@vaerosas
|
Beşinci Yüzük Serisi 1 - Hecr " AYRILIKLARA FEDAKARLIK GEREKİR" TOVE LO - THOUSAND MİLES Lütfen satır arası yorumlarınızı ve oylarınızı atmayı unutmayın keyifli okumalar💗 Başımı hafifçe kaldırıp ellerime baktım. Göreceğim manzaradan korkuyordum ancak karşılaşacağım manzaradan sonsuza kadar kaçamazdım. Titreyen ellerimi kaldırdım ve çok korktuğum o manzarayla karşı karşıya kaldım. Kara büyü yayılmaya başlamıştı. İyi bir şey uğruna kendimi feda edebilir miydim? Son bir kaç saattir tek düşündüğüm buydu. Bedenim yorgun düştüğünden yürüyebilecek durumda değildim bu yüzden Alora bize burada kalabileceğimizi söylemiş ve hepimize ağacın içinden odalar vermişti. Henüz Kalea kurtulabilmiş miydi bilmiyordum ya da orman iyileşmiş miydi haberim yoktu. Gözlerim zar zor açık tutabildiğimden yatağa yattığım an onları kapatmış ve istemsizce uykuya dalmıştım. Arada etraftan sesler geliyordu fakat hepsini anlayamıyordum. Alar'ın sesini duyuyordum bazen Nesli'nin ve Lavena'nın. Lavena bana verdiği ilaç ile iyi olacağımı belki ablasının kara büyü için bir şeyler yapabileceğini söylüyordu. Arada alnımda hissettiğim soğuk bezden ateşim olduğunu düşünüyordum. Bir süre sonra derin bir uykuya dalmış ve sesleri artık duymamaya başlamıştım. Rüya görmüyordum ama kabus da görmüyordum. Sadece karanlık vardı o kadar. Uyuyordum tek bildiğim buydu. Vücudumda hissettiğim ağrılar zamanla biraz daha azalmıştı ve üşümem de gecmiş sayılırdı. Gözlerimi açtığımda başta gelen ışıkdan dolayı yüzümü buruşturdum. Yavaşça doğrulup odundan eşyalarla dolu odaya baktım ancak yalnızdım içeride kimse yoktu. Üzerimdeki yorganı sıyırıp ayaklandım. Kapıya doğru yürüyeceğim sırada benden önce davranılarak başkası tarafından açıldı. Gelen Lavena'ydı. Beni ayakta gördüğünde şaşırmış elindeki tepsiyi komidin üstüne bırakarak elinin tersini alnıma dayamıştı. "Hmm ateşin düşmüş..." Bu ilgisi garibime giderken onaylanan gerekiyormuş gibi hissederek başımı salladım. "Ne olduğunu bilmiyorum ama şimdi daha iyi hissediyorum." Lavena'nın gözleri ellerime kaydı. Oraya bakmamaya çalışarak başımı başka yöne çevirdim. "Sana yemek getirmiştim ama eğer iyiysen büyük salona gidebiliriz." Hızlıca ilgimi başka yöne çevirmeye çalıştığında başımı salladım. "Olur gidebiliriz." Tepsiyi geri aldığında birlikte odadan çıktık. Elindeki tepsiyi koridordaki peri kızlarından birine verdi ve ahşap merdivenlerden çıkmaya başladı. Peşinden ilerlerken etrafı incelemeye çalışıyordum ancak bir ağacın içinde olduğumuzdan garip hissediyordum. Bir üst kata çktığımızda merdivenin karşısındaki geniş kapılı odaya girdik. Burası cadı sarayı kadar büyük değildi ama kendi çapında büyük denilebilirdi. İçeride taht yoktu sadece gene ağacın köklerinden yapılan uzun bir masa ve sandalyeler vardı. En başta Kalea olmak üzere kızlar ve Alar buradaydı. Kapı açıldığında hepsinin ilgisi bu tarafa dönmüş oldu. Kalea beni hissetmiş olacak ki gülümsedi, " Ah Hera demek uyandın! Umarım şimdi iyisindir." Oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi. "Teşekkür ederim biraz daha iyiyim." Masanın en uzak köşesindeki Alar ile göz göze geldik. "Çok sevindim, bir an benim yüzümden başına bir şey gelecek diye çok korktum!" Dedi Kalea hüzünle. Hızla ellerimi salladım, "Lütfen öyle düşünme ben ne yaptıysam kendi isteğimle yaptım." Kalea hüzünle gülümsedi. "Sizler bana yardım ettiniz şimdi de sıra bende." Başını masaya çevirip elini salladı. "Hadi gelin." O önden ilerlemeye başladığında arkasına takıldık. Çiçeklerin işlendiği elbisesi yerde sürünürken ona basmamak için dikkat ediyordum. Bu yanımdaki Lavena'yı güldürmüştü ve onun gülüşü de beni şaşırtmıştı. Ona baktığımı fark ettiğinde yüzü eski ketum halini aldı. Bu sefer gülen bendim. Ağacın en tepesindeydik Kalea'nın hapis olduğu yer ve yüzüğün bulunduğu duvarın olduğu yerdeydik. Kalea'yı hapis eden kökler gitmiş yerine yeşil yapraklar almıştı. Duvarın olduğu yerde artık yüzüğün taşı coşkuyla parlıyordu. Yaydığı yeşil enerjiyle Nesli'ye döndüm. Hayranlıkla yüzüğe bakıyordu içten içe ona dokunmak istediğine emindim. "İlk olarak size ait olanı alabilirsiniz. Ancak sadece yüzüğün sahibi onu oradan çıkarabilir." Kalea'nın söylediklerinden sonra Nesli hepimize bakıp ardından yüzüğe doğru ilerledi. Parmakları yüzüğün olduğu duvara değdiği an taş daha da parladı. Nesli yüzük parmağını duvara yaklaştırdı. Parmakları duvardan geçerken yüzük tenine temas etti. İkisi buluştuğu an etrafa büyük bir enerji yayıldı. Yeşil enerji Nesli'nin etrafında döndüğünde Nesli çok daha farklı bir seviyedeydi artık. Üzerindeki yürüyüş takımı gitmiş yerini yeşil rengin hakim olduğu şık bir takım almıştı. Yeşil, sarı ve kahverengi yani doğanın temel renkleri üstünde yer etmişti. Yeşil pelerinine işlenmiş altın sarısı desenlerin yanı sıra alnına düşen bir tacı da vardı. Taşın tam ortasında yüzüktekine benzer yeşil bir taş vardı. Kahve tutamların arasında yer yer yeşiller yer etmişti. Kahverengi hareleri gücüne kavuşmanın etkisiyle yeşillesmiş etrafına bakıyordu. Görüntüsü karşısında bizim kadar o da şaşkındı. "Artık doğayı daha anlayabileceksin ormandan gelen cadı." İlk konuşan Kalea oldu. Biz bu görüntü karşısında şaşkın ve hayran bakışlar içerisindeyken o sanki her gün seviye atlamış bir cadı görüyor gibiydi. Gerçi ona baktığımızda neden şaşırmadığını anlayabilirdik. Nesli'nin yanına gittim. "Nasıl hissediyorsun?" Diye sordum gülümseyerek. Hala şok içerisinde gibiydi. "B-bu çok başka bir şey Hera. Gücün damarlarımda akışını hissedebiliyorum bu sahip olduğumuz gücün çok daha üstünde bir şey. Kilometrelerce uzaklıktaki enerjileri bile hissedebiliyorum." Hala inanamıyor gibiydi. Kızlar da yanımıza geldiğinde Havin olduğu yerde zıpladı. " Grup sarılması!" Üstümüze atlayarak kollarını doladığında Hadra ve İlim homurdandı ancak Açelya ve ben kollarımızı çevremizde kim varsa ona uzattık. "Havin göğsümü eziyorsun!" Ilım bağırdığında büyük bir kahkaha attım. Gülerek birbirimizden ayrıldığımızda üç kız kardeşe döndüm. Onlar birbirine sarılmış gülümseyerek bizi izliyordu ancak burada olmayan biri vardı. Onu büyük salondan beri görmemiştim nereye gitmiş olabilirdi? "Kullanmayı öğrendiğinde çok daha güçlü olacaksın." Kalea 'nın sesini duyduğumda merdivenlere bakmayı bıraktım. Sanırım Nesli ile konuşuyorlardı. "Bir gece daha burada kalırsanız sana bir kaç büyü öğretebiliriz." Nesli heyecanlansada onay almak için bize baktı. Böyle bir teklife elbette hayır dememeliydik hem güçleri kullanmayı öğrenmedikten sonra ne işe yarardı değil mi? Cevabını alan Nesli, " Kalacağız lütfen öğretin!" Dedi Kalea'ya. Onun bu heyecanı hepimizi gülümsetti. "Öyleyse siz çevreyi gezin bende o sırada bu heyecanlı cadıyı eğitim sahasına götüreyim." Elini Nesli'ye uzattı. "Beni takip et ormandan gelen." Nesli uzatılan eli tuttu böylece ikisi aramızdan ayrıldı. Kızlar kendi aralarında ayrılarak merdivenlere yöneldiğinde gitmek üzere olan Lavena'nın kolunu yakaladım. "Alar'ı gördün mü?" Kaşlarını çattı. "Şu iblisi mi diyorsun?" Hızlıca başımı salladım. "Sanırım yukarıdadır." Parmağıyla işaret ettiği yere baktım. Anlaşılan ağaç düşündüğümden daha büyüktü. Lavena enerjisini ellerinde yoğunlaştırarak bana uzattığında buyuktbir yaprak oluştu. "Bunun üzerine bindiğinde yukarı çıkmana yardım edecek. Kaykay gibi düşün kullanması oldukça kolay." Başımı salladım. "Teşekkür ederim Lavena." Başıyla onaylayıp diğerlerinin peşinden gitti. Ellerimin arasındaki yaprağı yere koydum ve ardından üzerine çıktım. Yaprak basınçla hareketlenmeye başladığında yavaşça havalandı. Dediği gibi ayaklarımı hareket ettirdiğini yere doğru gidiyordu. Bunu bir kaç kötü deneme sonucunda farketmek biraz kötü olmuştu. Yaprak beni biraz daha fazla havalandırdığında yaprakların arasında köklerden oluşmuş teras gibi bir zemin olduğunu gördüm. Köklere yaşlanmış ormanı izleyen arkası dönük kişide Alar olmalıydı.Kumral saçları ormanın yeşilliğinin arasında dalgalanıyordu. Her zamanki gibi dağınıklardı hiç düzenli olduklarını görmemiştim zaten. Arkası bana dönüktü ama varlığımı hissettiğinden emindim. Yaprağın üstünden indim, yavaş adımlarla yanına ilerlerken herhangi bir hareket göstermedi. Yan yana geldiğimizde göz ucuyla baktım ona. Hala bakmıyordu bana. Ormanı izliyor ben yokmuşum gibi davranıyordu. Ne yapacağımı bilemeyerek köklere yaslandım ve rahat bir tavır almayı denedim. Gözlerimi yüzüne kenetlemiş bakarken bana bakması için an kolluyordum. Bana bakmadığında, "Kızgın mısın?" Diye sordum. Güldü ama keyiften uzak bir gülüştü bu. "Kızgın olmaya hakkım yok sonuçta bu dünyaya seni getirip tüm bunların olmasına sebep olan benim." Aniden bana döndü, "Ama yine de kızgınım!" Beklemediğim bu anı patlama karşısında ben şaşırırken o yüzüme baktıktan sonra elleriyle yüzünü sıvazladı. Kendini sakinleştirmeye çalışıyor gibiydi. Bir şey söylemek istedim ama aklımdakilerin hangisinden başlayacağımı bilmiyordum. Neden kızgınsın? Kızgın olmaya hakkın mı var? Hangi sıfatla kızgınsın? Neden durmadan peşimdesin?Hangi birini söyleyecektim ki? Aralarından birini seçtim, "Neden kızgınsın?" Dedim. "Bilmiyorum! İstemsizce bunu yaptığın için kırgınlık duyuyorum!" Sesinde öfke vardı ama bu kendisine gibiydi. Bir elimi köklerin üstüne koydum. " Alar, insanlar önemsediği kişilere karşı kırgınlık duyar." Yüzü bana dönükken gözleri gözlerimi buldu. "Sen ve ben en çok birbirini umursamaması gereken kişileriz. Sen benim öldürmek istediğim adamın askerisin, onun halkındasın. Senin kralın benim düşmanım bu seni de düşmanım konumuna getirir." Ben sustuğumda ikimizde bir süre durduk. Öylece birbirimize bakarken ne düşündüğünü anlamaya çalıştım lakin zihni kilitli bir sandık gibiydi hiç bir açık vermiyordu. Aynı şekilde gözleri de hiç bir duygusunu belli etmiyor ustalıkla saklıyordu onları. Ne söyleyeceğini merak ediyordum. Ne tepki vereceğini, nasıl davranacağını merak ediyordum. Ona açıkça düşmanım olduğunu söylemiştim böylece aramızda fazlasıyla büyük bir boşluk açılmış oluyordu. Bir şey söylemeliydi sadece öyle baktığında ne hissettiği anlaşılmıyordu. Sakince başını salladı. "Haklısın sen ve ben düşmanız yanında olmamam gerekiyor. Biz ikimiz yan yana durmamalıyız." Kenardaki köke asılı siyah pelerinini alıp üzerine giydi. Yanımdan geçip gitmeden önce kulağıma yaklaştı. "Çünkü benim ateşim seni yakar." Alar bir daha bana bakmadan köklere tutunarak aşşağı atladı. Yerden ses gelirken o tarafa hiç bakmadım bile. Kanat sesleri gelmeye başladığında da hala onun az önce durduğu yere bakıyordum. Dakikalar geçtiğinde de oradaydım ve eğer Lavena gelmeseydi belki de saatlerce orada kalırdım. "Daha ne kadar o boşluğu izleyeceksin ayın cadısı?(!)" Girişten gelen sese doğru döndüğümde ellerini beline koymuş buraya doğru gelen Lavena ile göz göze geldim. Az önce Alar'ın durduğu yere yani karşıma geldiğinde ellerini göğsünde birleştirdi. Kaşını kaldırarak beni işaret etti. " Dilini mi yuttun yoksa duyduklarından sonra?" Anlaşılan konuşmalarımızı duymuştu. "Hepsini duydun mu?" Lavena omuz silkti. "Önemli kısmını diyelim. Senin İgnis kralıyla alakalı konuşmaya başladığında yukarıya gelmiştim ama iblisin dediklerini de duydum." "Anladım." Dedim kısaca. "Ona düşman olduğunuzu söyledin ama öyle düşünmüyorsun aslında değil mi?" Aniden bunu söylediğinde kala kaldım çünkü Lavena doğru söylüyordu. Bu evrene ilk geldiğimde ona karşı hissettiğim tek duygu nefretti ve bana o zaman sorsanız elbette tereddütsüz onu düşman olarak gördüğümü söylerdim. Peki şimdi değişen neydi? Onun davranışları mi içimdeki nefreti köreltmişti? Ya da başından beri kendimi mi kandırıyordum? Ormanda karşılaştığımızda enerjimin ona çekildiğini hissetmiş ve korkmuştum ancak bu çok sonradan fark ettiğim bir durumdu. O zamanlar kendimden çok başkalarını düşünüyordum o günde cadı olduğumuzu bilse bizi öldürmek isteyecek insanları korumak için bariyer büyüsü yapmaya kalkmıştım. Evet o insanlar iyiydi ancak bunun sonucunu ağır ödemiştim. "Hera." Lavena ismimi seslendiğinde onun varlığını yeni hatırlamış gibi irkildim. "Enerjilerinizin nasıl çekildiğini gördüm. Sizi ilk gördüğümüzde bunu farkettim bu yüzden başından beri ön yargılıydım ancak sen bile yeni yeni farkına varıyorsun bir çok şeyin bu yüzden sana karşı daha ılımlı olmaya karar verdim." "Ondan nefret etmem gerekiyordu, böylesi çok daha kolay olurdu." Dedim umutsuzca. "Ama edemiyorsun." Başımı salladım. İstesemde ondan nefret edemiyordum. İçten içe yaptıklarını hatırlıyor ve bunu başaramıyordum. Bizi bu dünyaya getirdiği ve başıma bu kadar bela açtığı için ona karşı çok öfkeliydim ancak yaptığı kötülükleri bir şekilde kapatiyordu sürekli. Kara büyü tarafından ilk ele geçirilmeye başladığımda da, İgnis kütüphanesine bizi gizlice soktuğunda, ilk kar festivalinde ve ikinci yüzüğü aramaya çıktığımızda her zaman yardımcı olmuştu. Tüm bunları yapmasa her şey çok daha kolay olurdu. "Bazen istesek de başaramayız." Sağ elini sol göğsümün üzerine götürdü. "O izin vermez." Başımı eğip tam kalbimin olduğu yere baktım. Lavena'nın elinin altında gümbürdeyen kalbim sanki onu onaylıyordu. "Belki de bundan sonra onu görmemem daha iyi olur. Zaten savaş alanında karşı karşıya kalacağım biriyle yan yana olmak saçma görünüyordu." Göğsümün üzerindeki elini çekip başını salladı. "Sen ne diyorsan o." "Sağ ol Lavena." Dedim gülümsemeye çalşarak. "Bize çok yardımcı oldunuz." Gözleri açılırken elini iki yana salladı. " Saçmalama cadı asıl siz ağacı ve anlamlısı kurtararak bize çok büyük bir iyilik yaptınız." "Bizimde o işten payımız vardı sonuçta önemli değil." Omuz silktim. Lavena elini indirdi. " Aşşağı inelim öyleyse seninkiler hazırlıklara başladı." Lavena az önce giden yaprağı geri çağırdı. Üzeine bindiğimiz an yaprak yavaş hareketlerle aşşağı inmeye başladı. Zeminle buluştuğumuzda önce Lavena sonra da ben yapraktan indim. Yaprak toz haline gelirken etrafa bakındım. Onların küçük köyü yavaş yavaş kendini toparlamaya çalışıyordu. Periler etrafta fıldır fıldır dönüyor kanatlarındaki tozları etrafa saçıyorlardı. Orman trolleride yeniden canlanan besinlerle ilgileniyor bir yandan şarkılar söylüyorlardı. Yanından geçtiğimiz her yaratık bir baş selamı veriyor işine öyle devam ediyordu. Bu üç kız kardeşe derin bir saygı ve sevgi besledikleri aşikardı. Tıpkı orman gibi bu üç kız kardeş de daha canlı görünüyordu. Onlar gerçekten ormana bağlıydı bunu çok iyi anlamıştım. "Arkadaşların ablamla talim yapıyor." Kapı görevi gören sarmaşıkları geçmek için ittirdi. Elini oynattığı açılan sarmaşıkların arasından hızlıca sıyrıldım. "Hepsi mi?" Sadece Nesli'nin gideceğini düşünüyordum "Evet hepsi gitti izlemek istiyorlarmış sanırım." "Anladım." Dedim başımı bir yandan sallarken. "İstersen biz de yanlarına gidelim." "Olur." Ağacın arka tarafına doğru gitmeye başladığımızda kulağıma sesler gelmeye başladı. Büyünün çarpışma sesleri ve perilerin heyecan dolu tiz sesi geldiğinde adımlarımı hızlandırdım. Lavena hızlı gittiğim için homurdanmaya başladığında güldüm. Benden çok daha hızlı olabileceğini biliyordum ancak o kendini yormayı pek seven bir tip değildi. "Bu taraftan." Lavena'nın eliyle gösterdiği yere adımlarımı çevirdim. Açıklığı gördüğümüz an burasının eğitim sahası olduğunu düşündüm. Yanımdaki Lavena ile oraya yürümeye başladığımızda sesler artmıştı. Orayı kapatıp kapı görevi gören sarmaşıkları ittirdiğimde eğitim sahası ile karşı karşıya kalmıştık. Havada kanat çırparak Nesli'ye onu zorlamayacak büyü topları gönderen Kalea karşısındaki cadı kızının yorulduğunu düşünmüş olacak ki yavaşça yere indi. Kalea durduğunda Nesli'de yaptığı kalkanı bozmuş derin derin nefes almaya başlamıştı. Kelebek görünümlü lider Nesli'nin omzuna elini koydu. "Taş ve sen birbirinize yavaş yavaş alışıyorsunuz buna rağmen iyi bir başlangıç yaptın." dedi Kale dolgun dudaklarını iki yana kıvırarak. Nesli heyecanla gözlerini açtı. "Gerçekten öyle mi düşünüyorsunuz?" "Elbette!" Kalea sevecen bir tavırla yanıtladı onu. Uzakta durmayı bırakar yanlarına yürümeye başladım. Yüzünde kocaman bir gülümseme olan kuzenim beni gördüğü an yanıma koşturdu. "Hera! Hera!" Karşıma gelip ellerini omuzuma koydu. "Taşa alışmaya başlıyormuşum eğer biraz daha çalışırsam o iblis kralını yenebilecek kadar güçlü olabilirim ve sonra da halamın yanına dönebiliriz!" Buruk bir tebessümle başımı salladım. "Evet güzelim." Kalea kanatları üzerinden yavaşça havalanıp hızlıca yanımıza geldi. "Sevgili Hera senin içinde bir sürprizim var." Nesli yavaşça beni bıraktığında Kalea elini uzattı. Uzattığı eline bakarken elimi onun üzerine koydum. Kalea elimi sıkıca tuttuğu an kanatları birbirine çarptı ve aniden havalandı. Bu ani hareketle dudaklarımın arasından bir çığlık çıkmasına engel olamadım. Diğer elimi de onun beyaz narin koluna sıkıca doladım. Düşme korkusundan dolayı gözlerimi sıkıca yumduğum sırada Kalea gülüyordu. Aşşağıdaki gürültüye bakılırsa herkes bizi takip ediyordu. "Korkma küçüğüm gözlerini aç." İstemeye istemeye de olsa gözlerimi açtım ve karşımdaki muazzam manzara karşısında ağzım da gözlerim gibi açıldı. Daha bir kaç gün önce kupkuru olan ormanda yeşiller açmış hatta yer yer ağaçların üzerinde çiçekler açmıştı. "Ormanımızın gerçek halini beğendin mi?" Hızlı hızlı başımı salladım. "Bayıldım!" Heyecanlı sesim Kalea'yı daha da güldürdü. "O halde hazırla kendini iniş yapacağız!" Ne yapacağımı bilmediğimden ona daha da sıkı tutundum. Yere yaklaştığımızda gözlerim tekrar korkuyla kapattım ve ayaklarımın üzerinde tekrar durana kadar açmadım. "Artık gözlerini açabilirsin." Gözlerimi açtım ancak karşımda gördüğüm kızıl gözler bir kaç kere gözlerimi kırpıştırmama sebep oldu. "Alar sen gitmemiş miydin?" diye sordum şaşkınlıkla. Düz bir ifadeyle, "Sana bir söz vermiştim hatırlıyorsun değil mi?" dedi. Cevap vermediğimde sorusunu kendi cevapladı. "Kara büyüyü yavaşlatacak bir yol bulacaktım buldum da." Eliyle Kalea'yı gösterdi, "Lider bize yardım edecek bir büyü yapabileceğini söyledi. Heyecan ve şok karışımı bir ifadeyle, "Gerçekten mi?" diye sordum. Cevap arkamdaki Kalea'dan geldi, "Elbette Hera ancak bu geçici bir çözüm yine de ümitsizliğe düşme." Hızlı hızlı başımı salladım. "Nasıl yapacağız peki?" Bu sırada kızlar gelmişti. Az da olsa konuşmamızı duymuş olacaklardı ki merakla Kalea'ya bakıyorlardı. "Bir başkasının büyü enerjisini alarak." dedi Kalea. Bir başkasının büyü enerjisini almak onu öldürürdü. Şaşkınlıkla açılan dudaklarımı birbirine bastırırken başımı yere eğdim. "Ancak bu diğer kişiyi öldürmez mi?" "Zaten ölü olan birini öldüremezsin." Başımı kaldırıp sesin sahibine baktım. "Alar sen?.." Başını yavaşça aşşağı yukarı salladı. "Sana büyü enerjimi vereceğim ki kara büyüyü bastırsın." "Ya sen?" diye sordum içimdeki endişeye anlam veremezken. "Ölmeyeceğim sadece yeniden enerjim düzelene kadar biraz acı çekeceğim." Sanki çok kolay bir durumdan bahseder gibi rahat davranması kaşlarımın çatılmasına neden oldu. "Bundan emin misin?" diye sordum tekrar teyit etmem gerekiyormuş gibi hissederek. Tereddüt etmeden başını salladı. Kalea ikimizin ortasına geçti. Gözlerim hala onun üzerindeyken Kalea ellerini açtı. Yüzümde endişeli bir ifade oluşurken Alar sanki beni rahatlatmak ister gibi gülümsemeye çalıştı. Kalea'nın açtığı ellerine ormanın enerjisi akın etmeye başlarken bir elini Alar'a savurdu. Beklemediği hamleyle Alar yüzünü buruştururken onun kızıl enerjisi Kalea'nın ormandan çektiği enerjiye karışmaya başladı. Kalea diğer elini bana doğru savurduğunda enerji onun içinden geçerek bana ulaşmaya başladı. Kalea sanki ikimizin arasında ufak bir köprü kurmuş bununla enerjilerimizi birleştiriyordu. Alar'ın enerjisi vücuduma dolmaya başladığında vücudumda büyük bir rahatlama oluştu ve huzurla gözlerimi kapattım ta ki Alar'ın boğazdan gelen kalın çığlığa benzer sesini duyana kadar. Gözlerimi açtığımda Alar dizlerinin üstündeydi ve teni sanki daha beyazlayabilirmiş gibi solmuştu. Kendimi ona doğru harekete geçerken bulduğum sırada Kalea büyüsünü bitirmişti. "Alar!" Öyle bir hızla yanına koştum ki düşmek üzere bedenini son anda yakalamayı başardım. Onun bedeninin ağırlığıyla dizlerimin üstüne çöktüğüm sırada Alar'ın başı dizlerimin üstünde, ellerimin arasında duruyordu. "İyi misin?" diye sordum ümitle. Kıstığı kızıl gözlerinin arasından yüzüme baktı. "Henüz ölmedim cadı korkma." dedi zar zor çıkan sesiyle. "Korkmuyorum!" diyerek hızlıca onu reddettim. Zorlukla güldü. "Korkma zaten." dedi tüm gücünü kullanmaya çalışarak. "Şştt daha fazla yorma kendini." Bir iki defa öksürdü. "Az sonra göreceğin şeyden dolayı şaşırma tamam mı? Enerjim gittiği için vücudumdaki tüm yaptığım tılsımlar kalkıyor." Zar zor açık tuttuğu gözleri kapanırken ne dediğini anlamayarak kaşlarım hafifçe çatıldı. Az sonra parmaklarımın arasındaki saçlarından minik kırmızı parıltılar yükselmeye başladığında neyden bahsettiğini öğrenmek üzereydim. Gözlerim bu beklemediğim görüntüyle açılırken etraftakilerden de şaşkınlık mırıltıları yükseliyordu. Alar'ın koyu bir sarı rengine sahip saçları diplerden başlayarak karardı ve sonunda dağınık saçları koyu bir kahverengi halini aldı. BÖLÜM SONU instagram:vaerosass |
0% |