Yeni Üyelik
17.
Bölüm

16.Acıdan Azad Edilmek

@vaerosas

 

16.ACIDAN AZAD EDİLMEK

 

 

RUELLE - SECRETS AND LİES

 

 

Lütfen satır arası yorumlarınızı ve oylarınızı atmayı unutmayın keyifli okumalar💗

 

Kral Arion elini karısının elinin üzerine koydu bakışları ise bendeydi. "Size yardım etmeyi isterim ancak ben bunu istesemde benim bile geçemeyeceğim bir engel var önünüzde."

 

"Nedir o?"

 

Başını karısına ve kızına çevirdi. "Yüzüğünüz büyük kızımda ancak o kendini öldürerek bu dağa tutsak etti." Tekrar bana döndü. "Ve onu kurtarmanın hiç bir yolu yok."

 

 

༻☾༺

 

Her sorunun bir çaresi vardır. En azından ben her zaman buna inanmıştım.

 

Her zaman bir ümit vardır eğer ümit tükendiyse inadına sarılmalı insan. Bir insanın en etkili silahı sahip olduğu inattır. Ona bir kere sarıldımı üstesinden gelemeyeceği şey kalmaz insanın.

 

"Nasıl tutsak etti?" Başımı camdan görünen dağa çevirdim. "Kızınız öldüyse nasıl tutsak olabilir?" Ölmüş kişi özgür kalmaz mıydı?

 

"Bilmediğin şeyler var cadı."

 

"Öyleyse anlatın."

 

İstemeye istemeye başını salladı. "Kızı çözün ve oturması için bir sandalye verin."

 

Başıyla işaret verdiği muhafızlar hızla yanıma koşarak bileklerimdeki zincirleri çözdü. Prangalarımdan kurtulmanın özgürlüğü ile birlikte tekrar bileklerime doluşan enerjim ile hafifçe gülümsedim. Kralın tam karşısına konulan masaya ilerleyip oturmadan önce üstümü düzelttim ve saçımdaki tokayı kontrol ettim.

 

"Anlatın dinliyorum."

 

Kral Arion yavaş adımlarla tahtından kalktı ve etrafımda yürümeye başladı. "Küçük kızım Hazel dışında bir kızım daha var, yani vardı. Tahtımın veliahtı olarak doğan asıl çocuğum. Az çok bilirsin ruh koparanlar baştan aşşağı beyazdır. Tenleri, saçları, gözleri bu bizim ruhları temsil edişimizden gelen şeffaflıktır. Nesillerdir doğan tüm varislerde böyledir kızım Runa hariç. Doğduğunda diğerleri gibi bembeyaz bir tene sahipti ancak saçları tüm beyaza zıt olarak simsiyah doğmuştu. Gözleri benim ve kız kardeşinin aksine koyu bir mavi rengine sahipti. Bunu halkın öğrenmemesi gerektiğini o doğduğu an anladım bu yüzden ona bu adı verdim. Runa gizli anlamına gelir ufaklık."

 

Tüm bunları dikkatle dinlerken merakıma engel olamayarak kaşlarımı çattım. "Peki bu nasıl oldu?"

 

"Onu biz de bilmiyoruz." diyerek hızlı bir cevap verdi kral. "Çeşitli kahine ve cadıya gittim ama hiç biri bunun nedenini anlayamadı. Günün sonunda ise Runa varis olarak gösterilmek zorunda kaldı çünkü atalarımız doğacak ilk varise kendi güçlerinden birer parça verir ki doğacak çocuk güçlü olsun halkı yönetebilsin. Atalarımız gücünü Runa'ya verdiğinden yapacak bir şey kalmıyordu bize de." Derin bir nefes aldı. "Halk Runa'yı öğrendiğinde çıldırdı. Böyle bir şeyin olmaması gerektiğini kızımın lanetli olduğunu söylediler. Bir yere kadar Runa bunlara dayanabildi ama belirli bir yaştan sonra artık bu psikolojik şiddete dayanamayarak canına kıydı."

 

Elim şokla ağzıma kapanırken gözlerim şaşkınlıkla irileşti.

 

"Ancak bir varis ya da kraliyet soyundan biri kendini öldürürse atalarımız onu lanetler ve ceza olarak ruhunun bu dünyadan çıkmasına izin vermez. Runa'nın ruhu yıllardır o dağın içerisinde tutsak ve onu kurtarabilmenin bir yolu yok. O kendini öldürüp tutsak edileceği gece anneleriniz cadı meclisi yüzüğünü de kızıma mühürledi."

 

Kraliçenin hıçkırık sesini duyduğumda başımı o tarafa çevirdim. Zavallı kadın elini ağzına kapatmış çaresizce ağlıyordu. Ona sarılarak sakinleştirmeye çalışan Hazel ile göz göze geldiğimizde bakışlarını benden kaçırdı. Onları rahatsız etmek istemediğimden başımı eğdim ve olabildiğince onlara bakmamaya çalıştım.

 

"Hiç bir yolu yok mu onu kurtarmanın?"

 

Kral Arion başını iki yana salladı. "Onun ruhunu özgür bırakmanın bir yolu olsa düşünmeden yaparım bunu ama yok."

 

Her zaman bir yolu vardır.

 

"Beni oraya götürebilir misiniz?" Kral ile göz göze geldiğimizde ekledim, "Lütfen arkadaşlarımı da getirin."

 

"Gidip ne yapacaksın?!" Hazel'in öfkeli bağırışı salonda yankılandı. "Bir çözüm olsa bir yapmaz mıyız sanıyorsun?!"

 

"Hazel!" Kralın uyarı dolu sesini duyduğunda Hazel annesini bırakıp tahtların olduğu zeminden indi. Babasına ve bana bir kez daha bakmadan öfkeli adımlarla çıktı taht odasından. "Aklında ne var cadı?"

 

"Bir çözüm?"

 

"Yapabilir misin?" Bu çaresiz ses kraliçeye aitti. Onunla göz göze geldiğimizde yorgun, dolu gözlerini büyülttü. "Kızımı özgür bırakabilir misin?"

 

Ona boş bir ümit de vermek istemiyordum. "Deneyeceğim. Denemeden bilemeyiz değil mi?" Bu yüzden ona kesin bir cevap vermedim.

 

"Gidelim öyleyse. Bize neler yapabileceğini göster."

 

Başımı sallayarak hafifçe geçmeleri için kenara çekildim. Kral ve kraliçe önden ilerlemeye başladığında bende muhafızlarla birlikte peşlerine takıldım. Soluk duvarların arasından geçerken etrafa bakmaktan da eksik kalmıyordum. Etrafta pek çok tablo vardı. Her birinde aynı beyaz ten ve saçlar vardı sadece sonuncu tablo hepsinden farklıydı.

 

Bembeyaz tenine zıt olan genç kızın saçları simsiyah, gözleri de soluk bir maviydi. Önümde yürüyen adamın bir benzeri yüz hatlarına bakarak onun hakkında bir çıkarım yaparak kim olduğunu tahmin edebilirdim ancak resminin altında altın işlemeyle yazılan ismi onun kim olduğunu zaten açıklıyordu.

 

Prenses Runa. Ruh koparanların veliaht prensesi. Ruh koparanların ölü veliahtı.

 

"Cadı?" Genç kıza bakmayı kesip yavaşça önümde durmuş karı kocaya baktım. Kral nereye baktığımı anlamış olacak ki o da kızının tablosuna bakıyordu. Gözlerindeki hüzün ve özlem kırıntılarını gördüğümde içim burkuldu. Bunlar bir babanın kızına olan özlem dolu bakışlarıydı.

 

Acaba benim babamda özler miydi beni?

 

Anneme benzediğim kadar ona da benziyor muydum?

 

Tıpkı Kral Arion ve Prenses Runa gibi.

 

"Kızınızı çok mu özlüyorsunuz?" Diye sordum gözlerim karşıdaki adama sabitliyken.

 

Kral Arion'un buz mavileri beni buldu. "Bir baba için evlatları canından bir parçadır ufaklık. Ben kızımı kaybettiğimde canımdan bir parçayı da kaybettim."

 

Başımı hafif hafif salladım. "Anlıyorum."

 

"Anlamıyorsun evlat beni ancak ileride çocuk sahibi olduğunda anlayacaksın."

 

Cevap vermeden kafamı sallamakla yetindim.Önümden tekrar yürümeye başladıklarından onları takip ettim. Bir süre daha düz koridorda ilerledikten sonra bir merdiveni çıkmaya başladık. Dönerek ilerleyen bu merdiveni tırmanırken kenardaki korkuluklara tutunmak zorunda kaldım yoksa muhtemelen aşşağıya düşerdim.

 

Merdivenin sonunda iki kapaklı kocaman bir kapı vardı. Kral Arion eşine yandan bir bakış atarak kapıyı tek hamlede açtı. Kapının ardında nasıl bir görüntü bekliyordum bilmiyorum ama bir dağın içine girdiğimizden bihaberdim. Biraz arkada kaldığımdan içeriyi de tam anlamıyla göremiyordum zaten.

 

Kral ve kraliçe bunu fark etmiş gibi hafifçe kenara çekildi böylece içeri girebildim. Sadece dağın içinde bir mağara değildi burası etrafta oyukların arasından ışık huzmeleri dolaşıyordu. İçimden bir ses onların ışıktan fazlası olduğunu söylüyor bunun çok daha fazlası olduğunu düşünüyordum. Etrafta duvarlara asılmış bir kaç meşale vardı ama zaten o ışık huzmeleri burayı yeterince aydınlatıyordu. Buranın ileriye doğru daha da uzadığını düşünen bir yanım vardı.

 

Biraz yaklaşarak ışık huzmelerine yakından baktım. "Onlar ne biliyor musun?" Kral Arion'un sorusuna karşılık başımı iki yana salladım."Ana rahminde doğmayı bekleyen ruhlar ama elbette aralarında kaybolmuş ruhlar da var."

 

Kaşlarımı çattım, "Kaybolmuş ruhlar mı?"

 

"Büyülü bir nesnenin içine sıkışan hapsedilmişler, ceza olarak ruhu dünyada bırakılanlar ve kızım gibiler."

 

Büyülü nesnelerin içine sıkışmış ruhlar mı? Tanrım annem burada olabilir! Elbette diğerlerininki de öyle. Onlardan bahsetmişken hala getirilmemeleri de dikkatimi çekmişti yine de hemen ses etmedim ve onları takip ederek ilerlemeye devam ettim. Derinlere indikçe hafif bi şarkı mırıltısı kulaklarıma doluyordu. Genç bir kıza aitmiş gibi gelen bu ses düşündüğüm kişiye mi aitti bilmiyorum ama gittikçe ses arttığına göre birazdan öğrenecektim.

 

Temkinli adımlarla ilerlediğim sırada Kral Arion ve kraliçe önüme geçti. "Seni tanımıyor bu yüzden saldırabilir geride dursan iyi olur."

 

Durumu anlayarak başım salladım. Kraliçe yanımda dururken Kral Arion karanlığa doğru girmişti. Gözden kaybolduğunda sıkıntıyla iç çektim. Bunu fark eden kraliçenin gözleri bana döndüğünde gülümsedi.

 

"Merak etme tatlım Arion görebileceğin en güçlü ruh koparan kendi kızını zapt edebilir."

 

Bunu biliyordum ancak beni asıl geren o kızın ruhunu serbest bırakamamaktı. O serbest kalamazsa yüzüğüde alamazdık ve bu gerçekten iyi olmazdı işte beni geren buydu. Üstelik kızlar nerede kalmıştı? Onları nerede tutuyorlardı da gelmeleri bu kadar uzun sürmüştü?

 

Etrafa sessizlik hakimden arkamdan tanıdık sesleri duymamla hareketlendim. Gelen kızlardı, etraflarında bir çok ruh koparan muhafızı da vardı elbette ama önemli olan iyi olmalarıydı ve iyi görünüyorlardı. Önlerinde her an saldırıya karşı korumaya geçmek ister gibi duran Hale ile göz göze geldiğimizde saniyelik olarak durdu ardından bir kaç hızlı adımdan yanıma geldi. Bana sarılmak için uzanmıştı ki bileğinde parıldayan mavi kelepçeler ile durdu. Hala kelepçeleri çıkarılmamış mıydı?

 

Sakin olmaya çalışarak kraliçeye baktım. Göz göze geldiğimizde ne diyeceğimi anlamış gibi muhafızlara kızları işaret etti. En önde beni de getiren uzun saçlı muhafız el hareketiyle kızların ellerini çözdü. Elleri serbest kalan kız hızlıca kollarını belime sardı. Aynı şekilde karşılık verdiğimde kızlarda yanımıza gelmiş onlarda hep birlikte kollarını ikimize dolamışlardı.

 

"Tanrım! Hera sen yanımızda olmayınca zarar gördün sandık öyle korktuk ki!" Açelya ağlamaklı bir sesle konuştuğunda kaşlarımı çattım.

 

Yavaşça onlardan ayrılırken, "Siz hep birlikte miydiniz?" diye sordum. Ben tek başıma taht odasına yakın bir hücrede tutulmuştum onlar neredeydi o sırada?

 

"Evet biz sarayın en altındaki mağaraların hücrelerinde tutuluyorduk." Dedi Nesli. Ancak ben kesinlikle en altlarda değildim.

 

"Senin içinde kara enerji olduğundan kralın herhangi bir durumda müdahale edebileceği yakın bir alanda tutuldun." Bu cevabı veren uzun saçlı muhafızdı. Demek mesele yine içimdeki kara büyü enerjisi ile alakalıydı. Zaten her işin sonunda mesele ona bağlanıyordu artık şaşırmıyordum.

 

Biz birbirimizle konuşmaya dalmışken ileriden gelen çığlık sesleri ile etrafa bir sessizlik yayıldı. İlk tepkiyi veren ruh koparan kraliçesi oldu. Eteklerine tutarak Kral Arion'un gittiği yöne koşan kadının peşinden muhafızlarda hızla ilerlemeye başladığında önemli bir mesele olma ihtimalinden dolayı bende peşlerinden koştum.

 

"Hera!" Ben koşunca kızlarda peşimden gelmiş olmalıydı.

 

Az ileride duran topluluğun arasından sıyrılıp kraliçenin tam arkasından durduğumda gözlerim şaşkınlıkla açılmış elim şok ile açılan ağzıma kapanmıştı. Canhıraş çığlıkların sahibi ve yüzüğün mühürlendiği ruha bakarken bu görüntü hem ürpermeme hemde hayran kalmama sebep oldu.

 

Bir tür ruhani kapsüldü içinde tutulduğu. Altında ve üstünde iki yuvarlak oyuğun arasındaki kapsülümsü yapının içerisinde tutuluyordu. Tıpkı anlatıldığı gibi simsiyah saçlarının arasında mavi parlak enerjiler geçiyordu. Üzerinde eski bir elbise vardı etekleri havaya doğru savruluyor gibiydi. Tırnak dipleri ve göz bebeklerinin içinden bile enerji dışarı çıkıyor ve etrafını çevriliyordu.

 

Bu oydu, Ruh Koparanların varisiydi.

 

Ruh Koparanların ölü varisi Prenses Runa.

 

Dışlanan, kabul edilmeyen, ölüme itilen gencecik bir ruhtu o. Belki de öldüğünde benden bile küçüktü...

 

Karşımızda acı içerisinde çığlık atarken babası dahil buradaki kimsenin elinden bir şey gelmiyordu. Ona bunu kim yapıyordu böyle? Kim böylesine canını yakıyordu? Karşımda acı çeken genç bir kızın yanı sıra çaresiz bir anne baba vardı. Onlara bakarken yapabileceğim onlara yardım edebileceğim bir büyü düşündüm ancak bu bizi aşacak bir durumdu. Ne tür bir gücün bunu yaptığını bilmiyordum üstelik enerjimi böyle kafama göre harcarsam kara büyünün hızlanması kaçınılmaz olurdu.

 

Sorunun ne olduğunu bilmeden çözüm üretemezsin.

 

"Abla!" Herkesi ittirerek aramızdan sıyrılarak geçen Hazel'den başkası değildi. Ablasını gördüğünde ağlayarak elleri yüzüne kapandı. Bunu görmek ona acı çektiriyor olmalıydı. Yanındaki varlığımı hissederek bana döndüğünde ıslak mavi gözlerini gördüm. "Sen..." Elleri omuzlarıma sıkıca yapıştı. "Ablamı kurtarmalısınız o acı çekiyor! Bir çözüm bulacağını söylemiştin hadi kurtar onu neyi bekliyorsun?!" Gözümden bir yaş süzülürken acı acı hıçkırdı. "Lütfen... lütfen kurtar onu cadı."

 

Başı yere eğilirken hıçkırıkları ablasının çığlıklarını karışıyordu. Kraliçe de ondan farksızdı ama kral sadece kızının içinde bulunduğu minik hapishaneye elini yaslamış duruyordu. Kral Arion enerjisini mi gönderiyordu? Bu ne içindi peki? Kızına ne yapılıyordu da o acısını kendi enerjisiyle almaya çalışıyordu? Hiç bir sorunun cevabını bilmiyordum ve bu canımı sıkıyordu. Üstelik kollarıma tutunup ağlayan kızı gördükçe beynim zonkluyor ve düşünemiyordum.

 

Gözlerim çaresizce Hale'ye çevrildi belki o bu konuda bilgilidir diye düşündüm ama tek yaptığı Hazel'i üstümden alıp kendi göğsüne çekerek ağlamasını bastırmaktı. Bu fazla bir işe yaramazdı maalesef benim için önemli olan bir çözümdü ve bu kimsede yok gibiydi.

 

Ne kadar süre geçti bilmiyorum ama çığlıklar kesilip Hazel ve kraliçenin hıçkırıkları durduğunda gözyaşlarım yüzümde kurumuştu. Herkes ne olacağını beklerken kapsülün içindeki kızın hareketleri kesildi. Gözleri kapanıp içeride süzüldüğü sırada Kral Arion dizlerinin üstüne düştü. Muhafızlardan önce kraliçe ve Hazel ona doğru koştu.

 

"Arion!" Kraliçe kocasının yanağına elini dayadığında nefes nefese kalmış adam elini karısının elinin üzerine koyup minik bir buse kondurdu.

 

"Sorun yok Azura iyiyim." Ancak yorgun sesi tam tersini söylüyordu.

 

Yanlarına geldiğimde kral ile göz göze geldik. Yorgun gözleri ile umutsuzca başını hafifçe iki yana salladı. Yapabileceğin hiç bir şey yok. Demeye çalıştığı buydu biliyordum ancak ben kolay pes eden biri hiç olmamıştım.

 

Runa'nın içinde bulunduğu kapsüle elimi dayadıktan sonra gözlerimi kapattım. Bu onu daha iyi hissetmem içindi hem şanslıysam onunla konuşabilirdim. Sanki bilinci kapalı gibi görünüyordu üstelik yaklaşık on dakika boyunca neden olduğunu bilmediğim bir acı çekmişti bu yüzden bana yanıt verir miydi emin değildim ancak denemeden de öğrenemezdim bunu.

 

"Runa?" Herhangi bir tepki hissetmesem de şansımı tekrar denedim. "Ben Hera, Hera Pamira. Ay meclisinin dünyada doğan son cadısıyım sana yardım etmek ve seninle birlikte mühürlenen yüzüğü almak istiyorum."

 

Diğer herkes ne yapıyordu bilmiyorum ama kimseden ses çıkmıyordu. Kendimi daha çok sıktım ona ulaşmak için.

 

"Runa lütfen cevap ver orada mısın?"

 

"Buradayım."

 

Cevap vermişti! Gözlerimi açmadan heyecanla gülümsedim. "Runa dediklerimi duyabildin mi?"

 

"Hepsini duydum Hera." İnce hoş bir melodi gibi olan sesi uzaklardan geliyordu sanki ama onu duyabiliyordum.

 

"Öylese bana yardım et, et ki seni kurtarabileyim. Ruhunu özgür bırakayım."

 

"Beni kurtarmanın bir yolu yok olsa da sana izin vermezler."

 

Kaşlarımı çattım. "Kim izin vermez?"

 

"Atalarım. Onlar ruhumun özgür kılınmasına izin vermez."

 

"Neden Runa? Neden ruhunu serbest bırakmıyorlar." Cevap vermedi sanki çekindiği bir konu vardı. "Lütfen güven bana. Biliyorum beni tanımıyorsun ama kötü bir niyetim yok benim."

 

Derin bir nefes alma sesi geldi, "Onlar verdikleri gücü kullanmamı ve insanlara zarar vermemi istiyor ama ben bunu istemiyorum. Sırf onlardan güçlüyüm diye benden korkan ve ölüme mahkum eden bir halka yardım edip masumların canını yakmak istemiyorum ama ölmeme dahi izin verilmiyor benim. Ya onların istediği gibi ruhum serbest kalıp bedenime dönecek ve onların istediği gibi kendi halkım dışındakilere zarar vereceğim ya da sonusuza kadar burada bana işkence ederek ruhumu mahkum kılacaklar."

 

Tanrım bu korkunçtu! Sırf kendi isteklerine göre hareket etmiyor diye her gün ona acı çektiriyorlardı ancak Runa'nın düşüncesi doğruydu ve ona bir diktatör gibi kendi düşüncelerini kabul etmeye zorluyorlardı.

 

"Bir yolunu bulacağım ve seni onların acımasızlığından kurtaracağım."

 

"Bunu yapamazsın Hera hiç bir büyü işe yaramaz."

 

"İşe yarayacak bir şey bulurum bende o zaman."

 

Elimi oradan çekip gözlerimi açtığım an merakla bana bakan önlerce yüz ile karşılaştım. Her biri ne yaptığımı merak ediyordu ancak Kral kızıyla konuştuğumu sanki anlamış gibi duruyordu. "Onunla tanıştın mı?" Sorduğu soru düşüncemi kanıtlar nitelikteydi. Hafifçe başımı salladığımda anlayışlı bir ifade yüzünde belirdi.

 

"Ne yapacaksın şimdi cadı?" Öfkeli sesin sahibi Prenses Hazael'dan başkası değildi. "Konuştun ablamla öğrendin sende peki ne olacak şimdi? Kurtarabilecek misin onu?"

 

Bu kızın bana karşı bu nefretinin nedeni neydi? Ya da herkese karşı mı böyleydi?

 

"Daha önce de dediğim gibi bir yolunu bulup onun ruhunu serbest bırakacağım." O buna inanmıyordu ancak ona gösterecektim ablasını kurtarabileceğimi. Çünkü o kızın umutsuz ve çaresiz sesini bir kere duymuştum artık onu kaderine terk edemezdim.

 

"Aptal!" Hazel yine öfkesini saçıp annesinin arkasından seslenmelerini umursamadan aramızdan seri adımlarla ayrıldı.

 

Kraliçe Azura ve Kral Arion umutsuzca arkasından bakıyordu. Bir ailenin herkesden sakladığı diğer yüzünü izlerken bende tıpkı onlar gibi umutsuzca bakıyordum. Runa'nın yorgun ruhuna bakarken tanımadığım bu genç kıza karşı içimde yoğun bir şefkat duygusu yeşermişti. Onu ve ailesini bu acıdan ne olursa azat etmenin bir yolunu bulmak için o an yemin ettim.

 

"Cadı." Kral Arion'a döndüğümde yerden kalkmış karısının koluna girmiş vaziyette karşımda duruyordu. "Sizi hücrede tuttuğumuzdan ötürü özür niyetine bir gün misafirimiz olun öyle evinize dönersiniz."

 

Sözlerinden sonra kaşlarımı çattım. "Nasıl yani?"

 

"Hazel haklı kendi kızımı ben kurtaramıyorum bir avuç küçük cadı kurtaramaz." İtiraz etmek için ağzımı açmıştım ki bana arkasını döndü. "Kabul et Hera bu hayatta mucizeler olmaz. Runa'yı kurtarmak bir mucizeden bile öte."

 

Başımı iki yana sallayarak bunu inkar etmeye çalışsam da ne o bunu gördü ne de ben gitmelerine engel olabildim. Bir kaç muhafız onlarla giderken uzun saçlı muhafız ve bir kaç tanesi daha yanımızda kaldı.

 

"Odalarınıza kadar size eşlik edeyim." Uzun saçlı muhafız elini geçmemiz için öne uzattığında kızlar çıkışa ilerlemeye başladı. Gözlerim hala Runa'nın ruhundayken muhafızın yanıma geldiğini hissettim. "Pes et cadı çünkü biz çoktan pes ettik."

 

Hışımla ona döndüm. "Neden? Neden bu kadar umutsuzsunuz?"

 

Gözlerinde hiç bir duygu kırıntısı yoktu ama bakışları Runa'ya döndüğünde farklı bir duyguyu gördüm orada. "Çünkü hiç bir yol olmadığını kendi gözlerimle gördüm." Ona cevap vermediğimde hafifçe bileğimi tuttu. Göz göze geldiğimizde açıkça onlarda hüznü gördüm. "Bırak odana kadar sana eşlik edeyim."

 

Daha fazla zorlaştırmak istemedim. Vücudumda yorgunluktan ağrıdığından yavaşça beni sürüklemesine izin verdim. Koridorda ilerlerken ikimizde sessizdik. Etrafa da sessizlik hakimdi sanki herkes az önce yaşananlardan etkilenmiş sesini dahi çıkarmıyordu. Sadece camdan gelen baykuş sesi vardı. Sanki nereye gitsem takip ediyordu beni. Hafifçe cama çevirdim başımı. Aynı baykuşdu bu, mağara da ve cadı sarayında da görmüştüm onu aslına bakılırsa ben onu pek çok yerde görmüştüm. Sanki beni takip ediyordu.

 

Kızıl saçlarım camdan gelen rüzgarla yüzüme vurduğunda ne ara yaptığım topuzun çözüldüğünü anlamadım. Saçlarım çözüldüyse tokam neredeydi? Boşta olan elim saçlarımı karıştırırken uzun saçlı muhafızın gözlerini üzerimde hissettim ama tokayı aramaktan vazgeçmedim.

 

"Ne arıyorsun?" diye sordu kalın ses.

 

"Tokam, tokam yok!" Bileğimi bıraktığında iki elimle birlikte ceplerimi aradım ardından yerlere baktım ama baktığım hiç bir yerde yoktu. "Yok, hiç bir yerde yok kahretsin!"

 

"Sakin ol hücrede düşmüştür ben gider bakarım." Ellerim iki yanıma düşerken başımı salladım. "Kalacağın oda burası. Tokayı bulduğumda sana getiririm."

 

Açtığı kapıdan içeri girmeden önce, "Adın neydi?" Ona uzun saçlı muhafız diye seslenmek garip hissetmeme sebep oluyordu.

 

"Ezra."

 

Başımı salladım. "Memnun oldum Ezra."

 

"Bende öyle Hera."

 

O koridorda uzaklaşırken odaya girip kapıyı kapattım. Sarayın her yeri gibi beyaz ve gri bu odaya da hakimdi. Geniş odanın bir köşesinde kocaman çift kişilik bir yatak vardı diğer tarafında ise geniş bir gardrop ve makyaj masası. Asıl ilgi çeken ise odanın ortasındaki büyük camın önündeki jakuziydi. Bu ilgimi çekmişti çünkü iyi bir duş almaya ihtiyacım vardı. Kaç gündür üzerimde olan gömlek ve pantolonu çıkarıp köşeye koydum. Aynı şekilde iç çamaşırlarımı da çıkarıp kenara koyduğumda saçlarımı düzelterek jakuziye ilerledim.

 

Saçlarım buraya geldiğimizden beri uzamıştı. Bu benim için ilkti çünkü asla omuzlarımdan aşşağı inmezdi saçlarım ama şu an göğüslerimi kapatacak kadar uzamışlardı. Jakuziye yaslanıp suyu açmak için uzanmıştım ki camdaki baykuş gözüme çarptı. Kaşlarımı çatıp ona yaklaşmama rağmen yerinden kıpırdanmadığında sırıttım.

 

"Sapık bir baykuşsun sen galiba?(!)" Kendi kendime bu düşünceye kıkırdayarak pencereyi araladım. Buna rağmen kıpırdanmamıştı.

 

Onu yok sayarak doldurduğum köpüklü jakuzinin içine girip arkama yaslandım. Bir süre jakuzinin içinde kaldıktan sonra üşüdüğüm ve uyumak üzere olduğum için camı kapatıp hızlıca durulandım. Jakuziden çıktığımda baykui gitmişti. Üzerime dolapta bulduğum beyaz iç çamaşırlarını ve beyaz geceliği giydim. Dantelli süslemeleri ve göğüs kısmındaki kurdelesiyle askılı tülden hoş bir gecelikti. Dolabın tamamı bunun gibi geceliklerden oluştuğundan gözüme ilk çarpanı almıştım ama gayet güzeldi.

 

Sabahlığını kenara bırakarak yatağa girmeden önce saçlarımı taradım. Bu iyice mayışmama ve uykumun gelmesine sebep olmuştu. Başımı yastığa koyduğum an göz kapaklarım yorgunlukla çökmüştü. Sızlayan bileklerimi ve vücudumu neredeyse unutarak ağır ağır uykuya daldım.

 

 

༻☾༺

 

Çözümü uzakta arama o tam yanında.

 

Gecenin bir yarısı beynimde yankılanan sesle gözlerimi açtığımda nefe nefese kalmış bir vaziyette doğruldum. Göğsüm hızla inip kalkarken elimi kalbime bastırdım. Komidindeki su bardağını hızlıca alıp dudaklarıma dayadığımda bir iki yudumda tüm bardağı içmiştim. Dudağımın kenarından akan damlayı elimin tersiyle sildim. Boşta olan elim gerdanımdaki kolyeye uzanıp onu avucunun içine aldı. Safirin bu vakitte neden birden konuştuğuna anlam veremezken bardağı bırakmak üzere komidine eğildim. Elimdeki bardağı bırakmıştım ki komidinde bir şeyin daha varlığı gözüme çarptı.

 

Tokam! Buradaydı, Ezra ben uyurken getirmiş olmalıydı. Rahat bir nefes almış vaziyette gözlerimi kapatmıştım ki safirin kelimeleri tekrar zihnime doldu. Çözümü uzakta arama o tam yanında.Çözüm yanında... Bu toka için ne demişti avcı? Bir ruh koparana saplandığı an vücudunu halsizleştirir ve ruh ememeyecek hale getirir. Ardından onu yok eder. Tanrım en başından beri aradığım çözüm yanımdaymış! Sadece varlığını fark edememişim!

 

Gözlerim anında açılırken komidindeki tokayı avucumun içine aldım. Saatin kaç olduğunu umursamadan yataktan çıkıp kenara bıraktığım sabahlığı giyip toka ile birlikte odadan koşarak çıktım. Koridora hızla çıkarak koşmaya başladım. Mağaralara gitmeliydim, diğerlerine bir şekilde haber vermem gerekiyordu ama sanki zamanım sınırlıydı.

 

"Tanrım beni affet!" Kulaklarıma dolan ince ses ile adımlarımı durdurdum.

 

Tam yanımdaki odadan gelen bu ses oldukça tanıdıktı. Yutkunarak kapıya ilerledim. Elimdeki tokayı sıkı sıkı tutarken kapı kolunu indirdim. Binlerce ateş böceği içinde geziyormuş gibi görünen odanın içine hafif bir sis hakimdi. Odanın içine bir adım attığımda sesin sahibini görebildim. Tokanın olmadığı elim ağzıma kapanırken sırtım duvara yaslandı. Sanki dizlerimin bağı çözülmüşçesine ayakta zor dururken tüm vücudum titremeye başladı.

 

Kırmızı... Tüm çarşafa yayılmış kızıl kanların ortasında ince bedeniyle duran genç kızın sessiz hıçkırıklarını dinlerken soluk mavi irislerine baktım. Birazdan kapanacak gözlerinden damla damla yaşlar dökülüyordu. Bileklerinde onlarca çizik vardı. Beyaz geceliğinin kollarına ve eteklerine bulaşmışlardı. Acı çeken bakışları çarşaftan bana değdiğinde bu yüzün kime ait olduğunu anladım.

 

Karşımda duran genç kız Runa'ydı. Soluk mavileri benim koyu mavi irislerime değdiğinde elindeki bıçağı kaldırdı. Tepki veremeksizin onu izliyordum, sanki biri tüm vücudumu dondurmuştu. Hareket edemiyordum, ona yardım edemiyordum. Runa söz göz yaşlarını akıtırken duvardaki tabloya baktı. Babası, annesi ve kız kardeşiyle birlikte gülümsediği tabloya baktı. Şiddetle hıçkırdığında göz yaşlarımı daha fazla tutamadım. Runa'nın gözleri tablodayken elleri hareketlendi.

 

"Ne olur affedin beni!"

 

"HAYIR!"

 

Runa ellerinin arasındaki bıçağı karnına bastırdı.

 

Başını tekrar bana çevirdiğinde dudaklarından sızan kana rağmen gülümsedi. Vücudu yatağa düşerken silikleşti ve etrafındaki kanlı çarşafla birlikte kayboldu. O kaybolduğu an vücudum serbest kalmış dermanı kalmayan dizlerimin üzerine düşmüştüm. Bu bir sanrıydı belki de ama görmüştüm, ona yaşattıkları acıyı görmüştüm. Ona yaşattıkları baskının ne boyutta olduğunu görmüştüm.

 

Bu oda ona aitti. Tam karşımda duran yatakta canına kast etmişti. Belki de hiç istememişti bunu ama mecbur bırakılmıştı. Oysaki daha çok gençti ama onun gözlerinde ki parıltıyı almışlardı çoktan. Yaşam için olan hevesini almış onu ölüme itmişlerdi. Ne kadar zalimce bir yaşamdı bu masumlar için.

 

Öfkeyle dudaklarımı dişledim. Duvardan destek alarak titreyen dizlerime rağmen ayağa kalkmayı başardım. Duvardaki tabloda kocaman gülümseyen kıza baktım ve elimdeki tokayı daha sıkı tuttum. Öfkeli gözlerim odadaki kırık aynayı bulduğunda aynaki mor irislere baktım. Öfkenin kol gezdiği irisler. Runa'yı kurtarmak için yemin etmiş gözler.

 

Odadan çıktım. Bu defa koşmuyordum ama adımlarım seriydi, sertti. Etrafımda dolaşan ruhların enerjisini hissedebiliyordum. Her biri beni engellemek için üzerime geliyordu ancak etrafımı çevreleyen enerjim onları engelliyor ve itiyordu. Bu kadar yaklaşmışken beni durdurmalarına izin veremezdim. Gözlerimi kısa bir anlığına kapatıp odaklandığımda enerjimi kızlara hissetirmiştim. Bu tek başıma yapabileceğim bir şey değildi onlara ihtiyacım vardı. O tokayı kullanmama o kadar kolay izin vermezlerdi.

 

Mağaranın girişindeki iki kapaklı büyü kapıyı iki tarafından da sertçe ittirdim. İlk başta beni engellemeye çalıştıklarından kapı açılmadı ancak arkamda hissettiğim enerjilerin yardımıyla dudaklarımdan öfkeli bir nida yükseldi. Kapıyı büyük bir kuvvetle ittirdiğimde iki tarafı da sertçe açılıp duvara çarptı. Çarpmanın etkisiyle gelen yüksek ses duvarlarda yankılanırken kızların varlığını arkamda hissettim.

 

Onlarla birlikte taştan sütünların arasından geçerek tanıdık yolda yürümeye başladım. İlerledikçe sivri taşlar ayağıma batıyordu belki de kesilmişti de ancak görmezden geldim. Kendi acım umurumda değildi artık, hissetmiyordum bile. Taştan merdiveni inerken fısıltılar mağaranın içinde yankı yapıyordu. Kanlı ayak izlerimi tüm merdivene bırakıp Runa'nın tam karşısına geldim.

 

Kızlar yanımdaydı bunun verdiği güçle ona yaklaştım ve elimi ruh kapsülüne yaslayarak kısa bir anlığına gözlerimi kapattım. "Geldim Runa, seni kurtarmak için geldim."

 

"Hera? Sen na- nasıl?"

 

Gülümsedim, "Sana işe yarayacak bir şey bulacağımı söyledim."

 

"Buldun mu?"

 

Elimdeki tokayı havaya kaldırdım, "Buldum."

 

Gözlerimi açtım. Tokayı sıkıca tuttum ve tüm o ruhları yararak kapsüle batırdım. Ancak elbette Runa'ya ulaşmama bu kadar çabuk izin vermiyorlardı. Elimi ittiren ruhların varlığını hissediyordum. Öfkeli bir çığlık dudaklarımdan fırladığında omzumda bir elin varlığını hissettim. İlk Hadra koydu elini omzuma sonra Nesli, ardından Açelya'nın varlığını hissettim. Havin, Ilım, Hale... her biri benimle birlikte itti. Etrafta başkalarının varlığını hissetmeye başladığımda kızların sesleri de mağara da yankılandı. İnenin ucunun Runa'ya yaklaştığını gördüğümde daha da zorladım kendimi.

 

Az kalmıştı! Çok az kalmıştı!

 

"Dayan Hera!"

 

Artık seslerin kime ait olduğunu seçemiyordum. Gözüm dönmüşçesine tüm gücümle tokayı ittirdim. Ruhların öfkeli çığlıkları arttığında iğnenin ucu Runa'nın tenine değdi. Genç kızın gözleri aniden açıldığında gözlerimiz buluştu. Etrafıma beyaz bir ışık dolduğunda gözlerimi kıstım. Beyazların arasında gözlerim aralandığında karşımda o duruyordu. Onu odada gördüğüm geceliğin içindeydi. Siyah düz saçları beline kadar uzuyor beyaz teni ışıldıyordu. Soluk mavileri orada gördüğümün aksine canlıydı. Dolgun dudaklarında içten bir tebessüm vardı. Runa karşımda o kadar canlı görünüyordu ki bir anlığına onun gerçekten canlandığını zannettim.

 

Zorlukla dudaklarım aralandı. "S-sen?"

 

Karşımdaki kız gülümseyerek bana yaklaştı. "Dediğini yaptın Hera beni kurtardın."

 

Ellerim şokla dudaklarımın üzerine kapandı. "Yaptım mı?"

 

Genç kız başını salladı. "Sen ve arkadaşların başardınız. Beni bu bitmek bilmeyen acıdan azad ettiniz." Uzanıp ince kollarını boynuma doladı. "Teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim."

 

Güçsüz düşen kollarımı zorlukla kaldırıp beline doladığımda gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı. Omzuna yaslandığımda hıçkırarak ağlamaya başlamıştım. Hem başarmanın hem de onun kurtarmanın mutluluğuyla doya doya ağladım. Döktüğüm gözyaşları üzüntüden değil mutuluktandı bu defa. Birinin acısını dindirmenin mutluluğuydu bu. Sadece bu da değil evime kavuşmaya bir adım daha atmıştım.

 

"Hera... artık benim için gitme vakti." Birbirimizden ayrıldığımızda gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim. "Aileme söyle lütfen artık üzülmesinler ben artık huzurlu olacağım."

 

Hızlı hızlı başımı salladım. "Söz veriyorum. Söyleyeceğim."

 

Bu halim onu güldürdü ama sonra aklına bir şey gelmiş gibi yüzü düştü. "Hazel size çok kaba davrandı onun adına özür dilerim." Üzülmemesi için itiraz etmek üzereydim ki elini hafifçe kaldırdı. "Olanları gördüm Hera boşuna itiraz etmeye çalışma. Kız kardeşimi tanıyorum o ben gittikten sonra tüm dünyaya karşı sadece nefret besliyor." Gözleri bana bakınca parladı. "Ama eminim sen onun bu düşüncesini değiştirmişsindir." Bunun nasıl olacağını ona sormayı düşünüyordum ki vücudu silikleşmeye başladı. "Sanırım gitme vakti geldi."

 

"Sanırım." Ben hüzünle kaybolmaya başlayan yüzüne bakarken o tam tersine gülümsüyordu. "Hoşçakal Runa."

 

"Hoşçakal Hera." Sesi gittikçe uzaklaşmaya başlamış görüntüsü tamamen kaybolmuştu ama ben son sözlerini duyabilmiştim. "Annen seni çok sevdiğini söylememi istedi."

 

Runa ile birlikte beyaz ışıkta kaybolmuş dizlerimin üstüne düşmüştüm. Kızların sesleri ve dokunuşlarını hissetsem de net olarak algılayamıyordum. Öksürerek elimi dudaklarımın üzerine yasladım. Avucumun içerisindeki sıvıyı hissettiğimde elimi uzaklaştırdım. Tahmin ettiğim gibi avucumun içinde kan lekeleri vardı. Muhtemelen kendimi fazla zorlamıştım ama önemli değildi çünkü sonuçları kötü değil iyiydi.

 

"Tanrım Hera iyi misin?" Sanırım bu ses Havin'e aitti. Belki de Nesli'ye ya da Ilım'a.

 

Dudaklarımın kenarından süzülen kana rağmen gülümsedim. "Çok iyiyim." Bu onlara inandırıcı gelmemiş olmalı ki her biri aynı anda kaşlarını çatmıştı. Hafifçe kıkırdadım. "Gerçekten iyiyim!"

 

"Cadı?" Başımı kaldırıp ruh koparan kralı ve kraliçesine baktım sonra da onların arkasında şaşkınlıktan iri açılmış gözleriyle bir bana bir de kırılmış ruh kapsülüne bakan Hazel'e. "Sen gerçekten bunu yaptın." Şaşkın sahibi Kral Arion'du. Sanki gördüklerine inanamıyormuş gibiydi. Gerçi bu odadaki kimse ondan farklı değildi.

 

"Kızınız artık huzurlu olduğunu iletmemi istedi." Aklıma gelen şeyle gülümsemem büyüdü. "Ve sizi çok sevdiğini de söyledi."

 

Annen seni çok sevdiğini söylememi istedi...

 

Kraliçe Azura gülümseyerek yanındaki kocasına sarıldığında Kral Arion hızla ona karşılık verdi. Kralşçenin mutluluk yaşları gözlerinden boşalırken Hazel ile göz göze geldim. Buz mavisi bakışlar hala şok içinde gibi görünüyordu. Sanırım hala bu olanlara inanamıyordu. Yerdeki tokayı avucumun içine alıp kızların yardımıyla ayağa kalktım. Sarsak adımlarla yürüyerek karşısına geldiğimde avucumdaki tokayı onun avucunun içine bıraktım.

 

"Bu ablanın özgürleştiğini unutmaman için benden sana hediye."

 

Sıkı sıkı sıktığım diğer avucumu açarak içindeki iki parlak taşlı yüzüklere baktım.

 

"Bunlarda ablandan bana hediye."

 

BÖLÜM SONU

 

 

instagram hesaplarım;

 

@vaerosass

 

Loading...
0%