen, ben Ali'yi yanına yollarım." Güldükten sonra da kulağıma eğildi.


"İlaçlarını almayı unutma."


İlaçlar...


Yaralarıma asla derman olmayan İlaçlar...


"Unutmam." Dedim göz kırparak. Ardından mutfaktan çıkarak yukarıya gittim.


Belki de Ozan bu evde olmasaydı ben hala yaşıyor olmazdım bile.


Odaya girdim ve derin bir nefes aldım. Ev sessizdi, huzurluydu ilk defa. Mutluluk bana bu kadar yakındı işte. Gülümseyerek dolabıma yöneldim. Siyah eşofman takımını çıkartıp yatağın üzerine koydum. Yatağın üzerinde bir de Sabah koyduğum kanlı krem rengi kazak duruyordu.


Evde eskiden bir tek benim odamda kişisel banyo vardı çünkü tek kadın bendim. Ama şimdi o odada Alaz kalacaktı.


Odadan çıktım banyoya gittim kapıyı ardımdan kilitledim. Derin bir nefes alarak aynadan kendime baktım. Yüzüme baktım, yorgunluğuma baktım. Gözlerim dolmaya başladı ama silmedim, o yaşların akmasını bekledim. Elimi aynaya koydum.


"Ne kadar çok yorulduk ha Zeynep?"  Dediğimde aynda hemen arkamda duran gölgelere kaydı bakışlarım.


Oradaydı, simsiyah duruyordu. Küçüktü. O gölge bendim, o gölge ben değildim. O gölge Azra değildi.


O gölge Zeynep'ti.


Yüzümü yıkamaya başladığımda suya karışan kan lavabonun içini kırmızıya boyamıştı. Görüntüden rahatsız olduğumdan suyu sonuna kadar açarak hızlı akmasını sağladım.


Başımı kaldırdığımda aynadan baktığım yüzümün yorgun olduğunu gördüm. Dünden beridir uykusuzdum, ilaçlarımı ise dün içmeyi unutmuştum.


Unutmak, her şeye rağmen sürekli hissettiğim tek şey unutmaktı. Sanki hayatımda sürekli varmış gibi hemde...


Zeynep benim küçük, sakin, iyi ve mutlu tarafımken. Azra benim büyük, ruhsuz, kötü ve üzgün tarafımdı.


Tekrar kendi gözlerimin içine baktım. Yeşil olan o gözlerime baktım annemin o çok sevdiği gözlerime baktım. Annemi hatırlamıyordum ama hep sesi kulaklarımda çınlıyordu. "Kızım." diyordu "senin o gözlerine kurban olurum."


Her cümlesi aklımdaydı ama yüzü yoktu.


Küçüklükten gelen bir şeydi belki de. Ama ne olmuştu onlara bilmiyordum.


Aynanın karşısına tekrar baktım, kendime "intikamını alma vakti geldi. Annenin, babanın ve küçük kız kardeşinin intikamını alma vaktin geldi." Ardından suyu kapattım ve gözlerime baktım. "Sevdiğin adamın intikamını alma vakti geldi."


Ailesinin intikamını Zeynep alacaktı , ama sevdiğinin intikamını Azra alacaktı.


Gözlerimi sildim yüzümü bir kaç kere yıkadım ve o sert yüz ifademi takındım. Banyodan çıktıktan sonra tekrar odama döndüm. Hızla eşofman takımını giyindim giyinirken koluma bakmayı unutmamıştım. Beyaz masanın üzerindeki beyaz kutudan çıkarttığım sarı hapı suyla birlikte yuttuktan sonra odadan çıkıp aşağıya indim.


Mutfakta oturan Ali ve Alaz koyu bir sohbetin içindeydi. Ozan ise dudağında tuttuğu sigarasıyla elindeki kahve paketleriyle makinaya bakıyordu. Beni gördükten sonra bıkmış bir ifadeyle baktı bana.


"Lan gelip şuna baksana bi! Amına koyduğum çalışmıyor."


Gülerek elindeki paketleri aldım. "Sen otur bir önce." Paketleri kenara bırakıp makinenin takılı olmayan fişini Ozan'ın gözüne soka soka prize taktım.


"Taa milattan önce bulunan elektrik, bu da elektriğin çalışmasını sağlayan priz Ozancım."


Ozan sigarayı söndürürken Ali ona bakıp kahkaha attı. "Lan senin beynini seveyim." Alaz'a döndü, "tanıştırayım Alaz buda bizim kuş beyinlimiz canımız cigerimiz Ozanımız."


Ozan Ali'nin ensesine tokat yapıştırdı. "Sus lan dangalak sen önce kendi beynine bak!"


"Dur bakayım, vay canına varmış ve çok büyük. E yani normal olarak boşuna Tıp kazanmadı bu beyin."


Alaz gülerek baktı Ali'nin yüzüne. "Sahi tıp öğrencisi misin?"


"Öğrencisiydim, geçen sene son senemdi ama dondurdum." Tadı kaçmış gibiydi.


"Neden ya? Ben olsam deli gibi devam ederdim."


"Öyle olması gerekti."


Hepimizin yüzü asıldığı an makineden gelen sesle hepimizin dikkati dağılmıştı. Ozan boşver dercesine Alaz'a baktı.


"Aman Ali rıza bey tadımız kaçmasın!"  Diyerek Ali'nin ensesine yapıştırdı.


Ali öfkeyle Ozan'a baktı. "Oğlum mal mısın yavrucum sen. Vurup durma enseme!"


"Kahveler hazır." Masaya koyarken Ozan ve ikimiz de sandalyelere oturmuştuk.


"Başkan sana bahsetmiştir, yarın işimiz varmış." Alaz'a baktım. Yabancısı olduğum ama bana tanıdık bakan koyu kahve gözlerine.


"Gerek yok. Abartılacak kadar büyük değil." Kahvesinden aldı yudumunu. "Canını boşa tehlikeye atmana hiç gerek yok. Ben halledeceğim."


Canımı tehlikeye atmamak mı?


Güldüm.


"Nasıl gerek yok. Başkan oğlum cinayet işledi, adamlar peşimizde falan dedi sen bir anlatsana bana neler dönüyor."


Alaz Histerik bir şekilde güldü. "Oğlum? Sana oğlum mu dedi?" Ve yeniden güldü, "bahsettiği oğlu ben değilim Azra emin olabilirsin. Adam öldürdüğüm falan da yok, illegal işlerle peşime düşen bir kaç kişi sadece o kadar."


Oğlum? Bahsettiği Oğlu ben değilim?


Ne demekti şimdi bu?


"Ne saçmalıyorsun? Başkanın senden başka Oğlu mu var?" Ozan'ın oflayarak bardağını masaya bıraktı.


"Az önce dedik ya tadımız kaçmasın diye. Boş boş konular açmayın artık!"


İkimiz de aynı anda Ozan'a döndük. "Bi sus Ozan."


Anın şokunu üzerimden atan ilk kişi olarak döndüm Alaz'a. "Saçmalamayı bırak oğlum diyorsa varsa bir bildiği, özel şeylere karışmayalı çok oldu Alaz. Baban ile aranda ne var bilmem etmem. Ama yarın bende geleceğim. Başkana dediğim sözü tutacağım."


Güldü yeniden. Mal gibi hep gülecek miydi bu?


Adam bozuk çıktı amına koyayım.


Ben niye bu gün her boka amına koyayım diyordum? Ozan'ı günün sonunda kesinlikle geberteceğim.


"Senin hedefin söz tutmak değil Azra, senin hedefin biraz da olsa adam öldürmek ve yaralayarak içini rahat etmek. Bilmiyormuş gibi yapmayacağım, çünkü öyle."


Güldüm. Tıpkı onun gibi. Ancak Alaz, Ozan'ın önündeki sigara paketine uzanırken giyindiği kazak sıyrılarak bilekleri ortaya çıktı. Bakışlarım direkt oraya kaydığında küçük bir dövme ile karşılaştım.


Parçalara ayrılmış bir keman dövmesi.


Alaz baktığım yöne baktığında bileğini hızla geriye çekti. Ardından elindeki sigarayla ayağa kalkıp balkona ilerledi.


"İyi o zaman uyu artık zamanın bize ihtiyacı var." Duraksadı. "Kural iki, sorgulama sadece yap." Göz kırparak buz gibi olan balkona çıktı. Ali ve Ozan birbirine bakarak güldü.


"Vays anasını sayın seyirciler. Balkanlardan sıcak hava dalgası şu an Azra hanımın bedenini buldu! Neler hissediyorsunuz?" Diyerek yumruk yaptığı elini dudağıma mikrofon misali yaklaştırdı Ali.


"Soğuk hava değil miydi lan o?"


Elimin tersiyle elini ittim. "Balakan'ını da sıcak hava dalganı da senin bir yerlerine sokmadan siktir git Ali!"


Ali olduğu yerden kalkarak odasına gidene dek bas bas bağırmıştı.


"Havada aşk kokusu var!"


"Havada aşk kokusu var!"


Öfkeyle döndüm Ozan'a, "şuna söyle bıraksın şu eski dizileri. Manyak manyak hareketler yapıp duruyor. Elimde kalacak."


Ozan kahvesinden son yudumu alarak ayağa kalktı. "Merak etme." Dedi gülerek ardından arkasını döndü ve ciddi ciddi yüzüme baktı. "Bir şey soracağım?"


"Sor?"


"Balkanlardan hangi hava geldi sana? Sıcak mı soğu-"


Elimdeki bardağı havaya kaldırıp "Ozan!" Diye bağırdığımda oda gülerek son kez iyi geceler dedikten sonra odasına gitmişti.


Günü de yatağımda karanlığın en diplerinde Alaz'ın bileğindeki dövmeyi düşünerek uyuya kalmıştım...


~


Siz: ozan benim kısa bir işim var halledip geleceğim. Kahvaltı için birsey istersen yazarsın?


06.54


Mesajı yazdıktan hemen sonra telefonu cebime attığım gibi montumun önünü kapatarak anahtarı alıp evden ayrıldım.


Kapının önündeki Range Rover'e doğru ilerledim ve bindiğim gibi arabayı mezarlığa doğru sürmeye başladım.


Geçen 1 saatlik yoldan sonra yavaş yavaş aydınlanan gökyüzüne baktım. Hava gri renkti ve birazdan yağacak yağmurun habercisiydi.


Adımlarım yavaşça mezarlığa girerken ilk önce taşlı yoldan ilerlerken ardından otlu yola girmiştim. Kimsesizler mezarlığına...


Ayaklarımdaki botlarım çoktan çamura batarken bakışlarım o mezara kaydı. 552 yazılı mezara.


Adımlarım duraksadı, yalnızca toprağın başına geçirilmiş tahta çite ve üzerinde yazılan yazıya baktım. Neredeyse 1 saat sadece boşluğu izledim.


Ö.T  : 12.02.2013


Kimsesiz mezarda, soğuk toprağın altında yatan ceset, Yaman'a aitti.


Yaman Er'e


Orada mezarlığın üzerinde kurumuş laleler duruyordu. Terk edilmiş mezarlar böyleydi. Canlı hiç bir çiçeğe yer yoktu...


Hiçbir şey söylemeden elimde tuttuğum kurmuş papatyaları mezara bıraktım.


"Hiçbir mezarda canlı çiçek yok. Zaten sen sevmezsin canlı çiçeği. Bunlar daha güzel. Öbür hafta sana sümbül getireceğim, geçen hafta gördüm, çok güzel çiçekmiş."


Yağmur yağarken son kez mezarın tahtasına baktım. Üzerinde yazan tarihle elimde tuttuğum telefona baktım.


Tarih. 27 Aralık.


Şubata 2 ay vardı.


"Alacağım." Duraksadım. "Sözümü Tutacağım, bekle beni 12 şubat gecesi burada olacağım. Söz sevgilim en çok sana söz."


Ayağa kalktım. Parçalarım komple çamura bulaşmıştı.


"Sakın üşüme, sen yağmurları da sevmezsin zaten. Ama sev olur mu? Üşüme tamam mı?" Ve mezarlığa sırtımı döndüm. Bir kaç adım attım ardından dönüp son kez baktım mezara. Ardından hızlı adımlarla arabaya kadar başıma geçirdiğim kapşonlumla ilerledim.


Arabaya bindiğim gibi klimayı açarken, hızla eğilip Bluetooth'u açtım ve telefona bağlanmasını bekledim. Tam bu sırada gelen mesajla kilit ekranındaki panele baktım.


Ozan: Allah bilir yine işin ne?


Ozan: Yağmur yağıyor Azra, Yaman'ın yanına mı gittin?"


07.23


Yazıyor...


Çevrimiçi


Son görülme 07.26


yavaşça gözlerimi yumdum, arabanın camına vuran yağmur sesiyle aynı anda da Sezen Aksu'nun en sevdiğim şarkılarından olan son bakış müziğinin melodisi içeriyi doldurdu.


Kendimi bildim bileli, eski şarkıları severdim. Huzur veriyordu...


Düşüncelerimi bölen şey telefonuma gelen diğer bildirim oldu.


Ozan:  Alaz uyandı, yeni gittiğini söyledim. Gelirken simit almayı unutma. Geç kalma!


07.33


Siz: anlaşıldı :)


Siz: bu arada, vişne reçeli yapan küçük bir dükkan buldum ondan da alacağım. Seninle de dönüşte görüşeceğim. Alaz hakkında...


Ozan Çevrimiçi


07.35


Mesaj uygulamasını kapatarak arabayı çamurlu yolda yağan yağmurla birlikte sürmeye başladım. Ozan mesaj atsa da bakmamış küçük dükkana gidene dek de bakmamıştım.


Vişne reçeli. Ozan için apayrı yeri olan o reçel.


Annesinin yaptığı en güzel şeymiş, yani en azından öyle anlatmıştı bana. Ozan'ın da geçmişi iyi değildi.


Hangi birimizin iyiydi ki geçmişi?


Elimde tuttuğum simit poşetleriyle ellerim cebimde anahtarla kapıyı açıp içeri girdim. Saat henüz sabahın 8'iydi bu yüzden kimse de uyanık değildi. Çamurlu botlarımı çıkartıp içeri adım atarken direkt mutfağa ilerledim, karşımda Alaz'ı görmeyi


beklemediğim için irkilerek içeri bakmıştım.


Alaz elinde tuttuğu sigarasıyla mutfak tezgahına yaşlanmış camdan dışarıyı izliyordu. Beni gördüğü zaman gülümseyerek baktı gözlerime. "Günaydın." Dediğinde yalnızca başka selamı vererek elimdekileri masaya bıraktım. Alaz havanın soğuk olmasına rağmen siyah bir tişört giyinmiş, altında ise gri bir eşofman vardı, saçları dünün aksine dağınık, bakışları ise düşünceliydi.


"Neyi düşünüyorsun?" Diye sordum bir anda merakıma yenik düşerek.


"Herşeyi," dedi yüzüme değil camdan dışarıyı izlerken.


"Herşeyi düşünecek kadar güçlü müsün yani?" Dedim masaya yaslanıp kollarımı önümde birleştirerek.


"Herşeyi düşünmek güçlülük belirtisi mi oluyor?" Dedi kaşları çatık bir ifadeyle gözlerimin yesillerine bakarken.


"Elbette." Dedim montumu çıkartarak. "Herşeyden bahsediyorsun, hayata gözlerini açtığın ilk andan bu ana kadarki zaman dilimi. Hoş belki de geçmişin iyidir, bilemem ama yine de zihnini bu kadar yorarak düşünmek. Tabi ki de güçlülük belirtisi olur."


Alayla güldüğünde ters ters baktı. "Babam gibi düşünüyorsun." Dediğinde anlamayarak baktım.


"Efendim?"


"Babam da böyle söyler. Düşünmenin güçlülük olduğunu yani."


Gülerek baktım. "İnan benim bahsettiğim bu değildi. Ama böyle anladıysan da öyle olsun." Elimde tuttuğum montu alıp mutfaktan çıkmak için arkamı dönerken Alaz'ın seslenmesi ile durdum.


"Kahvaltı yapacak kadar zaman yok yarım saate kadar çıkacağım. Gelmek istiyorsan hazır ol."


~


Kuruttuğum saçlarımı tepeden sıkıca toplarken aradan çıkan bebek saçlarımı da stik jelle yapıştırdıktan sonra ayağa kalktım be aynadan son kez kedime baktım.


Üzerimde kalın crop'lu siyah bir takım vardı. Bacaklarımı saran tayta baktım. Bıçakları saklamak zor olacaktı ancak umursamadan kenara bıraktığım siyah deri ceketi alıp odadan çıktım. Benim çıkmamla Alaz'ın da kapısı açıldı. Aynı anda birbirimize baktık ardından gülümsedi ve önden ilerlemem için yol verdi bana.


Merdivenleri inip bodrum kata ulaştıktan sonra zeminin altına sakladığımız silahlar için zemini araladım. Alaz beni pür dikkat izlerken silahları alışkanlıktan gelen hızla çıkartıp bütün mermileri yenidledikten sonra ikisini Alaz'ın eline verdim bir silahı belime sıkıştırırken kenardaki bıçakları da bandajla bacağımın için kısmına sardım. Deri ceket o kısmı kapatırken ayaklandım.


"Silah kullanmayı pek sevmem, bana bıçaklar yeter. Hazırsan çıkalım."


Alaz gözlerime baktığında bakışlarında gördüğüm duygu hayranlıktan başka bişey değildi. Yada ben öyle sanmıştım.


Alaz silahları arkasına saklarken elini omzuma attı. "Az çok biliyorum marifetlerini ama yine de dikkat et kendine, benim yüzümden başına bir şey gelmesini istemem."


Omzumdaki eline baktım ardından hemen geri çekilirken Alaz'ın eli boşluğa düştü. "Merak etme, bence sen dikkat et kendine. Bu işler benzemez oturduğun yerden izlemeye."


Ben önden çıkarken o da arkadan bana gülerek yürümeye başladı. Kapının önüne çıktığımız an siyah araba göz önüne çıktı. Alaz o yöne ilerlerken bizim araçla değil o araçla gideceğimizi anladım. "Kurşun geçirmez kaplama, ne olur ne olmaz bununla gideceğiz." Dediğinde ön koltuğa geçmiş arabayı çalıştırmıştı bile.


Yol boyunca da asla konuşmamıştık. Başkan bana Kırşehir'den bahsetmişti ancak biz istabluda bir yere gidiyorduk. Şehir merkezinden uzaklaşırken orman yolundan sürmeye devam etmiş ardından büyük ve eski bir cam fabrikasının önünde durmuştuk.


Temkinli adımlarla içeri girdiğimiz an son kez Alaz'a bakmış daha sonra da yüzümüzze taktığımız maskeyle içeri tamamen adım atmıştık.


1 saat sonra


"Sen kim bana silah çekmek kim şerefsiz herif!" Bağırışım fabrikanın eski duvarlarında yankılanırken karşımda tuttuğum adama tokat attım. Vuruşumla dengesi tamamen bozulurken Alaz adamın ensesinden kavrayarak masaya yatırdı yüzüstü. "Şimdi konuş bakalım Kenan nerede?" Adam ağzı dolu kanla tükürdü.


"Benim ölüm çıksa dahi buradan konuşmayacağım!"


Elimde tuttuğum küçük bıçağa baktım, ardından Alaz'a. Ne yaptığımı anlamaya çalışırken hiç beklemedikleri bir anda adamın bir elini masaya bırakarak bıçağı eline batırdım. Adam acı dolu bir çığlık atarken güldüm.


"Seni öldürmeyeceğiz zaten. Ama bence konuşmaya başlasan iyi edersin, ne kadar erken o kadar iyi?"


Adam acı içinde kıvranırken güldü seslice. "Konuşmayacağım!"


"Benden de günah gitti o zaman." Diyip silahı çıkarttığım gibi diğer eline de kurşun sıktım. Yetmedi bacağına da sıktığım diğer kurşunla adam bağırdı sonunda dayanamayıp.


"Tamam tamam konuşacağım, yemin ederim abi bırakın beni!"


Alaz hayretle adama bakarken güldü. "Ha şöyle işte adam olacaksın. Şimdi şöyle bakalım Kenan şerefsizi nerede?"


Acıyla kıvranırken Alaz ensesini bıraktı. "Rusya..." Dediğinde duraksadı, "Kenan bey Rusya'ya gitti. Bu gün kızıyla geldi kızını da almadan çekip gitti. Başkan diye biri varmış, Orhan Arslan tanıyor musunuz?" O anda Alaz ile birbirimize baktık. "işte onunla anlaşmış, anlaşma karşılığında da ona yardım etsin diye kızını bırakmış. Neydi kızın adı neydi?"


Alaz kaşlarını çattı. "Asena mı?" Adam başını salladı. Alaz yüzüme baktı, "Defne mi?"


"Hah evet abi Defne, Defne Olanev Samur. Turuncu saçlı bir hatun. Güzel bir kadın ama işine yarayacağı kesin. Kız çok iyi nişancı." Alaz adamın kafasına yeniden vurdu.


"Tamam lan yeter. Kız umrumda değil sen bana şu Başkan denen adamla Kenan arasındaki musibeti söyle?"


Adamın gözleri kapanacak gibiydi. "Onu bilmem etmem. Biz sadece korumalık yaparız. Ama sana bir isim verebilirim. Dağhan Cebeci. Bu Kenan'ın sağ koludur hatta sol kolu. Herşeyidir. Bir dönem bu Defne denen karıyla nişanlandı geçen ay nişanı attılar nedenini bilmiyorum ama o kadını bulursanız adama da ulaşırsınız."


Kafam karışmıştı.


Alaz adama baktı. "Bana bak lan dua et anlattıkların doğru olsun. Seni öldürmeye niyetlendim ama vazgeçtim. Sek bana yardımcı olursan ben de sana olurum." Dedi Alaz eliyle para işareti yaparak. Adam gülerek baktı.


"Elbette abi!" Heyecanla konuşmuş acısını unutmuş gibiydi şerefsiz. "Sen merak etme numaramı vereyim sana ararsın yardımcı olurum."


Daha fazla beklemeden eline batırdığım bıçağı sertçe çekip aldım ve fabrikadan çıktım. Geldiğimizde koca deponun içinde bekleyen bu adam bize cidden yardımcı olmuştu.


Ben yüzümdeki maskeyi çıkartıp arabaya binerken derince bir nefes aldım. Birşeyler beni boğuyormuş gibi hissettirmeye başlamıştı. Çok geçmeden Alaz geldiğinde arabayı çalıştırmak yerine elinde tuttuğu maskeyi arkaya fırlattı ve Derince düşünmeye başladı.


"Kafam karşıtı." Dedim bir anda, "Defne kim? Kenan kim? Bugün buraya gelecek kişileri sen nereden tanıyorsun?"


Bakışları beni buldu. "Kenan Rus mafyası, baya ünlü bir Rus mafyası sadece asıl kimliği ortaya çıkmasın diye ismini Kenan diye tanıtıyor." Durdu, "Defne detayı ise tamamen tesadüf aramıza katılacak kişileri geçen hafta babam geldiğinde seçmiştim ve soy adına asla dikkat etmemiştim."


"Başkan geçen hafta oraya mı geldi?" Durdum.


"Anlamadığım şey bu. Baban bana cinayetten bahsetmisti. Madem bir cinayet işledin bu adamlar nasıl seni tanımıyorlar?"


Alaz Histerik bir gülüşle gözlerimin içine bakıyordu, ben konuşurken de asla bakışlarını çekmemişti. "Anlamadın değil mi hala? Babam bir şeyler gizliyor hepimizden. Cinayet işleme olayı herşey yalan o benim planımdı buraya gelmek için, şüphelenmeye başlamıştım ve görüyorum ki haklı çıktım."


"Ne yapmayı düşünüyorsun?" Diye sorduğumda arabayı çalıştırmak için direksiyonu çevirmişti.


"Kafam karışık, ama bir isteğim var. Bana bu yolda yardımcı olmanı istiyorum."


Gülerek Alaz'a baktım. "Bunu babanın sağ kolundan mı istiyorsun?" Güldüm yeniden, "komiksin!"


"Dışarıdan izleyen biri babamın sağ kolu, hatta sol kolu her şeyi olduğunu düşünebilir, hatta beni dışarıdan biri olarak da görebilirsin ama biliyorum Azra. Sen babamın arkasından iş çevirebilirsin. Ondan nefret ediyorsun, her şeyini mahvetti çünkü."


Kaşlarımı çatarak baktım yüzüne. Alaz bir şeyler mi biliyordu?


"Sonuçta eline o silahı vermeseydi hayatın şu an daha güzel olabilirdi. Şöyle bir bakıyorum, güzel bir kadınsın çok güzel bir kadınsın." İç çekti ardından gülümseyerek devam etti. "Hayatında bir adam olurdu,  evli veya nişanlı olurdun. Zeki birisin belki de elinde mesleği olan biri olurdun. Merak etme çoğu şeyi düşünecek kafadayım, inkar da edebilirsin ama gerçekler böyle. Can yakar."


Yutkunarak baktım. Bir şey bildiği falan yoktu, elime bir silahın verilmesiyle her şeyin bittiğini düşünüyordu.


"O halde söyleyeyim, Yanılıyorsun çünkü elime silah almayı baban değil ben seçtim. Ha eğer elime bir silah almasaydım haklısın elinde mesleği olan güçlü bir kadın olabilirdim?"


"Zaten güçlü bir kadınsın."


Histerik bir gülüş belirdi dudaklarımda, "Eli silah tutan her kadın güçlü olabilseydi bu dünya kadınların öldürüldüğü bir dünya olmazdı Alaz."


Susup önüne döndü Alaz. Başımı cama çevirip yolu izlemeye başladıktan sonra da yol boyunca ne o nede ben konuşmamıştık. Araba evin önünde durduğunda kapıyı açmak için uyandığımda Alaz bir anda bileğimi tuttu. Dönüp ona baktığımda gözlerime baktı ve tek bir şey söyledi. "Büyümüşsün." Kaşlarımı çatarak ona baktığımda ne demek istediğini anlamaya çalışıyordum.


"Efendim?" Dediğimde gözlerim kısa süreliğine bileğimi tutan eline kaydı.


Parçalanmış keman dövmesi...


"Her neyse boşver, anlatsam da anlamazsın." Elimi bıraktı ve arabadan indi. Bir kaç saniye boşluğa bakarken bende arabadan indim. Dışarısı inanılmaz soğuktu ve bulutlar yeniden toplanmıştı, Yağmur yağacaktı. Aralık ayı neredeyse bitiyordu ancak tek bir tane bile kar yağmamıştı.


Kapıyı açıp eve girerken mutfaktan kalabalık bir ses geliyordu. Büyük ihtimalle gelmişlerdi. Alaz direkt yukarıya giderken ben mutfağa yönelmiştim.


"Sonunda!" Dedi Ozan beni görür görmez. Cidden de Uğur'un dediği gibi toplamda 5 kişi gelmişti ve benim gözlerim direkt turuncu saçlı olan kadına kaymıştı.


Defne Olanev Samur. Turuncu saçlı bir hatun. Güzel bir kadın ama işine yarayacağı kesin. Kız çok iyi nişancı.


"Merhaba." Dedim hepsine baş selamı verirken. "Hosgeldiniz."


Ozan'a döndüm. "Sen hepsini alıp bodruma in ben ve Alaz geliyoruz."


Mutfaktan çıktığım gibi hızla bir duş aldıktan sonra, üzerime siyah bir kazak altıma da kalın gri eşofmanı giyindim ve aşağıya indim. Hepsi oturmuş bir şeyler konuşurken Alaz ve Ali kenarda ellerinde duran dosyalardan bir şeyler okuyordu.


"Merhaba." Dedim Ali'nin elindeki dosyaya bakarken. "Bilgileri mi yazılı?"


"Evet sen gelene kadar göz attım ama bir sorun var." Alaz bunu söylerken kaşlarımı çatarak baktım yüzüne.


"Sorun ne?"


Ali özel bir şey konuşacağımızı düşünerek bizden uzaklaşırken Alaz yavaşça yanıma yanaştı ve kısık sesle konuştu. "Babam seçtiğim kimseyi göndermemiş."


"Nasıl?"


"Benim seçtiğim kadroda 6 kişi vardı, aralarından bir tek Defne denen kişiyi göndermiş. Buradaki çoğu kişi işimize yaramayacak gibi."


Sırtımı dönüp gelen kişilere baktım. Hepsinin bakışları bizim üzerimizde geziniyordu. Alaz'a geri döndüm. "Bakacağız, bir şey varsa da çıkar kokusu merak etme."


Elimdeki dosya ile onlara yaklaştım, Alaz da arkamdan gelmişti.


"Herkese yeniden merhaba ben Azra, Azra Yılmaz. Çetenin lideriyim ve bu süre zarfında eğitimin başında ben olacağım." Bakışlarım karşımda yan yana dizilen kişilere kaydı, hemen karşımda kahverengi uzun saçlı kız direkt Alaz'a bakıyordu. Gözlerim kısa bir an Alaz'a kaydığında onlara değil bana bakıyordu.  Başımı dosyaya çevirdim ve ilk isme baktım.


Umut özen.


28 yaşında. 1.89


Özel koruma.


30'dan fazla silah kullanabiliyor.


9 dil biliyor.


Hacettepe üni. Mevzunu.


Başımı kaldırdım. "Umut Özen, hanginiz?"


Aralarında uzun boylu olan elini kaldırdı. Koruma olduğu belli oluyordu. Bütün bedeni kas yığınıydı. Simsiyah uçları dalgalı olan saçlarına değdirdi ellerini.


"Fazla dil biliyorsun." Dedim. "Eğitim hayatin da başarılı neden silahlar veya korumalık?"


Omuzlarını kaldırdı. "Kazanacak bir şeyim kalmadı. " Bu kadar kısa ve öz konuşuyordu. Bu işimize gelirdi.


"Güzel. Zaafın yoksa tamamdır aramıza Hoşgeldin Umut." Hafifçe başını eğdi ardından önüne döndü.  Listedeki diğer isme baktım.


Eylül Zambak.


25 yaşında. 1.70


Hemşire.


Marmara üni. Mevzunu.


"Eylül Zambak?" Başımı dosyadan kaldırdım. Gözleri mavi saçları simsiyah olan kız bana baktı.


"Bu kadar mı?" Dedim şaşkınca. Alaz eğilip dosyaya bakarken ben de Eylül'ü soru yağmuruna tutmaya başladım.


"Hemşirelik okumuş biri neden böyle illegal işlere bulaşır?" Eylül gözlerime baktı. "Neden olmasın?"


Soruma soruyla cevap vermek. -1 puan Eylül.


"Silah eğitimin var mı?"


"Hayır." Dedi.


"Dövüşebiliyor musun?"


"Evet." Dediğinde gülümsedim.


"O halde senin silah eğitimine ihtiyacın olacak." Duraksayarak bana baktı.


"Elime silah almak istemiyorum. Dövüşmek benim silahım zaten o bana yeter." Arkadan Ali konuştu, "ve zekan..." diye ekledi.


Ozan gülerek omzuma vurdu. "Evet gençler vatana da millete de hayırlı uğurlu olsun aramıza Ali'nin kız hali katıldı." Alayla Ali'ye baktı. "Tebrikler brocum birdin iki oldun."


Ali de aynı alayla konuştu. "Teşekkürler brocum artık seni iki katı deli edeceğiz."


Ozan yapay bir şaşkınlıkla ağzını açtı, "omaygat ben bunu nasıl düşünemem. Başıma taşlar yağsaydı da bunlar olmasaydı!"


"Yeter lan!" Diye bağırdım bir anda, "siz burda bir boka yaramıyorsunuz defolun gidin!"


Ozan ve Ali bana bakıp aynı anda ağızlarına hayali fermuar çektiler. Tekrardan Eylül'e döndüm.


"Ali haklı, o da çetede silah kullanmaz ancak zekası ve dövüşmesi ile tanınır. O halde sende aramıza Hoşgeldin." Eylül gülümseyerek Ali'ye baktı ardından bana dönüp teşekkür etti.


Dosyadaki diğer isme baktım.


Yağmur öz.


Duraksadım ve başımı kaldırıp Alaz'a on saattir tuhaf tuhaf bakan kıza baktım. İsmi Yağmur'du aklıma ise tek bir şey gelmişti. Yıllar önce daha hiç tanıyamadan ölen küçük kız kardeşim. Dosyayı okumaya devam ettim.


Yağmur öz.


23 yaşında, 1.72


Mühendislik.


Eskişehir Osmangazi üni. Mevzunu.


(Not: ağır kalp hastası)


"Sen." Dedim ona dönerken. Bakışları hala Alaz'ın üzerindeydi. Bana bakmadı. Öfkeyle parmaklarımı şıklattım ve bana bakmasını sağladım.


"Ben mi?" Dedi kendini göstererek.


"Evet sen!" Dedim, "Bana kendini tanıt."


"İyi de kimse tanıtmadı ben neden-"


Bağırdım. "Çünkü öyle istiyorum!"


"Peki." Diyerek başladı. "Adım Yağmur, mühendisliği bu sene bitirdim, ancak aktif olarak yapmayı düşünmüyorum. Bu kadar."


"Neden buraya geldin?"


Bakışları kısa bir an Alaz'a kaydı. Ardından bana baktı. Bir şeyler vardı bu kızda ve çözememiştim.


"Nedeni yok, geldim işte."


"Kalp hastası mısın? Burada öyle yazıyor."


Yüzü düşerken konuştu. "Evet ama küçükken tedavi görerek iyileştim."


"Ama her an tetiklenebilir. Değil mi?"


"Bilmiyorum"


Oflayarak başımı ovdum. "Seninle daha sonra konuşacağız. Çeteye alınmaya bilirsin."


"Ne!"


Seni kesinlikle alacağım, biraz dinledikten sonra tabi ki.


Daha fazla dinlemeden diğer isme geçtim.


Gölge.


"Cidden mi?" Karşımda duran ve neredeyse bütün bedeni kas yığını ve dövmelerle dolu olana baktım. "İsmin ne senin?"


"Gölge." Dedi pişkin pişkin gülerek. "Çok mu beğendin."


Gözlerimi devirdim. "Herhangi bir soyadın yok mu? Sadece Gölge mi?"


Başını salladı. "Yalnızca Gölge, başka bir şey yok." Ofladım ve dosyaya döndüm.


Gölge.


28 yaşında. 1.91.


Boksör.


3 dil biliyor.


Silah eğitimi var.


"Ne okudun. Hangi bölüm?"


"Üniversite mevzunu değilim, bütün hayatımı boksa adadım." Tek cevap, ama modu düşmüştü. Umursamadan listenin en başında olan ve atladığım o isme baktım.


Defne Olanev Samur


27 yaşında. 1.76


İşletme.


6 dil biliyor.


Lomonosov Moskova Devlet Üni. Mevzunu


"Rus musun?" Diye sorduğumda başını salladı.


"Evet. Ama tam olarak değil, annem Türk babam Rus."


"Yani yarı Rus yarı Türk."


Gülümsedi, "Aynen öyle."


"O zaman tam karanlık işlerin içinden geldin." Kaşlarımı çatarak sorduğum soruya gülerek cevap verdi. "Ah hayır tabi ki."


Güldüm ama fazla samimiyetsiz bir şekilde. "Şaka yapıyordum ciddiye alma."


Dosyayı kapatıp Alaz'a döndüm devam etmesi için. Alaz gülümseyerek elimden dosyayı aldı. "Herkese merhaba az önce tanıştık zaten, Ben Alaz. Kendimi kanepeye atarken Ali dönüp bana baktı.


"Şu kahverengili kız. Neydi adı... hah Yağmur." Dedi, "Sence de tuhaf değil mi?"


Kaşlarımı çatarak baktım. Yine aynı şekilde Alaz'a tuhaf tuhaf bakıyordu. Ozan güldü, "bu fena tutulmuş Alaz'a."


"Hayır." Dediğimde ikisi de birbirine baktı. "Kızda cidden tuhaflık var."


"Amman ne olabilir amına koyayım!" Dedi Ozan arkasına yaslanarak.


"Hain olabilir." Dediğimde Alaz da aynı anda konuşmayı bırakmıştı.


"Evet gençler, bugün dinlenip birbirinize alışma gününüz. Yarından itibaren artık bu günkü kişiler olmayacaksınız. Aile kavramını tamamen aklınızdan silin, aileniz artık yok. Zaaflar olmayacak ve en önemlisi." Diyerek direkt Yağmur'un yüzüne baktım. "Burada istediğiniz her boku yapın, aşık oluyorsanız olun. Arkadaş olun her boku yapın ancak tek bir bilgi bu evden çıkarsa, hainlik gibi bir şey olursa haini bulur şu silahla gebertir toprakla bir ederim kimse de bulamaz." Hepsinin bakışı düzdü.


"Anlaşıldı diye umuyorum." Dediğimde hepsi birden başını salladı.


"Güzel, kolay gelsin şimdiden." Arkamı dönerek bodrumdan çıktım.


Daha çok işimiz vardı...


Loading...
0%