Yeni Üyelik
19.
Bölüm

18.Kabuslara Hapsolmak

@vaerosas

18.KABUSLARA HAPSOLMAK

 

LANA DEL REY - VİDEO GAMES

 

Lütfen satır arası yorumlarınızı ve oylarınızı atmayı unutmayın keyifli okumalar💗

 

Saten kumaşın üzerinde bir mektup vardı.

 

Beyaz bir mühürle kapatılmıştı, arkasında ismim yazıyordu.

 

Hera Pamira.

 

Bu ignis balosu için olan mektuptu.

 

Kızıl mektup.

 

༻☾༺

 

İgnis balosu yarın akşam olacaktı ancak buna hazır mıydım emin değilim. Üzerimde sadece iç çamaşırlarımla fayansa otururken gözlerimi kapattım. Son bir kaç gündür kabuslarım çoğalmıştı. Festival gecesi olanları atlattığımı zannediyordum ancak kaç gündür peşimi bırakmayan kabuslara bakılırsa bu konuda başarısızdım. İçimden bir ses ruh koparan şehrinden döndükten sonra tetiklendiğini söylüyordu.

 

Tek bir şey görüyordum o da sürekli peşimi bırakmayan kan lekeleriydi.

 

Ruhsuz bakan beyaz gözler, paramparça olmuş küle dönüşen büyücünün bedeni. Orayı Alar'ın nasıl toparladığından bir haberdim ancak bu konu hiç etrafta konuşulmadığına göre bir şekilde halledilmiş olmalıydı. Acaba kızlar ve Balay nene benim hakkımda ne düşünüyordu. Benim gibi katille aynı ortamda nasıl duruyorlardı?

 

Başımı eğip ellerime baktım defalarca kez yaptığım gibi. Parmaklarımda ve avuç içlerimde duran kanı gördüğümde dolu gözlerimden bir yaş usulca süzüldü. Bu lekelere katlanamıyordum onlardan kurtulmam gerekiyordu! Oturduğum fayansdan etrafa tutunarak kalktım. Küvetin içine girip suyu açtığım uzun saçlarım başımın iki yanından dökülmüştü.

 

Tırnaklarımı avucumdaki kan izlerini sürttüm akan suyun altında. "Çık artık çık! Dayanamıyorum çık!" Tuzlu gözyaşları dudaklarıma indiğinde elime sabunu aldım. Kanların yer edindiği avuç içlerime iyice bastırdım. Köpüren ellerim hafifçe acıdığında dişlerimi sıktım. Kan lekeleri gidene kadar bu acıya dayanabilirdim, bunu yapmak zorundayım.

 

Çıkmadılar. Ne kadar bastırırsam bastırayım çıkmadılar.

 

Ellerimi küvete yaslarken yorgun bedenimi küvetin içine bıraktım. Su bedenimden kayıp giderken gözlerimi kapattım. Soğuk su vücuduma, gözyaşlarım yavaş yavaş yüzüme yayılıyordu. Ellerime baktım, kanlar oradaydı. O kadar uğraşmıştım ama gitmiyorlardı. Kim yapıyordu bu işkenceyi bana.

 

Tanrım bu sensen lütfen dur çünkü ben dayanamıyorum. Burası çok soğuk üşüyorum. Acıyor Tanrım, içimde bir yer çok acıyor. Nasıl geçer bilmiyorum ne olur yardım et.

 

Su akıp giderken bedenim titredi, titredi... Ne zamanki Hale bir sorun olduğunu anlayıp içeri girdi o zaman su kesildi. Lavabonun kapısının çarpma sesi kulaklarımı doldururken gözlerimi açmaya çalıştım. "Hera! Tanrım, ne yapıyorsun sen?!" Sıcak elleri vücudumu kaldırıp kendine çektiğinde titremelerim kesilmedi.

 

Başım göğsündeyken kaldırıp elleri ona da gösterdim. "Benim ellerim kana bulaştı Hale, çıkmıyor bunlar. Çıkaramıyorum..." Kısık sesimi duyduğunda bedeninin kaskatı kesildiğini hissettim.

 

"Kan nerede Hera?" Görmüyor muydu? Ellerimdeydi işte, her yerdeydi.

 

"Ellerimde..." dedim tekrar kısık sesimle.

 

Hale beni küvetten çıkarıp havluya sararken bedenim ona itiraz etmedi. Havluya sardığı bedenimi kendine doğru çektiğinde iyice sokuldum onun bedenine. Tüm vücudum tir titrerken beni içeri götürüp koltuğa oturttu. Balay nene evde değildi sabah erkenden çıkmış kasabanın öteki tarafındaki arkadaşını ziyarete gitmişti.

 

Hale elinde yeni kıyafetlerle geldiğinde gözlerimi zar zor açık tutuyordum. Islak üst çamaşırlarımı üzerimden çıkarıp kuru olanları giydirdiğinde kıpırdayamıyordum. Ondan artık çekinmiyordum bu yüzden sorun değildi ancak vücudum çıplak kaldığında hissettiğim ürpermeyle yüzümü buruşturdum. Hale üzerime uzun beyaz bir gecelik geçirdi ardından minik bir büyüyle ıslak saçlarımı düzeltti. Islak saçlarımı arkada salık bir örgü yapıp beni koltuğa yatırdığında tir tir titriyordum hala.

 

Üzerime ince bir örtü örttü. Bir süre sonra alnımda soğuk bir bez hissettiğimde huysuzlandım. "Çok ateşin var, senin için şifalı otlar kaynatacağım biraz sabret." Dediğini yaparak kıpırdanmayı bıraktım ve alnımdaki soğuk bezden ne kadar rahatsız olsamda ses etmedim.

 

Odunların çatırdama sesine bakılırsa şömineyi de yakmıştı. Oda sıcaktı ancak ben ısınamıyordum bu yüzden çareyi uyumakta buldum. Hale berbat bir tadı olan içeceği bana içirdikten sonra saçlarımı hafifçe okşayıp üzerimdeki örtüyü düzeltti. Tüm bunlar yaşanırken gözlerimi açamadığımdan ne içtiğimden bihaberdim. Uyku sersemi olduğumdan içmem kolay olmuştu.

 

Uykuya daldığımda bu defa ne kabus vardı ne rüya, sadece karanlık. Bu defa karanlık kancasını zihnime takmış peşimi bırakmamıştı. Karanlıktan korkardım. Çocukluğum boyunca ışık açık olmadıkça uyuyamaz karanlık koridorlardan kaçardım. Şimdi ise karanlığın en dibindeydim. Hiç ışık yoktu burada bu yüzdendir ki kurtulamıyordum bir türlü.

 

Az da olsa hala üşüdüğümün hissediyordum ancak artık uyumak istemediğimden gözlerimi açıp yattığım yerde doğruldum. Şömine sönmeye yüz tutmuştu artık demek ki uzun süredir uyuyordum. Vücudumun bir çok bölgesinde hastalıktan dolayı ağrılar vardı. Son bir kaç gündür bu rutini tekrarlayıp evdekiler fark etmeden kaçıyordum ancak en sonunda üşütmüş olmalıydım.

 

Ellerime hiç bakmadan ayağa kalktım. Gecelik dizlerimden aşşağı sallanırken bir kaç adım atarak tezgahtan sürahiyi alarak bir bardağa su doldurdum. Su dolu bardağı dudaklarıma dayayıp bir solukta içtiğimde bardağı bırakarak etrafa bakındım. Ortalık sessizdi Hale dışarıda olabilir miydi? Kontrol etmekten zarar gelmezdi hem kaç gündür eve tıkmıştım kendimi hava almak bana da iyi gelirdi.

 

Kapı girişindeki babetleri ayağıma giyip elimi kapının koluna attım. Aşşağı indirdiğim kulp ile birlikte kapı açılırken dışarı çıktım. Kapıyı arkamdan kapandıktan sonra yavaş adımlarla evin arkasına yürümeye başladım. Burada küçük bir bahçe vardı, arada Hale ve Balay nenenin orada bahçe işleriyle uğraştığını görürdüm. Bir ihtimal orada olabilirdi Hale.

 

Çimenlere basarak arka bahçeye geldiğimde yeşillik dışında bir şey görmedim. Ah bir de karşımdaki dalda kafasını hafifçe eğip bana bakan baykuş vardı. Her seferinde gördüğüm baykuşdu bu o yüzden yabancılamadan ilerledim yanına. Ben yanına gelirken kıpırdamadı öylece izledi kendisine doğru gelen bedenimi. Biraz mesafeyle yanına geldiğimde durduğu dalda hareketlenerek ağaçların arasına girdi. Uçan baykuşun şaşkınlığıyla peşinden gitmeye başladım. Kanat çırpma sesleri sayesinde onu takip edebiliyordum.

 

Bedenim yorgun olduğundan fazla hızlı olamamış şelaleye geldiğimde onu kaybetmiştim. Üzgünce arkasında bakarken şelalenin gür sesi dikkatimi çekti. Gölün kenarındaki bir kayaya dikkatlice oturup şelaleyi izlemeye başladım. Akan şelalenin sesi beni rahatsız etmek yerine rahatlatıyordu bu yüzden gülümseyerek bir kaç dakika gözlerimi kapattım. Sadece dinledim sesleri. Kuşların ötüşünü, su sesini, hafif hafif esen meltemi...

 

Sonra birden karşımda bir gövdenin varlığını hissederek gözlerimi açtım. Kızıl irisleri gördüğümde şaşkınca gözlerimi kırpıştırdım. Dibimde olan gözleri yüzünden dengemi şaşırıp kayadan düşmek üzereyken elleri hızla uzanıp beni yakaladı. Belime sabitlediği eli ile beni kendine çektiğinde yutkunmadan edemedim. Sarayda ki odada olanlardan sonra onun karşısında sertçe yutkunmadan edemiyordum. Bana büyü mü yapmıştı? Neden başım dönüyordu?

 

Refleksle omuzlarını bulan ellerimi gevşettim. "Alar? Ne işin var burada?"

 

"Sana tek bir şey soracağım ve sen bana yalan söylemeyeceksin?" Bu beni şaşırtsada başımı salladım. "İyi misin?"

 

Cevap verirken kaşlarım çatıldı ancak tereddüt etmedim. "Evet."

 

Parmağının ucuyla hafifçe burnumu dürttü. "Sana yalan yok dedim cadı."

 

"Yalan söylemedim!" dedim hemen itiraz ederek.

 

Tek kaşını hemen kaldırdı. "Neden kollarımın arasındaki beden sıcacık olmasına rağmen titriyor o zaman?"

 

Gözlerimi kaçırdım. "Üşütmüşüm biraz."

 

"Ruh koparan sarayından döndüğünüzden beri havalar hep güneşli?(!)" Sesi bir tık şüpheliydi...

 

Dudaklarımı dişlerken titrememi durdurmaya çalıştım. "Orada üşütmüşüm demek ki."

 

"Yalan söylemekte bok gibisin Hera."

 

Gözlerimi ona çevirirken kocaman açtım. "Sensin be bok gibi!" Takıldığın şey bu gerçekten Hera? Adam yalan söylediğinin farkında olduğunu söyledi açıkça. "Yalan söylemiyorum hem ben."

 

"O ruhların ataları sana bir şey mi yapıyor?"

 

Atalar? Ah ruh koparanların ataları! Tüm bunları bana onlar yapıyor olabilir miydi? Bu hiç aklıma gelmemişti çünkü onların söylediklerini umursamamıştım ancak şimdi düşününce bu oldukça mantıklıydı. Zihnimle oynayan belki de onlardı.

 

"Cevap?"

 

Bu konumdayken konuşmanın ne kadar zor olduğunun farkında değildi sanırım. Ondan biraz uzaklaşsam bile belimdeki eli fazlasına izin vermiyordu. Hoş kokusu burnumdan içeri dolmaya başladı ağır ağır. Kızıl hareleri akşam güneşi altında parlarken hafifçe kırpıyordu onları. Uzun kirpikleri tüm kızları kıskandıracak cinstendi. Bu güzelliği insanlık ötesiydi tıpkı kendisi gibi...

 

"Hera cevap?" diyerek tekrar etti.

 

Saklamak fayda etmeyecekti. Eminim ki ben söyleyene kadar diretecek ve eninde sonunda öğrenecekti. "Zihnimle oynuyorlar." dedim en sonunda. "En büyük korkularıma oynuyor beni delirtiyorlar..."

 

"Tahmin etmiştim." dedi sinirli olduğunu belli eden bir sesle. "Zihnine erişememeleri için bariyer büyüsü yapmak gerekiyor yoksa seni öldürene kadar durmayacaklar."

 

Başımı salladım mutsuzca. Ne olursa kabulümdü zaten. Bu işkenceye daha fazla dayanamıyordum. Her ellerime baktığımda kan görmek aklımı kaybetmeme neden oluyordu. O günü hatırlatıyordu, bak diyordu sen öldürdün o ikisini. Belki kendini korumak içindi ama öldürmene gerek yoktu. Önce cansız beyaz irisler sonra vücudu yok olan büyücü. Yanmış evleri hatırladıkça zihnimin duvarlarında yankılandıyordu sesler. Yıkım ve felaketten başka hiç bir şeye sebep olmuyorsun sen!

 

Belimdeki dokunuş kaybolduğun irkildim. Gözlerim ürkekçe onu bulurken iki elini de yüzümün yanlarına koydu. "Zihnine bariyer yaptığımda ben dahil kimse oraya erişemeyecek."

 

"Nasıl oldu da kendinden ödün verdin?(!)" dedim şakayla karşılık imayla.

 

Hafifçe ellerini yanaklarıma bastırdığında dudaklarım öne çıkarak o şeklini aldı. "Konu sensen eğer, o zaman kendimden ödün veririm." Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. "Şimdi tılsımı yapalım."

 

Dudaklarından fısıltılar dökülürken gözlerini kapattı. Onunla birlikte bende gözlerimi kapattım ve tılsımın bitmesini beklemeye başladım. Fısıltılar kesildiğinde gözlerimi aralamak üzeydim ki alnımın üzerinde sıcak ve yumuşak dudaklar hissetmemle vücudum taş kesildi.

 

Dudakları alnımdaydı.

 

Beni alnımdan öpüyordu.

 

Sıcaklık kesilip dudakları tenimden ayrıldığında araladım gözlerimi. Dudaklarında minik bir tebessümle beni izliyordu. Sanki gözlerinde minik parıltılar vardı. Ellerini yüzümden çekti ardından sağ elini alnıma yasladı. Kendi kendine sessizce mırıldanırken onu duymaya çalışıyordum.

 

"Uykun var mı?" Aslında uyanalı fazla zaman geçmemişti ancak şu an gözlerimi kapatsam uyuyacak vaziyetteydim. Sanki o da bu soruyu bilerek sormuştu. Ağır ağır başımı salladım tam o sırada bi esneme de ağzımdan kaçmıştı. Gülümseyerek elini bana doğru uzattığında kaşlarımı çattım. "Gel buraya."

 

Beni oturduğu taşa çağırdığında gözlerimi ovuştura ovuştura paytak adımlarla yanına gittim. Yere oturmak üzere hareketlenmiştim ki belime uzanıp anında bedenimi kendine çekti. Kucağına düştüğümde dudaklarımdan kısık bir şaşkınlık nidası yükseldi. Yüzünde keyifli bir ifade oluşmuştu.

 

"Ne yapıyorsun?!" dedim şaşkınca.

 

"Uykun yok mu? Uyu işte."

 

"Uyumak için eve gidebilirim!"

 

Gözlerini devirip elini başıma koyarak tam anlamıyla beni göğsüne yapıştırdı. Saçlarım beyaz yumuşak gömleğine değdiğinde yutkunmak zorunda kaldım. Kollarıyla bir bebekmişim gibi beni sardı. Nereden çıkardığını bilmediğim siyah pelerini üzerime örttüğünde alttan bir bakış attım ona.

 

"Uyu Hera. Uyu da güzel gözlerin dinlensin." Bazı cümleler vardır ya hani insanın zihnine kazınır. İşte bu cümlede benim zihnimin duvarlarına kazındı.

 

Gözlerim ağır ağır kapanırken iyice sokuldum ona. Uykuya dalmaya başladığımda tüğ kadar hafif bir öpücük hissettim saçlarımın arasında.

 

༻☾༺

 

Gözlerimi araladığımda oturma odasındaki koltukta yatıyordum. Üzerim örtülmüş şömine yakılmıştı. Sanki hiç bir şey değişmemişti etrafta, bıraktığım gibiydi. Rüyamı görmüştüm? Bir rüya bu kadar gerçek olabilir miydi? Rüya da olsa o sıcaklığı hissetmiştim bu bana gerçekliği hissettirmişti. Belki de o getirmişti beni olamaz mıydı sanki?

 

Uyu Hera. Uyu da güzel gözlerin dinlensin.

 

Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladı yine!

 

"Hera? Uyandın mı?" Araladığım gözlerimi tamamen açıp başımı salladım. Kenardaki odunlardan bir tane alıp ateşi karıştırdı. "Şömineyi ne ara yaktın ki?" diye sorduğunda gözlerimi belerttim.

 

Rüya değildi.

 

Cevap vermeden doğruldum. "Sen neredeydin?"

 

"İlaç almaya gittim kasabaya." Bez bir çantadan minik şişeler çıkarıyordu konuşurken bir yandan.

 

Her birinin üzerine kağıt yapıştırılmış latince cümleler yazıyordu. En küçüğünü alarak yanıma geldi Hale. Bir elinde de su vardı. İçerisinde soluk kırmızı bir sıvının olduğu şişeye bakarken yüzümü buruşturdum. Şuruplardan küçükken nefret ederdim ama halam hep zorla içirirdi. Hale'nin itiraz istemeyen bakışlarına bakılırsa o da zorla içirecekti.

 

"Hiç yüzünü buruşturma Hera hala ateşin düşmemiş."

 

Şişeyi elime tutuşturduğunda isteksizce tıpasını çıkarıp kafama dikledim. Ne kadar çabuk o kadar iyiydi sonuçta. Ardından uzattığı suyu da bir kaç yudumda içtim. Neyseki ilacın tadı düşündüğüm kadar kötü değildi ancak iyi de denilemezdi... İdare ederdi işte, kötünün iyisi denilebilirdi.

 

"Bu biraz daha iyi gelir." Doğrulup pencereye yanaştı. "Nenem neden gelmedi ki hala?"

 

"İşi çıkmıştır belki?" dedim iyimser olmaya çalışarak.

 

Hale dudaklarını hafifçe dişledi. Canı sıkkın görünüyordu. "Sabah altıda çıkmıştı saat sekize geliyor hava kararmadan önce dönmeliydi." Bir gözü duvardaki saatteydi.

 

Koltuk kenarlarına tutunarak ayaklandığımda şaşkınca bana döndü. Zoraki bir gülümsemeyle baktım. "O halde onu aramaya çıkalım."

 

Anında itiraz etti. "Hayatta olmaz daha ayağa zor kalkıyorsun!"

 

Ellerimi hemen koltuktan çektim. "Yoo turp gibiyim ben bak!" Yüzümü buruşturmamak için kendimi zorladım.

 

Hale bir kaç saniye tepeden tırnağa vücudumu inceledi ardından ikna olmamış olacak ki dilini damağına vurdu. "Yok ben yalnız gideceğim."

 

Yanımdan geçmek için hamlede bulunduğunda hemen koluna yapıştım. "Olmaz dışarısı tek başına çıkmak için tehlikeli inat etme işte!" Gözlerimi kırpıştırarak yüzüne yaklaştım.

 

Huysuzca yüzünü buruşturdu ancak yavru köpek bakışlarıma dayanamadı. "Ay tamam yürü!"

 

İçimden sevinç çığlıkları atarken etraftaki kandil ve mumları söndürerek peşine takıldım. Ayak bileğine kadar gelen siyah kapşonlu bir pelerin giymiş ayağına babetlerini geçiriyordu. Beni gördüğünde bir pelerini de bana uzattı. Uzzattığı pelerini geceliğin üzerine giyerken bir saniyeliğine tereddüt ettim.

 

"Üzerimi değiştireyim mi?"

 

Üstümdeki geceliğe baktı. "Gerek yok pelerin kapatıyor zaten."

 

Başımı sallayarak pelerinin önünü kapattım. İpli bir babeti giydiğimde dışarı çıkmıştık. Hale pelerinin kapşonunu kapattığında onu tekrarladım. Kumaşın içinden sıyrılan kızıl saçlarımı hafifçe kulağımın arkasına sıkıştırsam da dakikada bir esen rüzgar tekrar onları özgür kılıyordu. Önümü görebildiğim sürece sorun değildi zaten.

 

Hale cebinden gümüş bir hançer çıkardı. "Ne olur ne olmaz yanında bulunsun ignisleri alt etmekte işe yarar." Kaşlarımı çattım. "Şehirde bir kati olduğuna dair dedikodular yayıldı ve bil bakalım kurbanlar ne durumda bulunuyor? Vücutlarındaki tüm kan içilmiş vaziyette. Ve bunu yapabilecek tek kişi ignisler."

 

"Nasıl yakalanmıyor?"

 

"Kraliyet muhafızları günlerdir arıyor ancak zeki bir katil olmalı ki bir iz dahi bulunmadı. İgnis krallığı ise müdahale etmemekten yana. Piç kuruları." Ağzının içinde homurdandığında duymamazlıktan geldim.

 

Bana verdiği hançeri gizleyerek ilerlemeye başladım. "Geç olmadan gidelim o zaman."

 

Karanlık orman yolunda ilerlerken adımlarımıza çok dikkat etmemiz gerekiyordu. Ay bu gece pek görünmüyor dolayısıyla da ortalık fazla aydınlanmıyordu. Fener gibi bir ışığımız olsa iyi olurdu ya da ben minik bir büyü ile ateşten ışık yapabilseydim ancak böyle minik ve gereksiz büyüler için enerji harcamak istemiyordum. Ne kadar enerjimin kaldığı belirsizdi riske atamazdım.

 

Ancak Hale yapabilirdi. "Hale biraz ışık çıkarabilir misin?"

 

Olumlu anlamda başını sallayıp elini hafifçe kaldırdı. Avucunun içerisinde yanmaya başlayan küçük alevler ile gülümsedim. Artık önümüzü görebiliyorduk ve görünen o ki patikadan çıkmış taşlı yola gelmiştik bile. Artık sokak lambaları tarafından aydınlatıldığımızdan elini indirerek büyüyü bozdu. Saat geç olduğundan bu arka sokakta kimse görünmüyordu.

 

İş saati bittiğinden herkes evlere dağılmış olmalıydı. Yolda ilerledikçe tek tük birileriyle karşılaşıyorduk onların da büyük çoğunluğu askerlerden oluşuyordu. Biraz daha ilerlediğimizde meydanın önüne gelmiştik. Etrafta bir kaç asker vardı özellikle fıskiyenin oradaki adam dikkatimi çekmişti. Yüzü çok tanıdıktı. Diğerlerinden çok daha üst rütbeli görünüyordu ve ben sanırım onu daha önce görmüştüm!

 

Ah tabi ya cadı sarayına ilk geldiğimizde kapıda tartıştığımız adamdı bu ancak bıyıkları uzamış gibiydi. Neydi adı? B ile başlıyordu. Ba-

 

"Barbaros komutanım!" Ah evet Barbaros.

 

Askerin telaşlı halini görünce merakıma engel olamayarak adımlarımı durdurdum. "Ne oldu?" dedi Barbaros kaşlarını çatarak.

 

"Arka sokakta yaşlı bir kadın saldırıya uğramış!"

 

Elinde dumanı tüten sigarayı yere atıp ayağıyla sertçe ezdi. "Gidelim." Bir kaç asker ile uzaklaşmaya başladıklarından arkalarından gitmek için hareketlendim.

 

Hale hemen kolumu yakaladı. "Hera ne yapıyorsun sen?!"

 

"Hemen bakıp döneriz hadi." Kolumu ondan kurtulup çoktan peşlerine takılmıştım. Bizim geldiğimiz yöne doğru gidiyorlardı. Hale arkamdan gelirken bir yandan bana bir yandan kendine kızıyordu. Onlara yaklaştığımızdan işaret parmağımı dudağıma yasladım. "Sessiz ol duyacaklar!" dedim fısıltıyla.

 

Gözlerimi askerlerin olduğu yere sabitledim. Yerde gerçekten bir kadı yatıyordu. Boynundan akan kanı görmek mümkündü ancak yüzü görünmüyordu. Siyah bir pelerini ve bez çantası vardı ancak etrafa saçılmıştı. Zavallı kadın diye geçirdim içimden. Umarım yaşıyordur. Kadının önündeki asker kenara çekildiğinde yüzü görünebilmişti. Tanıdık kızıl aralarına aklar düşmüş saçları gördüğümde duvara tutunmak zorunda kaldım Hale ise olduğu yerden fırlamıştı çoktan.

 

"NENE!" Hale'nin çığlığı ile askerler bize dönmüştü.

 

Barbaros'un yüzünde tamamen şok olmuş bir ifade vardı. Bir Balay neneye bakıyordu bir de Hale'ye. Bu şaşkınlığın nedenini anlamazken bende koşarak yanlarına gittim Hale yerde boylu boyunca yatan Balay neneyi kucağına doğru çekmiş sessizce ağlıyordu. Gözlerim yanmaya başladığında avucumu hızla çarpan kalbimin üstünden göğsüme bastırdım. Ölmüş müydü?

 

Yana düşmüş bileğini dikkatlice avucumun içine aldım. "Ne olur yaşıyor ol..." Parmaklarımı hafifçe yasladım bileğine. Tenime çarpan minik baskılar ile gözlerim kocaman açıldı. "YAŞIYOR!" Diye bağırdım mutluluk gözyaşları yanaklarımdan dökülürken.

 

"Sağlık evine götürün derhal!"

 

Askerler başımıza toplanırken askerlerden biri Balay neneye doğru eğildi. Hale hemen onu kendine çekerken genç asker gülümsedi. "Merak etme dikkatli olacağım." Hale isteksizce kollarını çektiğinde asker Balay neneyi dikkatlice kucakladı. Onlar hızlıca koşarken Hale'yi kaldırıp çekelemeye başladım.

 

Bir iki sokak ileride meydana yakın beyaz bir binanın önüne geldiğimizde içeriden çıkan bir kaç beyaz giyinimli adam sedyeyle dışarı çıktığında asker Balay neneyi sedyenin üstüne bıraktı. İçeri girdiklerinde onları takip etmiştik ancak bir odaya girdiklerinde bizi içeri almamışlardı. Hale göz yaşlarını silmeye çalışırken geçip bir yere oturduk. Sırtını hafif hafif sıvazlayarak ona destek olmaya çalıştım.

 

Tam önümüzde duran cüsse ile ikimizde başımızı kaldırdık. "Şimdi söyleyin bakalım bizi neden bizi takip ettiniz ufaklıklar?" Dedi kollarını göğsünde birleştiren Barbaros.

 

༻☾༺

 

Buraya geleli bir saatten fazla olmuştu sanırım. Barborosu bir şekilde atlatmıştık ancak eminim hala şüpheleniyordu. Muhtemelen krala yetiştirecekti zaten o yaşlı porsuğu hiç sevmemiştim beni hiç tanımamasına rağmen bana karşı tutumu garip ve ön yargılıydı. Onu saraydan çıktığımızdan beri görmüyordum ve bunu istemiyordum da ancak ignis balosunda muhtemelen karşılaşacaktık. Bu evrenden gitmeden önce bizi kandırdığı için o adama da ağzının payını verecektim.

 

Hale kucağımda uyuya kaldığından pek hareket edemiyordum. Ona sakinleştirici bir büyü yapmışlardı çünkü bir ara ortalığı gerçekten fazla karıştırmıştı. Şimdi ise tüm bunları yapan o değilmiş gibi mışıl mışıl uyuyordu. Balay nenenin kapısının önünde iki büyücü asker vardı Barbaros ise yarım saat önce gitmişti. Yani şu an tam anlamıyla yalnız kalmıştım. Başımı duvara yaslamış karşımdaki koltukları inceliyordum. Canım sıkılıyordu bu sağlık merkezi çok sıkıcıydı. Saat geç olduğundan kimse de yoktu. Kızlara haber vermenin bir yolu olsaydı ya da en azından Alar'a...

 

Gözlerimi kapatmış sıkıntıyla ofluyordum ki omzuma dokunan el ile olduğum yerde sıçradım. Elin sahibine doğru döndüğümde beyaz kıyafetli genç bir kadın ile karşılaştım. Turuncu saçlara ve yeşil gözlere sahip kadın mahçupça yüzüme bakıyordu. Sanırım hemşireydi. "Korkuttuğum için çok üzgünüm sadece boş bir odamız var orada kalabilirsiniz demek istemiştim."

 

Kucağımda uyuyan Hale'ye baktım. Büyünün etkisi birazdan geçerdi o zaman belki eve giderdik. " Gerek yok arkadaşım uyanınca eve gideriz." dedim tekrar genç kadına bakarak.

 

Arkamdaki büyücü askerlere baktı saniyelik olarak ardından olumsuz anlamda başını iki yana salladı. "Çok üzgünüm ama komutan hasta uyanana kadar sizi sağlık ocağında tutmamızı söyledi."

 

Tanrı aşkına bu komutan kendini ne sanıyordu?!

 

Komutan?

 

Kendi kendime göz devirdim. "Komutanın neye dayanarak bizi burada tutacakmış?(!)"

 

"İnanın ki bilmiyorum."

 

Kıza daha fazla yüklenmek istemedim belli ki o da emirlere uymak zorundaydı. "Oda nerede?" Saatlerdir uyumama rağmen hala uykum vardı üstelik Hale'nin de böyle yatmaktan beli ağrıyabilirdi.

 

Yüzünde minik bir gülümseme oluşurken iki kapı ilerideki odayı gösterdi. "Orasını ayarladım. Askerlere söyleyeyim de uyuyan hanfendiyi taşısınlar."

 

O askerlere söylerken bende oturduğum yerde doğruldum. Askerlerden biri dikkatlice Hale'yi alıp ilerlemeye başladığında bende peşlerinden yürümeye başladım. Vücudum hafiften uyuştuğundan yürürken biraz gerilerinde kaldım. Girdiğimiz oda klasik bir hastane odasına benziyordu, iki yatak ve dolap vardı ancak burada teknolojik hiç bir ürün yoktu çünkü o cihazlarla yapılabilecek her şeyi büyüyle ve tılsımla halledebiliyorlardı. Asker Hale'yi yatağa bıraktı hemşirede onun ardından üstünü örttü. Her ikiside bana minik bir baş selamı verdikten sonra odadan çıktı.

 

Onlar çıktığında rahatlamış şekilde pelerinimi çıkarıp Hale'ninki ile birlikte askılığa astım. Odadaki perdeleri kapatıp fazlalık kandilleri söndürdüm. Baş ucundaki gaz lambasını açık bırakıp yatağa oturdum. Hafifçe gerileyip yatak başlığına yaslanarak dizlerimi kendime çektim. Yan yatakta Hale hala mışıl mışıl uyuyordu ama uyanması yakındı muhtemelen. Belki o uyanana kadar bende biraz kestirebilirdim zaten göz kapaklarımda yavaş yavaş kapanarak beni esir almıştı.

 

Uyku çökmüş bedenimi duyduğum seslerle hareket ettirdim. Hafifçe gözlerimi ovuşturup etrafa baktım, Hale odada değildi. Dışarıdan gelen bağırış seslerine bakılırsa çoktan uyanmış ve ortalığı karıştırmaya başlamıştı bile. İsteksizce yataktan kalkıp saçımı ve geceliğimi düzeltip adımlarımı hızlandırarak dışarı çıktım. Ne düşündüğümü bilmiyorum ama kesinlikle karşısındaki krala öfkeyle bağıran Hale'yi görmeyi beklemiyordum. İki asker onu zar zor zapt ederken o öfkeyle bağırıyor kral ise tek kelime etmeden duruyor.

 

Orada durup izlemeye bırakıp Hale'nin yanına koştum, "Hale!" Etrafındaki askerlere öfkeyle bakıp onları ittirip Hale'nin beline sarıldım. "İyi misin?" diye sordum endişeyle. Yüzü sinirden kızarmıştı.

 

Gözlerini kraldan ayırmadan, "İyiyim, bu herif giderse daha iyi olacağım." dedi tiksintiyle. Eh biraz daha saygılı bir yaklaşım bekliyordum ama kralda bunu önemsememiş gibi görünüyordu.

 

"Balay hanımı kontrol ettikten sonra gideceğim." Dedi kapı koluna uzanırken.

 

Hale'yi tutamadım, aniden kralı ittirdi. "Hayır kontrol falan etmeyeceksin sen git yalanlarla kandırdığın halkını kontrol et!"

 

"Hale-" Diyerek ona yaklaştı.

 

"DEFOL GİT!"

 

Etrafta ki çalışanlar ve askerler gibi bende bu manzarayı şokla izliyordum. Hale'nin onun karşısında bu kadar rahat olması ve kralın ona sesini bile yükseltmeyişi beni oldukça şaşırtmıştı. Kral üzgün gözlerle bakıp arkasını dönerek uzaklaşmaya başladığında ise gözlerimin büyümesine engel olamadım. O ve askerleri uzaklaştığında Hale yavaş yavaş nefes almaya başlamış kendine gelmiş gibiydi. Etraftaki görevlilerde uzaklaştığında Hale'yi oturtup ona doğru eğildim.

 

"Şimdi daha iyi misin?" diye sordum tedirgince. Az önce gerçekten çok korkunç görünüyordu bir daha kesinlikle onu sinirlendirmeyecektim. Bunu aklıma kesinlikle kazımıştım.

 

Derin derin nefeslenirken başını salladı. "İyiyim iyiyim. Nenemin yanına gidelim artık."

 

Balay nenenin kaldığı odaya girmeden hemşireye haber verdim bu sırada Hale çoktan içeri girmişti. Balay nenenin yattığı yatağın kenarına oturup elini iki elinin arasına alıp minik bir öpücük kondurdu. Gülümseyerek karşısına - Balay nenenin öbür yanına- oturdum. Hasta yatağında oldukça huzurlu görünen Balay neneye bakarken içim burkuldu. Ona bunu nasıl yapmışlardı? Kendi halinde yaşlı bir kadına neden saldırırdı ki insan? Gerçi onlar insan değil canavardı.

 

Hepsi mi?

 

Kendi kendime göz devirdim. Balay nenenin serum olan kolunda hafifçe parmağımı gezdirmeye başladım. Hemşirenin söylediğine göre durumu iyiydi ama çok kan kaybetmişti bu yüzden kan takviyesi bitene kadar kalması gerekiyordu henüz uyanmamıştı da zaten. Uyandığında çıkabilirdik ama en çok Balay nenenin ne gördüğünü merak ediyordum. Ona saldıran kişi kimdi? Şu an herkes uyanmasını bu cevap için bekliyordu.

 

Hale ile yalnız kalmaları adına odadan çıktım. Biraz da hava almaya ihtiyacım vardı, bu duvarlar beni boğuyor üstüme üstüme geliyordu. Dalmış olacak ki Hale'de çıktığımı fark etmedi. Sessiz sedasız binadan çıkıp bahçeye girdim. Etrafta pek kişi yoktu hava karardığından dolayı olmalıydı. Duvara yaslanıp bir kaç dakika gözlerim kapalı orada durdum. Arkamdaki duvardan gelen konuşmaları duyana kadar kapalı olan gözlerimi açtım. Sesler iki erkeğe aitti daha önce duyduğumu sanmıyordum. Ancak biri tanıdıktı, çok tanıdık.

 

"Aptal nasıl böyle bir işe bulaşırsın?!" Bu ses oldukça tanıdıktı.

 

Karşı taraf oldukça rahat bir cevap verdi. "Kötü bir şey yaptığımı düşünmüyorum sonuçta bu bizim doğamızda var beni suçlayamazsın." Bir dakika şehirdeki seri katil bu adam olabilir miydi.

 

"Saçma saçma konuşma sen bu şekilde işlere bulaşmazsın söyle kim senden istedi bunu?" Tanrım düşündüğüm kişi olmasın lütfen!

 

"Saçmalıyorsun kimse benden bir şey istemedi!" Artık karşıdaki adam ona nasıl baktıysa derin bir nefes verdi. "Kral, Hadar biraz cadı şehrinde olay çıkarmamı istedi ama öldürdüğüm kişiler iyi cadı ve büyücüler değildi masum olanlara zarar vermeyeceğimi biliyorsun!"

 

Merakıma daha fazla engel olamayarak hafifçe eğilerek duvarın arkasına baktım. Tanıdık dağınık siyah saçlar ve ilüzyon olduğunu bildiğim mavi hareleri gördüğüm an omuzlarım hayal kırıklığı ile çöktü. Oydu, tahmin ettiğim gibi her kötü işin altından o çıkıyordu. Alar Farzin bir kez daha ondan beklediğimi yapmıştı.

 

BÖLÜM SONU

 

instagram hesaplarım;

 

@hatedogru

 

@vaerosass

 

 

Loading...
0%