Yeni Üyelik
11.
Bölüm

10.Büyüden Uzak

@vaerosas


Beşinci Yüzük Serisi 1 - Hecr


"BÜYÜDEN UZAK"


SEAFRET - ATLANTİS


Lütfen satır arası yorumlarınızı ve oylarınızı atmayı unutmayın keyifli okumalar♡


༻☾༺

Çünkü bu gece kan kokuyordu hayır kan kokan gece değildi kan kokan ellerimdi. Bu gece çok büyük bir hata yapmıştım, çok çok büyük bir hata. Kötü enerji serbest kalmıştı ve ben iki canlıyı öldürmüştüm.


Öldürmüştüm , bu ellerle. Bu kan kokan ellerle.


Artık temizlenmenin bir yolu kalmamıştı üzerime kocaman bir etiket yapışmıştı artık.


Ben birilerini katletmiştim, ben katil olmuştum.


༻☾༺


İgnis, kökeni latinceden gelen ve ateş anlamına gelen sıradan bir kelime gibi görünüyor. Ancak görüldüğü kadat basit değil. Vampirleri bilirsiniz kan emen, sonsuz yaşamı olan ölümsüz ve korkunç yaratıklardır. Onların çok daha üstünde olan varlıklara ignis denilir. Şeytanın çocukları olarak bilinen ignisler doğduklarında insan gibi görünürler ancak kalplerine gümüş bir hançer saplanırsa işte o zaman dönüşüm gerçekleşir. Vücutlarındaki gümüş kan hareketlenir ve dönüşüm gerçekleşir. Kara kanatlar, kızıl gözler, beyaz ten, ölümsüzlük, ateşi kontrol edebilme, sınırsız güç ve sivri dişler. Sonsuz bir güce sahipmiş gibi görünselerde onlarında hassas noktaları var. Kan içmedikleri zaman derileri kurumaya başlar. Yaşlı olanlar ve kendini kontrol edebilenler onsuz yaşayabilsede yeni - yani yavru- ignisler kan olmadan vahşileşir.


Kraliyet baş komutanı ve kralın sağ kolu olan Alar Farzin bugün yavruların sorun çıkarmaması için cadı şehrinde kalabalık bir barda etrafı gözetliyordu. Bu tarz barlarda yavrular daha çok takılırdı ancak yoksunluk başladımı önlerinde kim olursa olsun saldırırlardı.


Medusa tehlikeli bir yerdi. Onu tehlikeli yapan en büyük faktör Tenebris yani Karanlık Sokak'da olmasıydı. Bu sokak kara büyü eşyaları satan ve yapan kişilerin sürüldüğü yerdi. Her ırktan canlı Medusa'da toplanır ve eğlenirdi. Bugün çok daha kalabalıkt, yavrular dahil bir çok kalabalık ignis grubu vardı.


Tüm barı görebilmek bir duvara yaslanan Alar kızıllaşmış gözlerini barın her köşesinde gezdiriyordu. Duyu yeteneklerini kullanmaya başladığında gözündeki ilizyon kayboluyordu. İlizyonun yapılma nedeni diğer canlıların yanında fark edilmemek ve daha rahat gezinebilmekti. İgnisler kızıl gözlü olurdu ancak bir tılsım onu saklamya yeterdi.


"Farzin istersen nöbeti ben devralayım?" Yanına gelen kendisi gibi yaşlı olan ignis ile dikkati dağıldı.


Yavaşça başını salladı. " İyi olur sağ ol Uras." dedikten sonra omzuna iki kere vurarak çıkışa yürümeye başladı.


Uras kendisinden sonra ignislerin arasında en yetkili kişiydi bu yüzden ona güvenebilirdi. En az Alar kadar yaşlı ve deneyimliydi. Bu deneimler onu dışa karşı sert birine dönüştürmüştü.


Alar Uras'ı ardında bırakarak Medusa'dan çıktı. Şimdi uğraşmak için can attığı cadının yanına gidebilird. Sahip olduğu hız sayesinde saniyeler içerisinde meydana ualşmıştı ancak etraf çok kalabalıktı ve onun enerjisini hissedemiyordu. Az ileride gördüğü tanıdık yüz ile o tarafa ilerledi. Onun gibi kızıl saçlara sahip kadın anında başını çevirdi.


"Hale?" Bu ismi onu izlediği zamanlarda duymuştu cadıdan. Benziyordu isimleri.


"Ne istiyorsun?" dedi Hale sertçe.


"Hera'nın nerede olduğunu biliyor musun?" Hale etrafa bakındı ancak Alar sarhoş olduğunu fark ederek, "Neyse boşver." dedi.


Alar seslerin olduğu ortamdan sıyrılıp rahat odaklanabileceği sessiz bir sokağa girdi ve sadece onun enerjisine odaklandı. Arkadaşlarnın yanında olmaması onun aklına kötü şeyler getiriyordu. Alar gözlerini kapattı. Mor enerji parlarken onu gördü ama mor alevlerin arasında üstü başı kan olmuş şekilde dizlerinin üzerine çökmüştü. Kötü olan kanların ona ait olmasıydı. Ağlıyordu, hıçkırıkları yüzünden elini yüzüne kapatmıştı.


"Siktir." dedi yüksek sesle ve öncekinden daha hızlı gitmeye başladı.


༻☾༺


Kan,


Kan,


Daha çok kan.


Her yerde. Gözlerimi kapatıyorum yine orada açıyorum yeniden orada. Bunun bir sonu yok çünkü gerçeğin bıraktığı iz silinmez. İzler silinmez. Önce deriye işler sonra ruha.


Derimde ve kıyafetlerimde olan kan izleri bana aitti ancak karşımda dökülen kanlarda benim eserimdi. Karnımdaki acı son bir kaç dakikadır hafifliyordu. Halbuki ateşten kılıcını bana sapladığında öleceğimden emindim. Ne olmuştu da kurtulmuştum?


Artık sarhoş değildim ancak eve kadar yürüyebileceğimi de sanmıyordum. Çünkü ne kadar sarhoş olmasamda ayık değildim. Ağlamaktan başım ağrıyordu ve uyumak için direniyordum. Uyumamak için verdiğim mücadele ve baş ağrısı gözyaşlarımı tetikliyordu.


Burada kalırsam bir süre sonra cadılar gelecek ve hem varlığımız ortaya çıkacak hem de büyük bir ceza alacaktım. Belki de halktan birini öldürdüğüm için zindana atarlardı beni. Hangisi daha kötüydü? Kızlarıda tehlikeye atmak olurdu bu hem. Nasıl kurtulabilirdim bu çıkmazdan? İki ucu boklu deynekti bu durum! Ellerim minicik bir güç kırıntısı için kendini paralarken tanıdık bir koku almamla gözlerim sonunda kadar açıldı.


"Cadı!" Ellerini omuzlarımda hissettiğimde başımı kaldırıp kendimi ona bakmaya zorladım. İrisleri kırmızıydı bu da kısa süre önce güç kullandığını gösterirdi. Ağzımı açıp konuşmaya çalıştım ancak boğazımdaki keskin sızı ile birlikte inleyerek geri kapattım. "Zorlama kendini çok enerji kaybetmişsin." dedi ardından "Seni güvenli bir yere götüreceğim." diye devam etti.


Elleri sırtımı ve bacaklarımı bulduğunda hareket etmiyordum zaten istesemde edemezdim. Başım göğsüne düşerken ayık olmak için kendimi zorladım. Ama burası çok rahat diye fısıldayan zihnimi görmezden gelmeye çalıştım. Alar etrafa bakındı sonra kısa bir anlığına gözlerini kapattı açtığında her ne yaptıysa insan üstü bir hızla oradan uzaklaştık.


Zihnimin puslu koridorlarında dolaştığım uzun bir sürenin ardından büyük bir yorgunlukla gözlerimi açtım. Alar ile oradan uzaklaşırken gözlerimi hızdan dolayı kapatmak zorunda kalmış bir daha da açacak gücü kendimde bulamamıştım. Yumuşak bir zemine bırakılmıştı bedenim onun tanıdık kokusu burnumdayken uykuya dalmak zor olmamıştı.


"Sonunda uyandın cadıcık." dedi göz göze geldiğimiz an. Gözleri tekrar mavileşmişti.


"Alar dün gece..." diye başladığım cümleyi kesti.


"Ruhun ve bedenin yaralanmış onu tedavi etmek kolaydı asıl sorun kilitlediğim karanlığı uyandırman, işte onu tedavi edemiyorum." Kilitlediği karanlık, kara büyü mü?


"Bunu yapmış olamam değil mi?" diye sordum korkuyla.


Alar cevap vermedi ama gözlerini kaçırmasıda bir cevap niteliğindeydi. Korkuyla ellerimi kaldırıp hızlıca incelemeye çalıştım. Kara büyü kalıntısı arıyordum.


"Henüz yayılmaya başlamamış yakında ortaya çıkar." dedi Alar. Ellerimi kucağıma geri bıraktım. "Bir yolunu bulacağım, seni ele geçirmeden onu durduracağız." diye devam etti.


Başarabilir miydi bilmiyorum ama ona inanmaktan başka seçeneğim yoktu. Ama içten içe ona zaten güveniyormuş gibi hissediyordum sanki.


"Bir yolunu bulamazsak vahşilecek miyim?" Vahşiler, kara büyü ile uğraşan cadılar onun tarafından ele gerçirilirse tüm bedenleri kararır ve zamanla kara bir buhara dönüşür cadıların büyülerini emerler. Geçen sefer parmaklarım çok çabuk kararmaya başlamıştı...


"Zaman kazanabiliriz sadece." Gözleri tepkimi tartmak ister gibiydi. "Bu zaman için büyü yapmaman gerekiyor." dedi sanki bu çok kolay bir şeymiş gibi.


Ben bir cadıyım, kendimi bildim bileli büyü benimleydi. Ben ışığı kapatırken hatta üzerimi değiştirirken bile büyü kullanan üşengec bir cadıydım büyü olmadan nasıl yaşayabilirdim ki?


Elini elimin üzerine koydu, "Sakin ol cadı, sadece kısa bir süreliğine tamam mı?"


"Ne kadar kısa?" Dudaklarımı büzdüm istemsizce çocuk gibi.


"Bilmiyorum." diye mırıldandı.


Harika! O da bilmiyordu ben de bilmiyorum öyleyse kim biliyor? Bir dakika... Balay nene? Olabilir miydi? Gayette olabilirdi. Balay nene demişken ben ne süredir buradaydım? Kahretsin Hale kim bilir ne kadar endişelenmiştir ve kızlar da öyle. Onlara nasıl anlatacaktım tüm bu olanları bilmiyorum. Nasıl söyleyebilirdim ki birilerini öldürdüğümü, kahretsinki bilmiyordum.


"Eve dönmem gerek." Panikle ayağa kalkmamla Alar neye uğradığını şaşırmmış ben ise düşmekten son anda kurtulmuştum.


Nerede olduğumu bile bilmeden kapıyı açtığımda karşımda gördüğüm çift ile olduğum yerde kaldım. O ikisi öpüşüyordu ve kahretsin ki ben bu duvarları tanıyordum!


"Beni gerçekten Medusa'nın arka odalarına mı getirdin?!" Kapıyı çarptığım gibi bağırmamla Alar gözlerini kaçırdı.


"Başka bir yer aklıma gelmedi o an."


Tam ağzımı açmış ona yeni bir şey söylemeye hazrılanırken çalan kapı ile dudaklarımı birbirine bastırdım ve kapıyı sertçe açtım. Eli havada kalan adamın gözleri şaşkınlıkla kocaman açılırken Alar'ın arka taraftan gülme sesi duyuldu.


"Yanlış bir zamanda mı geldim?" diye sordu siyah saçlı adam. Yaydığı enerjiye bakılırsa bir ignisti.


Alar gülmeye devam ederek yanıma geldi. "Aksine tam vaktinde geldin Uras. Neredeyse bir Luna Cadı tarafından öldürülecektim." Uras adındaki ignis bir bana bir Alar'a bakarken ikisine de göz devirip içerideki koltuğa yürüdüm. Aralarında ufak bir fısıldaşmanın ardından yanıma geldiler.


"Ortalığı temizledim herhangi bir iz kalmadı." dedi Uras.


Alar başını salladı, "Sağ ol Uras."


Uras'ın gözleri bana döndüğünde kaşlarımı çattım, "Bu da ortalığı dağıtan cadı mı?" Alar tekrar başını salladı.


"Öncelikle benim bir ismim var siz ignisler bunu anlamakta zorluk çeksenizde adım Hera, He-ra! Ayrıca neyden bahsediyorsunuz siz?" Aniden çıkışmamla Alar şştt sesi çıkardı.


"Sakin ol cadıcık birileri duyacak." Omuz silktim.


"Cevap verecek misiniz?"


Uras doğrudan Alar'a baktı ne yapacağını bilmeyerek. Alar derin bir nefes alıp verdi. "Öldürdüğün ateş çıkaranın cesedini ruh koparanın tozlarıyla birlikte yaktık ve dağınıklığı toparladık. Yani Uras toparladı ben senin yanındaydım." Tabi ya nasıl unutmuştum o büyücü ve ruh koparandan geriye kalanları.


Yüz ifademe değişirken başımı yere eğdim, "Teşekkür ederim." dedim sessizce ikisinede hitaben.


Ses çıkarmadılar.


Ayağa kalkarak etrafa bakındım. Pelerinim yoktu onu Hale'ye bırakmıştım sanırım. Odanın kapısına ilerleyip açmak üzereyken Alar'ın eli kolumu tuttu. "Nereye gidiyorsun?"


"Eve gitmem gerekiyor. Beni merak etmiş olmalılar."


"Ne olduğunu hala anlatmadın seninle gelip onlarla birlikte öğrenebilirim."


Başımı iki yana salladım. "Buna gerek yok." Alar itiraz etmek üzereyken elimi alnına koydum. Gözlerimiz aynı anda kapanırken dün gecenin anıları ikimizin arasında dolaştı. Gözlerimi açıp elimi alnından çektiğimde, "Artık biliyorsun." dedim.


O şaşırmış bir şekilde dururken onun siyah pelerinini alıp odadan çıktım. Koridorda ilerlerken fazla dikkat çekmemeye çalışarak pelerini üzerime giydim ve kapşonunu kapattım. Hızlı adımlarla arka odalardan çıkarken gündüz vakti olmalı ki bar kısmının boş olduğunu gördüm. Dış kapıya yönelirken tanıdık bir yüz karşıma çıktı. Bu dün geceki gurubun solisti olan genç ay bekçisiydi. Siyah saçlı olan adını hatırlamıyordum.


"Sen..." Başımı kaldırıp onunla göz göze geldiğimizde kaşlarını kaldırdı. "Dün sahnenin önündeki kızılsın."


"Ah sende şey olmalısın..."


"Artan, adım."


"Ah evet Artan. Tanıştığımıza memnun oldum ancak gerçekten acelem var." dedim hızlıca kaçmayı planlayarak.


"Anlıyorum gitmeden önce sende bana ismini söyleyecek misin?"


Sakin ol... "Hera."


Artan gülümsedi, "Memnun oldum Hera."


"Hı hı evet." ÇEKİL ARTIK ÖNÜMDEN!


"Önünden çekilmeni istiyor." Alar'ın sesinin arkamdan gelmesiyle kaşlarımı havaya kaldırdım ve omzumun üzerinden ona baktım. Yüz hatları gerilmiş ve gözleri kızıllaşmıştı. Önümdeki ay bekçisine baktım. O da Alar'dan farksızdı. Gülümsemesi silinmiş göz rengi parlak bir sarı halini almıştı.


Tabi ya ignisler ve ay bekçileri birbirinden hoşlanmazdı.


"Bunu kendisi de söyleyebilir." dedi Artan sertçe.


Alar keyiften uzak bir şekilde sırıttı, "Seninle konuşmaktan bile kaçınıyorken daha fazla kendisini yormasını istemiyorum." dedi ve dudakları çizgi halini aldı. "Şimdi yoldan çekil kuçu kuçu."


Artan hırlamaya benzer bir ses çıkardığında ortamın karışacağını düşünerek Artan'ı yavaşça ittirdim. "Ben gitsem iyi olacak." Evet kaçmak iyi bir çözümdü zaten ben gittikten sonra Alar'da Uras ile birlikte Medusa'da çıkardı.


Artan'ın yanından sıyrılıp hızlı adımlarla Medusa'dan çıktım. Tenebris sokağında hızlı adımlarla ilerlerken erimeye başlamış karlardan dolayı ayaklarımın altından haşırdama sesleri geliyor ve bu da beni tedirgin hissettiriyordu. Sokaktan çıkıp doğruca kasabanın fazla içine girmeden orman yoluna girdim. Balay nenenin ormanın içerisinde küçük kulübesine geldiğimde neredeyse mutluluktan ağlayacaktım. Kapıyı anahtarımla açıp içeri girdikten sonra içeriden ayak sesleri geldi. O sırada botlarımı çıkarıp o tarafa yürüyordum.


"Hera!" Nesli ile göz göze geldiğimizde bana doğru koştu ve üstümü incelemeye çalıştı. "Bir şeyin yok değil mi? Üzerinden kan kokusu alıyorum ve... bir dakika elbisendekiler kan mı senin?!"


Şok içerisinde pelerini çeken ellerini tuttum, " Lütfen içeride anlatmama izin ver." Nesli yüzüme bakarken omuzlarından onu salona döndürüp kendimle birlikte ilerlettim.


Salon tamamen doluydu. Kızlar, Hale ve Balay nene, her biri etrafa oturmuştu. Beni fark ettiklerinde hepsinin yüzünde bir rahatlama oluştu. Hale oturmam için şöminenin yanındaki pufu işaret ettiğinde tereddüt etmeden oturdum. Isıtma büyüsü yapamadığım için o incecik pelerinle buraya gelene kadar donmuştum.


"Hera neredeydin?"


"Üzerinde neden kan var?"


"Yaralandın mı?"


"Bu pelerin kime ait?"


"Dün gece bir anda nereye kayboldun?"


Ard arda hepsinin beklemediğim bir anda sorular sormasıyla şöminenin kenarına sinmiştim. Balay nene ile göz göze geldiğimizde yardım ister gibi bakmaya çalıştım. "Kızlar sakin olun da Hera bize anlatsın." Bana hadi anlat dercesine kafasını salladığında doğruldu ve meydandan itibaren anlatmaya başladım.


"Sonra da Alar'ın pelerinini alarak Medusa'dan hızlıca çıktım." Nefes nefese kaldığımda sehpadaki sürahiden su doldurup tek yudumda içtim. Gözlerimi tek tek hepsinin üzerinde gezdirdim ve tepki hepsinde aynıydı. Şaşkınlıkla açılmış gözler ve ağızlar. Haklıydılar da.


Sonuçta arkadaşları bir gecede iki kişiyi öldürmüş ve içindeki kara büyüyü serbest bırakmıştı.


Bu kahrolası evrenden kesinlikle gitmeliyim.


"Balay nene bir çaresi yok mu?" diye sordum ümitle.


"Olabilir ama bunu bulmam uzun sürer Hera ve senin o sürede büyü yapmaman gerekiyor."


"Ama nasıl yüzüklerimi arayacağım büyü olmadan."


"Biz hala büyü yapabiliyoruz yani teknik olarak senin büyü yapmana gerek kalmayacak." dedi Hadra. Haklıydı sonuçta ben yoksam bile büyü yapabilen beş cadı daha vardı. Hale'yi sayarsak altı olabilirdi ama onun gelip gelmeyeceği kesin değildi.


"Hadra haklı. Biz büyü yapabiliyoruz bu yüzden sorun çıkmayacaktır. Kalan yüzükleri en hızlı şekilde bulup bu evrenden çıkmak zorundayız şuna baksanıza başımıza gelmeyen kalmıyor burada." Nesli ayaklandığında kaşlarım çatıldı. "Yarın gölde buluşup bitirelim şu işi."


Diğerleri de onaylayarak ayağa kalktı. Kısaca onlarla vedalaşırken hepsinin gözleri elbisemde düzeltiyorum elbisenin üzerindeki kan lekelerinde dolaşıyordu. Acilen bir duş alıp şu elbiseden de kurtulmalıydım. Hale kızları yolcu ederken neredeyse koşarak banyoya girdim.


Üzerimdeki elbiseyi yırtarcasına çıkarıp kenara attım. İç çamaşırlarımla kaldığımda ellerim karnımı buldu. Kan lekeleri duruyordu ancak ne bir yara vardı ne de acı. Bunu iyileştiren kara büyü müydü? Anlam veremediğim güçler de olabilirdi belki de. Ne önemi vardı ki izi duruyordu işte kendini hatırlatıyordu bir şekilde. Banyonun suyunu da tılsımla açamayacaktım şimdi çünkü bu ufak büyüyü bile yapamazdım.


Gözlerimin yanmaya başladığını hissettiğimde Hale'den yardım istedim. Hale suyun akmasını sağladıktan sonra yalnız kalmak istediğimi fark ederek bir şey söylemeden çıktı. İç çamaşırlarımı da çıkarıp banyonun bir kenarına bıraktıktan sonra suyun altına girdim. Sıcak su saçlarımın arasından girip tüm vücuduma yayılırken sabunlu keseyi alıp kan izi olan her yeri sertçe silmeye başladım. Derimi soymak istercesine keseyi bastırırken sol gözümden düşen bir damla suya karışarak aktı. Önce ellerimdeki izleri silmeyi çalıştım ancak ne kadar uğraşırsam uğraşayım çıkmadılar. Sonra karnımdakileri sildim, onlar daha kolay çıktılar. Ellerime bakarken ayakta duramayarak oturdum. Su kayıp gitti gözyaşlarım ona karıştı.


Bu defa sessizce ağladım çünkü sesimi çıkarmak bir işe yaramıyordu.


Gözlerim kapanmak için mücadele verirken havluya sarılıp çıktım. İçeriden Balay nene ve Hale'nin konuşma sesleri geliyordu, onları anlayamıyordum sanırım kulaklarıma su kaçmıştı. Merdivenleri çıkarak odaya girdiğimde yatağın üzerinde kıyafetlerin ayarlanmış olduğunu gördüm. Muhtemelen bunları Hale hazırlamıştı. Havluyla vücudumu kurulayıp iç çamaşırlarını sonrada beyaz uzun geceliği giydim. Havluyu kenara bırakırken artık beyaz olmadığını gördüm. Artık kırmızıydı. Benim yüzümden.


Saçlarımı taradım ve yatağa oturdum. Gözlerim kapanmak için direniyordu ancak vicdanımda uyumamı engellemek istiyordu. Uyumadım. Dizlerimi kendime çekerek kollarımı bacaklarıma doladım ve çenemi de dizime yasladım. Islak saçlarım tenime yapışırken gözlerim yerdeki halıdaydı. Hiç bir şey düşünmeden sadece onu izlemeye çalışıyordum. Bir şeyler düşünmemek daha iyiydi, acıtmıyordu.


Gözlerimi kapattım ve belki bana yardımcı olur diye elimi gerdanımdaki safirin üzerine koydum ancak o bile en ufak bir ses vermedi. Sanki benden uzak durur gibi. Bu durumda gidebileceğim tek bir yer kalıyordu o da annemin yanıydı. O benden kaçmaz bana inanırdı biliyordum bu yüzden bedenimi yatağa bırakıp cenin pozisyonu aldım. Gözlerimi kapattım ve uykuyu beklemeye başladım.


༻☾༺


Annem gelmedi.


Tüm gece kabus doluydu. Her yerde o büyücünün kan lekeleri ve ruh koparanın ardında bıraktığı küller vardı. Cadılar üzerime geliyordu, ellerinde mızraklar ve meşaleler vardı onları bana doğrultuyorlardı. Meşaleleri üzerime fırlattılar ve ben hiç bir şey yapamadan bedenim yanmaya başladı. Cadı halkı beni yakarak cezalandırdı. Kan ter içerisinde gözlerimi açtığımda yatakta hızlıca doğruldum. Saat acaba kaç olmuştu bunun bir önemi de yoktu aslında.


Annem gelmemişti yanıma o da bırakmıştı beni. Acı tüm bedenimi ele geçirirken gözlerimden düşen yaşlara engel olamadım.


Hava henüz aydınlanmamıştı bile bu saatte nasıl olmuştu da uyanmıştım ben. Yan tarafındaki Hale uyuyordu bu saatin henüz çok erken olduğunu bile gösteriyor olabilirdi. Geri yatmam gerekirdi ancak uyku sanki tüm bedenimden çekilmişti hele de tüm gece o aptal kabusları görmüşken...


Yataktan sessizce kalkıp camdan dışarı baktım. Camın karşısındaki meşede bir baykuş odanın içine bakıyordu. Kaşlarımı istemsizce çatarak perdeleri çektim. Bu uykuya dönmem için bir işaretmiş gibi hissetmiştim istemsizce. Ya da bu bahaneydi o kadar.


Perdeler açıldı.


Korkuyla arkamı döndüğümde tanıdık sima ile gözlerim kocaman açıldı, "Alar?" diye fısıldadım. İşaret parmağını dudaklarına yaslamış sus işareti yapıyordu. Yüzüm öfkeyle gerilirken cama yaklaştım. Camı açtığımda bir adım geriledi. Sessizce ama sinirle, "Gecenin bir vakti penceremde ne işin var senin?!" dedim. Hale'yi uyandırmamak için sesimi sessiz tutmaya çalışıyordum.


Bir şey söylemek yerine elini uzattığında tekrar kızmaya hazırlanıyordum ki elini tutmamı beklemeden o elimi tuttu ve istemsizce çatıya çıkmak zorunda kaldım. Pencereyi aralık bırakacak şekilde ittirdim ve dikkatli adımlarla peşinden ilerlemeye başladım. Çatıdaki kiremitlerin sivri yeri çıplak ayağıma battığında kısık bir inleme çıktı dudaklarımdan.


Ayaklarıma baktı ardından dudaklarında minik bir sırıtma oluştu. Onu azarlamaya hazırlanıyordum ki bir anda beni kucaklamasıyla dengemi korumak için son anda kollarımı boynuna dolayabildim. Çatının ucuna geldiğimizde beni dikkatlice yere bıraktı ve kendide yanıma oturdu.


Ona dönmeden, "Gecenin bu vakti ne işin var burada?" diye sordum.


"Sana bir haber vermeye geldim."


"Ne haberi?" Başımı ona doğru çevirirken meraklanmaya başlamıştım.


"Bende sizinle geliyorum."


Kaşlarımı çattım. "O niye?"


"Büyü yapamıyorsun ve o orman sen ve arkadaşlarının düşünebileceğinden daha tehlikeli."


Minik bir kanat çırpıntısı, büyük bir yıkım.


"Hala geçerli bir sebep olarak görmüyorum bunu."


"Ormanın haritasını çaldım."


"Ne?!"


Umursamazca omuz silkti, "Zaten kimsenin umurunda değildi ben de ödünç aldım."


"Sana gerçekten inanamıyorum Alar."


"Biliyorum biliyorum." Göz devirerek ayaklandım. "Nereye bu kadar çabuk?"


"Biraz uyumam lazım yoksa ormanda güçsüz düşerim."


"Bu saate kadar ne yapıyordun cadıcık?"


"Kabus görüyordum." Alar'ın sırıtan yüz ifadesi dondu. Dudakları düz bir çizgi halini alırken ayağa kalktı. Avuç içini alnıma yasladığında şaşkın bir şekilde ona baka kaldım. "N-ne yapıyorsun?"


"Bu kalan uykunda kabus görmeni engelleyecek." dedi ve elini çekti. "Şimdi gidip uyu yarın sana bir sürprizim olacak."


"Sürpriz?"


"Söyleyemem sürprizler söylenmez."


Omuz silktim. "Söylemezsen söyleme." dedikten sonra pencereye doğru yürümeye başladım. Arkamdan gülüşünü duyabiliyordum.


Aralık pencereden içeri girdikten sonra onu ardımda bırakıp pencereyi kapattım ve perdeleride üstünde örttüm. Geri yatağa girip gözlerimi kapattığımda çok daha huzurlu hissediyordum.


"Hera uyan haydi!" Gözlerimi araladığımda yüzümün yakınında Hale'nin yüzünü görmemle aralık gözlerim kocaman oldu.


"HALE!" Bağırmamla birlikte Hale dengesini kaybetti ve beni kolumdan yakalamasıyla ikimizde yere düştük. Ben onun üstüne düştüğüm için Hale inlerken ben de doğrulmaya çalıştım.


Tam o sırada kapı sertçe açıldı, "Ne bu gürültü sabah sa- kızım siz ne yapıyorsunuz?!" Balay nenenin gür sesi kulaklarımızı doldururken yatağın kenarından destek alarak ayağa kalktım.


Hale hala yerde yatıyordu.


"Bir daha... bir daha seni uyandırmayacağım görürsün sen!"


Balay nene elini kaldırıp Hale'yi minik bir el hareketiyle doğrultup yerden kaldırdı. "Sabah sabah gürültü yapmayında hazırlanın sonra da kahvaltıya inin." Ardından odadan çıktı.


"İyi misin?" diye sordum ayakta dikilen Hale'ye.


Başını bana çevirdi, "Mükemmelim!" dedi kinayeyle. Gözlerimi kaçırdığımda yanıma gelip kolunu boynuma sardı. "Şaka yapıyorum Hera iyiyim."


"Emin misin?"


"Eveeet!" E harfini özellikle uzatmıştı. "Hem bak bugün özel bir ikinci yüzüğü aramaya çıkacaksınız." Başımı sallayarak gülümsedim. "Gel üstünü değiştir senin için özel bir kumaştan yürüyüş takımı diktirdim."


"Ne?"


Gardrobun arkasından bir kutuyu çıkarıp yatağa bıraktı ve sonra da kapağını açtı. Kutunun içindeki kıyafeti çıkarıp üzerime doğru tuttuğunda elindeki parçayı inceleye bilme fırsatı bulabildim. Koyu mor tonlarında dar bir üst vardı. Dört tane büyük beyaz düğmesi bulunuyordu ve sanırım boğazlıydı ayrıca yarım kolluydu. Altı aynı renk bol eşofman tarzında paçası lastikli bir kıyafetti. Kutuda siyah eldivenler ufak bir şapka da vardı.


"Bunlar da ne?"


"Bunlar yırtılmaz kumaştan yapıldı. Üzerine uygulanan tılsımdan ötürü yırtılmaz ve zehir geçirmez malum orman tehlikeli bir yer." Özellikle dikkat ettiğim şapkayı alıp çıkardı. "Her cadının bir şapkası olmalıdır değil mi? İlki genellikle basit olur ama güçlendikçe şapkanın ihtişamı da artar. Biz cadılar kendi kasabamızda kullanmasak da başka kasabalara çıkarken şapka kullanır ve ne olduğumuzu belli ederiz. Bu da ormandaki yaratıklara kendinizi tanıtmanız için böylece sizden korkabilirler."


"Ben teşekkür ederim..."


Omzumu patpatladı, "Önemli değil hayatım fazla büyük bir şey değil zaten. Bir de askılıktaki kısa pelerinlerden giy orman soğuk olabilir ne olur ne olmaz önlem almalısın." Başımı sallayarak onayladım. "Şimdi ben aşşağıya ineyim sende hazırlan."


Odadan çıktığında bir kaç saniye arkasından baktım sonrasında ise acele etmem gerektiğini hatırlayarak üzerimdeki geceliği çıkarıp katladım. Önce üstü giydim ve sonra altı giyip siyah bir kemer taktım. Eldivenleri giymeden önce dalgalı kızıl saçlarımı taradım ve sonra siyah eldivenleri giydim. Şapkayı takmadan önce aynaya döndüm ki bu anı daha iyi görebileyim. Orta boy mor tonlarındaki şapkayı başıma geçirdiğim an şapkanın mor enerjisi ve benim enerjim ışıklar eşliğinde bir bütün oldu. Bu anı aynadan izlediğim için mutluydum. Çünkü bu büyüleyiciydi.


Askılıkta duran tek pelerini alıp üzerime giydim. Siyah dizlerime kadar gelen kolları bol ve kapşonlu bir pelerindi. Onu giydikten sonra çekmeceye kaldırdığım hançerimi aldım ve yarım ay simgesi parlarken onu kemerime gizledim. Aşşağıdan ismim seslenilmeye başladığında safiri düzelttim ve kapıyı açarak merdivenleri indim.


Hale'nin Balay nene ile uğraşma sesleri gelirken salona girdim. Onlar çoktan masaya oturmuş beni bekliyordu. Masaya oturduğumda yemeğe başladılar. Hale üzerime bakıp eliyle 'güzel' dercesine işaret yaptığında güldüm. Kahvaltıyı kendimden beklemediğim bir hızda bitirip ayağa kalktım. Yemeği bitmek üzere olan Balay nene ve Hale son lokmalarını yedikten sonra onlarda ayağa kalktı ve birlikte kapıya yürüdük.


Yürüyüş botlarını ayağıma giyip doğrulduğumda Balay nene küçük bir çantayı elime tutuşturdu. Küçük derken kolye boyutunda anca boynuma takabileceğim türden. "İhtiyaç anında çantayı eline al o zaman büyüyecek. İçinde ormanda gerekebilecek her şey var." dedi boynuma asıp saçlarımı düzeltirken.


Başım çantaya doğru eğikken gülümsedim, "Teşekkür ederim nene." O da gülümsedi ve beni kendine çekip sarıldı. Kollarımı boynuna dolayarak aynı şekilde sımsıkı sarılarak karşılık verdim. "Her şey için teşekkür ederim..."


"Ama bu bir veda değil ki çabuk etraftaki hüznü dağıtın yoksa gerçekten ağlayacağım!" Hale'nin ağlamaklı sesini duyduğumda Balay nene ile ayrıldık ve bunu hazır bekleyen kolları boynuma dolandı. "Geri geldiğinde sana ok atmayı öğreteceğim." dedi boğuk çıkan sesiyle. Gülerek başımı salladım. Benden biraz uzaklaşarak cebinden daire şeklinde bir demir çıkardı. Bu bir cep saatiydi. "Bu saati eski bir cadıdan almıştım. Saate üç kere konuşmak istediğin kişiyi söylersen zihninizde telepatik bir bağ kurarsınız."


Elinden alarak pelerinimin cebine koydum. Bu saat şu anda benim gibi büyü yapamayacak biri için en gerekli eşyalardan biriydi. Kapıyı açıp giderken onlara el salladım ve arkamı dönerek ormanın içerisinde hızlı adımlarla ilerlemeye başladım. Kasabaya yolunu geldiğimde etraf her zamanki gibi sakindi ve buradaki dağınıklık kesinlikle toplanmıştı. Gölete kadar adımlarımı daha da hızlı tuttum. Bir kaç cadı şapkama bakarak kaşlarını çatmıştı ama hızlı adımlarımdan kasaba dışına çıkacağımı anlamış olmalılar ki normal karşıladılar. Gölün oraya geldiğimde hepsi oradaydı. Alar da dahil. Gölün buzları erimişti ve ben büyü olmadan buradan geçemezdim.


"Hera! Bu kadar erken olmasından emin misin daha toparlayamadın bile." dedi Nesli yanlarına gelir gelmez. Her biri benim gibi kendi renklerini simgeleyen takımlar giymişti. Nesli'nin koyu yeşil rengindeki şapkasına bakarkan hafifçe gülümsedim.


"Başka çaremiz yok ki Nesli." Arkasında duran göle baktım. "Oradan nasıl geçeceğiz?"


"Aslında kendi büyümüzle gidecektik ama Açelya halledebileceğini söyledi."


Başımı biraz gerisinde duran Açelya'ya çevirdim. Koyu mavi kıyafeti ve zaten koyu olan saçları ile karakterine zıt olacak şekilde karanlıktı. Koyu renk gözlerinin arasında mavilerin gezindiğini görünce şaşırmadım ancak o tüm gücüne erişmiş sayılırdı demek ki etkilerinden biriydi bu. Ayrıca teni de eskisine kıyasla parlıyordu. Kolyeyi göremeyince kaşlarımı çattım.


"Kolyen nerede?" Beklemediğim şekilde Açelya düğmelerinden birini açtı ve göğsünün üstündekini görmemle gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Mavi taş teni ile bütün olmuştu. "Yok artık..."


"Sanırım taş yüzük dışındakileri reddediyor son bir kaç gündür tenimi yakıyordu meğerse kendine yer açıyormuş." dedi Açelya. Korkutucuydu ama büyüleyiciydi de. Açelya gölete doğru eğildi. Gözlerini kapatıp ellerini gölün sularına soktuğunda sularda dalgalanmaya başladı. Açelya'nın mavi enerjisi etrafında dönmeye başlarken saçları havalandı ve dudaklarından çıkan hızlı fısıltılar yükselirken sular koptu. Gerçekten koptu ya da daha düzgün bir tabirle göl ikiye ayrıldı ve geçebileceğimiz büyüklüktü yer açıldı. Bu görüntü tıpkı Moana filmindeki gibiydi. (2016 yılı Disney yapımı bir animasyon.) "Hızlı olun." dedi Açelya ayağa kalkıp hızlı adımlarla yürümeye başlarken. Arkasından yürümeye başladığımızda istemsizce elimi suların içine sokuyordum.


Nehirin karşısındaki ormanın girişine geçtiğimizde Açelya ayağını bir kere ve sertçe yere vurdu ve o an su birbiriyle çarpışıp eski haline döndü. Yanımdaki Havin "İnanılmaz." diye fısıldadı.


Ormanın kuru dallarla kaplı girişine bakıp derin bir nefes aldım. "Hazır mısınız?" Ellerime soğuk eller değdiğinde başımı çevirdim. Alar gülümseyerek elime bir şey bıraktı, bir kılıç. Ellerini çektiğinde kılıcı kaldırıp gülümsedim. Kılıcı belimdeki kemere sıkıştırdıktan sonra kınısında çıkardım ve sertçe önümü kapatan dallara bir darbe vurdum. Kestiğim dallar yere düşerken gülümsemem büyüdü.


"İşte şimdi gidebiliriz."


BÖLÜM SONU


instagram:vaerosass


Loading...
0%