Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1.Lanet Ve Gerçek

@vaerosas


Beşinci Yüzük Serisi 1 - Hecr


"LANET VE GERÇEK"

RUELLE-GAME OF SURVİVAR

"Suçluluk ağır bir yüktür, Yaşlı Cadı, dedi. Hayatına devam etmek istiyorsan arkanda bırakmak en iyisi."

༻☾༺


Karanlık bir odanın içinde nefes alıp veriş seslerimiz duyuluyordu. Odadaki tek ses bu iken mumlardan biri söndü. Sönen mum Nesli'nin mumuydu. İlk onunki gelmişti. Ardından ikizlerinki söndü ikinci de onlar olmuştu. Onlardan sonra üçüncü ve dördüncü mum da söndü. Bu mumlar Açelya ve Ilım'ın mumlarıydı. Geriye sadece benim mumum kalmıştı, her zaman olduğu gibi.


"Bu sefer olacak Hera artık yaşımız geldi olmamasının imkanı yok." dedi Nesli güven verircesine. Olmayacağını o da biliyordu ama benim aksime umut etmeyi bırakmıyordu. Umudunu kırmamak için başımı sallayarak tekrar denedim.


"Afferte mihi spiritum sanctum. Et redime animas nostras." Bana kutsal ruhu getir, Ve ruhlarımızı kurtar.


Dudaklarımın arasından çıkan kelimelerden sonra odanın perdesi uçarak açıldı. Rüzgar içeri girip mumu söndürdü ve ardından diğer mumların üstünde gezinerek onları tekrar yaktı. Bu durum karşısında kızlar da bende şaşırmıştım çünkü bu ayini her yaptığımızda herkesin mumu söner ama benimki sönmezdi. Ama bu sefer benim mumumda sönmüştü üstüne diğerlerininkini yakmıştım. Ama bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi pek emin değildim.


"İnanamıyorum bu iyi bir şey değil mi?" diye sordu Açelya aklımı okumuş gibi.


"Emin değilim." dedim kısık sesle. Ben bile kendimi zor duymuşken onların duyup duymadığından emin değildim.


"Bence bunu Gülnihal Neneye soralım o bizden çok daha yaşlı ve bilge." diyerek doğru bir fikir ortaya atan Ilım olmuştu.


Bu söylediğinden sonra hepimiz başımızı sallayarak mumları söndürmüştük. Kulübenin içinden çıkıp hepimiz gaz lambalarımızı alarak ormanın içinde yürümeye başladık. Aramızda çoğu zaman kelimelere ihtiyaç duymadan anlaşırdık bu da o anlardan biriydi. Ilım hepimizin aklına yatan bir fikir ortaya atmış ve biz de onu takip etmiştik.


Bu tarz sesli büyüleri ormanın içindeki bu kulübede yapardık çünkü eğer köy halkı bizim yaşadığımızı öğrenirse kim olduğumuzu bile dinlemeden bizi hapis evrenine yollarlardı ve bu iyi olmazdı. İgnis dediğimiz kan emen ve ateşten kanatları olan yaratıklar o evrenden kaçardı ve eğer kaçarlarsa halkın dediği gibi Tanrı bizi onlardan korusun.


"Evin ışıkları yanıyor demek ki hala uyumamış." dedi Nesli evin önüne geldiğimizde fısıldayarak.Başımı sallayarak kapıyı çaldım. İçeriden tangır tungur sesler gelmeye başladığında kaşlarımı çattım.


Bir iki dakika geçmesine rağmen kapı açılmadığında tekrar tıkladım. Beş dakika geçmesine rağmen kapı açılmadığında artık iyice sabırsızlanarak elimi Nesli'ye uzattım.


"Bir iki dakika daha mı beklesek acaba?" diye mırıldandığında göz devirerek elini avucumun içine aldım.


"Bekleyecek vaktimiz yok neredeyse sabah olacak evdekiler uyanmadan geri dönmeliyiz."


"Resera!" Kilidi açık! Kapı açıldığında ellerimizi çözdük. Tam kapının önünde duran Gülnihal Nene bize kızgın bakışlarını gönderirken gülümsedim.


"Kızlar sizi uyarmadım mı dışarıda büyü yapma konusunda?(!)" dedi yapmacık olan bir kızgınlıkla. Ama Havi bunun sahte olduğunu anlamamış gibi görünüyordu ki telaşlanmıştı.


"Senin için endişelendik Gülnihal Nene. İçeriden takırtılar gelince..." diyerek savunmaya geçen Havin'in sözünü kesen Gülnihal Nenenin kahkahasıydı.


"Ay şaka yapıyorum kızım geçin içeriye hadi hava soğuk üşümeyesiniz." En önde ben arkamda kızlar ile içeriye girdik. Gülnihal Nenenin küçük salonundaki minderlere yerleştiğimizde o da karşımıza oturdu. "Söyleyin bakalım sizi gece gece hangi rüzgar attı buraya?" Kızlar bana doğru döndüğünde Gülnihal Nene de bana doğru dönmüştü. "Hera?"


Kızlardan ses gelmeyince Gülnihal Neneye baktım, "Bildiğin gibi bugün aramızdan son kişi yani Ilım yirminci yaşına girdi bu yüzden biz yine o büyüyü yaptık ve onların ruhları her zaman olduğu gibi geldi. Bu sefer benim büyümde de bir şey oldu farklı bir şey..." dedim sonlara doğru kısılan sesim ile.


"Evet Hera ne oldu?" diye sordu Gülnihal Nene merakla.


"Mumum söndü ama garip bir şekilde kızların sönmüş mumlarını yaktım." Gülnihal Nene bir saniyeliğine şaşırdı hemen sonra gözlerini hepimizde gezdirip tekrar bana baktı.


"Bunun ne demek olduğunu merak ediyorsunuz değil mi?" diye sorduğunda aynı anda başımızı salladık. "Aslında gerçeği söylemek gerekirse ben de ne olduğunu bilmiyorum Hera. Ama buna benzer olayı biri daha yaşamıştı." dedi ve tekrar sustu.


"Kim?" diye sordum merakla.


"Annen." Annem.


"Nasıl yani onlar da mı büyüyü yapıyordu? Ve neden?" diye sordu Nesli.


"Ruhlara ulaşmak isteyen tek siz değilsiniz." Balay Nene göz kırptığında kafam iyice karışmış kaşlarım çatılmıştı.


"Peki aynı şeyi sadece annem mi yaşadı?"


"Hayır büyükannen ve onun annesi de aynı şeyi yaşamış. Tabi ben bir tek büyükanneninkini gördüm." dediğinde bu sefer hepimiz şaşırmıştık.


"Y-yani bu bir çeşit lanet mi?" Nesilden nesile aktarılan sorunlar buralarda genellikle lanet olarak görülürdü.


"Bilmiyorum Hera ama sadece lanet olduğunu sanmıyorum. Hatta lanet olduğundan bile emin değilim. Ailen meclisin en güçlüsü olarak bilinen ay cadılarındandı ve sahip oldukları güç de oldukça büyüktü. belki de bu yüzden bile olabilir." dedi. Kafam iyice karışmaya başlamıştı. Tamam sihir yaparken hep sorun yaşardım ama bu ilk kez olan bir şeydi ve aynı şeyleri ailemden gelenlerinde yaşamış olması kafa karıştırıcıydı.


"Anlayamıyorum." dedim açıkça bunu belirterek.


"Çok normal kızım saat gecenin dördü ben de anlamıyorum! Gidip evlerinize uyuyun ben yaşlı bir kadınım uykuya ihtiyacım var ve siz genç cadılarında öyle!" Bizi güzelce azarlayıp gönderdiğinde hiç birimiz sesimizi çıkarmadık. Yine kendim hakkında bir şey öğrenmeye çok yaklaştığımda beni geçiştirmişti ve ben yine kafamdaki bilinmezlerle kalakalmıştım. Doğrudan kasabanın içine girip evlerimize dönmek üzere ayrıldık.


Nesli ve ben büyük halamızın evinin önüne geldiğimizde onları uyandırmamak için anahtarla kapıyı açtık. Ses çıkarmamaya dikkat ederek odamıza gittiğimizde kapıyı sessizce kapattım. Artık rahat olabilirdik.


Üstümdeki montu çıkarıp bir kenara fırlattıktan sonra kendimi yatağıma atıp gözlerimi tavana diktim.


"Ne düşünüyorsun?" diye sordu Nesli kendi yatağına geçip otururken.


"Çok fazla şey düşünüyorum." dedim kısaca. Onları ben bile sıralayamazdım.


"En çok hangisini düşünüyorsun peki?"


"Laneti,annemi... "Gülümsedim.Ama bu gülümsemenin mutlulukla uzaktan yakından alakası yoktu. "Merak ediyorum,neden gelmedi yıllarca? Her çağrı yaptığımızda sizin ruhlarınız geldi ama benimki gelmedi. Acaba benim için ruhunu feda ettiğine pişman mı?"


"Hera! Söyleme öyle.Gülnihal nine annelerimizin bizi ne kadar sevdiğini anlattı yıllarca. Bizim için ruhlarını feda etti onlar."


"Bizim için değil." dedim ona boş boş bakarken. "Kasaba halkını kurtarmak için."


"Bunu bilemeyiz." dedi Nesli umutsuzca başını iki yana sallarken.


"Sorun da bu Nesli biz hiç bir şey bilmiyoruz! Gülnihal Nene bize sadece kesit kesit bilgi veriyor gerçeği söylemiyor!"diye bağırdım. Nesli parmağını dudağına koyup susmamı işaret ettiğinde elimi sallayarak mor duman şeklinde görünen büyümü evdekilere gönderdim. Bu onların bizi duymadan mışıl mışıl uyumasını sağlayacaktı.


"Dışından kelimeleri söylemeden büyü yapabiliyorsun..." dedi Nesli şaşkınlıkla giden büyüme bakarken. "Bana neden söylemedin?"


Yüzüne karşı ona güvenmediğimi söyleyemeyeceğim için, "Çünkü siz benim hasarlı olduğuma çoktan kanaat getirmiştiniz bende söyleme gereği duymadım." dedim düz bir tonla.


"Hera...yanlış düşünüyorsun." diyerek anında savunmaya geçtiğinde sırıttım.


"Boşver Nesli bir de benim saçma sapan düşüncelerimle mi uğraşacaksın." Elimi ışığa doğru savurup yorganın altına girdim. Kafama kadar çektiğim yorganın altında gözyaşı dökerken Nesli'nin iyi geceler diye mırıldandığını zar zor duyabilmiştim.


༻☾༺


Kabuslar her zamanki gibi tüm gece peşimi bırakmamıştı. Yüzüme vuran gün ışığı ile kan ter içerisinde uyandım. Nesli yatağında yoktu benden önce kalkmış olmalıydı. Sabahları erken kalkıp enerjisini toplamak için meditasyon yapıyordu ve bundan hiç memnun değildi. Keşke benim enerjimde biraz az olsaydı da bende yapsaydım ama aptal enerji çok çok fazlaydı.


Yataktan kalkıp parmağımı şıklatıp üstüme rahat gri bir eşofman altı ve aynı renk bol gri hırka giydim. Tabi ki normal insanlar gardroplarından kıyafet seçip elleriyle giyerdi. Ama ben bir cadıydım ve tabiki bunun avantajlarını kullanacaktım elbette. Bugün tüm gün evde yatıp pineklerdim muhtemelen bu yüzden eşofman takımı idealdi.


Kızıl saçlarım dalga dalga omzumdan aşağı dökülürken dudağımı büzerek aynadaki görüntüme baktım. Güzel bir yüzüm vardı. Hiç görmediğim annem ve babamın genleri iyi olmalıydı bu yüzden sanırım onlara teşekkür edebilirdim. Bir yıldız kadar parlak bir ay kadar yalnızdım. Sanırım ay ve yıldızların beni seçme sebebi buydu. Onlara benziyordum. Güneş ayı terk edip dünyasına dönmüştü ben ise annem tarafından terk edilmiştim.


"Drama yapma Hera." diyerek kendime gözlerimi devirdim. Bu aynanın karşısında fazla kalmakda benim için iyi değildi. Zihnimdeki şeytanlar bir yılan gibi kıvrılarak işliyordu.


Odadan çıkıp mutfağa girdim. Halam her sabahkinin aksine asık bir suratla kahvaltı hazırlıyordu. "Hala?" Sesimi duymasıyla irkildi ve neredeyse patates tabağını düşürecekken bunu engelledim."Prohibere."


"Ah Hera korkuttun beni kızım." dedi tabağı masaya bırakırken. Neyseki minik büyümü fark etmemişti. Anlaşılan bugün gerçekten çok dalgındı.


"Bir sorun mu var hala fazla dalgınsın?"


Yanıma doğru yaklaşıp, "Bugün o gün kızım." dedi fısıltıyla.


"Hangi gün noel mi o bir kaç ay önce değil miydi?" dedim alay ederek.


"Bugün onlar gelecek Hera. İgnis'ler..." İgnisler...isimlerini latincedeki ateş kelimesinden almalarının nedeni ateşten kanatları olmasıydı ve yıllardır bir tanesi bile görülmemişti. Hepsi bildiğimiz üzere hapis evrenindeydi ama şimdi ne değişmişti?


"Onları hapis evrenine kapattınız sanıyordum?"


"Cadı kapattı evet ama onlarla anlaşma da yaptı. Yirmi yıl sonra o altı cadıyı bulmak için bir günlüğüne bir kaçı dünyaya gelebilecek. Keşke keşke onlar gelmeden önce biz bulup öldürebilseydik ama yok kimse bulamadı..." Halama merakla bakan gözlerim şimdi kırgınlık içerisinde yere bakıyordu. Lanet olsun o cadılar bizdik! Eğer bizi bulamazlarsa masum insanları öldüreceklerdi. Buna göz yummak isterdim ancak içimdeki aptal iyi niyetli cadıya engel olamıyordum.


"Anlıyorum benim kütüphanede bir kaç işim var hemen dönerim hala." diyerek üzerime siyah şişme montumu alıp evden çıktım. Halam arkamdan bağırsada umursamadım çünkü şu an daha önemli şeyler vardı.


Sokaklardan geçerken etrafta birileri varmı diye kontrol ettim neyseki kimse yoktu. Farkettirmeden Gülnihal Neneye çaktırmadan aldığım tozları evlerin etrafına serptim. Bu tozları ormanın başına kadar döküp orada büyü yapacaktım ve böylece o evlere hiç bir yabancı giremeyecek ve insanlar güvende kalacaktı. Oldukça basit bir bariyer büyüsüydü ve benim bir gün boyunca bariyeri tutacak kadar enerjim vardı.


Ormanın başına geldiğimde durdum ve bariyeri kapattım ardından büyülü tılsımları sessizce söylemeye başladım,"Sit eos esse tutum intus.Sit eos tutis mali sunt." İçeride güvende olmalarına izin verin. Güvende olsun onlar şeytandan. Mor bir ışık tozların üzerinden geçip onları görünmez kıldığında kendimi toparlayıp ormandan çıkmak üzere arkamı döndüm.


Ama arkamı döndüğüm an sert bir gövdeye çarparak neye uğradığımı şaşırmıştım. Başımı kaldırıp baktığımda mavi bir çift gözle karşılaştım ama o gözler bir anlığına kızıllaştı ve sonra eski haline döndü. Şaşkınlık ile ona bakarken dolgun dudakları iki yana kıvrıldı.


"Kayıp mı oldun küçük cadı?(!)" Sesindeki alay ve gözlerindeki tehlikeli parıltıya rağmen karşısındaki duruşumu bozmadım.


"Bir insan için fazla bir özgüven az önce gördüklerini sana unutturmam kaç saniye mi alır iki-üç?" dedim aynı alayla dolu ifadeyle. İnsan olmadığını fark etmiştim ve bunu ona itiraf ettirmenin en iyi yolu buydu.Oltama düşerek gür bir kahkaha attı.


"Kim demiş insan olduğumu?(!)" diyerek yüzüme doğru eğildi.


"Prohibere." Durdurmak. Alayla bakan yüzü düşerken ellerini oynatmaya çalıştı. Tabi bu boş bir çabaydı. "Boşuna uğraşma İgnis bu dondurma büyüsünden kaçamazsın." dedim şirin şirin gülümseyip. Bu Gülnihal Nenenin kitaplarını karıştırırken bulduğum yararlı ve güçlü basit bir büyüydü.


"Sanırım seni hafife almışım ha? İgnis olduğumu nasıl anladın bakalım?" Ona yaptığım büyüye rağmen benimle alay etmeye devam etmesi sinirlerimi iyice bozmaya başlıyordu.


"Beni hafife almaya devam ediyorsun ama daha gözlerindeki kızıl parıltıyı saklayamıyorsun."


"Belki de senin gibi bir cadıyla karşılaşabileceğimi düşünmemişimdir?" Değişen bakışları yüzünden bir an donup kalsam da ondan biraz uzaklaşmanın iyi olabileceğini akıl edebilmiştim.


Kendimden emin bir şekilde duruşumu dikleştirdim. "Buraya ne için geldiğini biliyorum ama amacına ulaşamayacaksın diğer arkadaşlarım evlerinde güvende ve-"


"Hera!" Ah Tanrım gerçekten mi?!


"Ne diyordun Hera?(!)" Alayla bakan kızıl gözlere karşılık gözlerimi kocaman açarak şaşkınlıkla ve öfkeyle arkamı dönerek güvende olduklarını sandığım beş arkadaşıma döndüm.


"Neden evden çıktınız sizi koruyacak büyüyü bile yapmıştım?!Kıçınızın üstüne neden oturamıyorsunuz?!" dedim bağırarak. Onları koruyabbilmek için kendimi tehlikeye atmayı bile göze almıştım ancak hepsi boşa gidecekti şimdi.


Nesli anında öne çıktı, "Çünkü hep aynı şey Hera kendini tehlikeye atarak bizi güvende tutamazsın birbirimize ihtiyacımız var!" dedi o da benim gibi bağırarak.


"Bu şeyin önünde seninle kavga etmeyeceğim?" Gösterdiğim yere bakıp İgnisi gördüklerinde anlamayarak incelemeye başladılar.


"Erkek arkadaşınla buluşacağını söyleseydin endişelenmezdik Aykız.(!)" Bunu söyleyen ikizlerin pozitif olanı Havin'di. Havin sırıtıtken arkamdan da bir gülme sesi gelmişti.


"Başladı yine saçmalamaya!" Ilım gözlerini devirerek yanıma doğru geldi. Dondurduğum İgnis'e dikkatle bakmaya başladığında onun da ne olduğunu farkettiğini anladım. "İgnis...bunun ne işi var burada?!" Eliyle İgnis'in boğazını kavradığında elindeki ısı sinirlendiği için doğrudan onun boğazını yakıyordu. İgnis'in zar zor çıkardığı inleme ile Ilım'ın elini sertçe çektim.


"Ne yapıyorsun öldürecek misin onu?!"


"Gerekirse evet!" Yüzüme karşı bağırmıştı ama umursamadım.


"Ben öldüremem kan tutuyor beni..." Açelya Havin'in eteğinin arkasına saklanıyor ve korkuyla İgnis'e bakıyordu. Onun birini bırakın öldürmeyi zarar bile veremeyeceğini biliyordum aynı Ilım'ın da öldüremeyeceğini biliyordum. Çünkü insanlar en yakın arkadaşlarını tanırlardı değil mi? Cadı olsalar bile.


"Ona bir şey yapmayacaksın Ilım tamam mı?" Başı aşşağı inerken bir kez daha tekrarladım, "Tamam mı?" Bu defa çok daha sert çıkmıştı sesim. Ilım isteksizce elini çekip geri çekildi.


"Tamam..." Gülümsedim ve tekrar İgnis'e döndüm. Elbette yüzümde gülümseme olmadan.


Boğazında yanık izi çıkmıştı. Ne kadar korkunç yaratıklar olsalarda canı acıyora benziyordu. Ellerimi yarasının üstüne bastırdığımda inlemişti ama umursamadan parmaklarımın arasından yarasını üfledim.


"Salutem." Sağlık. Sıcak nefesim boynunu okşayarak yaranın üzerine süzüldüğünde yara az da olsa hafiflemişti. Yara izi tam olarak geçmese de acısını almıştım. Canının acısı yüzünden kan ter içerisinde kalan yüzünü kaldırıp yüzüme baktı. Gözlerinden garip bir ifade geçerken bir anda soğuk elini bileğimde hissettim. Ne olduğunu anlamayarak gözlerim kocaman açılırken büyümü bozduğunu fark ettim.


"Teşekkürler cadı... ve kusura bakma." Daha ne olduğunu anlayamadan etrafımızı kara gölgelerle sarılmıştı. İgnis'in yüzünde bir sırıtış belirdiğinde durumu o zaman anlamıştım. Oyuna getirilmiştik. Büyük bir oyuna.


"TOPLANIN!" Zorda olsa kendimi kurtarıp Ilım'ın elini tuttum. Ellerimizin buluştuğunu çıkan ışık ile anlamıştım ama gözlerimi fazla açık tutamadığım için diğerlerini görememiştim.


Etrafımızdan yüksek sesle büyü sesleri geliyordu. Eski bir dildi bu yüzden anlayamıyordum. Ya da cadıların kullandığı büyülerden değildi.


Büyüyü anlamaya çalışırken birden üzerime çöken yorgunlukla dinlemeyi bıraktım. Gözlerim ağırlaşmaya başlıyor beni derin bir uykuya çekiyordu. Uyumadan önce ise tek hatırladığım sarsıldığımdı.


༻☾༺


Yoğun sıcak yüzünden ter içinde uyanırken hemen doğruldum. En son yaşadıklarımız zihnime doluyor ve ne yaşadığımı hatırlatıyordu. O İgnis bizi farklı bir yere getirmişti. Kırmızı duvarlara sahip bir odanın içinde tek başımaydım. Ne Ilım vardı ne de diğerleri.


Yataktan kalkarak odadaki küçük camın yanına gittim ve dışarıyı görmeye çalıştım.Hava kararmıştı ve dışarısı çok görünmüyordu.Bu yüzden kapıya doğru gittim ve kapı kolunu indirdim.Sandığımın aksine kilitli değildi.Bunun bir tuzak olabileceğini düşünerek dikkatlice kapıyı açıp odadan çıktım.Çıktığım an en az o da kadar kırmızı bir koridor beni karşılamıştı.Aynı çıktığım oda gibi beş kırmızı kapılı oda vardı.


Beş sayısı aklıma kızları getirdiğinde yan odanın kapısını açtım ve hızla içeri girdim.Ama sandığımın aksine kızlardan biri yoktu.Aksine görmeyi hiç istemediğim o İgnis vardı.


"Günaydın cadıcık kış uykundan kalkmışsın." Sırıtarak yatakta yatıyor ve bana doğru bakıyordu ve maalesef üstü çıplaktı...


Yutkundum, "Arkadaşlarım nerde?" dedim ve ekledim, "İğrenç yaratık!"diye bağırdım.


Kahkahası büyük odada yankılanırken şaşkınlıkla ona baktım.Neye gülüyordu bu yaratık.


"Yaratık bir de iğrenç ha?(!)" dinmeyen kahkahaların arasından zar zor konuşup sonra tekrar kahkaha attı. "Daha güzel şeyler demeni beklerdim cadıcık."dedi tekrar alayla.


Aynı onun gibi sırıttım, "Daha güzel şeyler sana uymuyor hem bak tam yakıştı sana bu isim.Hem iğrençsin hem de yaratıksın yalan mı?" dedim.


Yerinden doğrulduğu gibi saliseler içerisinde karşıma gelmiş ve aramızda sadece birkaç santim bırakacak kadar yaklaşmıştı.


"Yaratık öyle mi?"


"Hem de iğrenç olanından!" diye ekledim.


"Bencede bir yaratık olabilirim küçük cadı ama asla iğrenç bir yaratık olmadım bunu sen de anlayacaksın." dedi sanki bana kabul ettirmeye çalışır gibi.


"Hiç sanmıyorum." dedim onun tam aksine inanmayarak.


"Burada çok kaldık tabi ben şikayetçi değilim ama..." diyerek göz kırptı. "...seni ve arkadaşlarını bekleyen biri var." diye de ekledi.


Arkadaşlarımdan bahsettiğinde kaşlarım çatılırken bekleyen biri olduğunu söylediğinde içten içe içimi bir merak kapladı.


O üzerine beyaz bir gömlek giyip bileğimi tutup beni odadan koridora çıkarırken ses çıkarmamanın nedeni de bir şeyleri anlamaya çalışıyor olmamdı.Koridorda yürürken kolumu elinden çektiğimde dudağının kenarı kıvrıldı.Buna karşılık sadece gözlerimi devirip koridorda yanında ilerlemeye devam ettim.


Büyük sarı bir kapının önüne geldiğimizde kapının önündeki muhafızlar yanımdaki İgnis'e selam verip kapıları açtı.Kapıdan içeri girdiğimizde büyük bir salondaydık.


"Onur konuğumuz da geldi!"Karşımızda altınlarla süslenmiş tahtta oturan genç adam bizim girmemizle ayağa kalkmıştı.İgnis de onu gördüğünde başını eğerek selam vermişti ve bu adamın önemli bir olduğunu göstermişti.


"Hera!"Beni düşüncelerimden ayıran Nesli'nin sesi olmuştu.Kenarıda başlarındaki beş muhafızla hepsi bu tarafa bakıyordu.


"Kızlar!" Onların yanına gitmeye yeltendiğimde yanımdaki adam kolumu tutarak beni durdurdu.


Öfkeyle ona döndüm, "Calidum!" Sıcak!

Bir tılsım yaptım. Eline değen sıcak ile elini kolumdan çekerken ben de kızların yanına koştum. Hepsi aynı anda bana geldiğinde kollarımı gelişi güzel açıp onları sardım. "İyisiniz değil mi?"


"İyiyiz asıl sen iyi misin seni geç getirince endişelendik." dedi Açelya ayrılarak.


"Sorun yok bana bir şey yapmalarına izin vermem."


"Orasını bize gösterdin cadı." Tahtta oturan adam keyifle gülümseyerek konuştuğunda kızlardan ayrılarak ondan tarafa döndüm. "Kimsiniz siz nereye getirdiniz bizi?!" Bağırmamla sesim eko yaparken tahttaki adam hiç bozuntuya vermemişti.


"Sakin ol. Bence nerede olduğunu çoktan anlamalıydın hayatım. İgnis krallığında ve sarayındasın ve karşında da İgnis kralı var." Bu beklemediğim bir şeydi ayrıca kral mı? Kaçıncı yüzyılda olduğumuzu zannediyorlardı?!


"Bizden...ne...istiyorsunuz?!" dedim üstüne bastıra bastıra.


Kral olduğunu öğrendiğim kişinin bakışlarındaki alay yerini farklı bir duyguya bıraktı. "Özgürlük Hera tek istediğimiz bu. Yirmi senedir burada tutsağız ve çıkmak istiyoruz." dedi kral.


"Neden buraya hapsedildiğinizi biliyoruz!" diye bağırdı buna karşılık Hadra. "Hırslarınız ve aç gözlülüğünüz yüzünden buradasınız siz!"


"Peki senin ırkın onları kurtarmak istemez misin cadı?" Kendi ırkımızı tanımıyorduk bile nasıl yardım etmeyi düşünecektik üstelik söz konusu onlarca masum insandı ve bu insanlar kendi ırkımızın aksine tanıdığımız ve sevdiğimiz yakınlarımızdı.


"Size asla yardım etmeyiz." Hadra krala tiksintiyle bakıyordu ama buna rağmen kralın yüzündeki gülümseme oynamamıştı bile.


"Bizi bu yerden hemen çıkarın." dedim sessizliğe karşılık. Buradan hemen çıkmak istiyordum çünkü İgnislerin olduğu bir saray hiçbir cadı için -özellikle de bizim için- güvenli değildi.


"Tabi ki Hera sonuçta siz ve biz aynı tarafta olmalıyız." Ona başka hiçbir şey söylemedim çünkü bence yüzümdeki ifade yeterliydi.


Muhafızlara bir işaret verdiğinde hepsi yanımıza gelip arkamızdan kapıya doğru yürümeye başladı. O salondan çıkıp bir kaç dakika koridorda yürüdükten sonra sarayın çıkış kapısına gelmiştik. Bize hiçbir şey söylemeden kapıyı açtıklarında şaşırdığımı gizleyerek en önde kapıdan çıktım.


Kapıdan çıktığımızda etrafımıza bir tılsım yapılıp duman sarılmıştı. Aynı bizi buraya getirdikleri büyüye benziyordu ama bu sefer uyumamıştık ve bir saniye içerisinde gerçekleşmişti. Sarayın etrafındaki kırmızı duvarlar gitmiş yerini yeşil ağaçlar almıştı.


"N-nereye geldik?" Bunun cevabını hiç birimiz bilmiyorduk.


İgnis sarayında İgnis kralının karşısına geçmiştik. Balin'de hiç İgnis yoktu ve bu da demekti ki Balin'de değildik. Biz...


"Hapis evrenindeyiz."


༻☾༺


Sorunlu olmak her alanda zordu. Ve eğer arkadaş ortamında sorunlu kişiyseniz hayat çok daha zor hale gelirdi.


Damarlarımda akan kan güçlü olduğumu haykırıyordu ama buna rağmen çoğu büyüm hatalı olurdu. Her zaman. Toplu büyülerde büyüm sektiği zaman kızların hayal kırıklığı içerisinde bakan gözlerini hiç bir zaman unutmadım,unutamadım. Her büyüde geride kalıp onları izledim onların başarılarını.


Şimdi bu ormanın ortasında yine onların toplu büyüsünü izliyorum. Mekan farklı ama durum hep aynı.


"Olmuyor." dedi Havin ellerini serbest bırakıp. Yer bulma büyüsü yapmaya çalışıyorduk ama nerede olduğumuzu bilmiyorduk bile. Harita olmadan yer büyüsü yapmak zaten bana göre boş bir çabaydı. Bildiğimiz tek şey hapis evreninde olduğumuzdu ve kül kokusu gittiğine göre İgnis şehrini geçmiştik.


En sonunda bu saçmalığa son vermek için oturduğum kayadan yere atlayarak yanlarına gittim. "Boşuna uğraşıyorsunuz farkında mısınız?(!)Haritamız yok,nerede olduğumuzu bilmiyoruz ve siz yer bulma büyüsü yapıyorsunuz!" diye sakin ama sinirli bir tonda konuştum.


"Doğru söylüyorsun Hera ama cadıları bulmak zorundayız bize ancak onlar yardımcı olabilir." Kuzenim her zamanki gibi mantıklı konuşmaya çalıştığında umursamadan yere çömeldim. "Ne yapıyorsun?"


"Cadıların yerini bulmak istemiyor muydunuz?" diye sordum avucuma cebimdeki çakıyla bir kesik açarken.


"E-evet."


"Yer bulma büyüsünü haritasız yapmanın yolu var tabi Gülnihal Nenenin gösterdikleriyle yok." Elimi sıkıp kanı toprağa boşaltırken yüzüm acıyla buruştu.


"Sen nereden biliyorsun bu büyüyü?" Bu sorunun sahibi Ilım'dı.


"Gülnihal Nenenin kütüphanesindeki kitaplar nereye gidiyordu sanıyorsun?(!)" O yaşlı kadın onların sandığından daha çok şey biliyordu.


"İnanamıyorum sana Hera!"


"Şştt! Ostende mihi quod volo videre." Bana görmek istediğim şeyi göster. Ağaçların arasından bir rüzgar geçip yaprakları hışırdatarak etrafımda dönmeye başladı.Ellerimin arasındaki kan rüzgara karışıp yavaşça sol tarafa giderken oturduğum yerden kalkıp onu takip etmeye başladım. "İşte cadıları böyle bulacağız."


༻☾༺


Ne kadar zamandır yürüyorduk bilmiyorum ama hava kararmaya başlamıştı yani yaklaşık dört beş saattir yürüyorduk.Yaptığım büyü sayesinde en azından kaybolmaktan kurtulmuştuk ve kimse bana teşekkür etmemişti.Ne kadar da mükemmel!


"Hala neden gelmedik çok yoruldum!" Bu Havin'in kaçıncı yakarışıydı hatırlamıyordum ama şu an da ona bende hak veriyordum.Saatlerdir yürüyorduk ve dinlenmemiz gerkiyordu.Ama nerede?


"Mola vermemiz gerek ama orman güvenli değil en azından geceyi geçirebileceğimiz bir yer olsa..."


"Şu mağara olur mu?" Açelya'nın eliyle gösterdiği yere baktığımda ufak bir mağara gördüm.


"Taşta yatabilirseniz eğer?" Hepsi aynı anda başını salladığında onlarla başa çıkamayacağımı anlayarak mağaraya doğru yürümeye başladım. Yaptığım büyüyü durdurduğumda kanım toprakla birlikte yere düştü ve toprağa karıştı.


Mağarayı kapatan sarmaşıkları kenara çekerek içeri girdiğimizde mağaranın sandığımız kadar küçük olmadığını gördük.Karanlık mağaranın yolu aşşağıya doğru bir kaydırak gibi uzanıyordu ama yatabileceğimiz kadar yer vardı.


Nesli, "Nöbetleşerek uyuyalım böylece güvende oluruz fazla olmasada..." dedi yorgun bir sesle.


"İlk nöbeti ben alırım." diyerek mağaranın kenarına oturdum.Hiç kimse bu duruma itiraz etmemişti.Hepsi bir kenara kıvrılmış ve uyumaya başlamıştı.


Bir iki saat sonra mağaradaki nefes sesleri düzene girmişti.Bundan faydalanarak mağaradan dışarı çıktım.Hava fazla soğuk değildi tahminlerime göre cadıların yaşadığı yere az kalmıştı yarın sabah bir kaç saatte oraya ulaşırdık.


Mağaranın üstüne dikkatlice çıkıp otların üstüne oturdum.Nerede olduğumuzu ve güvende olup olmadığımızı bilmiyordum bu yüzden ne olur ne olmaz diye bildiğim tüm saldırı ve koruma büyülerini aklımdan geçiriyordum.Orman da hayvan sesi yoktu sadece nerede olduğunu bilmediğim bir baykuş sesi vardı.


Ağaçlara bakarak baykuşu ararken gökyüzünde bir şey dikkatimi çekti. Karanlık gökyüzü boştu sadece yıldızlar vardı. Ay yoktu.


"Nasıl olur?" diye mırıldandım hayretler içerisinde gökyüzüne bakarken.


"Neye bakıyorsun cadı?" Arkamdan gelen ses ile boşluğuma gelerek korkuyla ayağa kalkmış ve ona doğru bir büyü savurmuştum. Dondurma büyüsünü. "Yine mi bu lanet büyü?!Ne biçim cadısın sen başka büyü bilmiyor musun?" diye homurdandı İgnis. İsmini hala bilmediğim için ondan İgnis diye bahsetmek daha mantıklıydı. Tabi ona bir sürü lakap daha takabilirdim. Kül suratlı,bok canavarı,düzenbaz,şerefsiz.


Büyümü yavşça bozup yanına doğru yürüdüm. "Burada ne işin var İgnis?"


İgnis, "Hasretine dayanamadım bende saraydan kaçtım.(!)" dedi alay dolu bir sesle. "Arkadaşların nerede cadı?"


"Seni alakadar etmez değil mi?Asıl amacını söyle nasıl buldun bizi?"


"Çok kolay oldu." dedi rahat bir tavırla.


"İgnis!"


"Alar. Adım Alar Farzin cadı. İgnis değil ." İsmini ilk kez duymanın şaşkınlığı içerisinde ona baka kaldım.Demek ismi buydu.


"İsmini sormamıştım.Hem benim de bir ismim var.He-ra HERA!Cadı değil!"


Omuzlarını silkti. "Sonuçta cadısın."


"Sonuçta İgnissin.(!)" dedim onu taklit ederek. "Şimdi bana cevap ver neden geldin buraya nasıl geldin?"


Sorduğum soruya karşılık aramızdaki mesafeyi kapatarak biraz daha yaklaştı.Aramızda fazla mesafe kalmadığında başımı kaldırıp yüzüne baktım.Mavi gözleri uzun kirpiklerinin altında parlıyordu.Biçimli güzel burnundan aşşağıya indiğimde gözlerim dudaklarına değdi.Dudakları kıvrımlı ve dolgundu.


Alar, "Gerçekten öğrenmek mi istiyorsun?" dedi nefesi yüzüme çarpa çarpa.Bir an onunda dudaklarıma baktığını hissettim ve gözlerimi dudaklarından çekip gözlerine çevirdim.Başımı evet anlamında salladım. "Çünkü iyi olup olmadığını merak ettim ve seni cadı bir arkadaşımın sayesinde buldum. Hera."


Bana ilk kez ismimle seslenmesinden dolayı mıydı bilmiyorum ama sanki garip bir şey hissetmiştim.Onun dudakları ilk kez ismimi söylemişti.


"Neden?" diye sordum ona inanmayarak.


"Yalan söyledim. Kral istedi." dedi dümdüz bir sesle tam tahmin ettiğim gibi.


Ondan uzaklaşma ihtiyacı ile geri çekildim.O ise benim tam aksime biraz daha yaklaştı bana doğru. "Kralın bizden ne istiyor İgnis?" diye sordum başımı biraz kaldırıp.


"Bilmiyorum. Herhalde çıkış büyüsü falan filan işte." Basit bir şeymiş gibi bahsettiği konu kanlarımızı kullanarak yapılacak büyüydü.Garip olan ise bir İgnis'in bu konu hakkında bu kadar rahat olmasıydı


"Büyüyle ilgilenmiyor musun?"


Ağzıyla 'tı' gibi bir ses çıkardı. "Burası Balin'den daha iyi küçücük bir şehirdense bize ait kocaman bir dünyayı tercih ederim. Bence diğerleri de sırf insanlardan intikam almak için gitmek istiyor. Yoksa kim ne yapsın o eski kasabayı?(!)" Ben Balin'i seviyordum. Hem küçük olduğu için daha az insan vardı.


"Biz nasıl döneceğiz geri?"


"Bak onu bende bilmiyorum!" Dedi sinir bozukluğuyla gülerek.


İstemsizce bende kıkırdadım,ve yeni bir soru sormak için ağzımı açtım. "Peki ya-"


Bir anda sözümü kesti. "Hera bugün yeterince soru sordun bence git ve uyu başım şişti.Hem sana fazlasıyla cevap verdim." Ağzımı açıp itiraz edecektim ki beni durdurdu. "Cadı! Git ve uyu yarın Yeni Balin'de ki ilk günün dinlen biraz."


Başımı sallayarak ondan uzaklaştım. Arkamı dönüp gitmeden önce son bir kez dönüp ona baktım. Ellerini ceplerine atmış sarı saçları rüzgarla uçuşurken gülümseyerek arkamdan bakıyordu. Kafasını 'hadi git' dercesine hareket ettirdiğinde önüme dönüp aşşağı indim.


Aşşağı indiğimde baykuş tekrar ötmeye başlamıştı.


༻☾༺


Benden sonra Havin nöbeti devralmıştı ve sabaha kadar sırayla nöbetleşmiştik. Sabah olduğunda ise tekrar aynı büyüyü yapmıştım ve tekrar yollara düşmüştük.


Burayla ilgili farkettiğim detaylar vardı. Mesela ormandaki bazı ağaçların renkleri farklıydı mor,mavi,turuncu ve daha bir sürü renkte ağaçlar... Onların arasından geçerken kendimi bir peri masalında gibi hissediyordum.


Ormandan nihayet çıktığımızda beş farklı köprü çıktı karşımıza.Biri İgnis Krallığına,biri Akışkanlar Krallığına,biri Ay Bekçileri Krallığına,biri Ruh Koparan Krallığına ve sonuncusu Cadı Krallığına gidiyordu.Ortadaki cadı köprüsünün üstünden geçerek karşıya geçtik.Heyecanla yürürken hayranlıkla etrafa bakıyorduk.Diğer krallıkları bilmiyorum ama burası çok çok güzeldi.Etrafta farklı hayvanlar vardı.


Hadra, "Şuraya bakın! diye bağırdı bir yeri işaret ederek. Gösterdiği yere baktığımda şaşkınlık ve hayranlık içerisinde kalmıştım.Karşımızda kocaman bir şehir vardı.Ormanın içerisinde rengarenk evler vardı ve biraz daha arkada saray olduğunu düşündüğüm kocaman bir yapı vardı.İgnislerin krallığını inceleyememiştim ama burası bu kadar güzelse orayı düşünemiyordum.


"Havaya bakın çabuk!" Açelya'nın gösterdiği yere baktık hepimiz aynı anda.


"Süpürgeyle uçuyor!" Gördüğümüz şeyler bizi şok içerisinde bırakıyor tekrar tekrar bakmamıza sebep oluyordu.Sonuçta hayatımızda her gün süpürgeyle uçan bir cadı görmüyorduk.


Ilım, "Neyi bekliyoruz hadi oraya gidelim!" dedi ve aşşağıya doğru koşmaya başladı.Diğerleri de koşmaya başladığında gerilerinde kalmıştım. Koşup yorulmaya ne gerek vardı ki?


Ellerimi iki yana açarak havaya doğru uçarken aşşağıya doğru baktım. Kızlar hala koşuyordu gülerek ve yokluğumu fark etmemişlerdi bile. Giriş kapısını gördüğünde o tarafa doğru gittim ve iki ayağımın üstüne iniş yaptım.Ben kapının önüne geldiğimde arkama dönüp kızlara baktım.Nefes nefese kalmış bir şekilde soluklanıyorlardı.


"Hera...sen...nasıl...geldin..." Nesli'nin sorusuna karşılık başımla yukarıyı gösterdim.


"Uçtum. Süpürgesiz de uçulabiliyormuş değil mi?" dedim u harfini uzatıp. "Hadi bir an önce içeri girelim de bize yardım edecek birilerini bulalım." dedim ardından. Az önce olanın nasıl olduğunu bende anlayamamıştım tamamen iç güdüseldi ancak onların şaşkın suratlarını görünce aradan sıyrılmaya çalıştım.


Kapıdan içeri girdiğimiz an bir geçitten geçmişiz gibi hissetmiştim. Sanırım ona benzer bir şey olmuştu çünkü hepimiz meydanın ortasında etraftaki kalabalığa şaşkınlıkla bakıyorduk. Cadılar bir o yana bir bu yana gidiyordu.Bir sürü küçük dükkan vardı.


Süpürge dükkanı,iksir dükkanı ve ne olduğunu bilmediğim bir sürü dükkan...


Hadra biraz öne doğru çıkarak, "Buraya kadar geldik ama bize yardım edebilecek birini nasıl bulacağız?" diye sordu.


Sorduğu sorudan sonra hepimiz bunu akıl edemediğimizi farkederek düşünmeye başladık.Bir iki dakikanın sonunda Nesli ortaya bir fikir attı. "Arkada gördüğümüz saray gibi büyük yer belki de İgnis krallığındaki gibidir.Orada bir kral varsa ona kim olduğumuzu söyleyebiliriz başkalarına söylemek tehlikeli."


Açelya, "Nesli haklı en mantıklı çözüm bu olur hem burada dikilerek insanların ilgisini çekiyoruz." dedi etrafa çekinerek bakarken. Açelya gerçekten çok narin bir kızdı. İnsan içerisine çıkmaya bile fazlasıyla korkardı bu yüzden bu kadar kalabalık bir yerde olmamız onu fazlasıyla germişti.


"Pekala," dedim Açelya'nın halini görünce, "...birine nasıl gideceğimizi sorarak saraya gidelim."


Önden yürümeye başladım.Benim arkamdan kızlar da geliyordu.Yürürken bir yandan etrafa bakıyor ve az müşteri olan bir dükkan arıyordum.Az insan olursa sorumuz fazla dikkat çekmezdi.Ama sorumuz çekmeyecek olsada biz ilgilerini çekiyorduk.Bunun nedeni de bir sürü pelerinli cadının arasında Balin'de ki kıyafetlerimizle olmamızdı.


Biraz daha yürüdükten sonra yolun kenarında küçük ve boş bir dükkan gördüm. "Bakın burası boş gidip sorabiliriz." Adımlarımı biraz dah hızlandırarak kırmızı çatılı uzun bir binanın en alt katındaki küçük dükkana girdim.Kapıyı açmamla tepedeki küçük zil çalmış ve dükkanın sahibine geldiğimizi haber vermişti.Tezgahın yanına doğru yürüdüğümüzde gülümseyerek bizi beklermiş gibi duran bembeyaz saçlı tombul şirin bir teyze gördük.


"Merhaba genç cadılar sizi hangi rüzgar attı eski dükkanıma?" Tombul teyze gülümseyerek tezgahtan bize bakarken Ilım hemen atladı,


"Biz saraya gitmek istiyoruz nasıl gidebiliriz?" diye sordu.


Tombul teyze biraz şaşırsada hemen güler yüzlü haline döndü. "Saraya gidip de ne edeceksin deyin bakalım?" Konuşma şekli biraz daha eski usuldu bunun şimdi fark etmiştim. Kızlar şimdi ona ne yalan söyleyeceğimizi düşünürken ben sorusuna çoktan cevap vermiştim.


"Bizim oraya danışmamız gereken mühim bir konu var." dedim ve ekledim. "Özel."


Kadın şüpheli bir şekilde bizi biraz süzdükten sonra o şirin gülümsemesini tekrar takındı ve tezgahın arkasından çıktı. "Eğer önemli ise sizi saraya götürecek en kısa yola götürebilirim."


Hepimiz mutluluk nidaları attığımızda kadın da daha çok gülümseyerek aramızdan geçti ve bizim çıkmamızı bekledi.Heyecanla onun arkasından çıktığımızda kapıya garip bir kilit taktı.Garip olmasının nedeni kesilmiş bir başa benzemesiydi.


"Bayan Çitlembik ben gelene kadar dükkanı güvende tut." Kesilmiş başın kapalı gözleri bir anda açıldığında Açelya ve Havin ufak bir çığlık atmıştı.Dükkanın etrafından mavi ışıklı büyü geçip kaybolduğunda kadın bize döndü. "Haydi sizi Lakeside Durağı'na götürelim."


Önden yürümeye başlayan kadının ardından şaşırsamda ayak uydurarak kızlarla birlikte yürümeye başladım.Dükkanları geçerek yürürken kadın aniden durdu.Onunla birlikte biz de aniden durduğumuzda neredeyse çarpışarak düşecektik.


Nesli, "Neden durduk?" diye sordu Ilım'ın sırtına vurduğu kafasını ovuştururken.


"Sizlere bir hediyem olacak burada bekleyin." diyerek yanımızdan ayrıldı.


"Hey nereye gitti o?!" Ilım hışımla kadının arkasından bağırırken kollarından tutup onu sakinleştirmeye çalıştım.


"Sakin ol Ilım.Bir hediyesi olduğunu söyledi gelir şimdi." dedim.Onu sakinleştirmemin hemen ardından Tombul Teyze elinde altı pelerinle yanımıza geldi.


"Alın bakalım." diyerek hepimize birer pelerin verdi.Bana verdiği mor pelerini giyerken sessizce ona teşekkür ettim.


"Haydi on dakikalık yolumuz kaldı pelerinlerinizi giydiyseniz devam edelim."


Hepimiz pelerinlerimizi giymiş bir şekilde Tombul Teyze'yi onayladığımızda yürümeye devam ettik.Dükkanları geçip bir meydana ulaştığımızda tabeladan da gördüğümüz üzere sağa döndük ve biraz daha yürüdük.Tahmini on dakikanın sonunda pastel yeşili şeffaf bir gölün yanına ulaştık.Aynı isminde geçtiği gibi.Gölün üstünde onar kişilik kayıklar vardı ve gölün etrafı bir mağara şeklinde duvarları ise sarmaşıklarla kaplıydı.


Hayranlık içerisinde etrafı izlerken Tombul Teyze kayıklardan birinin ipini çözdü.Kayık koyu kahverengiydi ve üstünde çizimler vardı.Ön tarafındaki uçta bir deniz kızı heykeli vardı.


Tombul Teyze, "Haydi binin o sizi istediğiniz yere götürecek." dedi ve geçmemiz için kenara çekildi.


Kızlar çekinerek beklerken ben onlardan önce kayığa binip oturdum.Onlar da bundan cesaret alarak sırayla binmeye başladı.İlk binen Ilıml oldu,yanımdaki boş yere oturdu.Arkamıza Nesli,Açelya ve onların arkasına da ikizler oturmuştu.


"İyi yolculuklar gençler." Bu cümle yaşlı kadından duyduğumuz son cümleydi.Kayık yavaşça hareket etmeye başlarken arkamızdan isklede bizi izlediğini görmüştüm.


Bizimki ile birlikte bir kaç kayık daha duraktan çıkmıştı.Yol ayrımına geldiğinde tüm kayıklar dağılmış herkes farklı tarafa doğru gitmeye başlamıştı.


Kayık suyun içerisinde ne hızlı ne yavaş orta hızda yüzerken biz sadece içinde bekliyorduk.Göl çok temiz ve berraktı.Güneşin yüzeyine yansıyan ışıklarıyla bir elmas gibi parlıyordu.


Açelya'nın eli yavaşça kayıktan dışarı çıkıp suyun içinde gezmeye başladı. Su elinin arasında gezinerek dans ederken onu avcuna aldı ve kayığın içinde onu top haline getirerek yavaşça hareket ettirmeye başladı. Hayranlıkla onun gösterisine dalmışken aniden gelen düdük sesine benzer ses ile korkuyla sıçradım.


"Son durak!"


Kayık bir iskelenin önünde durmuştu. İskeleye sırayla çıkıp kayığın gidişini izledik ve sonra arkamızda tüm görkemiyle duran saraya döndük. Bize cevaplarımızı verecek saray...


Hadra, "Haydi sabaha kadar burada bekleyemeyiz bir an önce saraya gidelim." dedi kendinden emin bir ses tonuyla.


"Hadra haklı hadi gidelim." Böylece iskeleden taş yola doğru yürümeye başladık.


Taş yolun üzerinden yürürken etrafındaki çiçeklere de bakmadan edememiştim.Hepsi o kadar güzel ve farklıydıki gözlerimi onlardan alamıyordum.Taş yolun sonuna geldiğimizde büyük altın bir kapıyla karşılaştık tabi bir de askerlerle.


En öndeki asker öne çıktı, "Ne için geldiniz gençler?" diye sordu bir yandan bizi süzerken.


Aramızda bu tarz konuşmaları en iyi yapabilen Hadra'ydı bu yüzden o bir adım öne çıktı. "Bizim buranın başıyla konuşmamız gereken mühim bir konu var.Çok acil.(!)


Komutan ya da asker her neyse alayla baktı, "Sizce saraya her geleni içeri alıyor muyuz?(!)Buraya yüzlerce cadı geliyor her gün mühim konularla." dedi sonlara doğru sertleşen bir tonla.


"Bakın," dedim Hadra'nın yanına geçerek. "...bizim konuşacağımız konu tüm şehri ilgilendiriyor.Eğer kral ya da her ne haltsa bu bilgiyi geç öğrenirse size ne olur biliyor musunuz bayım?" Adam cevap vermedi ama cevabı merak ettiği belliydi. "Her şeyinizi kaybedersiniz bayım." dedim oldukça ürkütücü bir tavırla.Öyleki yanımdaki Hadra bile şaşırmıştı.


Tabi ki abartmıştım çünkü içeri girebilmemizin tek yolu onu korkutmaktı.


"Krala haber verin." Yanındaki askere gözlerini üzerimden çekmeden komut verdiğinde zaferle gülümsedim. Bir kaç dakika sonra asker geri döndü ve adamın kulağına bir şeyler söyledi. "İçeri girin." Kapılar kendiliğinden iki yana açılırken adam girmemizi işaret etti.


Duruşumu hiç bozmadan önden içeriye doğru yürümeye başladım.Komutan da yanımızdan yürüyerek bize yol gösteriyordu. İçeriye girdiğimiz an bizi uzun bir merdiven karşıladı. Merdiveni tırmanırken her duvarda farklı birinin portresi vardı. Portrelerin altında isimleri ve biyografileride bulunuyordu. Ne kadar bir tarafım durup hepsini okumak istesede kendime engel olmaya çalışarak yürümeye devam ettim.


Nihayet bir koridorun başında durmuş ve oradaki büyük kapılı sondaki odaya yürümeye başlamıştık. Odanın önünde durduğumuzda adam muhafızlara kapıyı açmalarını işaret etti. Kapı gıcırtılı bir sesle açılırken istemsizce neden koskaca sarayın kapısını yağlamadıklarını düşünmüştüm.


Kocaman bir odanın içine girdiğimizde merakla içeriyi süzdüm. Farklı renklere sırayla boyanmış duvarlarda o renklere uygun simgeli bayraklar vardı. Odanın kenarında yaklaşık elli kişik olduğunu düşündüğüm kocaman bir masa vardı ve tüm bunların arasında beş tahtın arasında kocaman tahtının üstünde oturan yaşlı kral. Yaşlı olduğunu söylesem de en fazla elli ve ya altmış yaşlarında olmalıydı zira hala bu yaşına rağmen tahtın da dimdik oturuyor ve biz beş cadıya merakla bakıyordu.


"Efendim bu cadıların sizinle konuşmaları gerek çok mühim bir konu varmış."


Kral başını salladı. "Tamam Barbaros sen çekilebilirsin." İsminin Barbaros olduğunu öğrendiğimiz asker odadan çıkarken kral bir el hareketiyle kapıyı kapattı. "Söyleyin bakalım bu kadar mühim olan konu neymiş?"


Arkamı dönüp kızlara baktığımda hepsinin kaş göz yaptığını görmüştüm.En öne geçmek kesinlikle hataydı.


Başımı çevirip tekrar krala baktığımda onun mavi gözleriyle göz göze gelmiştim.


"Bugün İgnis'ler Balin'e altı Cadı'yı aramaya geldi eminim haberiniz vardır." diyerek söze başladım. "Cadıları buldularda ama cadılar şu an onların yanında değil...sizin karşınızdılar."


Kral kurduğum cümle karşısında şaşkınlık içerisinde kalmış doğru söyleyip söylemediğimi anlamaya çalışıyordu.


"Nasıl olur?!" dedi yüksek bir sesle.


"Haberiniz yok mu majesteleri?(!)" dedim alayla, "Cadı İgnislerle anlaşma yapmış. Dün bizi buraya getirdiler ve sizin haberiniz bile yok..."


"Dün mü?Siz İgnis krallığında mıydınız?"Sanırım yaşlı olunca jeton geç düşüyordu.


"Evet.Ama şu İgnis kralı bizimle biraz konuşup özgür bıraktı."


Kral son kurduğum cümleyle kaşlarını çatmıştı. "Sizi öylece özgür bıraktı demek...ne işler peşinde bu kül canavarı." Son söylediğini duymamamızı ister gibi kısık sesle söylemişti ama tabiki onu duymuş ve kıkırdamadan edememiştim. Kral bir anda tahttan kalktı. "Yüzükleriniz yanınızda mı?"


Nesli, "Ne yüzüğü?" diye sorduğunda kral umutsuzca başını iki yana salladı.


"Daha yüzüklerden haberiniz bile yok onlar olmadan ne yapacağız?.."


"Meclis yüzükleri mi?" Kralın başı sesimi duyduğu an bana çevrilirken cevap ister gibi baktım ona.


"Evet nerede biliyor musun?"


"Hayır," dedim sakinlikle. "...kitapta onların buradaki gizli yerlere saklandığı söyleniyordu." Bahsettiğim kitap Gülnihal Ninenin kütüphanesinden arakladığım kitaplardan biriydi. Ya da günlük, o kitap daha çok deftere benziyordu.


"Onları İgnislerden önce bulmalıyız." dedi kral doğrudan bana doğru.


Havin, "Onlardan önce bulamazsak ne olur?" diye sorduğunda kral bu ihtimali düşünür gibi oldu.


"Öyle bir şey olursa Tanrı bizi korusun..."


Herkes bir kaç dakika boyunca ne söyleyeceğini düşündü ve sonunda Hadra konuştu. "Peki şimdi ne yapacağız?"


"Yüzükleri bulacağız." dedi kral sanki bulacağımızdan son derece eminmiş gibi



Yeni Balin'de ikinci gecemizdi.Kralla biraz daha konuştuktan sonra yorgun olduğumuzu düşünmüş ve akşam yemeğine kadar istirahat etmemizi söylemişti.Taht odasının etrafında ki odaları da sırayla bize dağıtmıştı.


Akşam yemeğinde yüzükleri nasıl bulacağımızı konuşacağımızı düşünüyordum.Çünkü kral muhakkak gelmemizden bahsetmişti ve sürekli yüzükler hakkında konuşuyordu.


Saat geldiğinde aynadaki görüntüme baktım.Üzerimde mor tüylü uzun kollu ortasında göğüs dekoltesi olan kolları dar başlayıp aşşağıya doğru bollaşsan bir elbise giymiştim.Yine biraz daha koyu mor olan bir topuklu ayakkabı giymiş ve mor küpeler takmıştım.


Kızıl saçlarım dalga dalga omuzlarımdan aşşağı dökülürken sanki beni yakmak ister gibi görünüyordu.Ama asıl ateş saçlarımda değil içimdeydi.Hissedebiliyordum o kadar büyüktü ki benimle birlikte herkesi yakacaktı.


Ateş de bendim yanan da.


Ateşin külleri nefes borumu tıkayarak nefes almamı engelliyor ateşin kendisi ise vücudumda derin yanıklar bırakıyor acı dolu sessiz inlemeler bırakmama sebep oluyordu.Alevler dört bir yanımdaydı.Etrafımı sıkıca bir sarmaşık gibi sarmış çıkmamı engellemeye çalışıyordu.


Kendi alevlerimden kurtulmak ister gibi başımı aynadan farklı bir yere çevirdim ve biraz daha odada kalmamak amacıyla odadan çıktım. Odamdan çıktığımda kızlard da aynı anda odalarından çıkmıştı. Hepimiz birbirimize baktıktan sonra gülümsemiş ve yan yana kapıya gitmiştik. Muhafızlar kapıyı açıp girmemiz için kenara çekilirken ahşap masadaki insanları inceleye inceleye içeri girdim.


Dört adam ve üç kadından oluşan misafirlerin üzerinde meclis renklerine uygun kıyafetler vardı aynı bizim gibi.


"Genç cadılarımız da geldi!" Kral konuklarına ve ardından bize bakarak konuştuğunda umursaman tam karşısına baş köşeye oturdum.Kızlar da sağ tarafıma sırayla oturduklarında onları korumak ister gibi daha dik oturdum. Bu hareketim kralın hoşuna gitmiş gibi dudağının kenarıyla gülümsedi. "Sevgili meclis başkanlarım bu haberi ilk size vermeliydim sonuçta ebeveynleri sizsiniz."


Kral konuklara bakarak konuştuğunda şaşkınlıkla başımı sol tarafa çevirdim.Eğer bunlar beş büyük meclisse aralarından biri benim de annem ve ya babamdı peki ya hangisiydi? Ya da asıl soru,burada mıydı?


BÖLÜM SONU


Cadıların ve olağanüstü canlıların dünyasına tekrar hoş geldiniz!


Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz bakalım?


Beşinci Yüzük benim için çok çok özel bir seri bu yüzden çok çok heyecanlıyım. Umarım bu seriyi sizlerde beğenirsiniz...


instagram:vaerosass


Loading...
0%