Yeni Üyelik
16.
Bölüm

15.Tutsak Prenses

@vaerosas

 

15.TUTSAK PRENSES

 

 

RUELLE - WAR OF HEARTS

 

 

Lütfen satır arası yorumlarınızı ve oylarınızı atmayı unutmayın keyifli okumalar💗

 

Balay nene düşünceli bir tavırla çenesini ovuşturdu. "Bu kadar ruh kelimesini kullandığına göre tek bir yer olabilir ayrıca prensesi olan tek krallıkta şu an da orası."

 

Heyecanla doğruldum. "Neresi peki burası?"

 

Balay nenenin yüzü düşmüştü. "Ruh koparanların şehri."

 

 

༻☾༺

 

Bir ruh koparanla ilk tanıştığımda bana saldırmış ve ruhuma iz bırakmıştı. Ve işin sonunda onu öldürmüştüm. Şimdi içi tamamen ruh koparanlarla dolu bir şehire girersem nasıl sağ çıkacaktım Tanrı bilir... Gerçi bu defa yalnız olmayacaktım bu biraz beni avutabilirdi.

 

Birazıcık.

 

"Oraya bizi doğrudan hoş geldiniz diyerek içeri alacaklarını sanmıyorum. Nasıl gireceğiz?"

 

Balay nene ayağa kalktı. "Onun için de bir çözüm var Nesli." Balay nene kitaplıktaki birbirine zıt konumlardaki iki kitabı aynı ittirdiğinde kitaplıktan bir tıkırdama sesi geldi ardından yan yana iki kitaplık aynı anda birbirinde yavaşça uzaklaştılar ve duvarda gizlenmiş kapağı açığa çıkardılar. Balay nene bir çırpıda kapağı açtı ve kapağın içerisindeki onlarca kağıttan birini çıkarıp aldı. O kapağı kapatıp kenara çekildiği an kitaplık eski yerini aldı.

 

Geri yerine oturup sararmış ruloyu uzattığında kaşlarımı çattım. "Bu ne nene?"

 

"Ruh koparanların şehirine giden gizli geçitlerin bulunduğu harita."

 

Gözlerim heyecanla açılırken kağıda bağlı ince hasır ipi çözdüm ve haritayı açtım. Bu gerçekten bir haritaydı ve haritanın ucunda çizili bir şato işaretlenmiş üzerine de latince anima venatores, ruh avcıları yazılmıştı. Haritanın başında işaretlenmiş yer de cadı şehrinin girişindeki ormandı ancak giden yolları anlayamıyordum. Her birinin üzerinde latince isimleri vardı ancak neresi olduğunu bilmediğimden anlamam zordu.

 

"Bu defa sizinle geliyorum." Başımı kaldırıp Hale'ye baktım. Göz göze geldiğimizde omuz silkti. "Sizi oraya götürebilecek en iyi rehber şu an benim."

 

Gülümseyerek başımı salladım. "Haklısın." Ancak aklıma takılan bir konu vardı. "Safir bize yüzüğün tam olarak konumundan bahsetmedi durum böyleyken nasıl bulacağız? Koskoca bir şehir değil mi sonuçta?"

 

"Ruhların geldiği yer diyor nene." dedi Hale başını Balay neneye çevirmiş ondan bir onay bekliyor gibiydi.

 

Balay nene gülümseyerek başını salladı. "Ruhların geldiği yere gideceksiniz kızlar. Sarayın inşa edildiği dağın en tepesine ruhların doğacakları bedenlere gelmeden bekledikleri yere."

 

O ne demekti acaba...

 

"Ancak bu çok tehlikeli olacak baş edebileceğinize emin misin?"

 

Dönüp kızlara baktım çünkü bu tek başıma verebileceğim bir karar değildi. Ne bekledim bilmiyorum ancak ikisinin de yüzünde güven verici bir gülümseme gördüğümde mutluluktan gözlerimin dolduğunu hissettim. Ancak diğerleri? İkizler ve Ilım buna aynı tepkiyi verir miydi?

 

"Ne zaman yola çıkacağız? Biraz uzak görünüyor." dedi Açelya haritaya bakarken.

 

Hale düşünceli bir tavırla elini çenesine koydu. "Gece herkes uyuduğunda çıkmalıyız ama dediğiniz gibi uzak bir yol ancak atla gidilebilir."

 

"Atı nereden bulacağız?" diye sordu Nesli merakla.

 

Hale gülümsedi. "Ormanda ki dostlarımla henüz tanışmadınız değil mi?"

 

Ormandaki dostlar mı?

 

"Açelya ve Nesli siz diğerlerine haber verin. Gece yarısında kopyalarınızı eve bırakın ve bizim evin arkasına gelin unutmadan iyi hazırlanın çünkü bu defa yolumuz uzun ve tehlikeli."

 

Tehlikeli ve uzun bir yol.

 

Sanırım buraya ilk geldiğim de aklımda dolanan cümle buydu.

 

Hapis evreni ya da Yeni Balin tehlikeli ve uzun bir yoldu benim için.

 

Her ikiside başını salladıktan sonra veda ederek yanımızdan ayrıldı. Bakışlarım hala haritadayken Balay nene de işe dönmek için aşşağı indi. Tepki vermeksizin sadece haritaya bakıyor ve düşünüyordum. Bu işi nasıl halledeceğimizi. Bu sefer karşılaşacağımız sirenler ve perilerle kıyaslanınca çok daha güçlüydüler. Biz savaş konusunda tecrübesiz altı cadıydık belki Hale'nin yanımızda olması biraz daha iyi olurdu. Gerçi artık Açelya ve Nesli'nin yüzüğü olduğundan tam güçlerine kavuşmuşlardı ancak onları nasıl kullanacaklarını bilmezken en fazla ne yapabilirlerdi ki?

 

Yanımda bir hareketlenme hissettiğimde başımı kaldırdım. "Yine neyi kafana takıyorsun?" diye sordu Hale saçlarımla oynarken.

 

"Nasıl ruh koparanlarla baş edeceğimizi düşünüyorum." diyerek başladım ardından içimde tuttuklarımı ona anlatmaya koyuldum. "Onların hepsi bizden kat kat güçlü biz ise tamamen tecrübesiziz orada ya başımıza bir şey gelirse? Aranızdan birine zarar gelirse kendimi asla affedemem!" Başımı iki yana salladım. "Ne yapacağımı bilmiyorum Hale. Neden bu kadar zor olmak zorunda?" Başımı öne eğmiş yüzümü gizlemeye çalışırken göz aşları yavaş yavaş yanaklarıma akın etmeye başladı.

 

Vücudum bir hıçkırıkla sarsılırken Hale'nin ellerini sırtımda hissettim. Beni yavaşça kendine çekip göğsüne yasladığında kendimi sıkmayı bıraktım ve hıçkırıkların ağzımdan çıkmasına izin verdim. Hale yavaşça saçlarımı yavaşça okşarken sayıklamaya devam ediyordum.

 

Ne yapacağım ben?

 

Bu bataklıktan nasıl kurtulacağım?

 

Ya da bir başkasını içine çekmeden nasıl yaşayabilirim?

 

"Şştt geçti güzelim sorun yok ben yanındayım. Ablan yanında." Saçlarımın arasına bir öpücük bıraktığında kollarımı ona sararak ağlamaya devam ettim. "Herkes kendi hür iradesi ile oraya gelecek ve bu seni suçlu yapmaz Hera. Ayrıca sandığından daha güçlüsün. Hatırlamıyor musun? Sen bir ateş çıkaran cadıyı ve ruh koparanı tek başına yendin."

 

Başımı iki yana sallarken zorlukla yutkundum. "Onları öldürdüm Hale ve bu benim kontrolümle olmadı."

 

Bu benim değil kara büyünün gücüydü.

 

"Sarhoştun yapabileceğin bir şey yoktu sana saldırdılar."

 

Yine de içimdeki asla susmayan ses bunu kabul etmiyor Hale.

 

Hale omuzlarımı tutarak beni kendinden uzaklaştırdı ve yüzlerimizi kar karşıya getirdi. "Madem bu kadar endişelisin seni bir yere götüreceğim."

 

Elimin tersiyle yüzümü sildim. "Nereye?"

 

Hale bana bakarken gülümsedi. "Küçük bir kız çocuğuna benziyorsun şu an Hera." hüzünlü bir nefes çekti içine. "Keşke çocukluğunda yanında olabilseydim." Ona ne dediğini anlamadığımı belli eden bir ifadeyle baktığımı farketmiş olacak ki kendini toparladı. "Avcının büyülü tuzaklarına gideceğiz. Orada ruh koparanlara karşı bizi koruyacak bir şey mutlaka vardır böylece seninde için rahat eder."

 

"Nerede bu avcının büyülü tuzakları?"

 

 

༻☾༺

 

Neredeyse kasabanın ucunda olan dükkana geldiğimizde etrafta birini görmek imkansızlaşmıştı. En son on beş dakika önce bir büyücü görmüştük o saatten sonra da başka kimseyi görmemiştik. Buranın bu kadar uzak olması avcının çok huysuz biri olmasıymış ve yalnızlığı sevmesiymiş. Uzun yıllar boyunca bu adam diğer ırklarla savaşmış bu yüzden onlara karşı kullanılabilecek her türlü karşı malzeme onda bulunmaktaymış. Tabi uzun yıllar diye bahsedilen yılın ne kadar fazla olduğundan emin değildim.

 

"Buranın güvenli olduğuna emin miyiz?" Pelerinin altından Hale'nin güldüğünü işittim.

 

"Merak etme etraf biraz ıssız ama dükkan güvenilir."

 

Umarım öyledir diye düşünmekten başka bir şey yapmadım. Hale önden kapıyı açıp girdiğinde bende geride kalmamaya çalıştım. Fazla büyük olmayan ama küçük de sayılmayacak dükkana girdiğimizde kendimi etrafı incelerken buldum.

 

Koyu renklerle kaplı ürkütücü bir ortamdı. Taş duvarlar ve ahşap bir zemindi. Yerde ki kürk halı sanırım bir ayıya aitti. Duvarlarda ne olduğunu bilmediğim çeşitli silah ve süpürge vardı. Tezgahın arkasındaki duvara sabitlenmiş deniz kızını gördüğümde onun bir siren olmamasını umdum çünkü öyleyse hemen bu dükkanı terke eder ve ruh koparanlarla kendim baş ederdim ancak sanırım sıradan bir heykeldi. Tezgahın arkasında şömine ve sallanan sandalye vardı. Sandalyede uzun bir şapkaya sahip adam oturmuş elindeki bardakta her ne varsa onu yudumluyordu.

 

"Siz iki cadı orada dikilmeye devam mı edeceksiniz?" Adamın sert sesini duyduğumda irkildim. Bir hayalet gibi sessizdi hiç beklemediğimiz bir anda hamlesini yapmıştı.

 

Hale adama doğru ilerledi. "Merhaba biz ruh koparanlara karşı kendimizi koruyabileceğimiz bir silah bakmak istiyoruz ya da herhangi bir şey."

 

Adam omuzunun üzerinden ikimize baktı. "Neden buna ihtiyacınız var?"

 

Yutkunarak Hale'ye baktım. "Yakın zamanda ormanda dolaşırken bir ruh koparanın saldırısına uğradık ve canımızı zor kurtardık. Tekrar böyle bir olay yaşamamak adına size geldik." Anında uydurduğu yalanı dinlerken gözlerimi kocaman açtım.

 

Avcı ayaklanıp tezgaha gitti. Çekmeceleri karıştırdığı sırada şapkanın ardından yüzünün görünen kısmına bakmayı çalıştım ancak tek görebildiğim yanağındaki derin izdi. Bıçak darbesine benziyordu. "Elimde işinize yarayacak bir şey var." Çekmeceden çıkarıp uzattığı aksesuarı elime aldım.

 

Bu sivri uçlu bir saç aksesuarıydı. Ucu kılıca benziyordu ancak bununla nasıl ruh koparanlardan korunacağımızı anlayamamıştım. "Bununla nasıl kendimizi koruyacağız bayım?"

 

Adam parmağıyla tokanın ucunu gösterdi. "Orada saydam bir zehir var. Bir ruh koparana saplandığı an vücudunu halsizleştirir ve ruh ememeyecek hale getirir." Cümlesine devam etti. "Ardından onu yok eder."

 

"Anlıyorum." Tokayı incelediğim sırada Hale tezgaha yaslandı.

 

"Fiyat konusunda yardımcı olabileceğinizi umut ediyorum bayım."

 

Avcı onun flörtöz tavrına karşılık sırıttı. "Ufak bir şey yapabilirim sanırım." Uygun bir fiyata anlaşıp dükkandan çıkmak üzere olduğumuz sırada avcının sesi duyuldu. "Hey ufak cadı!"

 

Arkamı döndüm, "Ben mi?"

 

Adam başını salladı. "Tut şunu!" Aniden avucunda tuttuğu şeyi bana fırlattığında reflexle onu yakaladım. Avucumdaki minik süpürgeye baktığım sırada avcı tekrar konuştu. "İhtiyacın olduğu anda onu havaya doğru savur." Ben başka bir şey söyleyemeden arkasını dönüp bir kapıdan içeri girdi.

 

Arkasından bakmayı bırakıp tokayı ve süpürgeyi cebime sıkıştırdım ve Hale'nin koluna girerek geri ilerlemeye başladım.

 

 

༻☾༺

 

Hava kararmaya başladığında yemek yemiş ve hazırlanmak üzere yukarı çıkmıştık. Bu defa kumaş tayt ve beyaz uzun gömlek giymiştim. Gömleğin üstüne korseden bir kemer takıp üzerine her zamanki gibi siyah dizlerime gelen pelerinimi geçirmiştim. Hale'nin verdiği bel kemerine hançerimi, minik süpürgeyi ve Hale'nin geçen seferki gibi küçülttüğü çantayı koymuştum. Alar'ın bana verdiği kılıç köşede duruyordu. Ona bakarken kararsız kalmıştım ama kendi kendime onu yanıma almamanın daha olduğuna inanıyordum.

 

Saçlarımı avcıdan aldığım tokayla sıkı bir topuz yapmıştım. Garip bir şekilde toka hiç oynamıyordu ve düşündüğüm gibi saçım gevşek kalmamıştı. Bu beni rahatlatmıştı çünkü tokanın düşme ihtimali beni endişelendiriyordu.

 

Buluşma saati geldiğinde Hale'nin sesiyle aşşağı hızlıca indim. Boynumdaki safiri gömleğin kumaşının altına koyduktan sonra kapıya bırakılmış bağcıklı çizmeleri giydim ve kapıda bekleyen Hale'nin yanına koştum. Çoktan hazırlanmış, kapşonu başında beni bekliyordu. Diğerleri henüz gelmemişti ama gelmek üzere olduklarını düşünüyordum. Evin arkasına doğru yürürken Hale konuşmadığı için ben de susmayı tercih ettim çünkü o konuşmuyorsa mutlaka önemli bir konu olurdu.

 

Evin arkasında biraz yürüdükten sonra açık alana gelmiştik. Burası ayın en çok yansıdığı kısımdı. Az ilerdeki minik şelalenin ses buraya geliyordu. O şelale ile ilgili anılarım zihnime dolduğunda yüzümü buruşturdum.

 

Hale'nin çimenlerin üzerine oturduğunu gördüğümde kaşlarım çatıldı. "Ne yapıyorsun?" diye sordum merakla. Parmağını dudaklarına dayayıp sus işareti verdiğinde dudaklarımı birbirine bastırdım.

 

"Hera! Hale!" Anlaşılan kızlar gelmişti. Onlar yanımıza yaklaştığında hızla parmağımı dudaklarımın üzerine yasladım. Bu hareketim onları şaşırtırken ormanda bir ıslık sesi yankılandı. Bunu yapan Hale'ydi.

 

Ağaçların arasında oluşan mor ışıklar ile gözlerim kocaman açıldı. Hale ayağa kalktığı sırada ışıkların arasında minik bir kelebek göründü. Kaşlarım çatılmıştı ki ağaçların arasında bize yaklaşanın sadece o minik kelebek olmadığını fark ettim. Bir at sürüsüydü karşımdaki ancak normal bir at sürüsü değildi elbette.

 

Bembeyaz tüylerinin arasına mor ışıklar yansıma yaparken boynuzunun ucundan yansıma yapan ışık yüzümün hizasında belirdi. İpek gibi beyaz saçlarının üzerinde uzun olan bir boynuz olan yaratıklar küçükken Gülnihal nenemin anlattığı gibi görünüyorlardı. Tek boynuzlu atlar, neslinin tükendiğine inanılan bir hayvan türüydü. İnsanlar öyle düşünsede ileri seviye cadılar onların enerjisini hissederek bu dünyada bir yerlerde olduğunu hissediyordu. Tabi Hapis Evreni yaratılıp tüm doğa üstü canlılar buraya hapsedildiğinde onlar da burada toplanmıştı.

 

Asıl garip olan evimizin arkasında ne aradıklarıydı.

 

En öndeki lider gibi görünen tek boynuzlu bize ilk yaklaşan oldu. O yanımıza adım attıkça hayranlıkla nutkumun tutulduğunu hissettim. Sanırım kızlar da aynı durumdaydılar çünkü son iki dakikadır herkes sesli bir şekilde yutkunuyordu. Zaten bu tepki bu eşsiz hayvanlar karşısında az bile sayılabilirdi.

 

Tek boynuzlu ayağa yeni kalkan Hale'nin yanına geldiğinde hafifçe hırıltılı bir ses çıkardı. Bu Hale'nin dudaklarının iki yana kıvrılmasını sağlarken uzanıp elini atın yelesinin üzerine koydu ve hafifçe okşadı. "Merhaba Kiara görüşmeyeli nasılsın?" Demek o tek boynuzlunun adı buydu. Kiara ince bir tonda kişnediğinde Hale minik bir kahkaha attı. "Biliyorum biliyorum ama vakit bulmak çok zor hem şu sıralar bir kaç küçük cadıyla uğraşıyorum. (!)" Hale eğlendiğini belli eden bir tonda konuşurken Ilım arkada homurdanıyordu.

 

"Onu tanıyor musun?" diye sordum Hale'ye hitaben.

 

Hale gülerek başını salladı. "Kiara kalan son sürünün lideri, buraları avucunun içi gibi bilmesinin yanı sıra bana borçlu bu yüzden bize yardım edecek değil mi Kiara?!" Nasıl olduğunu bilmiyorum ama o tek boynuzlu yani Kiara suratını buruşturdu ve kızgın olduğunu belli eden bir tonda hırıltılı bir ses çıkardı.

 

Onun normal bir attan çok daha farklı olduğunu o an daha iyi anladım.

 

Göz göze geldiğimiz an gülümsemeye çalıştım. "Merhaba..."

 

Kiara'nın suratında gülümsemeye benzer bir ifade oluştu.

 

"Bizim ruh koparanların şehirine gitmemiz gerekiyor lütfen bize yardımcı olun." dedim samimiyetle.

 

Kiara yanıma gelirken Hale arkada homurdandı, "Onunla sizli bizli konuşmana gerek yok!"

 

O yanıma geldiğinde ne yapacağımı bilemeyerek yutkundum. Pembe irisleri mavi irislerime sabitlendiğinde sanki aramızda görünmez bir bağ oluştu. Kalbim hafiflerken elim benden istemsizce suratına uzandı hafifçe okşadı. Kiara gözlerini kapatırken hoşnut mırıltılar çıkarmayı unutmadı. Sanırım bu bir çeşit evetti.

 

Yine de teyit alma istedim, "Gerçekten bize yardım edecek misiniz?" diye sordum heyecanlı sesimle.

 

Kiara başını salladı ve sanki binmemi ister gibi eğildi. Karşı çıkmayarak dikkatlice sırtına oturdum. Elim tüğlerini yavaşça okşarken Hale ikimize göz devirerek başka bir tek boynuzlunun sırtına oturdu. Ona gülmekten kendimi alı koyamadım. Küçük bir çocuk gibi bizi kıskanmıştı. Kiara'da bana katılıp güldüğünde Hale dil çıkardı.

 

Herkes bir tek boynuzlunun sırtında gülümseyerek ve hayranlıkla o tek boynuzlulara bakıyordu. Bunun bu kadar kolay olması beni şaşırtsada bir şey demedim onun yerine, "Kopyalarınızı bıraktınız mı?" diye sordum. Ben ve ya Hale için bu sorun değildi ama onlar için büyük bir sorun olduğuna emindim. Bu defa çok daha uzun süre vaktimizin gideceğini düşünüyordum ve sahte aileleri bunu kesinlikle farketmemeliydi.

 

En öndeki Hadra başını salladı. "Hepimiz eve bıraktık."

 

Havin heyecanla onu destekledi, "Gerçekten de tıpkı bizim gibiler!"

 

"Öyleyse başka bir sıkıntı yok gidebiliriz." Komutu almış gibi Kiara haraket etmeye başladığında sürü de onu takip etmeye başladı. Böylece ruh koparanların şehrine doğru yola çıktık.

 

 

༻☾༺

 

Karanlık ortamı görmeyeli o kadar uzun zaman olmuş olmalı ki ayaklarımın üzerinde durduğumu çok geç fark ettim. Uyuduyordum bunun bilincindeyim ve tam karşımda ki ışık o tanıdık simaya aitti. Annem tam karşımdaydı.

 

Şarap kırmızısı saçları omuzlarından aşşağı bukle bukle sallanıyordu. Beyaz tenindeki kırışıklıklar yok denecek kadar azdı ama gözlerinde bariz bir yorgunluk ve keder vardı. Tıpkı teni gibi beyaz uzun dantelli elbisesinin içinde peri kızlarından farkı yoktu. Ona bakarken kalbim özlemle burkuldu. Bana gülümsüyordu. Birilerinin canını katlettiğim için beni terk ettiğini düşünüyordum ama o gülümsüyordu.

 

Karanlığın arasından ona yürürken adımlarım hızlıydı. Bir an önce ona kavuşmak için hızlıca ilerliyordum. Sanki her an kaybolabilirmiş gibi bir his vardı içimde. Bir kaç adımda aramızdaki mesafeyi kapattım ve hızla boynuna atıldım. Göz yaşları yanaklarımdan aşşağı inerken özlemle kokusunu içime çektim.

 

"Beni terk ettiğini sandım..."

 

Kollarını belime doladı, "Seni asla terk etmem."

 

Ondan ayrılıp tıpkı benimki gibi olan mavi gözlerine baktım. "Öyleyse günlerdir neden yoktun?" Sesimin kırgın çıkmasına engel olamamıştım.

 

Bunu fark edince bakışları yumuşadı. "Yüzüğün olmadığından sana ulaşmam her zaman mümkün değil hem kara büyü beni bastırıyordu."

 

Yüzümde şaşkın bir ifade yer etti. "Kara büyü mü?"

 

"Kara büyü yapmışsın. Nedenini bilmiyorum ama yaptıysan bunu boş bir sebepten yapmadığına inanıyorum. İçindeki kara enerji benim enerjimi bastırdığından bir türlü sana ulaşamadım ama bir süredir kara enerji azalmaya başlamıştı bu sayede sana ulaşabildim."

 

Beni terk etmemişti.

 

"Buraya ilk geldiğimde kara büyü yapmak zorunda kaldım." Dedim başımı hafifçe eğerek. "Kısa süre önce beni ele geçireceğini düşünüyordum ama birileriyle tanıştım ve onların yardımıyla kara enerjiyi bastırmayı başardım."

 

"Hmm bu birileri kim peki?"

 

"Kalea ve kız kardeşleri çok yardımcı oldu." Sanki annem tanırmış gibi de.

 

"Demek onlarla da tanıştın."

 

Hızla başımı kaldırdım. "Sen onları tanıyor musun?"

 

Annem güldü, "Çocukluğumda ormana kaçardım o zamanlar Kalea'nın yanına gider perilerle oyunlar oynardım." Bir şeyleri hatırlamış gibi yüzünde minik hüzünlü bir tebessüm oluştu. "Babanla o ormana yakın bir parkta tanıştık."

 

Gözlerim anında büyüdü. Bu onun babamdan ilk kez bahsedişiydi.

 

"Babam mı?" Dedim hızlıca. "Bana hiç ondan bahsetmedim biraz anlatsana."

 

"Ne desem ki..." Yüzü düşünceli bir hâl aldı. "Onun da benim aksime siyah saçları vardı. Kırmızıyı çok severdi de. Biraz sinirliydi ama bana karşı bunu hiç yansıtmazdı." Derin bir iç çekti. "Her zaman beni korumaya çalıştı."

 

"O yaşıyor mu?"

 

"Bilmiyorum."dedi hüzünle. "Ben yüzüğün içine hapsolurken bu evreni yaratmaya çalışan cadıyı arıyordu ama yaralıydı da." Gözlerinin dolduğunu fark ettiğimde yutkundum. "Keşke, keşke bilsem nasıl olduğunu."

 

Hissettiğim hüzünle elimi omuzuna koydum. "Ben öğrenebilirim belki eğer onu nerede bulabileceğimi söylersen."

 

Anında ifadesi ciddileşti. "Hayır Hera sakın onu aramaya kalkışma!"

 

Ani çıkışından ötürü şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. "N- neden?"

 

"Sadece beni dinle." Son söylediklerinden sonra yavaşça ortadan kaybolmaya başladı. Ben ağzımı açıp bir şey söyleyemeden tüm sorularımla beni baş başa bırakıp ortadan kayboldu.

 

 

༻☾༺

 

Güneşin doğmaya başladığı sıralar hafifçe doğruldum. Kiara'nın üzerinde uyuya kalmıştım sanırım bu yüzden zaman benim için hızlı geçmişti. Gerçi uyurken annemin yanında olmak beni biraz yorgun hissettiriyordu hele de beni sürekli sorularımla yan yana bıraktığı zamanlar da.

 

Başımı kaldırıp etrafa bakındım. Ormanın içinde olduğumuzdan tam olarak nerede olduğumuzu bilmiyordum ama etrafta olan yoğun sis bana ruh koparanların şehrine yaklaştığımızı düşündürmüştü.

 

Yanımdaki Hale'ye bakarken esnedim. "Neredeyiz?"

 

Hale göz ucuyla bana baktıktan sonra önüne döndü. "Ruh koparan şehrinin sınırlarının içerisindeyiz."

 

Şaşkınlıkla yutkundum. "Bu kadar çabuk mu?"

 

Başını salladı. "Tek boynuzluların doğa üstü bir hız yeteneği vardır bu sayede bu kadar hızlı geldik. Üstelik siz kızlar uyuya kaldınız bu da size daha hızlı geldiğimizi düşündürdü."

 

O konuşmayı bitirdiğinde etrafıma baktım. Kızlar da tek boynuzluların üzerinde uyuya kalmıştı. Anlaşılan uyanık kalan bir tek Hale idi. Atların üzerinde hafifçe sarsılarak gitmek bir beşiği anımsatıyordu bu yüzden hiç birimiz dayanamamış olmalıydık.

 

"Gözünü dört aç Hera sis gittikçe kalınlaşıyor."

 

Başımı sallayarak önüme döndüm. Dediği gibi dikkatli olmam iyi olurdu. Bizim sesimizden dolayı kızlar da yavaştan uyanmaya başlamıştı hem. Bu iyiydi çünkü ayık olduklarında çok daha temkinli olurduk bu da tehlikeyi en aza indirirdi.

 

Etraftaki enerjilere odaklanmak için gözlerimi kapattım. Sadece duyu organlarım çalışmaya başladığında hissettiğim yoğun enerji ile gözlerimi hızla açtım. Bu normal bir enerji değildi fazlasıyla güçlüydü üstelik dikkatli olmasam onu hissedemezdim bile. Sanki kendini gizliyordu ama yakınımızda olduğunu hissetmiştim. Sanki fark edildiğini hissetmiş gibi adım seslerini artık gizlemiyordu.

 

Sisin arasında yavaşça yürüyen beden beni oldukça şaşırtmıştı çünkü bu bir kitsuneye aitti. Bembeyaz kitsunenin dokuz kuyruğunun ucunda da kırmızı lekeler vardı. Tüm vücudu gibi gözleri de beyazdı ama bu biraz buz mavisini hatırlatıyordu. Sisin arasında ilerlediğinden onu net göremiyordum. Kızların onu fark edip etmediğinden emin değildim ama etrafımızda dolaşması beni rahatsız etmişti. Bu kesinlikle normal değildi. Bizimle resmen kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu. Sanırım onun sinsi adımlarını kızlarda fark etmişlerdi. Her birimiz temkinli bir ifadeyle etrafa bakarken tek boynuzlular da hareket etmeyi bıraktı.

 

Sis artarken ortaya doğru bağırdım. "Oyun oynamayı bırakta yüzünü göster." O normal bir kitsune değildi buna emindim.

 

Sislerin arasından şuh bir kahkaha yankılandı. Genç bir kadına ait ses tam karşımızdan geliyordu. Sis yavaşça azalırken kendini gösterdi. Düşündüğüm gibi normal bir kitsune değildi. Bembeyaz beline kadar uzanan dalgalı saçları ve tıpkı saçları gibi bembeyaz bir teni olan genç kadının dudakları tenine kıyasla tatlı bir kırmızı rengine sahipti. Az önce gördüğüm buz mavisi gözlerle tekrar göz göze gelmek yutkunmama neden oldu. Üzerindeki kaliteli siyah kumaş onun önemli biri olduğunu düşünmeme sebep olurken genç kadın dişlerini gösterecek şekilde sırıttı. O sivri dişleri gördüğümde bir anlığına onun bir ignis olabileceğini düşündüm ancak bu solgun şeffaf teni daha önce görmüştüm ve ne olduğunu gayet iyi biliyordum.

 

Karşımızdaki kadın bir ruh koparandı.

 

"Demek beni fark ettin!" Ne kadar eğlendiği sesinden belli oluyordu.

 

Hale okunu ve yayını çıkarmış çoktan ona karşı saldırı pozisyonuna geçmişti. Elim saçlarımdaki tokaya gitmek için hareketlenirken Kiara'nın üzerinden indim. Bununla birlikte diğerleri de aşşağı inmişti. Hale beni hafifçe arkasına alırken Kiara'nın kulağına doğru eğildim.

 

"Sürüyü de alıp uzaklaş Kiara." Başını hafifçe sallayıp sürüsüne işaret verdiğinde hepsi birlikte geldiğimiz yöne koşmaya başladı. Hale'nin arkasından karşımdaki kadına baktım. "Sen kimsin?"

 

Tekrar kahkaha attı. Bu kadın komedi programında falan olduğumuzu mu sanıyordu?

 

"Benim topraklarımda bana bu soruyu mu soruyorsun cadı?"

 

Kaşlarım çatıldı. "Düzgün bir cevap verecek misin?!" dedim sinirlerime hakim olmaya çalışarak.

 

Sırıtarak bize doğru bir adım attığında. Hale refleksle bir oku ona attığında onu havada yakalamıştı. "İyi atış ama yeterli değil." Hızlı hareketlerle elindeki oku çevirip geri yolladığında Hale vurulmaktan zar zor kurtulmuştu. "Ben Hazel, şu anda bulunduğunuz toprakların prensesiyim. " Buz mavisi gözleri kısıldı. "Ve sizin burada olmamanız gerekiyor."

 

Sesi ürpermeme neden olurken duruşumu dikleştirdim. "Şehrinizde bize ait bir şey var."

 

" Bu şehirde cadıları ilgilendiren hiç bir şey yok. Hele de sizin gibi insanların yanında büyüyen cadıların. " Son söylediğinde tek kaşımı istemsizce kaldırmıştım. "O aptal kralınızın düzenlediği balo da bende vardım akılsızlar."

 

"Kelimelerine dikkat et!" diyerek adeta tısladı Ilım.

 

"Ne oldu sinirlendin mi cadıcık?"

 

İstemsizce göz devirdim. Diğer türlerin bu kelimeyle alıp veremediği neydi?

 

Ilım ileriye atılmıştı ki kolunu tutarak onu durdurdum. Hazel'e dönerek karşıda ki dağı gösterdim. "O dağda bize ait bir şey var." En yüksek ve sisli dağ orasıydı bu yüzden aradığımız yerin orası olduğunu hissetmiştim.

 

Hazel sinir bozukluğuyla güldü. "Hemen şimdi siktir olup gitmezseniz sizinle kral ilgilenecek."

 

Bu defa sinir bozukluğuyla gülen bendim. "Hadi ya!"

 

Onunla dalga geçmem hoşuna gitmemiş olacak ki yüzü ciddi bir hal aldı. "Öyle olsun cadılar." Sis yavaşça onun etrafına yayılırken yankılanan sesi duyuldu. "Sizi uyardığımı unutmayın."

 

Ne demek istediğini anlamamıştım ama sis çoğalırken bir şeyler olacağını tahmin ediyordum. Bu kadın hiç hoş olmayan şeyler yapmayı planlıyordu ama bizim bunlarla kaybedecek zamanımız yoktu. Sisin arasında kaybolduğunda çoktan hepimiz tetikte durmuş saldırının hangi noktadan geleceğini anlamaya çalışıyorduk.

 

"Arkada!" Bu bağırtıyı duymamızın hemen ardından üzerimize gelen şeffaf vücutlu ruhları görmemiz bir oldu.

 

Onların saldıracağını düşünerek karşı atağa geçmek üzereydik ki gözlerimizin üzerine kapanan elleriyle hepimizin hareketleri dondu. Vücudumu inanılmaz bir yorgunluk kaplarken dudaklarımın arasından duruma uyacak bir küfür çıktı. Çünkü şu an uyutuluyorduk ve buna karşı hamle yapmamız için vücutlarımız dondurulmuştu.

 

Az önce açtığım gözlerim tekrar kapanırken yapabildiğim tek şey Hazel'in kahkahasını dinlemek oldu.

 

 

༻☾༺

 

Ne kadar süre geçtiğinden bihaber vaziyette uyandığımda tüm vücudumda keskin ağrılar vardı. Onları yok saymaya çalışarak gözlerimi açmayı denedim ama hafifçe aralamaktan ileriye gidemedim. Sanki birbirine yapıştırılmış gibi beni zorluyordu. O yaratıklar bize ne yapmıştı böyle? Şeffaf soğuk tenleri tenime dokunduğu an soğuk bir ürperme kaplamıştı tüm vücudumu. Sanki gözlerimden başlayarak tüm vücuduma bir şey enjekte edilmişti.

 

Kıpırdanmaya çalıştığımda kulaklarımda zincir sesi yankılandı. Sanki bu sesi beklermiş gibi gözlerimin üzerindeki ağırlık kalktı be hızla gözlerimi açtım. Eğer gözlerimi açtığımı hissetmesem hala kapalı olduğunu düşünürdüm çünkü etraf o kadar karanlıktı ki demir parmaklıklarla kaplı küçük pencereden gelen ay ışığı olmasa önümü bile göremezdim.

 

Zincir sesinin geldiği yere takip ettiğimde dudaklarımın arasından şaşkın bir nida fırladı. Bileklerime bağlı zincirler duvara sabitlenmişti ve hareket etmemi engelliyordu. Bununla kalsa iyiydi ancak büyüde yapamıyordum. Bu bir tarz tılsımlı kelepçe olmalıydı. Başımı eğip aşşağıya aya bileklerime baktım neyseki onlar da zincir yoktu ama el bileklerime bağlı kelepçeler zaten beni yeterince kısıtlıyordu.

 

"Lanet olasılar!" Öfkeyle bağırarak zincirleri zorladım ama bileklerimde hissettiğim acı dışında bana bir şey kazandırmadı bu davranış. Bileklerimi kesen zincirden dolayı inleyerek dişlerimi sıktım. Tanrım! Sanki etim kesilmişçesine acı çekiyordum. Ağlamamak için kendimi sıkarken bir kez daha çığlık attım. Sesi yankı yaparak bana döndüğünde sırtımı duvara yasladım. Daha fazla acı çekmemek adına hareketlerimi azaltmaya çalıştım. Maalesef bu durum sadece benim için kötüydü.

 

Etrafın sessiz olmasından kızların yanımda olmadığını anlamak zor olmamıştı. Yalnız olmanın verdiği hissiyat daha da kötüydü. Onlar yanımda olduğunda biraz daha iyi hissediyordum en azından. Şimdi tek başıma olunca sanki düşünme yetimi kaybetmiştim. Burada sadece ay ışığı, ben ve zincir sesleri vardı.

 

"Kimse yok mu?!" Sesim yankı yaparak geri dönerken bir süre sessizce onu dinledim.

 

Gözlerimi kapatmış umutsuzlukla çökmek üzere olduğum sırada uzaktan bir tıkırtı sesi kulaklarıma doldu. Gözlerim hızla açılırken doğruldum. Uzaktan gelen ses saniyeler geçtikçe yükseldi ve bir kaç saniye sonra durdu. Çelik kapının açılırken oluşan gıcırdayan sesi boş odada yankılanırken bir silüet göründü.

 

"Sen kimsin?" Yavaşça ortaya çıkan simaya bakarken kaşlarımı çattım.

 

Diğer ruh koparanlar gibi beyaz saçı, teni ve gözleri vardı. Bunların arasında gözle görülür şekilde yakışıklı bir yüzü olan adam yavaş adımlarla bana yaklaşmaya başladı. At kuyruğu yapılmış uzun saçları her adımında sağa sola savrulurken yutkundum. Karşıma geldiğinde üzerime eğilerek zincirlere uzandı. Hafif bir klik sesinden sonra zincirleri avucunun içine alarak beni kendine çekti. Bu ani hareketle tökezleyerek gömleğinin açık bıraktığı sert göğsüne yapıştım.

 

Bileklerimin acımsıyla yüzümü buruşturdum. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?!" Dişlerimin arasından konuşurken öfkeyle soluyordum. Bana cevap vermek yerine göz devirdiğinde içimde kabaran öfkeye engel olamayarak dizine sert bir tekme geçirdim.

 

Tekrar göz devirirken zincirlerimi tekrar kendine çekti. "Beni uğraştırma da yürü cadı." Sanırım tekmem ona etki etki etmemişti.

 

"Nereye?" dedim hızlı soluklarımın arasında.

 

"Kralın huzuruna çıkacaksınız." Kapıdan dışarı ilerlemeye başladığında daha fazla canımın yanmaması adına ona yetişmeye çalıştım.

 

Bu evrenden ve onun krallarından artık fazlasıyla sıkılmıştım.

 

Meşalelerle aydınlatılmış yolda yürürken etrafı olabildiğince incelemeye çalıştım. Görünürde bir kapı yoktu. Bu da demek oluyor ki kızlar başka bir yerdeydi. Up uzun korida ilerlerken artık sadece önümdeki adama bakıyordum. Ona ve sallanan at kuyruğuna tabi ki.

 

"Ne kadar kaldı?" diye sordum yorulmaya başladığımda.

 

Bana dönmeden, "Kapı önünde duruyor." dedi.

 

Ona bakmayı bıraktığımda kocaman beyaz kapıyı görmüştüm. Öne uzanıp hafifçe kapıyı tıklatan muhafız ile birlikte kapı iki yandan açılmaya başladı. Kapının açılmasıyla birlikte de o beni sürüklemeye devam etti. Salonun içine girdiğimizde etrafa bakındım. Büyük ve çoğunluğu beyaz süslemelerden oluşan salonun kenarlarında muhafızlar sıralanmıştı. Salonun en sonundaki büyük gösterişli dört taht vardı ancak üç kişi oturuyordu. Bir tarafında beyaz dalgalı saçları ve buz mavisi gözleriyle Hazel oturuyordu. Hazel'in yanında tıpkı ona benzeyen ama gözleri daha çok beyaz olan otuzlu yaşlarının sonunda genç bir kadın oturuyordu. Bu kraliçe olmalıydı. Ve en gösterişli tahtta tüm heybetiyle ruh koparan kralı vardı.

 

Dalmış bir şekilde onlara baktığım sırada bana bağlanmış zincirleri tutan beni öne doğru ittirdi. Beklemediğim bu hamleden dolayı dizlerimin üzerine düşerken adama öfkeyle baktım. Eğer büyü yapabiliyor olsaydım benim elimden biraz zor kurtulurdu o ya neyse...

 

"Yavaş yavaş!" Yerden kalkmaya çalışırken ona korkutucu olduğunu düşündüğüm bakışlar atmayı unutmadım elbette.

 

Tanrım! Kızlar burada değildi!

 

Etrafa bakarken bunu fark etmediğim için kendime kızarken hızla Hazel'e döndüm. "Arkadaşlarım nerede?!" Öfkeli sesim salon boyunca yankılanırken yumruklarımı sıktım.

 

Neredeye götürmüşlerdi onları? Zarar vermiş miydiler acaba? Burada durdukça daha çok kötü ihtimal zihnime doluyordu çaresizce.

 

Hazel yan tarafındaki babasına döndüğünde kral buradayken onun konuşmayacağını düşündüm. Bir çeşit kral varken ona konuşmak düşmez mantığındaydılar sanırım.

 

"Arkadaşların farklı hücrelerde önce seninle konuşmaya karar verdim ay cadısı."

 

Kaşlarımı çattım. "Neden ben?"

 

"Kızım aralarında en yetkili görünenin sen olduğunu söyledi ayrıca içinde kara büyüden kaynaklı kara enerjide ilgimizi çekti. Onu bastırabildiğine güçlü bir cadı olmalısın."

 

Bu ne tür bir mantıktı böyle? Hem ben güçlü değildim bile. Bunlar Alar'ın sayesinde olmuştu. Eğer o olmasada çoktan kara büyü tarafından ele geçirilmiş vaziyette olurdum. Ancak elbette onlar bunu bilmediklerinden böyle düşünmeleri normaldi.

 

"Ne istiyorsunuz?"

 

Tıpkı kızı gibi olan buz mavisi gözlerini üzerimde gezdirdi. "Aynısını ben size soracaktım küçük hanım zira kızıma dağın tepesinde size ait bir şey olduğunu söylemişsiniz." Gözlerini kıstı, "Nedir o?"

 

Yutkundum. Ona söylemeli miydim? Sirenler ve orman halkının bize ihtiyacı vardı ve iyi niyetliydiler ancak bu adamla konuşmak kumar oynamak gibiydi. Ona anlatabilirdim ama sonuçlarını ancak Tanrı bilebilirdi üstelik bu adamın ignis kralına ötmesi gibi bir ihtimal de vardı tabi.

 

"Size güvenmiyorum." diyerek tavrımı belirttim.

 

Hafifçe gülerek doğruldu. "Amacınızı az çok tahmin edebiliyorum."

 

Hafifçe kaşlarım çatıldı. "Nereden tahmin ediyorsun? Söyle de bileyim ne zannettiğini."

 

"Yüzüklerinizi arıyorsunuz değil mi ufaklık?" Cümlesine şaşırdığımı belli etmemeye çalışarak yüz ifademi korumaya çalışsamda eminim ki şaşırdığımı anlıyordu. "Yoksa bizim şehirimizde ne işiniz olsun değil mi?(!)"

 

"Biliyorsunuz." Başını salladı. "Öyleyse bunu ignis kralına mı yetiştireceksiniz?(!)"

 

Kral kaşlarını çattı. "Oradan bakınca Hadar'ın uşağı gibi mi görünüyorum?(!)"

 

Omuz silktim. "O kadarını bilemeyeceğim." Bir iki adım atarak onlara yakınlaştım. "Ama izin verin yüzüğümüzü alalım. Tek istediğimiz yüzüklerimizi alıp bu evrenden kurtulmak ve Hadar'ın dünyamızdaki insanlara zarar vermesini engellemek."

 

"Peki ya bizler?" Kraliçe ilk kez konuştuğunda sustum. "Biz sizin kurtulmak istediğiniz evrende yirmi iki senedir yaşıyoruz."

 

Gözlerimi kaçırmaktan başka bir şey yapamadım çünkü haklıydı.

 

"Bizi yanlış anlama çocuğum. O küçük kasabadansa kendimize ait kocaman bir evreni tercih ederiz ama ignisler kindar yaratıklardır ve o Hadar kolay kolay sizi rahat bırakmaz üstelik sizin alt edebileceğiniz biri değil o."

 

Alar'da onlar gibi düşünüyordu.

 

Onu düşünme, onu düşünme!

 

"Sizleri anlıyorum ve hak veriyorum ancak yüzüklerimize sahip olduğumuzda tüm gücüne kavuşmuş ileri seviye cadılar olacağız ve altı ileri seviye cadı olarak bence Hadar'ı, ignis kralını alt edebiliriz." Biz cadılar da hafife alınacak yaratıklar değiliz ha kraliçe?

 

Genç kadın kararın kocasında olduğunu belli etmek üzere elini kralın kolunun üzerine koydu.

 

"Sen ne diyorsun bu işe Arion?"

 

Kral Arion elini karısının elinin üzerine koydu bakışları ise bendeydi. "Size yardım etmeyi isterim ancak ben bunu istesemde benim bile geçemeyeceğim bir engel var önünüzde."

 

"Nedir o?"

 

Başını karısına ve kızına çevirdi. "Yüzüğünüz büyük kızımda ancak o kendini öldürerek bu dağa tutsak etti." Tekrar bana döndü. "Ve onu kurtarmanın hiç bir yolu yok."

 

BÖLÜM SONU

 

 

instagram hesaplarım;

 

@vaerosass

 

Loading...
0%