Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11.Mahkum Edilmiş Kanatlar

@vaerosas

Beşinci Yüzük Serisi 1 - Hecr

 

"MAHKUM EDİLMİŞ KANATLAR"


 


THE WEEKND - AFTER HOURS


 


Lütfen satır arası yorumlarınızı ve oylarınızı atmayı unutmayın keyifli okumalar💗


༻☾༺

Ormanın kapısından içeri gireli sadece beş dakika olmuştu ve fark etmiştim ki buranın enerjisi içeriden daha karanlıktı. Ilım'ın yaptığı sönmeyen fenerler olmasa birbirimizi ve yolumuzu göremezdik bile. Ormanın dalları kuruydu ağaçların hepsi ölüydü. Çimenler yeşilin en koyu tonuna sahipti. Tek bir hayvanın dahi enerjisini hissedememiştim henüz. Başta en önde ben yürüyordum ancak güçlerimi kullanamayacağımı hatırladığımda biraz daha ortalarında ilerlemeye başladım. Önümde Açelya ve Ilım vardı yanımda ise Alar.


"Heyecanlı mısın cadıcık?" Alar'ın sesini duyduğumda gözlerimi kısa bir anlığına ona çevirdim.


Kısaca omuz silktim. "İlkinde heyecanlıydım şimdi ise emin değilim. Bu daha çok bir zorunluluk artık herhangi bir duygu hissedemiyorum pek." Tek solukta söylediklerimden sonra güldü. Aldırış etmeden yürürken belimdeki ağırlık aklıma bir soru düşürdü. "Neden bu kılıcı bana verdin?" diye sordum bir elim kılıçtayken.


Gözleri kılıca kaydı, "Büyü yapamasan da kendini koruyabil istedim. Bu kılıç sahibine göre şekil alır ve hareket eder. Senin enerjini hissettiğinde rengi mora döndü ve kınıdaki arma ay şeklini aldı. Kılıç kullanmayı bilmesende bu kılıcı kullanabilirsin, herhangi bir eğitim gerektirmiyor."


"Bitti mi?" diye sordum şaşkınlıkla. Anlattıklarını gerçekten ilgiyle dinlemiştim ama çok uzun süre konuşmuştu. Genellikle ikimiz arasında çok konuşan bendim bu yüzden garip gelmişti. Şaşkın yüz ifadesine bakılırsa o da bunu fark etmişti. Göz göze geldiğimizde başını başka yöne çevirdi ve bu gelen gülme isteğimi zar zor bastırmama sebep oldu. Sessizce teşekkür ettiğimde cevap vermedi.


"Sizce bu sessizlik normal mi?" Uzun bir sürenin ardından Havin açık kahve saçlarını ittirerek konuştuğunda ağaçların sık olduğu bölgeye giriyorduk.


"Neredeyse iki saattir yürüyoruz ancak herhangi bir hadise gerçekleşmedi." Onu destekleyen cümle kız kardeşi Hadra'dan geldi.


Gerçekten ilginçti. Normal bir orman olmadığı her halinden belliydi.


Sanki konuşmalarımızı bekliyormuş gibi bir çatırdama sesi geldi. Herkes bu ani sesle sırt sırta verdiği an elim kılıcıma gitti. Hemen anımdaki Nesli enerjisini elinde toplamaya başlamıştı. Aslında hepsi bunu yapıyordu Alar ise ateşten bir kılıç ile bekliyordu.


"O neydi?" diye sordu Ilım. Bir çatırdama daha duyuldu.


"Tetikte olun." dedim fısıltıyla.


Çatırdama sesleri bir anlığına kesildi ve hiç beklemediğimiz anda ard arda yükselmeye başladılar. Şaskınlıktan ne yapacağımızı şaşırmış sesin kaynağını ararken ağaçların azaldığını fark etmemle kaşlarım çatıldı. Az önce çok daha sık olan ağaçlar şimdi seyrekeleşmişti ve bu kesinlikle göz yanılsaması değildi. Kalan bir kaç ağacın arkasında ki büyük karartıları gördüğümde bunun ne tür bir tehlike olduğunun henüz farkında bile değildik.


Yeşil denilemeyecek kadar koyu yaprakları en tepede saç denilebilecek bir konumdaydı. Kökleri bir insan gövdesini oluşturmuştu ve dallardan oluşan tırnakları bir insana saplandığı an onu öldürebilecek gibiydi. Bir kırbaç gibi etrafından çıkan sarmaşıklar sarayın arkasındaki yolundakilere bezniyordu. Bizim olduğumuz tarafa yürürken sayıları gittikçe artıyor boğazlarından hırıltı sesleri yükseliyordu.


"Tanrım bunlar neyin nesi böyle?!" Aramızdan tepki vermeyi ilk başaran Havin oldu.


"Ne yapacağız şimdi?" Hemen ardından Ilım panikle konuştu.


"Kızlar sakin olun ve saldırılara karşı tetikte bekleyin. Önce onların hamlelerini öğrenmemiz gerek." Yanımda duran Alar kızları sakinleştirmek için yumuşak bir tonla konuştu. Ağaçlardan birisi bize doğru hızlı adımlarla gelmeye başladığında bağırdı, "Geliyor!"


Kılıcım çıkarıp elime aldım. Demirden yansıyan ışık yüzüme gelirken ağaç atıldı. Sarmaşıklarını sertçe savurduğunda bir kısmını Alar'ın ateşten kılıcı diğer kısmını ise Ilım'ın ateş büyüsü kesti. Doğanın en zayıf olduğu konulardan biri ateşti ve bu ikisi onu en iyi şekilde kullanmışlardı.


Ancak ağaçlar çoğalmıştı ve hepsi aynı anda saldırdığında kendi başımızın çaresine bakmak zorunda kalmıştık. Üzerime doğru atılan sarmaşığı kılıcımı kaldırarak tek hamlede parçaladığımda şaşırarak kılıca baktım. Tıpkı Alar'ın dediği gibi yıllardır kılıç sallıyormuş gibi hissediyordum ve kılıcı çok rahat kullanabilmiştim. Güçlü hissetmenin verdiği özgüvenle daha sert atılmaya başladım. Her sarmaşıkda ağaçlardan çığlık sesleri yükseliyordu ama durmadan saldırılarına devam ediyorlardı. Önüme doğru aynı anda gelen dört sarmaşığa doğru koşup üzerlerine atladım. Kılıcım anında onları parçalarken ağacın çığlıyla biraz geriye çekildim. Ne kadar kesersek keselim sonları gelmiyordu.


"Bunların sonu yok mu?" Sanki içimi okumuş gibi Havin bağırdığında önüme gelen bir düzine sarmaşığı parçalıyordum.


"Arkalarından hala gelenler var hepsini birden yok etmenin ya da durdurmamın yolunu bulmalıyız." Bu fikri ortaya atan Alar'dı.


"Onları durdurabilirim ama ne kadar etkili olur bilmiyorum!" Nesli üzerime gelen iki sarmaşığı yok edip konuştuğunda kısa bir anlığına ona baktım.


"Ne yapacaksan çabuk yap ben seni koruyorum!" Nesli başını salladı ve biraz arkama geçerek ellerini yere koyup eğildi.


Onun üzerine gelen sarmaşıkları kesmek için önüne geçtiğimde fısıltı şeklindeki tılsımlarını duyabiliyordum. Hepimiz onun etrafını saran bir daire oluşturduğumuzda büyüsüne daha rahat olarak hızlıca devam etti. Bir kaç saniyenin sonunda parlak enerjisi gözle görülür bir hal aldı. Ormanın içerisinde parlayan yeşil renkteki enerji ile birlikte yer hafifçe sallanmaya başladı. Yere doğru baktığımda aslında aşşağıdan bir nesnenin geçtiğini gördüm. Aslında birden fazlaydı. Ayaklarımızın altından geçip tam ağaçların ayakları görevindeki köklerin altında durdu ve bir anda topraktan fırladı.


Bunlar tıpkı ağacın gövdesi gibi köklerdi. Ağaçları yakaladığı an Nesli yere daha çok bastırdı ve tüm gücüyle onları toprağa çekmeye başladı. Zorlanmaya başladığında Hadra arkasından gelip ellerini omuzlarına dayadı. onun enerjisi de ortaya çıkıp Nesli'ye yardım etmeye başlamıştı. İkiz cadılar meclisi hava olaylarını kontrol edebilmenin yanı sıra diğer cadılara enerji verebilir ve onları tedavi edebilirdi. Bu yüzden sahip oldukları isimlerden biride tıbbi cadılardı.


Hadra'nın yardımıyla Nesli ağaçları yakalayıp toprağa batırmayı başardı. Toprağa batmalarıyla sarmaşıklar yere düştüğünde kılıcımı harelet ettirmeyi bıraktım. Bir anlığına hepimiz rahat bir nefes aldık. Nesli Hadra'nın yardımıyla ayağa kalkmış ve yanıma doğru gelmişti.


Göz göze geldiğimizde, "İyi misin?" diye sordum.


Yavaşça başını salladı. "İyiyim sadece biraz enerji harcadım zamanla düzelirim."


"Şimdi bu çirkin şeyleri kül etme zamanı!" Ilım arkadan çıkıp elini ağaçlara doğru savurmuştu ki Açelya havadaki ateşi tek bir hamlede söndürdü.


"Dur hemen alevlendirme ortalığı onlardan kötü bir enerji sezmiyorum."


Ilım öfkeyle kızıllaşan gözlerini Açelya'ya çevirdi. " Ne yani üzerimize tekrar saldırmalarını mı bekliyelim?!"


Ateş ve Suyun tartışması...


"Hayır elbette ama üzerlerine bir tür kötü enerji yapışmış bize isteyerek saldırmıyorlar. Tüm ormanda garip kötü bir enerji var bunu yaklaştığımızdan beri seziyorum. İyi enerji altta kalmış olsada hala orada onu kurtarmalıyız." Açelya başını bana çevirdi. "İpucunu hatırlıyorsun değil mi? Ormanın acı çektiğinden bahsediyordu ve bu tıpkı benim hissettiğim enerjiyi anlatıyor ayrıca büyük ayak sesleri derken bu ağaçları kast ediyor olabilir ama bu konuda emin değilim."


Bakıldığında gerçekten de ipucu ile uyan bir çok kısım vardı. Tabi Açelya'nın hissettiği kadar derin enerjileri biz hissedemiyorduk bu da onun yüzükle birlikte güçlerinin tam formuna erişmesinden kaynaklı olmalıydı. Biz ne kadar bunu görmesekte anlaşılan tahmin ettiğimizden daha güçlü hale gelmişti.


"Bunlar bu şekilde hareket etmiyor baksanıza." Havin elini ağaçlara uzatarak konudan bağımsız konuştuğunda başımızı ağaçlara çevirdik.


"Öyleyse ilerlemeye devam edelim. İleride büyük bir enerji topluluğu hissediyorum içimden bir ses aradığımızın orada olduğunu söylüyor."


"Hadi gidelim o zaman." Önden adımlamaya başladığım an deminden beri sesi çıkmayan Alar yanımda bitti.


"Tam yanındayım." Ona gülerek arkamdaki kalabalıkla yürümeye devam ettim.


༻☾༺


İnsanlar ağaçlara benziyordu biraz. Küçücük bir şekilde başlıyorlardı hayata zamanla bazı ihtiyaçları oluyordu. Su içmek, beslenmek ve bunların ötesinde soyutluklar var. Sevgi gibi mesela. Bir ağaca da insana da sevgi ve ilgi göstermessen zamanla kurur ve ölür. Sevgisizlik en etkili zehirdir. Yavaş ve acıtarak öldürür bazen hızlıca bazen yavaş yavaş.


"Yine nereye daldın gittin merak ediyorum." Omuz silktim.


"Hiç düşünüyorum kendi kendime." Başımı çevirip yorgun yüzüne baktım. "Sen nasılsın Nes? Büyü seni yormuş olmalı istersen dinlenebiliriz." Fazla güç kullanmıştı ve dinlenmeden yürümek onun için zor olmalıydı.


Yine de Nesli başını iki yana salladı. "Ben iyiyim. Kendimi toparlamak üzereyim sorun yok." dedi ancak sesi onu ele veriyordu. Yine de diretmedim çünkü elbet aramızdan biri yorulacaktı ve dinlenmemiz gerekecekti üstelik hava da kararıyordu. Düşündüğüm gibi Havin'in arkadan yorgun sesi duyuldu.


"Artık mola verebilir miyiz lütfen? Bu gidişle bayılacağımda..."


Onu destekleyen isyan Ilım'dan geldi. "Kesinlikle benim de yemek yemeye ihtiyacım var!"


Aynı anda durduk. Arkamı dönüp, "Bu geceyi geçirebileceğimiz bir yer bulmalıyız." dedim.


"Ben bir sığınak oluşturabilirim." dedi Nesli.


Anında itiraz ettim. "Hayır sen yeterince enerji harcadın."


"Ne yapacağız o zaman?" diye sordu Hadra.


Açıkçası bir mağara buluruz diye umuyordum ama buralarda mağara bulabilir miydik bilmiyorum. Burası oldukça ölü bir ormandı ve minik taşlar dışında bir ağaca sartlamamıştık. Acaba Açelya buralarda bir mağara hissedebilir miydi? Ya da sığınak benzeri bir yer oluşturabilir miydi? Sonuçta su ve doğa uyumluydu.


"Açelya bir şey soracağım, sen herhangi bir mağarayı bulabilir misin? Ya da sığınak oluşturabilir misin?" Açelya sorduğum soru ile gözlerini kaçırdı ve sanırım düşünmeye başladı.


Bir süre düşündükten sonra,"Yer bulma büyüsüne benzer bir büyü yapabilirim belki." dedi.


El çırptım, "Harika nasıl yapacaksın?"


"Senin daha önce yaptığın gibi." dedi gülümseyerek.


Pantolonun kenarından hançerini çıkardı ve eline bir kesik açtı. Yüzü acıyla buruşurken kanını toprağa damlattı. Kanın damladığı yer fokurdayarak toprakla birleşti ve minik bir top halini alarak yükseldi. Bu sırada Hadra çantasından çıkardığı bir sargıyla Açelya'nın avucunu sardı. Açelya ona sessizce teşekkür edip avucunu top haline getirdiği kan toprak karışımına uzattı. O elini hareket ettirince yavaşça ilerlemeye başladı.


"Sanırım bu ormanda bir mağara var." Top şeklindeki karışımın peşinden yürümeye başladığında hepimiz birbirimize baktık ve sonra onu takip etmeye başladık.


Bir süre düz gittikten sonra sola döndük ve bir tür patikada ilerlemeye başladık. İlerledikçe sanki ağaçlar azalıyordu aynı şekilde yerdeki otlarda ezilmiş gibiydi. Sanki dev gibi bir şey tarafından ezilmişlerdi. Bu az önce gördüğümüz ağaçlar olabilir miydi? Aklıma ilk gelen oydu. Başka ne olabilirdi ki zaten?


Büyü bir anda durup patladığında ellerimi yüzüme siper ettim. Ellerimi yavaş yavaş çektiğimde karşılaştığımız manzarayı gördüm. Gerçekten bir mağara bulmuştuk. Dışarıdan oldukça büyük görünüyordu yani rahatlıkla sığabilirdik. Mağaranın etrafı yosun bağladığı için taş zemini görünmüyordu zaten etrafını sarmaşıklar ve kuru dallar sarmıştı.


"En yakındaki mağara bu olmalı." Dedi Açelya ellerini birbirine sürterken.


"Sizce burası güvenli midir?"


"Güvenli olmalı bu kadar korkmana gerek yok Havin." dedi Hadra kız kardeşinin omzunu güven verircesine sıkarak. Havin gülümseyerek başını salladı.


Mağaranın içine biraz yürüdükten sonra düz bir alanda kamp yapabileceğimizi düşünerek durduk. Hale'nin verdiği minim çantayı çıkarıp elime aldığım an etrafı hafifçe parlayarak büyüdü. Gözlerim hayranlıkla açılırken merakla çantayı açtım. Çantayı karıştırmadan bakınca bile içinde işe yarar malzemeler olduğu belli oluyordu. Gözüme ilk çarpan tıpkı çanta gibi küçültülmüş uyku tulumu oldu. Çantayı kenara koyup onu elime aldığım an büyümüştü onu yere serip üzerine oturdum.


Bu sırada da diğerlerini izliyordum. Onlarda çantakarından uyku tulumu çıkarmış ve yere sermişti. Onlara bakmayı bırakıp başımı mağara girişindeki Alar'a çevirdim. Arkası dönüktü. Ellerini arkasında birleştimiş mağaradan dışarısını izliyordu. Arkası dönük olduğu için ifadesini göremiyordum ama bir şeyler düşündüğünü hissetmiştim nedensizce. Ya da duruşu bana bu izlenimi vermişti.


Yerimden kalkıp yanına gittim. "Sen uyumayacak mısın?" Diye sordum sessizce.


Başını iki yana salladı. "Benim uyumak ve ya yemek yemek gibi ihtiyaçlarım yok ancak istersem bunları yaparım."


"Anlıyorum." Kısa mırıldanışımın ardından ne yapacağımı bilemeyecek sustum.


"Sende yemek ye ve uyu. Fazla vaktimiz yok güneş doğmadan uyandırırım sizi ona göre." Tam ne yapacağımı düşünürken konuştuğunda rahatlamıştım.


Başımı salladım. "Teşekkürler ignis. Neden yardımcı oluyorsun bilmiyorum ama yine de teşekkürler." Dedikten sonra yanından ayrılıp tekrar tulumun üzerine oturdum. Çantamdan atıştırmalık çıkaracağım sırada yanıma biri oturdu. Gelen Açelya'ydı. "Açy bir sorun mu var?"


Başını iki yana salladı. "Yok hayır ben sana bir konu hakkında soru soracağım."


"Seni dinliyorum."


Eli kumaşın üstünden boynundaki taşın olduğu bölgeye gitti. "Bir iki gündür onunla konuşamıyorum. Normalde ya ben uyurken gelirdi ya da gözlerimi kapatıp onu düşündüğümde ancak bir süredir ne kadar uğraşırsam gelmiyor. Acaba sende de öyle bir sıkıntı var mı? Anlarsın ya onunla..."


Vardı. Bende dün gece beklemiştim ama gelmemişti. Şimdi Açelya aynısını yaşadığını söyleyince bu içimi huzursuz etmişti. Beklentiyle bakan Açelya'ya ne yanıt vereceğimi düşünüyordum ancak tek başıma düşünerek bir yere varamayacağımı fark ettiğimde, "Bende dünden beri onu göremiyorum." dedim.


Açelya'da tıpkı benim gibi şaşırmış ve muhtemelen aynı şeyleri düşünmeye başlamıştı. "Ya başlarına bir şey geldiyse?" Sorduğu soru da bunu kanıtlar nitelikteydi.


"Kötü şeyler düşünme hemen. Hem bir taşın içinde tek başınalar başlarına ne gelebilir ki?" dedim gülümsemeye çalışarak.


Ona da benim gibi gülümsemeye çalıştı. "Haklısın hemen kafamızda kurmayalım belki de zihnimiz dolu olduğu için kendilerine yer bulamamışlardır."


"Kesinlikle."


"Ben gidip bir şeyler atıştırayım sende öyle." dedi elimdekini işaret ederek.


Elimdeki kaba bakarak başımı salladım. Açelya yapmacık bir gülümseme ile yanımdan ayrıldığında yemek kabını açtım. Makarnaydı, yoğurt, mısır ve naneli bir makarnaydı ve üstüne de pul biber serpiştirilmişti. Hale'nin yapabildiği tek yemekti bu. Gülümseyerek bir kaşık çıkardım ve gülümseyerek bir lokma ağzıma attım. Tek yapabildiği bu olsada güzel yapıyordu gerçekten.


Makarnayı bitirdikten sonra kabı çantaya geri koydum mataramda ki sudan büyük bir yudum aldım. Çantadaki diğer malzemelere dokunmadan ağzını kapatıp kenara koydum. Bir kaç yemek kabı ve lazım olabilecek eşyalar vardı. Onu çantaya koyduktan sonra uyku tulumunun içine girdim. Kızlarda yavaş yavaş toplanıp yatıyordu. Başımı mağaranın ucundaki Alar'a çevirdim. Hala orada bekliyordu ancak oturmuştu. Bir dizini kendine çekmiş diğerini uzatmış dışarıya bakıyordu. Açık renk saçları dalgalanıyordu anlaşılan hava rüzgarlıydı.


Üşüyor muydu acaba?


İnsani ihtiyaçları olmadığına göre üşümüyor olmalıydı.


Neden onu düşünüyordum ki? Kendi başının çaresine bakabilirdi.


Kendi kendime kızdım ve sonra kısa bir süreliğine enerji toplamak için gözlerimi kapattım.


༻☾༺


"Cadı çabuk uyan!" Yerde yatmama rağmen güzel bir uyku çekmiştim ancak sarsılarak uyandığımda şaşkınlıkla gözlerim kocaman açıldı. Karşımdaki kızıl irislere bakarken hızlıca doğruldum.


"Noluyor ya?!" Bağırmamla elini hızlıca ağzıma kapattı.


"Ses çıkarma yoksa biz gitmeden gelecekler!" Fısıldadığını şimdi fark etmiştim.


Elini yavaşça ağzımdan çektiğinde, "Kimler?" diye sordum fısıltıyla.


"Ne olduklarını bilmiyorum ama bir çeşit yaratık oldukları kesin." Kalkmam için elini uzattı. Elini tutarak ayağa kalktım. "Ben eşyalarını toplayacağım sende kızları uyandır."


Başımı salladığımda Alar eğilip çantamı toplamaya başladı bende en yakınımdaki Hadra'yı dürttüm. Uykusu hafif olduğu için ilk o uyanırdı ve kız kardeşini onun uyandırması daha mantıklıydı yoksa Havin huysuzluk yapar ve ses çıkarırdı. Hadra onu dürttüğüm an uyanmış ve beni gördüğünde kaşlarını çatmıştı.


"Buradan hemen çıkmalıyız diğerlerini ses çıkarmadan uyandırmamdan yardımcı olman lazım." dediğim an Hadra sorgulamadan doğruldu. Uyku tulumundan çıkıp Havin'e doğru eğildiğinde diğerlerine döndüm. Açelya ile göz göze geldiğimizde gülümsedi. "Bizi duydun mu?" Başını salladı. "O zaman Ilım sende." Ayağa kalkıp Ilım'ın yanına gittiğinde bende Nesli'nin yanına gittim ve ona doğru eğildim. Yüzüne biraz üflediğimde gözlerini araladı.


"Hera?"


"Sessizce kalk ve hazırlan." Nesli'de kalktıktan sonra Alar'ın uzattığı küçülmüş çantayı cebime attım. Bu sırada herkes toplanmış mağara çıkışına gelmişti.


"Hızlı ve sessiz şekilde yürümeye başlayın. En azından buradan uzaklaşana kadar." dedi Alar mağaranın ucundan.


"Bize tam olarak ne gördüğünü açıklasan mı acaba yaratık demekle olmuyor çünkü." Hepimiz hareket etmeye hazırlanırken Ilım kollarını göğsünde birleştirmiş nefretle Alar'a bakıyordu. Onun Alar'da hoşlanmadığı ilk günden beri belliydi ancak bu şekilde sadece bizi riske atıyordu.


"Ilım şimdi bunu düşünecek zaman mı? Zaten yola çıkmak zorundayız." dedim sertçe.


"O neden durmadan peşimizde? Ona güveniyorum ne malum yüzüğü alıp kralına götürmeyeceği."


"Böyle bir şey yapmam!" dedi Alar. Sesini olabildiğince sakin tutmaya çalışıyordu ama sinirlenmeye başladığını hissediyordum.


"Ilım kes artık şunu bir an önce gitmemiz gere- bu..." Ilım'ın arkasındaki kızıl büyük gözleri gördüğümde korkuyla yutkundum. "Ilım kıpırdama." dedim sessizce ancak çok geçti çoktan arkasına dönmüştü.


Arkasındaki canavarı gördüğünde gözleri kocaman açıldı. Karşımızdaki bir çeşit ayıya benziyordu ancak çok çok daha büyük haliydi. Dört metre rahat vardı ve cüssesi kocamandı. Orta boy bir kamyon kadar denilebilirdi. Gözleri büyük ve kırmızıydı, siyah tüylerinin üzerinde garip bir şekilde otlar çıkmıştı ve bize bakarken burnundan soluduğu dumanları görebiliyorduk. Ayrıca kocaman boynuzları vardı.


"Üç dediğimde tüm enerjinizi ayaklarınızda toplayıp koşmaya başlayın." Alar'ın sesini duyduğumda yaratığın gözlerine bakmayı bıraktım. Bir dakika ben enerjimi kullanamazdım! "Bir... iki... üç!" Arkamı dönmüştüm ki Alar ile göz göze geldiğimiz an elleri vücudumu buldu. Saniyeler içerisinde beni kucağına aldığında hep beraber koşmaya başladık daha doğrusu başladılar. Alar'ın zaten insan üstü bir gücü vardı ancak kızlar geride kalmasın diye yavaş koşuyordu.


Arkama dönüp zorlukla baktım. "Peşimizde!" dedim bağırark duyabilmesi için.


"Ağaçlık bölgede onu atlatmaya çalışacağım!" Daha cümlesini bitiremeden yaratığın devasa ayakları yüzünden büyük bir ses eşliğinde düşmekten son anda kurtulduk. Endişeyle kızlara döndüm neyseki onlar da dengelerini kurmuştu.


Ancak fark ettiğim bir şey vardı ki yaratık doğrudan bana ve Alar'a bakıyordu...


Büyük ayak sesleri eşliğinde...


Aniden beynimin içerisinde yankılanan safirin sesi ile kafamdaki yapbozun parçaları birleşmeye başladı. Eğer tahmin ettiğim gibiyse ipucunun son aşamasına yaklaşmıştık. Kızlar yavaştan yorulmaya başlamıştı ve hızları azalmıştı yaratık artık çok yakınlarındaydı onu atlatmanın bir yolunu bulmalıydım. Zihnimde minik bir kumar masası kuruldu ve hızlıca ilk taşımı attım.


"Alar şimdi kızlara dağılmalarını söyleyeceğim ve sende hızlanacaksın."


"Yavaş başladığımda hızlanamıyorum." dedi karşılık olarak. Taşı fazla hızlı atmamalıydım.


Yeni bir tane atmalıydım. "Kanatların onları çıkar öyleyse."


Bir anlığına şaşkın bir şekilde bana baktı. "Kendimi hazırlamalıyım kızlara bir şekilde onu oyalamalarını söyle." Hızlıca başımı salladım. Ben kızlara dönerken irisleri kızıllaşmaya başlamıştı.


"Kızlar bir planım var onu biraz oyalayın!" Bağırdığım an ilk olarak Nesli ayağını sertçe yere vurdu.


Canavarın geçtiği bölgeler sallanıp çatlarken koca cüssesiyle düşmekten son anda kurtuldu. Bu defa Ilım büyük bir ateş topunu ellerinde toplayıp canavarın bitki oluşmuş kısımlarına fırlattı. Yaratığın acı dolu sesi tüm ormanda yankılandığında yavaşladı bunula birlikte Açelya tek elini savurdu. Bununla birlikte yaratığın yanan yerleri söndü. Sıra ikizlere geldiğinde el ele tutuştular ve aynı anda ellerini havaya kaldırdılar. Bir yıldırım yaratığın önüne düştüğünde kükredi ancak yavaşladı da.


Alar'a döndüm. "Hazır mısın?"


Başını salladı, "Kızlara işaret verebilirsin." dedi hızlıca.


"Öyleyse üç dediğimde." Kızlara tekrar döndüm. "Üç dediğimde farklı yönlere koşmaya başlayın! Bir... iki... üç!" Bağırdığımda her biri dağıldı.


Alar aniden bağırdığında başımı ona çevirdim. Sırtından kan sızmaya başladığında yüzümü buruşturup gözlerimi açtığımda sırtında bir çift kara kanat vardı. Kanatlarına şok ve hayranlıkla içerisinde bakarken bağırdı. "Sıkı tutun!" Kollarımı sıkıca boynuna sardım. Alar'ın kanatları hareketlendi ve birbirlerine çarptıklarında Alar koşmayı bıraktı. Yaratık neredeyse dibimize geldiğinde gözlerimi kapattım. Bir saniye sonra havadaydık. Aşşağıdaki yaratık arkamızdan bir kaç dakika boyunca kükredi ancak sonunda ulaşamayacağını anladığında geldiği yöne geri dönmeye başladı.


"İşe yaradı." dedim şaşkınlıkla aşşağı bakarken. Alar ile göz göze geldiğimizde başını salladı. Yorulmuş görünüyordu. Kanatlarını çıkarmak demek onu bu kadar yoruyordu. Kanatlarına hayranlıkla baktım sonra da etrafımıza. Gerçekten de uçuyorduk ve bu muazzamdı. Enerjime iyi odaklandığımda arada havalanabiliyordum ama bu bir dakikayı geçmiyordu bu ise gerçekten muhteşemdi.


"Bunu sevdiğini biliyorum ama kızlar aşşağıda bekliyor." dedi Alar gülmeye çalışarak.


Onun kötü bir durumda olduğunu gördüğümde başımı salladım. Yavaşça aşşağı süzülmeye başladı. Ayaklarının üstünde durduğunda beni yavaşça bıraktı. Sessizce teşekkür ederek yere bastım. Ayaklarım toprakla buluştuğunda rahat bir nefes alabilmiştim. Alar'ın dediği gibi kızlarda burada toplanmış nefes nefese soluklanıyorlardı. Bir yandan da mataralarından su içiyorlardı. Ben hareket etmediğimden sadece onları izliyordum. Alar yanıma geldiğinde artık kanatları yoktu ancak kıyafetinde yırtıklık ve kan lekeleri vardı.


Açelya, "O şey neydi?" diye sorduğunda Alar'ın sırtına bakmayı bırakıp ona döndüm.


"Ne olduğunu bilmiyorum ama şu yüzüğü almazsak eğer kesin öleceğiz buna eminim!" dedi nefes nefese Ilım.


Yaratıkla ilgili aklıma takılan bir nokta vardı. Doğrudan bana ve Alar'a bakıyordu ve kızlar dağıldığında onları umursamadan peşimizden gelmeye devam etmişti. Bu bir tesadüf müydü yoksa nedeni var mıydı? Bu gözlerine doğrudan bakmamla ilgili olabilir miydi?


"Şimdi ne tarafa gideceğiz?" diye sordu Nesli.


"Bilmiyorum yer bulma büyüsü mü denesek-" Cümlemi bitirmek üzereyken bir anda perçemlerim ufak bir rüzgarla yüzüme savruldu. Gözlerim şokla açılırken arkamdaki ağaca saplanan oka baktım.


Biri beni neredeyse öldürüyordu.


Aniden gelen bu saldırıyla biz daha saldırı pozisyonuna geçemeden iki siyah pelerinli önümüze atladı. Yüzlerini göremiyorduk ancak pelerinden belli olan hatlarına bakılırsa ikiside kadındı. Birinin elinde tahta, çiçek kaplamaları olan ok varken diğeri sarmaşıktan bir kırbacı yılan gibi elinden çıkarıyordu. Kullandıkları silahlara bakılırsa bu ormanda yaşıyorlardı ve biz şu an onlar için tehlike konumundaydık.


Şoktan hareket edemeyen arkadaşlarımı arkama alıp elimi kılıcımdan çektim. "Düşman değiliz sadece bize ait olan bir şeyi almaya geldik o kadar."


Sağdaki konuştu, "Kimsiniz siz?" Sesi kadın olduğunu destekliyordu. Biraz kalın bir sesi vardı ya da bu sert görünmeye çalıştığı için öyle geliyordu.


Başımı dikleştirdim. "Bizler beş büyük cadı meclisinin dünyada doğan son cadılarıyız."


İkili pelerinlerinin ardından birbirlerine baktı. "Şeytan neden yanınızda?" dedi soldaki. Daha yumuşak sesliydi.


"Bize ait olan yüzük burada o da kötü niyetli burada değil bize yardımcı olmak niyetinde yanımızda." dedim hızlıca. Daha çok beni korumak için buradaydı gerçi.


"Yüzüğü ne yapacaksınız?" Tekrar sağdaki konuştu.


Derin bir nefes aldım. "Kanlarımızı kullanarak zorla büyü yapmak isteyen ignis kralını durdurmak için güçlü olmamız gerek yoksa dünyaya gidip bir sürü masumun canını alacak. Bizler yüzüklerimizi toplayıp onu engellemek istiyoruz."


Sustuğumda derin bir sessizlik oluştu. İkisi sanki bizim görmediğimiz bir bağ ile ne yapacaklarına karar vermeye çalışıyordu. Bir sürelik sessizliğin ardından beklemediğimiz bir anda önce soldaki sonra da sağdaki pelerinlerinlerini açıp çıkardılar. Bu şekilde onların neye benzediğini görebilmiş olduk.


Aslında ikiside birbirine çok benziyordu ama sağdaki yeşil saçlara sahipken soldaki beyaz renk saçlara sahipti. İkisininde ten rengi çok açık bir yeşildi aynı gözleri gibi. Elbiseleri tülden ve çiçeklerden oluşuyordu. Daha önce hiç görmediğim bir enerjiye sahip olduklarından ne olduklarını anlayamıyordum. Onlarla alakalı belirgin olan en büyük özellikleri yeşil tenleri ve sivri kulaklarıydı. Onun haricinde ikiside farklı silahlar kullanıyordu. Beyaz saçlı olan elinden bir kırbaç çıkarıyordu ancak diğer elinde minik bir hançer vardı. Yeşil saçlı olan ise eliyle ok oluşturuyor ve onu yayına sabitliyordu.


"Çocuklar ortaya çıkabilirsiniz!"Yeşil saçlı kız bağırdığı an ağaçların arkasından ve çalılardan kanat sesleri gelmeye başladı.


"Olabilir mi?" diye mırıldandı Alar. Neyden bahsettiğini bilmiyordum ama gördüğümüz manzara hayal gücümüzün çok çok ötesindeydi.


"Bunlar periler!" dedi heyecanla Havin.


İpucunun bir kısmı daha çözülmüş olmuştu böylece.


Her renkten saçlar ve ten rengine sahip peri diye seslenebileceğimiz minik yaratıklar - yaklaşık bir metre boyundaydılar- Ağaçların ardından uçarak çıkıyor ve çevremizi sarıyordu. Sadece onlarda değil çalıların içinden çıkan minik yeşil yaratıklarda Gülnihal nenenin bize küçüklüğümüzde anlattığı orman trollerinden başkası değildi.


"İnanılmaz..." Bir çoğumuzun ağzından onları izlerken bu kelime çıkmıştı.


Beyaz saçlı kız yanımıza yaklaştı. Elini uzatarak kocaman gülümsedi, "Ben Alora bu da benim kız kardeşim Lavena!" dedi heyecanla kardeşini göstererek.


Şaşkın bir şekilde bakarak uzattığı elini nazikçe sıktım. "Ben de Hera. Bunlar arkadaşlarım Alar, Nesli, Ilım, Açelya, Hadra ve Havin." dedim hızlıca. Alar'ı es geçerek her birine gülümseyerek baktı.


Bu sırada yeşil saçlı olan kız yani Lavena hoşnut olmayan bir ifadeyle yanımıza gelmişti. "Ağır ol Alora onları henüz tanımıyoruz bile!" Kardeşini kolundan tutarak azarladığında Alora hiç onu umursamamıştı.


"Bizler de ignisler ve krallarından hiç hoşlanmıyoruz." dedi Alora Alar'a ufak bir bakış atıp. Ardından ekledi. "Planı tamamen zalimlik. Eğer intikam istiyorsa bu evreni yaratan cadıdan intikam almalı."


"Hepimiz almalıyız." diye ekledi Lavena. "Onun yarattığı bu sahte dünya yüzünden ağacımız yaşamını kaybetti ormanımız öldü.


Ağaç hayatını kaybediyor...


Orman ölüyor, orman acı çekiyor , orman bağırıyor, orman feryat ediyor, orman seni çağırıyor!


"Safir'in ölüyor diye kast ettiği ağaç sizin ağacınız olabilir mi?" diye sorduğumda ikisinin de anlamadığı yüzünden belli oluyordu. "Eğer öyleyse bizler ağacınızı kurtarmak için gönderilmiş olmalıyız ve yüzük de ağaçla bir şekilde bağlantılı olmalı!" dedim heyecanla. Alora heyecanlanmaya başlarken Lavena şaşırmış görünüyordu. Etraftaki periler ve troller kendi aralarında konuşmaya başlarken Alora heyecanla sordu.


"Bunu gerçekten yapabilir misiniz? Ağaç bu evrene geldiğimiz günden beri kuru ve kız kardeşimiz, liderimiz onun içerisinde hapis durumda. Ağaç iyileşirse hem ormanımız eski yaşamını kazanır hemde kız kardeşimiz kurtulmuş olur!"


Lavena tereddütle sordu, "Bunu gerçekten yapabilir misiniz?"


Başımı arkaya çevirdim onay alabilmek için. Arkamdaki dostlarımın her biri güven verircesine gülümsedi ve başlarını salladı. Onlardan aldığım güçle önümdeki iki kız kardeşe geri döndüm. "Evet yapabiliriz!"


Alora kocaman gülerek kız kardeşine sarıldı. Kız kardeşi de ona karşılık verirken etraftaki canlılarda sevinç nidaları atıyordu. Alora kardeşinden ayrıldığında bir anda kollarını boynuma sardı. Gülümseyerek ona karşılık verdim. Benden sonra tek tek kızların hepsine sarılmış ve teşekkür etmişti. Alar'ı hala görmezden geliyordu.


Alora tekrar kız kardeşinin yanına dönüğünde Lavena hareketlendi. "Öyleyse sizi ağacımıza ve köyümüze götürelim."


༻☾༺


"Fazla yolumuz kalmadı." dedi Alora ellerini çırparak. Lavena onu ne kadar azarlarsada dinlemiyordu. Fazla enerjik biriydi sanırım kız kardeşi ise onun tam tersi gibiydi.


"Bir şey soracağım siz tam olarak nesiniz?" Havin'in aniden sorduğu soruyla gözlerim kocaman açılırken Hadra elini sertçe onun ağzına bastırdı.


Lavena kaşlarını çatarken Alora kahkaha attı. "Lütfen çekinmeyin sorunuzu anlayabiliyorum." Biraz Havin'e yaklaşıp onun yanından yürümeye başladı. "Bizler cadıyız ancak normal cadılardan çok daha ileri seviyedeyiz." Başıyla Nesli'yi işaret etti. "Başlangıçta sanırım üzerinden yüz seneden fazla zaman geçti. Biz Natura meclisi cadılarıydık. O zamanlar insanlardan gizli yaşamaya çalışıyorduk bu yüzden herkes kendi ailesi ile kasabanın farklı köşelerinde gizlice yaşıyordu. Bizim ailemiz henüz biz bebekken ölmüştü bizi ablamız büyüttü. Bu ormanı bulmadan önce kasaba halkındaki bir topluluktan kaçıyorduk. Henüz çocuk olduğumuzdan onlara karşı koyamıyorduk bu yüzden biz de kasabanın dışındaki ormana kaçtık. Orada hayat ağacı ile karşılaştık ve o bize büyük güçler hediye etti. Artık ormanla bir bütünüz onun koruyucularıyız ve perilerle birlikte düzeni sağlamaya çalışıyoruz. Gerçi son yirmi iki senedir tek bir peri dahi dünyaya gelemedi." Uzun konuşmasını hüzünle bitirdiğinde Lavena'nın da yüzü düşmüştü.


"Eğer özel olmayacaksa neden periler dünyaya gelmedi?" diye sordu Açelya.


"Periler her ayın sonunda lider tarafından ağacın tozlarının toplanıp birleştirilmesiyle dünyaya gelirler. Ancak ablam yani lider ağacın içine hapsoldu o olmayınca perilerde dünyaya gelemez ki zaten ağaç ölü olduğu için tozları da yok artık." Omuzları düşmüştü ki hızlıca toparlandı. "Ama şimdi siz geldiniz ve eminimki hem ağacı hemde ablamı kurtaracaksınız.


Umarım diye geçirdim içimden. Umarım başarabiliriz Alora.


"Bu çalının arkasında." dedi Lavena. Elini önümüzü kapatan kalın çalıya uzattığında yapraklar hızla iç içe girerek yolu açtı.


Çalılar açıldığında ağaçta minik köyleri de göründü. Tam karşımızda devasa boyutlarda bir ağaç vardı ve tüm yapılar onun çevresine yapılmıştı. Kenarlarında bir kaç minik kulübe ve çardağın yanı sıra salıncak vardı. Ne kadar ölü bir orman olsada burayı hayatta tutmaya çalışmışlardı her yerde fenerler vardı. Ancak ağaç da kuruydu çevreside. Kocaman ağaçta tek bir yaprak dahi yoktu.


Onun adı yaşam ağacıydı ama kendisi ölüydü.

"İşte yaşam ağacımız ve köyümüz." Lavena önden adımlarken Alora ve diğer orman yaratıkları tam arkasındaydı. Gerilerinde kalmamak için hızlı adımlarla peşlerinden gittik. Ağaca yaklaştığımızda Lavena ağacın tepesini işaret etti. "Liderimiz, ablam orada en tepede." Ağacın tepesinden beyaz bir ışık süzülüyordu. "Geldiğimizi hissetti." dedi Lavena ve ağaca yaklaştı. Periler ve troller etrafa dağılırken Lavena ellerini hareket ettirmeye başladı. Yeşil enerji ellerinden çıkarak kocaman bir yaprak oluşturdu. "Yukarıya bununla çıkacağız." Kız kardeşine başıyla işaret verdi.


Alora hızlıca yaprağın üzerinine çıktı ve elini uzattı. Düşünmeden elini tutarak yaprağın üstüne çıktım. "Dört kişi benimle gelsin diğerleri de Lavena'yla." dedi Alora. Alar hızlıca peşimden çıktı onun ardından Nesli ve Açelya çıktı yaprağa. Diğerleri Lavena ile gelecekti. Alora elini yukarı doğru hareket ettirdi. Yaprak hareketlendiğinde ayaklarımız altında sert bir zemin oluşmuştu. Asansör mantığına benziyordu. Yaprak bizi tepeye çıkardıktan sonra geri aşşağı diğerlerini almaya gitti. Sarmaşıklarla örtüldüğü için ilerde ne var göremiyorduk bu yüzden beklemek zorundaydık. Neyseki gelmeleri uzun sürmemişti.


Lavena Alora'nın yanına geldiğinde el ele tutuştular ve yavaşça sarmaşıkları ittirdiler. Peşlerinden ilerlerken ilk gördüğüm ağacın köklerinin oluşturduğu parmaklıklardı. İki kız kardeş ayrı köşelere çekildiğinde asıl kişiyi görebilmiştik. Onların ablaları ve liderlerini.


Tahmin ettiğimden çok daha farklıydı. Kardeşlerinin aksine bembeyaz teni ve saçları vardı. Onun da üstünde yeşil ve toprak notlarında elbise vardı. Yer yer çiçekler ve zincirler vardı elbisesinde. Ona baktığınızda ilk dikkatinizi çeken kocaman kanatlarıydı. Tıpkı bir kelebeğinkine benziyordu ama onun çok daha büyük haliydi. Mavi ve kahverengi lekeler olan kanatları çok yavaş hareketlerle o nefes aldıkça kıpırdıyordu. Yere oturmuş bacaklarını karnına kadar çekmiş kollarıyla sarmıştı çevresini. Onda fark ettiğim diğer şey ise gözlerinde bir kumaş gibi ağaç köklerinin sarılmış olduğuydu. Gözlerinden kulaklarının arkasına doğru giden bu ince kök görüşünü kapatmıştı. Kör müydü?


"Demek sonunda geldiniz cadılar. Sonunda eski dostumun emanetini teslim edebileceğim anlaşılan." Kadife gibi yumuşak sesini duyduğumda gözlerim kocaman açıldı. Ayağa kalktı ve ağacın arkasındaki gövdesine dokundu. Kabuktan küçük bir nesne çıktığında elim açılan ağzıma gitti. "Aradığınız bu, değil mi?"


Yüzük oradaydı.


Yüzüğe bırakmayı bırakıp içerideki kasına döndüm, "Bizi tanıyor musunuz?" Dedim şaşkınlıkla.


Kafesteki kadın hiç düşünmeden konuştu. "Hayır tanımıyorum."


"Öyleyse?"


"Enerjilerinizin en derinlerine görebiliyor ve niyetinizi hissedebiliyorum." İnsana huzur veren bir sesi vardı gerçektende ama gözündeki o köklerle nasıl görebiliyordu merak etmiştim.


"Ablam doğustan körlüğe sahip ama o enerjilerin en derinini görebilir ve sizi enerjilerinize göre tanıyabilir bu da onun artısı." Diyerek hızlı bir açıklama yaptı Alora.


Başımı salladım ve kafese doğru bir kaç adım yaklaştım. "Sizi kurtarıp yüzüğü nasıl alabiliriz?"


O da parmaklıklara yaklaştı ve tam karşımda geçti. " İçinde karanlık var senin nasıl kurtaracaksın bizi?"


Yutkundum. "Elimden gelen ne varsa yapmaya hazırım."


"Beş meclisinde aynı anda yaptığı büyü eğer ağaç onu kabul ederse ormanı hayata döndürebilir ve beni serbest bırakabilir."


"Nasıl bir büyü?"


Elini kaldırıp avucuna üfledi. Enerjsi ortaya çıkarken avucunda ufak bir kağıt belirdi. "Ben bunun nasıl yapılacağını bilmiyorum ama ayrıntılar burada yazıyor olmalı. Ağaç beni kapatmadan önce kitabımdan bu sayfayı koparabilmiştim." Kağıdı boşluktan uzattığında ucundan tutup aldım. "İçindeki karanlığa rağmen parlıyorsun ay cadısı."


"Teşekkür ederim efendim." Dedim başımı eğerek saygıyla.


"Lütfen bana Kalea de."


Başımı salladım sonra göremeyeceğini hatırlayarak, " Teşekkürler Kalea, ben Hera seninle tanıştığım için çok memnun oldum." Diye ekledim.


Kalea kıkırdayarak yere çöktü. Eski pozisyonuna geri döndüğünde bende arkamı dönüp kızlara işaret verdim. Yukarıda hareket etmeyi bekleyen yaprağa tıpkı önceki düzende binerek sırayla aşşağı indiğimizde hep beraber ahşap çardaklardan birine oturduk.


"Kağıtta ne yazıyor?" diye sordu Hadra.


"Henüz bakmadım ama şimdi bakacağım."diye yanıtladım.


Her biri merakla başlarını buraya çevirirken avucumdaki kağıdı çıkarıp okumaya başladım. Kağıtta pek bir şey yoktu sadece karakalem bir ağaç çizimi ve büyünün yazdığı ufak bir kısım. Sayfa zaten yırtık olduğundan herhangi bir açıklama yazsada göremezdim.


Ilım kağıda doğru eğildi, "Eee ne yazıyor?" dedi bakmaya çalışırken.

Alnından onu itekleyerek kağıdı kaldırıp herkese kısaca gösterdim. "Sadece büyü yazıyor." dedim.

"Nasıl yapacağımızla ilgili açıklama yok mu yani?" Başımı iki yana salladım.

Hadra, "O zaman her zaman toplu büyülerde yaptığımız gibi yapalım." dedi. Bu fikir hepimiz tarafından ayağa kalktık ancak Alar kolumu tutup beni çekti.

"Büyü yapmayı düşünmüyorsun değil mi?" Yutkundum, düşünüyordum. Bunu anında anlayarak sertçe konuşmaya başladı, "Bunu yapamazsın eğer yaparsan-"

Elimi yavaşça dudaklarının üstüne örttüm. "Yapmak zorunda olduğumu biliyorsun. Evime dönmem gerekiyor. Hatırlasana tüm bunları o ormanda başlatan sendin..." Gözlerim inatla yanmaya başlarken Alar hızlı hızlı başını iki yana sallıyordu. Neden işleri zorlaştırıyorsun sanki?! Bende biliyordum bunun küçük görünsede benim için riskli olduğunu ama zorundayım işte...

"Yapma."

Kolumu ondan kurtardığımda yüz ifadesi tamamen çöktü. Ağacın önünde bekleyen kızların yanına gittim ve ortalarındaki yerimi aldım. Bir elim Ilım'ın elini bir elim Açelya'nın elini tuttu. Bu şekilde altımız da ağacın karşısında el eleydik. Büyü enerjimiz vücudlarımızdan ortaya çıkarken acıyla dudaklarımı dişledim. Mor rengine sahip enerjim Ilım'ın alev kırmızısı enerjisine ve Açelya'nın okyanus mavisine karıştığında sanki hissetmiş gibi ikiside başını bana doğru çevirdi.

"Benden sonra sözleri tekrarlayın." Nottaki cümleler hızlıca zihnimde dolaşırken gözlerimi kapattım. "Nostra clara et energetic silva, discedite a tenebris. Veneficae quae naturam semper maga, te ad lucem vocant. Revertere ad nos!" Enerjik ve parlak ağacımız, karanlığı terk et. Doğaya her daim saygı duyan cadılar, seni ışığa çağırıyorlar. Bize geri dön!

Kağıttan hatırladığım latince cümleler dudaklarımdan çıktığında vücudum kasılmaya başladı. Alar'ın ismimi seslendiğini duyabiliyordum bu sırada kızlarda büyünün sözlerini tekrarladığında gözlerimi açtım.

"Nostra clara et energetic silva, discedite a tenebris. Veneficae quae naturam semper maga, te ad lucem vocant. Revertere ad nos!" Bu defa hep birlikte tekrarladık ve ondan sonra tekrar,

"Nostra clara et energetic silva, discedite a tenebris. Veneficae quae naturam semper maga, te ad lucem vocant. Revertere ad nos!" Tekrar,

"Nostra clara et energetic silva, discedite a tenebris. Veneficae quae naturam semper maga, te ad lucem vocant. Revertere ad nos!" Ve tekrar.

Son kez kelimeleri bağırarak sarfettiğimizde enerjilerimiz birleşerek tüm ormana yayıldı bununla birlikte hissettiğim acı da tüm bedenime yayılıyordu. Önce ellerşm gevşeyip kızlardan ayrılırken sonra dizlerimin bağı çözüldü. Ayakta durmaya daha fazla dayanamayarak dizlerimin üzerine düştüğüm an aynı anda kalbime bir hançer saplanıyormuş gibi acıyla çığlık attım.

Etrafa yayılan enerjinin oluşturduğu ışık dağılırken Alar bir kez daha ismimi bağırdı. Bu defa çok daha yüksekti. Işık dağıldığında kızlar da ne durumda olduğumu görerek yanıma koşmaya başladılar ama Alar onlardan çok daha hızlıydı. Beni kollarının arasına aldığında elim sol göğsümdeydi. Sanki acıyı geçirebilirmiş gibi elimi oraya bastırıyordum.

Alar beni göğsüne bastırırken, "Sana yapma demiştim..." Dedi kısık sesle.

Başımı hafifçe kaldırıp ellerime baktm. Göreceğim manzaradan korkuyordum ancak karşılaşacağım manzaradan sonsuza kadar kaçamazdım. Titreyen ellerimi kaldırdım ve çok korktuğum o manzarayla karşı karşıya kaldım.

Kara büyü yayılmaya başlamıştı.


༻☾༺


OKUYUCUYA AÇILMIŞ BİLGİLER

Cinsiyeti olmayan periler yaşam ağacının koruyucusunun kontrolüyle ağacın enerjisi tarafından yaratılır. Perilerin kanatlarından çıkan toz pek çok ilaç da kullanılır ve orman için de şifalı bir kaynaktır. Orman tekrar eski haline döndüğünde periler tozlarını etrafa saçarak onu canlı tutarlar.

Bir ayı görünümüne sahip bu canavar aynı zamanda geyiklerinkine benzer boynuzlara sahiptir. Boyu tam olarak bilinmezken kendisinin ormanı koruduğu söylenilir ancak kızlar ve Alar onunla karşılaşmadan önce sadece bir efsanefen ibaretti.

Ağaç enerjisini kaybettiği an ormandaki ağaçlar ormanı korumak adına uyandırılır. Durdurulması neredeyse imkansız olan kök muhafızlar yaşam ağacı eski haline döndüğünde eskisi gibi normal ağaçlar olurlar.

Cadılar pek çok gruba ayrılır. İlki güçlerinin tamamına eriştikleri andır sonrasında daha da güçlü olanlar ölümsüz olabilir ve doğayla bütünleşebilirler.


BÖLÜM SONU


instagram:vaerosass


Loading...
0%