Yeni Üyelik
18.
Bölüm

17.Kızıl Mektup

@vaerosas

17.KIZIL MEKTUP

 

RUELLE - SECRETS AND LİE

 

Lütfen satır arası yorumlarınızı ve oylarınızı atmayı unutmayın keyifli okumalar💗

 

"Bu ablanın özgürleştiğini unutmaman için benden sana hediye."

 

Sıkı sıkı sıktığım diğer avucumu açarak içindeki iki parlak taşlı yüzüklere baktım.

 

"Bunlarda ablandan bana hediye."

 

༻☾༺

 

Karanlık bir dünya masal gibi hissettirir insana. Göremez çünkü onu bu da istediği gibi hayal etme özgürlüğü tanır. Gece olduğu zaman hiç bir şeye aldırmaz dilediğimiz gibi yaşarız bu yüzdendir eğlencelerde hep gece vakti olur çünkü şafak söküp sabah olduğunda tüm sorumluluklar ve kaygılar geri döner. Aslında bazen her şey çok güzeldir, mutlu ve huzurludur insan. Ancak huzurlu yuvanızdan çıktığınızda başlar hepsi. Bir gün biter arkasından bir gece daha başlar. Gece iyidir ama gündüz kadar temiz değildir bu yüzdendir karanlık olması. Pisliği görünmesin diye.

 

Bir kere daha şiddetle öksürdüğümde ağzımdan çıkan kanlar Hazel'in beyaz geceliğine sıçradı. Elleri refleksle belimi bulurken ona tutundum. Ayakta durabilecek bir halde değildim fazla enerji harcamıştım. Neyseki buna değmişti. Avucumun içindeki iki yüzüğü sıkı sıkı tuttum. Bu iki yüzüğün sahibinin kim olduğunu biliyordum. İkizlere aitti, Havin ve Hadra'ya. Onlar yaklaştığında avucumun içerisindeki yüzüklerde yoğun bir enerji hissetmiştim üstelik iki yüzük geldiyse bunun anlamı zaten ikizlerdi.

 

Kızlar çevreme toplandığında gülümseyerek avucumu açtım. Avucumun içindeki yüzükleri gördüklerinde hepsinden sevinç nidaları yükseldi. Önce bana sonra sırayla birbirlerine mutlulukla sarıldılar. Başta ailelerini bulduklarına inandıkları için yüzükleri aramanın gereksiz olduğunu düşünüyorlardı ama şimdi benden daha çok sevinmişlerdi. Bunu düşündüğüm için içten içe kendime kızdım. Geride kalmış bir şeyi tekrar tekrar hatırlamaya gerek yoktu.

 

Ama bazı kırgınlıklar unutulmuyordu.

 

Hazel'in kolları arasında olduğumu hatırladığımda yavaşça ondan uzaklaştım. Arkamda ki taş kolona yaklaşarak yüzükleri Havin ve Hadra'ya uzattım. Elimden nazikçe yüzükleri alıp birbirlerine kısa bir bakış attıktan sonra yüzükler yüzük parmaklarına taktılar. Her iki yüzüğün ortasında ki taş parlamaya başladığında kızların enerjileri çevrelerini sarmaya başladı. Tıpkı Açelya ve Nesli'de olduğu gibi yavaş yavaş etrafını sardı ikisininde geri çekildiğinde ise onlar artık başka kişilerdi.

 

Her ikisi de beyaz kıyafetler içerisindeydi. Bir ruhu andırıyordu bu görünüş ancak kıyafetlerinin arasında kızıl ve siyah tonlarda az da olsa vardı. Havin'in açık omuzlarından aşşağı altın işlemeli takılarla kumaşın kolları sarkıyordu bir pelerini andırıyordu. Üstündeki parça yine altın işlemeli bir zincir ile boynuna bağlıydı. Karnını üçgen biçimde açık bırakan kumaşın alt parçasından da kırmızı kumaş kemere asılı altın işlemeli boncuklar sarkıyordu. Altındaki beyaz parlak kaliteli kumaş pantoln çizme olarak devam ediyordu muhtemelen kendi giymek istese bu kıyafet onu fazlasıyla zorlardı ama görünüş olarak muazzamdı. Saçları su dalgaları şeklinde beline uzanıyor öncekinden çok daha parlak görünüyordu.

 

Hadra'nın üzerideki kıyafetlerde neredeyse onun aynısıydı tek fark dar kolları ve omuzlarıyla birlikte boynunu büyük kısmını kapatan kumaştı. Birde omuzlarından aşşağı sarkan uzun pelerin ve siyah topukluları farklıydı. Kıyafetlerin modeli neredeyse birbirinin aynısıydı sanırım bu da gemini meclisi ile alakalı bir durumdu. Yüzükler ile birlikte güçlenen enerjiler bizlere ileri seviye bir cadı görünümü veriyordu bu kıyafetlerde enerjiye göre şekilleniyor herhangi bir savaşta cadı ve ya büyücünün rahat edebileceği bir hal alıyordu. Bu görünümler sadece ileri seviye cadılara özgüydü onların gücünü simgeliyordu.

 

"Tanrım içimde büyüyen enerjiyi hissedebiliyorum!" Havin'in neşeli bir çocuk gibi çıkan sesini duyduğumda zorlukla güldüm. Onun aksine Hadra daha sakin bir şekilde üstünü inceliyordu. Göz göze geldiğimizde Havin koşarak yanıma geldi ve sıkıca sarıldı. Sarılmanın etkisiyle dudaklarımdan kısık bir inilti çıktığında Havin hemen geri çekildi. "Ay! Hela özür dilerim ben bir an heyecandan yani ondan şey ettim."

 

Arkasından Hadra gelip kafası minik bir tokat geçirdiğinde Havin hafifçe inledi. "Salak kızı öldürmeye mi çalışıyorsun?!" Havin yanaklarını şişirdiğinde Hadra ikimize birden sarıldı.

 

Kızlar bunu bekliyormuş gibi onların ardından üstümüze çöktüğünde Havin neşeyle bağırdı, "Cadı sarılması!"

 

Neşeyle kahkaha attığımızda bir kaç saniyeliğine vücudumdaki tüm acıyı unuttum.

 

Ancak bu mağara da yankılanan ayak seslerini duyana kadar sürdü.

 

Kül ve kanın kokusu bu noktadan bile burnuma dolduğunda gülümseyen ifadem silindi. "Bir de ignis ekleyebilir miyiz kızlar?"

 

Muhafızlar elindeki silahları ona doğrulttuğunda kızlardan ayrılmış hafifçe öne çıkmıştım. "Alar?"

 

Tekrar mavileşmiş irisleri bana döndüğünde kısa bir anlığına üstümü inceledi sonra muhafızların başında duran Ezra'ya yaklaştı. Ne yapacağını merakla beklerken o bir anda kaldırdığı yumruğunu Ezra'nın suratına geçirdi. Elim şaşkınlıkla dudaklarıma kapanırken diğer elim ayakta durmakta zorlandığımdan taş duvara tutundu. O sırada etraftan da şaşkınlık nidaları yükseliyordu. O kadar sert bir yumruktu ki Ezra'nın burnunun kırıldığına yemin edebilirdim. Yana eğilmiş başından dolayı yüzünü göremiyordum ama eli burnuna gittiğinde tahminimin doğru olduğunu anladım.

 

"Bu bileklerindeki yaralar içindi muhafız." Neyden bahsediyordu o? Ezra başını hafifçe kaldırdmıştı ki tekrar bir yumruk yüzüne patladı. "Bu da ona dokunduğun içindi." Hafifçe eğilip onun kulağına bir şeyler fısıldadı ama bu uzaklıktan onları duyamadım.

 

Doğrulduğunda sırıtıyordu. Bir anlığına ilk tanıştığımız zamanlardaki gibi hissettirdi iki yana kıvrılmış dudakları ama ilk tanıdığımız zamanla o kadar fark vardı ki şu an ki haliyle. Aslına bakarsak tek değişen o değildi buraya geldiğimizden beri bende fazlasıyla değişmiştim eski Hela değildim.

 

Ezra'nın arkasında duran beni es geçerek kral ve kraliçenin yanına gittiğinde şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. Omzumun üzerinden onlara baktığımda ceketinin cebinden çıkardığı bir zarfı onlara uzattığını gördüm. Kırmızı bir zarftı beyaz mumla mühürlenmişti. Kral Arion'a elindeki mektubu verdikten sonra ellerini cebine koydu.

 

"Bu nedir?" diye sordu Kral Arion.

 

"Davetiye?" dedi ukala bir tavırla.

 

Hazel ona göz devirdiğinde Kral Arion boş gözlerle baktı Alar'a. "Onu anlıyorum Hadar'ın muhafızı ben sana bu davetiyenin ne için olduğunu soruyorum.(!)"

 

Yüzünü göremiyordum ama umursamaz bir tavırla göz devirdiğine emindim. "İki gün sonra sarayda bir balo düzenleniyor bir nevi toplantı da denebilir."

 

Kral Arion kaşlarını çattı. "Ne için toplantı?"

 

"O kadarı da sürpriz olsun efendim."

 

Kralın öfkeyle ona bakmasını umursamadan Kraliçe Azura'ya küçük bir selam verdiğinde arkasını döndü. Tam karşısında durduğumda yine göz göze gelmiştik ama onun gözleri önce dudaklarıma değdi ardından duvara yasladığım elime. Bir kaç büyük adımda karşıma geldiğinde aramızdaki boy farkından dolayı hafifçe başımı kaldırmak zorunda kaldım. Ne yapacağını merakla bekliyordum ki ayaklarım yerden kesildi. Refleksle kollarım ensesine giderken kolları arasında olduğunu fark ettim. Daha basit anlatmak gerekirse beni kucaklamıştı.

 

Göz bebeklerim irileşirken hafifçe ensesine vurdum. "Ne yapıyorsun sen aptal?!"

 

Ona kızmamı hiç umursamadı. "Dinlenmek zorundasın. Hiç kendine karşıdan baktın mı? Bok gibi görünüyorsun." Dedikten sonra yürümeye başladı.

 

Bana hakaret etmesini umursamadan ensesine tekrar vurdum. "Kendim yürüyebilirim ayaklarım var!"

 

Kısa bir anlığına aşşağı sarkan bacaklarıma baktı. "Topuklarında bir sürü kesik var, vücudunda yorgun iki adımı zor atarsın."

 

Kahretsin ki haklıydı. Topuklarımdan yere damlayan kanın bile sesi duyulurken itiraz etmek sadece benim zararıma olurdu, onun değil. Hem onunla konuşmak istediğim çok fazla şey vardı hazır yanımdayken bunu değerlendirmeliydim. Hem uzun zamandır da görmüyordum onu ve inkar etmeye çalışsam da bu kötü hissettiriyordu.

 

Koridorda ilerlerken burada kafasına göre gitmesi meraklanmama sebep olmuştu. Yolu biliyor muydu da bu kadar rahat ilerliyordu. Üstelik şu an tam da benim odamın önündeydik. Kapıyı hiç tereddüt etmeden açıp içeri girdiğinde merakla tek kaşımı kaldırdım.

 

"Buranın benim kaldığım oda olduğunu nereden biliyorsun?"

 

Gözlerini kaçırdı. "Bilirim ben."

 

"Alar! Nasıl buldun bu odayı?"

 

Bıkkınlıkla yüzüme baktı, "Koklayarak buldum Hera oldu mu?"

 

Yüzümü buruşturarak ensesine vurdum. "Köpek misin sen salak koklaya koklaya bulacaksın?!" Neredeyse gülecektim.

 

Benden sonra o da yüzünü buruşturdu. "Başladı saçmalama mesain cadı." Ayağıyla kapıyı ittirerek kapattı. "Hem iyi alıştın sen ensemi tokatlamaya." dediğinde gözlerinde tehlikeli parıltılar belirmişti.

 

Sertçe yutkunduğumda yatağa doğru ilerliyordu. Beni yavaşça yatağın ucuna oturttuğunda geriye kaçmayı planlamıştım ki iki kolunu her iki yanıma yaslayarak üzerime eğildiğinde planlarım iptal olmuştu. Yüzünü yüzüme yaklaştırıp gözlerini kıstığında bir kez daha yutkunmak zorunda kalmıştım. Bundan keyif aldığını dudaklarının iki yana kıvrılmasıyla anlamış oldum. İnatla gözlerimi gözlerine sabitledim ve aramızdaki bu yakınlığı yok saymaya çalıştım.

 

"Kaçmaya mı çalışacaktın cadı?" Nefesinin yüzüme vuran sıcaklığı ile gözlerimi kıstım.

 

Tıpkı onun gibi rahat davranmaya çalışarak, "Senden mi? Asla!" diyerek itiraz ettim.

 

Keyifli ifadesi büyüdü, "Güzel." Tanrım ne planlıyor bu şeytan! Üzerime eğildiğinde kollarımı yatağa dayayarak biraz gerilemeye çalıştım. Dudaklarını büzerek, "Hani kaçmak yoktu cadıcık?" dedi daha da yaklaşırken.

 

Yüz ifademi düz tutmaya çalışarak biraz daha uzaklaştım. "Kaçmıyorum zaten." Aynen kızım utanmasan uçacaksın...

 

Durmadı, keyifle sırıtırken daha da yaklaştı ve ben ondan tekrar uzaklaşmayı denediğim an sırtım yatağın başlığına çarptı. Dudaklarından minik kalın erkeksi bir kıkırdama çıktı. "Hm görüyorum baya kaçmıyorsun.(!)" Kuru dudaklarını diliyle ıslattığında gözlerimi bir an oradan alamadım. Baktığım yeri fark ettiğinde sanki çok alan varmış gibi daha çok üzerime eğildi. Artık aramızda sadece santimler vardı.

 

"A- Alar cidden ne yapıyorsun?"

 

"Bilmem ne istiyorsun?(!)"

 

Parmağımla hafifçe göğsünü dürttüm, "Uzaklaşmanı?(!)"

 

"Gözlerin farklı bir şey istiyor sanki? Ha cadıcık?" Yatakta duran ellerinden birini kaldırıp yanağıma yasladığında nefes alamıyormuş gibi hissettim. "Sana böyle yaklaşsam?" Dudaklarından çıkan nefes doğrudan dudaklarıma değiyor, kelimeleri dudaklarımın üzerine çarpıyordu. "Burada tam şu an öpsem seni?" NE? "Karşılık vermez misin?"

 

"Alar..." Cümle kuramıyorum, nefes alamıyorum kahrolası nasıl bir his bu?! En kötüsü ona çekilmekten kendimi alıkoyamıyorum.

 

"Hera?"

 

Yaklaştı, ben refleksle gözlerimi kapatırken ne yapacağını beklemeye başlamış nefes dahi alamazken dudaklarını tenimde hissettim. Dudağımın kenarındaydı, kan lekelerinin üzerinde. Dudakları yavaşça orada ki kanı emdiğinde nefesimin kesildiğini sandım. Sol eli yüzüme düşen saçları kulağımın arkasında ittirdikten sonra boynumdan aşşağı parmak uçlarında elini sürüklemeye başladı. Parmak uçları ince tül kumaşın arasından göğüslerime ulaştığında gözlerimi hafifçe araladım. Parmakları göğüslerimin arasından geçtiğinde dudaklarımı dişledim. Hoşuna gitmiş olacak ki hafif bir gülme sesi çıkardı. Dudakları hala dudağımın kenarında duruyordu ancak hareket etmeyi bırakmıştı.

 

"Nefes al Hera." Nefesimi o an fark ettim. Bende bıraktığı etki hoşuna gitmiş şekilde doğrulduğunda kalkacağını düşünmüştüm ki kulağıma doğru yaklaştı. "Bir dahakine duşa gireceğinde perdelerini kapatmayı unutma."

 

Gözlerim kocaman açılırken kalkmak için hareketlenmişti ki kolunu yakalayarak onu durdurdum. "Nereye gidiyorsun? Öylece gidemezsin!"

 

"Ne yapmamı istiyorsun?"

 

"Konuşacağız." dedim son derece ciddi bir tonda. Yatakta doğrulup dizlerimin üzerine oturdum.

 

"Neyi?"

 

"Bana kaçmamamı söylerken senin kaçmanı."

 

Adımlarını geri bana çevirdi. Ayağındaki ayakkabıları çıkardıktan sonra karşıma oturdu. Bir elini yatağa yaslarken gözlerini kısmıştı, "Ne konuşmayı istiyorsun?"

 

Hangi birinden başlayacağım ki? "Eskisi gibi değilsin. Sanki tek değişen saçların değil sende değişmişsin."

 

Kaşlarını çatıldı, "Hera eski dediğin bir kaç ay ve ya hafta önce beni belki de yanlış tanımışsındır."

 

"Hayır!" diyerek hızla itiraz ettim. "Buraya ilk geldiğim zamanlarda her şeyi dalgaya alır kolay kolay sinirlenmezdin tabi cadı sarayındaki olay hariç ama orada bende çok ani yükseldim o yüzdün sana da pek bir şey söylemiyorum ama ormandan döndüğümüzden beri çok farklısın."

 

Bir şeyler söylemesi adına kısa bir anlığına soluklanıp durdum ancak bir şey söylemediğinde konuşmaya devam ettim. "Beni yok sayıyorsun. Gözlerindeki o ifade bile değişmiş farklı bakıyorsun Alar açıklayamayacağım kadar farklı."

 

"Hera... bana düşman olduğumuzu açıkça söyledikten sonra nasıl davranmamı bekliyorsun?" Sırt üstü yatağa yatarak yüzünü tavana çevirdi. Sanki söyleyeceklerini yüzüme bakarak söyleyemeyecekmiş gibi. "Seni korurum ne olursa olsun ancak sana ilk zamanlardaki gibi davranamam."

 

Benden bağımsızca içimde oluşan bir sinir dalgası hissettim. "Neden korursun beni? Madem o zamanlardaki gibi davranmayacak ve beni düşman belleyeceksin koruma beni." Sesim düşündüğümden kırgın çıkmıştı halbuki sinirli değil miydim ben?

 

"Seni ilk gördüğüm andan beri içimde bir koruma dürtüsü var Hera bu başlarda içimden gelen bağımsız bir duyguydu sonra sendeki tanıdık duygular buna devam etmemi sağladı. Neden bilmiyorum ama sende tanıdık bir şeyler var, sanki seni yıllardır tanıyormuşum gibi."

 

Yüz ifadelerini merak ettiğimden karnımın üstüne yatarak dirsekleri yatağa yasladım, yüzümü de avuçlarımın içine aldım ve onu izleyerek dinlemeye devam ettim.

 

Dikkatle yüzünü izlerken başını bana çevirdi. "Kimsin sen Hera?"

 

Omuz silktim. "Benim işte Hera. Sıradan bir ay cadısıyım."

 

Dilini damağına vurdu. "Göründüğünden fazlasısın buna eminim." Kollarını başının altında birleştirdi.

 

"Gördüğünden fazlası değilim Alar." Normal insanlar için ilginç olabilirdim ama bu dünyada yaşayanlar için sıradan genç bir cadıydım.

 

"Sıradan bir cadı çoktan kara büyünün enerjisi tarafından ele geçirilirdi sen ise daha en başından direndin. Normalde sana ilk yaptığım tılsıma en fazla bir hafta dayanılıyor sen ise neredeyse iki haftadan fazla dayandın." Ben burada günleri ve haftaları sayamıyordum bu yüzden ne kadar vakit geçtiğini anlamamıştım ama anlaşılan o gayet iyi biliyordu.

 

Gözlerimi kaçırarak camdan dışarı baktım. "Bilmiyorum. Fazlası olmak istemiyorum tüm yüzükleri bulup şu kara enerjiden de kurtulup evime gitmek istiyorum."

 

"Kaç yüzük oldu?"

 

"Üç. İkizlerinki bir sayılıyor bu yüzden geriye iki yüzük kaldı. Dördüncü ve beşinci yüzük."

 

"Seninki ve ateş çıkaranın değil mi?" Başımı salladım. "Yeni bir ipucu aldın mı?"

 

"Hayır, üçüncü yüzüğü alalı yarım saat olmadı çünkü."

 

"Yarın yeni ipucunu al içimden bir ses ateş çıkaranın yüzüğünün sırada olduğunu söylüyor ve onun yüzüğü ignis topraklarından başka yerde olamaz."

 

Bende bunu tahmin ediyordum ancak oraya girmek hem zor hem tehlikeliydi. "Oraya nasıl gireceğiz gerçekten bilmiyorum..."

 

"Baloyla."

 

Başımı aniden ona çevirdim. "Nasıl yani?"

 

"Seni davet etmesi için kralı ikna ederim. Sen balodayken kızlar da yüzüğü arar güvenlik o gün fazla sıkı olmaz bu da sizin için büyük avantaj."

 

Tanrım tabi ya bunu nasıl düşünememiştim?!

 

Heyecanla doğruldum, "Herkes baloyla ilgileneceğinden dikkatleri çekmezler!" Alar keyifle başını salladı. Çocuksu bir heyecanla ellerimi yanaklarıma çarptım bu onu güldürürken ani bir dürtüyle yapmamam gereken bir şeyi yaptım.

 

Alar'ın üstüne çıktım...

 

Yani amacım ona sarılmaktı ama yattığı için biraz üstüne çıkmış gibi olmuştum bunu fark ettiğimde kollarımı ensesinin üstünden çekmek üzereydim ki bu defa o kollarını etrafıma doladı. Güçlü kollar etrafıma dolandığında kıpırdama imkanım da gitmiş oldu. Şaşkınlıkla gözlerimi kocaman açmıştım ki nefesini saçlarımın arasında hissettim. Sanırım saçlarımı kokluyordu... Kendime engel olamayıp biraz yaklaştım ve ben de onun saçlarını kokladım.

 

Kül kokusu vardı ancak farklı bir şeyler daha vardı öyleki insanı huzursuz etmek yerine aksine huzurlu hissetmeme sebep oluyordu. Ah uykumu da getirmişti tabi üzerimdeki yorgunluktan da kaynaklı olabilirdi ama tam burada uyuyabilirdim. Bir anlığına burada uyusam ne olur diye düşündüm. Çok enerji harcadığım için yorgun düştüğümü bu yüzden yorgunluktan bayıldığımı bahane edebilirdim bence gayet mantıklıydı. Şu an burada uyumak istiyordum bu uzaklaştıramadığım bir histi bende ona uydum ve gözlerimi kapadım.

 

Belki sonrasında pişman olacaktım ancak şu an tüm vücudum huzur içerisindeydi ve onun boynu bir yastıktan daha rahat hissettiriyordu. Yüzümde minik bir tebessüm oluşurken tekrar kollarımı ona sardım. Ben yavaş yavaş uykuya dalarken ne bir ses çıkardı ne de hareket etti. Garip olan ise onunla bir yatakta yatarken hiç bir şekilde garip hissetmememdi.

 

Uykuya dalmadan önce zihnimin verdiği uyarı tüm gece peşimi bırakmayacak gibiydi.

 

Alışma, alışırsan kaybedersin.

 

༻☾༺

 

Saat kaçtı hiç bir fikrim yok. Gözlerimi bile açamıyordum ancak bilincim açılmıştı. Uyku ve uyanıklık arasında bir hal içerisindeydim. Üzerimde bir ağırlık vardı sıkı sıkıya sarmış beni kendisine çekmişti. Tam olarak uyanık olduğum söylenilemezdi ama bu kokuyu her şartta tanırdım. Yanımda olan kişi Alar'dı gözlerim açık olmasada bunu anlayabiliyordum. Uyumadan önce olanlar aklıma geldiğinde de durum açıklanılıyordu. Anlaşılan ben uyuduktan sonra benimle kalmıştı ve düzenli nefes alış verişlerine bakılırsa o da uyuyordu.

 

Gözlerimi açmayı ve nasıl göründüğünü bilmeyi istedim. Sanki üzerinde bir ton ağırlık varmış gibi zorlanan göz kapaklarımı inat ederek ittirmeyi başardığımda hafifçe açılmıştı gözlerim birazcık da olsa görebiliyordum. Ancak görüşüm yine sınırlıydı çünkü henüz sabah olmamıştı ve etraf karanlıktı. Geniş camdan sızan ay ışığı biraz da olsa onu görmemi sağlarken göğsünde olduğumu fark ettim. Biraz uzaklaşıp yüzünü görmek istiyordum gerçek olduğunu kendime kanıtlamak ister gibi yüzünü görmeliydim çünkü. Ancak ondan uzaklaşmaya çalıştığım an huysuzlanarak kıpırdandı. Minik homurtuları kulağıma dolduğunda gülmeden edemedim.

 

Odada küçük kıkırtılarım duyulurken onlara sesi karıştı. "Cadı, uyumuyor musun sen?" Anlaşılan onu uyandırmıştım ve sanırım bundan hoşnut değildi çünkü sesi oldukça huysuz olduğunu gösteriyordu.

 

"Uyuyorum ben." Sesim göğsüne çarptığından boğuk çıkmıştı. Ah bir dakika çıplak mıydı bu adam yüzüme teni değene kadar bunu fark edememiştim bile. "Sen niye gitmedin?"

 

Baya uyuyorsun şu an Hera...

 

"Gidemedim." Uykulu çıkan sesi kaşlarımı çatmama neden oldu. Ne demek gidememişti?

 

Bu haldeyken onu daha rahat konuşturabileceğimi düşündüğümden fırsatı kaçırmadım. "Neden gidemedin?"

 

Bir kaç saniye konuşmadı ardından elinin belimde hareket ettiğini hissettim. "Bırakamadım seni. Uyuyordun kıyamadım."

 

Kısık gözlerim onun söyledikleriyle kocaman açılırken kalbimin hızlandığını hissettim. Dilim tutulmuşçasına konuşmazken bende vücudundaki kollarımı sıkılaştırdım. Dudaklarım yavaşça kıvrılırken garip bir mutlulukla kapadım gözlerimi. "Alar?"

 

"Söyle cadı kızım?" Tanrım yüzüme akın eden kanı hissediyorum ama karnımdaki bu garip his, yüreğimdeki ısınma da ne?

 

"Hiiiiç." Kısa kestim daha fazla uykusu bölünmesin diye zaten zor konuşuyordu bu yüzden bende rahatsız etmedim onu. Nefes sesleri düzene girdiğinde bende tekrar uykuya daldım.

 

༻☾༺

 

Yalnızdım. Tek başıma değildim uyurken ama şimdi yanımda değildi. Yavaşça doğruldum ve gözlerimi ovuşturdum. Camdan vuran güneş ışığına alışmam için bir kaç saniye gerekti. Sabah huysuzluğu vücudumu sararken yorganı üzerimden ittirdim. Tül gecelik karnıma kadar toplanmıştı, onun yanında bu şekilde uyuduğumu düşününce dudaklarım kıvrıldı. Normalde utanmam ve pişman olmam gerekirdi ancak aksine keyifleniyordum. Alt tarafı huzur verici bir koku ve kaslı kolların arasında uyumuştum kim böyle bir şansı reddederdi ki?

 

Bacaklarımı yataktan sarkıtarak indiğimde ayaklarım çıplak zeminle buluştu. Topuklarımda hissettiğim kumaş ile başımı eğdim. Ayaklarımda bileklerime uzanan sargılar vardı. Bunları Alar mı yapmıştı? Ah elbette o yapmıştı başka gelip ayağımdaki yaraları saracak biri yoktu sabahın köründe.

 

Ayağa kalkıp yürümeye çalıştığımda dudaklarımdan kısık acı dolu bir inleme kaçtı. Dün düşüncesizce o mağarada koşmuştum ama şimdi sonuçları pahalıya patlıyordu. Topallaya masanın üzerinden temizlenmiş kıyafetlerimi aldım. Üzerimdeki geceliği bir çırpıda çıkarıp önce pantolonu sonra gömleği giymiştim. Korse kemeri gömleğime takarken yüzüme gelen saçlarım yüzünden biraz oyalanmak zorunda kalmıştım. En kötü olan çoraplar ve çizmelerdi çünkü onları giyerken acıdan gözlerim dolmuştu.

 

Saçlarımı taradıktan çekmecelerde bulduğum bir tokayla at kuyruğu yapmış öndeki perçemlerimi de düzeltmiştim. Çantamı takıp odadan çıktığımda boynumdaki kolyeyi kontrol ettim. İlk fırsatta safir ile konuşmalı ve yeni bir ipucu almalıydım. Çok yaklamıştık hem de çok fazla. Kalktığımdaki huysuzluğum kaybolmuş yerini anlamsız bir mutluluk almıştı. Topallaya topallaya sarayın koridorunda ilerliyordum ancak nereye gittiğimi bende bilmiyordum. Tek temennim karşıma birinin çıkması ve beni çıkışa götürmesiydi.

 

Şans bu ya tam karşıdan Ezra geliyordu. Yüzüne bakılırsa dün gece Alar ona gerçekten sert vurmuştu. Beyaz teninde morluklar kendini ilk bakışta belli ediyordu. Göz göze geldiğimizde adımlarını hızlandırdı ve bir kaç adımda yanıma geldi.

 

"Merhaba." Dedim gülümsemeye çalışarak.

 

Dudaklarını iki yana kıvırırken o da zorlanıyor gibiydi ancak yüzünü buruşturmasına bakılırsa canı yandığı içindi. "Merhaba kahraman."

 

Alayla tek kaşımı kaldırdım. "Kahraman mı? Ben mi?"

 

"Elbette, sen ve arkadaşların prensesimizin ruhunu özgür bıraktığınız için saray halkı tarafından kahraman olarak anılıyorsunuz."

 

"Halkınız Runa'ya karşı iyi bir yaklaşımı olduğunu bilmiyordum."

 

Gözlerini kaçırdı. "Sadece onun acısını duyan saray halkı prenses için üzülüyordu halk hala aynı düşüncede muhtemelen. Öldüğü için mutlu bile olabilirler."

 

Pislikler. Böyle yaratıklarla aynı nefesi soluduğum için bazen kendimden utanıyordum.

 

"Sanırım gitme vakti geldi." Gözleriyle sırtımdaki çantayı işaret ettiğinde başımı salladım. "Ver ben taşıyayım yorgunsun zaten."

 

Çantayı almak için yeltendiğinde sırtımdan çıkardım. "Zahmet etme ağırlık yapmayacak hale getiririm." O ne olduğunu anlamaz bir şekilde kaşlarını çatarken Hale'nin öğrettiği tılsımı fısıldadım. "Reformidant."

 

Tuttuğum çanta küçülerek avucumun içine girdiğinde Ezra şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. "Bak bunu beklemiyordum işte."

 

Gülerken bir yandan çantayı ucundan kemerime bağlıyordum. "Diğerleri nerede?"

 

"Kahvaltı için bahçedeler."

 

Yanaklarımı şişirerek ofladım. Bir an önce gitsek olmaz mıydı sanki?!

 

"Bende seni almak için geliyordum. Gel seni götüreyim."

 

İsteksizce de olsa onu takip etmeye başladım. Sarayın geniş koridorlarını aşıp iki üç kat merdiven indikten sonra geniş bir kapıdan çıktık. Burası sarayın arka bahçesiymiş güzel havalarda yemekleri burada yerlermiş. Ezra öyle söylemişti, ayrıca bu Runa'nın ölümünden sonra havanın açtığı ilk günmüş. O öldüğünden beri bu topraklar yoğun bir sis içindeymiş ama onun huzura kavuşmasıyla bu topraklar da huzura kavuşmuş.

 

Fazla olmasa da bahçedeki bir kaç farklı çiçek vardı yeni açılmaya başladıkları belliydi. İlerlediğimiz taşlı yolun sonunda büyük bir çardak vardı. Gelen seslere bakılırsa kızlar Kral Arion ve Kraliçe Azura ile birlikte oradaydı. Yanlarına ilerlerken isteksizdim bir an önce gitmek istiyordum hem Alar nereye kaybolmuştu ki?

 

Kendi kafamda kaçsam mı diye düşünürken Kraliçe Azura tarafından fark edildim. "Hera! Tatlım hadi yemeğe katıl." Bu kadının zaten sıcak kanlı biri olduğunu ilk anda anlamıştım ancak şimdi daha da iyi görünüyordu beyaz tenine biraz makyaj yaptığını buradan bile görebiliyordum. Beyaz saçları özenle yapılmıştı, üzerinde su yeşili çok asil bir elbise vardı.

 

Bir kere fark edildiğim için yanlarına geçip Hale ve Ilım'ın arasında ki boş yere oturdum. "Günaydın..." dedim ayıp olmaması adına. Sesimdeki yorgun tınıyı gizleyememiştim. Ne kadar dün gece iyi bir uyku çeksem de vücudumda bariz ağrılar vardı.

 

O kadar adamın kucağında uyudun ağrı diyorsun hala kızım ayıp da bir şey...

 

"Günaydın iyi uyudun mu? Yatağın rahat mıydı?" Hangisi?

 

"Evet, yatakta gayet rahattı."

 

Kralice Azura tebessüm etti. "Sevindim." Bu anaç tavırlar benim de gülümsememe sebep olurken önüme bırakılan tabaktakileri atıştırmaya başladım.

 

Kahvaltının sonlarına geldiğimizde fincandaki kahveyi dudaklarıma yaslamıştım ki Kral Arion'un sesi duyuldu. "Hadar'ın düzenlediği balo, içimden bir ses bunun sizinle alakalı olacağını söylüyor kızlar." Muhtemelen doğru düşünüyordu, benimde ilk aklıma gelen bu olmuştu.

 

"Sizi ve diğer krallıkları kullanarak bizi baskılayacaklar muhtemelen." dedi Hadra.

 

Kral Arion peçeteyle nazikçe dudaklarını sildikten sonra duruşunu dikleştirdi. "Yüzükleri toplayarak ne yapmak istiyorsunuz?"

 

"Evimize dönmeyi elbette." diyerek cevap verdi onun yanındaki Havin. Bak sen ben teklif ettiğimde ailelerinizi bırakamıyordunuz hani? Kinci olmayı bırak Hela!

 

"Siz ne yapmak istiyorsunuz Kral Arion?" Kahve fincanını geri masaya bırakıp bende onun gibi duruşumu düzelttim. "Sizde ignis kralı ile aynı düşüncede misiniz?"

 

"Ben bir katil değilim Hera barbar hiç değil. Burada kocaman bir evrene ve topraklara sahipken aç gözlülük yaparak intikam almak istiyorum. Bana kalırsa Hadar'da sırf kininden dolayı böyle yoksa eminim o da koca topraklarını tercih eder."

 

Alar'da onun gibi düşünüyordu belki onlarda bizim yanımızda olurdu.

 

Başımı hafifçe salladım. "Ne yapacaksınız peki?"

 

"Hadar'ın planlarını dinleyeceğim sonra da duruma göre karar vereceğim." Açıkça cevap vermiyordu, harika!

 

"Anlıyorum öyleyse biz de artık yola çıkalım sonuçta uzun bir yol gideceğiz."

 

Hep beraber ayaklanıp dış kapıya yürümeye başladığımızda arkamızda birinin varlığın hissettim. Özellikle adımlarımı yavaşlatıp diğerlerinin gerisinde kaldığımda o kişi de bana doğru yaklaştı. Varlığını tam arkamda hissettiğimde aniden ona doğru döndüm. Buz mavisi gözleri gördüğümde kaşlarım çatıldı. Hazel'in yokluğunu kahvaltıda fark etmiş ancak umursamamıştım çünkü bizden hoşlanmadığını biliyordum bu yüzden katılmayacağını tahmin etmiştim. Öyleyse şimdi ne yapıyordu?

 

"Hazel? Bir sorun mu var?" dedim merakla."

 

Gözlerinde ilk kez öfke dışında farklı bir duygu gördüm. "Senden bir özür dilemem gerekiyor diye düşündüm." İşte bunu beklemiyordum bak! Gözlerim benden bağımsız büyürken sıkıntıyla bir nefes verdi. "Sana karşı çok sert davrandım ancak sen bana mucizelerinde gerçekleşebileceğini gösterdin, herkese gösterdin." Avucuna bakıp gülümsedi, sanırım orada bir şey vardı. "Ben sana çok teşekkür ederim Hera." Başını kaldırdığında dolu gözlerini görmek şaşkınlığımı ikiye katladı ancak hiç beklemediğim bir anda boynuma atlası neredeyse dengemi kaybedip düşmeme sebep olacaktı. "Sen bana çok büyük bir iyilik yaptın..."

 

Kollarımın arasında hıçkırmaya başladığında hafifçe tek kolumu sırtına doladım. "Görevimi yaptım Hazel inan önemli değildi."

 

"Hayır!" diyerek hemen itiraz etti. "Bu önemliydi. Yıllardır ablamın çığlıklarını duyarak acı çeker uyuyamaz elimden hiç bir şey gelmediğinden kendimi suçlar dururdum. Bu sarayda karanlık yıllar geçirdim ancak sen geldin ve bizi aydınlattın." Uzaklaştığımızda elinin tersiyle sertçe göz yaşlarını sildi. "Umarım karanlık senin hayatına da hiç uğramaz."

 

Çoktan uğradı diyemedim sadece gülümsedim.

 

"Seni çok tuttum diğerleri seni bekliyordur."

 

"Sorun değil." Arkamı dönüp ilerlemeye başladığımda arkamdan gelmiyordu ancak kulağıma ondan uzaklaştıkça fısıltılar dolmaya başladı.

 

"Düzeni bozdun cadı artık veliahtın gücü senin içinde ancak bizim gücümüz sana ancak lanet olarak geri döner!" Bunlar onlar mıydı? Ruh koparanların ataları, onlardan öncekiler.

 

"Elinizden geleni yapın." dedim emin adımlarla ilerlerken. Aptalca fısıltıları beni korkutamazdı batabileceğim kadar batmıştım zaten ben.

 

"Hera hadi hızlı ol!" Sabırsız bir şekilde bağıran Havin'in sesini duyduğumda yanlarına gelmiştim. Tek boynuzlular da buradaydı.

 

Kiara'nın yanına geldiğimde sıcak bir gülümsemeyle yüzünü avuçlarımın arasına alıp yavaşça okşadım. "Merhaba güzellik." Hoşuna gitmiş olacak ki hafif bir mırıltıyla gözlerini kapadı.

 

"Kızlar." Ses Kraliçe Azura'ya aitti. "Yaptıklarınız için hepinize sonsuza kadar minnettarız."

 

İşte bu kadardı. Kendi yüzüğümüzü almak uğruna bu yolda üç halka yardım etmiştik umarım ignislere de yardım etme gibi durumla karşılaşmazdık çünkü bunu yapabileceğimi sanmıyordum. Kiara'nın üzerinde ki yerimi aldığımda Arkada kalan Ezra ve Hazel'e el salladım. Kendime engel olamayarak yaptığım bu davranıştan sonra ikisi de şaşırsa da hemen ardından onlarda el sallamıştı böylece buradan ayrılmak üzere yola çıkmıştık.

 

Sisli ruh koparan toprakları bile bugün güneşliydi.

 

༻☾༺

 

Bu seferki yolculukta fazla uyumadığımdan daha uzun hissettirmişti ama yine de Kiara ve bildiği patikalar sayesinde normalden hızlı bir şekilde cadı topraklarına ulaşmıştık. Minik evimizin arkasında ki şelalede durduğumuzda Kiara ve sürüsüyle ayrılık vaktimiz gelmişti. Kiara'nın üstünden indiğim de kalçamda yoğun bir uyuşma vardı. Yüzümü buruşturarak orayı ovuşturdum. Sanırım neredeyse iki gündür at üstündeydik ve bu kemiklerime iyi gelmemişti.

 

Kiara'nın hafifçe burnunu bana sürtmesiyle popomu bırakıp gülümseyerek ona döndüm. "Seni özleyeceğim güzellik." Karşılık olarak kişnediğinde kıkırdadım. Garip ve komik bir durumdu. "Hoşçakal Kiara."

 

Sürüsüyle birlikte uzaklaşmalarını izledikten sonra biz de yönümüzü eve çevirdik. Toprak yolda ilerlerken kızlar bir şeyler konuşuyordu ancak onların konuşmalarına katılmadım. Elim boynumdaki kolyedeydi. Taşı parmağımla ovuştururken bir an önce eve girip yeni ipucunu duymak için sabırsızlanıyordum. Bir yandan da gerçekten gitmemiz gereken yerin ignis toprakları olması için dua ediyordum çünkü bu balo bizim için büyük bir şanstı onu en iyi şekilde değerlendirmeliydik.

 

Evin kapısının önüne geldiğimizde Hale eğilerek vazonun altından anahtarı aldı. Balay Nene muhtemelen dükkanı açmaya gitmişti çünkü saat onu geçiyordu. Sessiz evin içine girerken sırayla ayakkabılarımızı çıkarıp içeri girdik. Tekli koltuklardan birine kendimi attığımda ayağımdaki çorapları çıkarıp kenara koymuş korseyi de çıkarıp gömleğin düğmelerini açtım. Bu gömleği günlerdir giymek beni gerçekten bunaltmıştı.

 

Kızlar da kendilerine yer bulduklarında bir kaç dakika hepimiz yorgunluğumuzu atmak için dinlendik bir kaç dakikanın sonunda safir kendini belli etmek ister gibi parlamaya başlamıştı. Anlaşılan yine ben ona gelmeden o bana gelmişti. Safirin parıldadığını gördüğünde kızlar da doğrulmuş gözlerini gerdanımdaki kolyeye dikmişlerdi. Benden meraklandığımdan hızlıca doğruldum ve kolyeyi iki parmağımın arasına aldım bu safire bir tür komuttu.

 

"Kan dolu bardaklar, yalandan kahkahalar . Vals müziği eşliğinde sinsi planlar. En önemli olanı en derine gizledi şeytan. Cehennem sıcağının içinde dans ediyor lavlar."

 

Sadece benim duyduğum sözlerden sonra dudaklarım keyifle iki yana kıvrıldı. Şans bizden yanaydı bu sözlerin başka bir anlamı olamazdı. Kan dolu bardaklar bir tek ignislerin yapacağı türden bir şeydi yalandan kahkahalar ise her toplu ortamda olurdu, balo gibi. Vals müziği ise balo olduğunu kanıtlıyordu ve sinsi planlarda toplantı ile bağdaştırılabilirlerdi. Ancak en derin diye bahsedilen yerin neresi olduğunu bilmiyordum ancak belli ki yüzük oradaydı. Cehennem sıcağında, dans eden lavların arasında.

 

"Hera artık bize de söylemezsen şuracıktan bayılırım bak!"

 

"Havin!"

 

İkizlerin tartışması uzamasın diye safiri bırakarak tenime çarpmasına izin verdim. "Kan dolu bardaklar, yalandan kahkahalar . Vals müziği eşliğinde sinsi planlar. En önemli olanı en derine gizledi şeytan. Cehennem sıcağının içinde dans ediyor lavlar." Her biri düşünceli şekilde birbirine bakarken sırıttım. "Anlamadınız mı? İblisin topraklarına gidiyoruz."

 

Hadra anında yüzünü buruşturdu. "O kokuşmuş yere tekrar gitmek için midemi hazırlamam gerekecek!"

 

"Oraya nasıl gireceğiz çok tehlikeli..." dedi ağlamaklı bir tonda Açelya.

 

Kızım sen ileri seviye bir cadı değil misin ne bu korku diyemedim...

 

"Alar beni o baloya davet ettirmeye çalışacaktı sizi de gizlice sokmanın bir yolunu buluruz."

 

Açelya rahat bir nefes verdiğinde Ilım kaşlarını çattı. "Nasıl yapacak onu?" Alar'ın ismi geçtiği an bile yüzünü buruşturmuştu. Aramızda ona karşı buzları erimeyecek tek kişi oydu sanırım. Bu ilk karşılaşmalarından belli olmuştu zaten.

 

"Konuşacağım."

 

"Ne zaman?"

 

Öfkeme hakim olmaya çalışarak ayağa kalktım. "Şimdi!" diyerek sert adımlarla çıktım odadan.

 

Merdivenleri çıkarken Nesli'nin onu azarladığını duyabiliyordum. "Afferin sana Ilım!"

 

"Ne yaptım sanki?" dedi Ilım umursamaz bir tavırla.

 

Bu kız çocukluğumuzdan beri beni bir şekilde sinirlendirmeyi başarıyordu. Her zaman hangi fikir bana zıtsa onda ilerliyordu ve bundan asla sıkılmıyordu. Büyüdükçe bunu daha az umursamaya başlamıştım ancak bir şekilde sinirlerime hakim olamıyordum. Her zaman olmuyordu maalesef. Zaten ekstra huysuzdum şu iki gündür bu yüzden Ilım kotam dolmadan patlayabilirdim.

 

Odaya girdiğimde gömleği ve pantolonu üzerimden adeta fırlatıp attım. Üzerime bir şey giymeye üşendiğimden vücudumu yatağa bırakacaktım ki çarşafın üzerindeki kırmızı kutuyu son anda fark ettim. Dizlerimin üzerinde yatağa oturup kutuyu kucağıma aldım. Merakla kapağını kaldırmadan önce etrafı kontrol ettim, görünürde kimsecikler yoktu. Merakımı daha fazla bastırmamak adına kutunun kapağını açıp kenara koydum. Kırmızı saten kumaşın üzerindekini gördüğümde heyecanla açıldı gözlerim.

 

Saten kumaşın üzerinde bir mektup vardı.

 

Beyaz bir mühürle kapatılmıştı, arkasında ismim yazıyordu.

 

Hera Pamira.

 

Bu ignis balosu için olan mektuptu.

 

Kızıl mektup.

 

BÖLÜM SONU

 

instagram hesaplarım;

@vaerosas

 

Loading...
0%