Yeni Üyelik
22.
Bölüm

21.Kartlar Dağıtıldı

@vaerosas

21.KARTLAR DAĞITILDI

 

HİROYUKİ SAWANO - VOGEL İM KAFİG

 

Lütfen satır arası yorumlarınızı ve oylarınızı atmayı unutmayın keyifli okumalar💗

 

༻☾༺

 

Gözlerimden akan göz yaşlarının sebebi neydi? Ne için ağlıyordum ki ben? Annemi fotoğrafta gördüğüm için mi? Onu ignislerin lideri ile gördüğümden mi? Yoksa yeni fark ettiğim gerçekler yüzüme çarptığından mı?

 

Annemin resmi neden buradaydı? Üstelik burada o adamla olan resminin üzerinde cor meumyazıyordu. Birine kalbim demek öyle kolay değildi. Bu adam ile annem arasında nasıl bir bağ vardı da böyle bir fotoğrafları vardı? Arkadaşlar birbirine böyle özel sözcükler söylemezdi, arkadaşlar birbirine böyle bakmazdı...

 

Fotoğrafı sandığa bırakmak yerine alıp, kutuyu geri aldığım yere koydum. Elimin tersiyle sertçe göz yaşlarımı silip ayaklandım. Hissiz gözlerim odanın içinde gezerken gördüğüm eski aynaya kaydı. Aynanın karşısına geçip nasıl bir halde olduğuma baktım. Gözüme sürdüğüm ne varsa akmıştı. Ağladığımı gözlerimdeki kızarıklıklarla çok iyi belli ediyordu. Kendi acınası haline bakmayı son verip o odadan çıktım. Boş koridorda ilerlerken artık sesler duyulmuyordu.

 

Anlaşılan Alar beni bırakmıştı.

 

Tabloların önüne geldiğimde adımlarım yavaşladı ve o adamın tablosunun önüne geldiğimde durdu. Önce elimdeki fotoğrafa baktım sonra da karşımdaki adama. Tamamen aynıydı ancak fotoğrafta çok daha içten bir gülümseme vardı yüzünde. Tablonun altına ismi yazılmıştı.

 

Üçüncü Lider Acahan.

 

Sadece bu kadardı. Adamın adı Acahan'dı. Onunla ilgili bildiğim tek şey adı ve kim olduğuydu. Bir de Hadar'ın babası olduğu. Peki bu yabancı adam aslında kimdi işte bunu bilmiyordum ve nasıl öğreneceğim hakkında hiç bir fikrim yoktu. Bu saraydan ve bu kasabadan çıkıp kafamdaki soru işaretlerinden kurtulmalıydım.

 

Eteklerimi tuta tuta merdivenleri inerken etrafa bakındım. Sarayda kimse kalmamıştı herkes dışarıda olmalıydı. Bir tek ben vardım içeride başka kimseyi hissetmiyordum. Kırmızı koridorlarda geçerken gördüğüm bir aynada ellerimle yüzümü temizlemeye çalıştım. Yüzümdeki her şey silinmişti ama en azından pandaya benzemiyordum. Aynadan uzaklaşarak merdivenleri indim indikçe seslere yaklaşıyordum. Dışarıda büyük bir kalabalık vardı herkes neden böyle bir şeyin yaşandığını sorguluyordu ama ben neden olduğunu biliyordum.

 

Bizim yüzümüzdendi.

 

Kızlar bir şey yapmıştı ve bunun sonucu olarak olmuştu. Kasabaya geri döndüğümüzde öğrenecektim onu da. Öğreneceğim tek şey bununla da sınırlı kalmayacaktı. Hale ve Balay nesnenin bana açıklaması gerekenler vardı. Sürekli ertelediğim sorunun cevabını öğrenmeliyim artık çünkü sona çok yaklaştık. Her şeyin sonuna ya da belki de başına.

 

Sarayın geniş kapısından çıktığımda kaos gözler önüne serildi. Diğer herkesi yok sayıp iki muhafızın zar zor tuttuğu Alar 'ın yanına ilerlemeye başladım. Göz göze geldiğimiz an debelenmeyi bırakmış ve bunu beklemeyen muhafızları ittirerek kendini kurtarmıştı. Bir kaç iri adımda yanıma gelmişti. Kolları anında beni kendine çekerken başım göğsüne yaslandı. Kül kokusu burnunun içinden girerken gözlerimi kapattım. Burada kendimi çok daha güvende hissediyordum, bu koku bana her şeyi unutturuyordu ve ben artık nedenini biliyordum.

 

"Gidelim buradan." Dedim boğuk bir sesle.

 

Başı hareketlendiğinde onayladığını anladım. Tek eliyle belimi kavrayıp beni diğerlerinin arasından çıkarmaya başladı. Atların yanına geldiğimizde sadece onunkini aldık. Önce kendisi bindi ardından kollarını uzattığında yaklaşarak kollarımı kaldırdım. Hızlıca bana uzanıp dikkatlice kaldırdı ve önüne otutturdu. Alar atı ilerletmeye başlarken ben başımı göğsüne yaslayıp gözlerimi sıkıca yumdum.

 

༻☾༺

 

Hadra...

 

Hera 'nın yaşadığı evin arkasında buluştuğumuzda hep beraber ignis muhafızı beklemeye başladık. Herkes bir köşeye dağılıp otumuşken elim iki göğsümün arasındaki noktaya gitti. Kolye haline getirdiğim yüzük tıpkı Açelya ve Nesli'de olduğu gibi tenime gizlenmişti. Onunla bir bütün olduktan sonra çok daha farklı hissetmeye başlamıştım. İçimde büyük bir gücün büyüdüğünü hissediyordum ama onu nasıl kontrol edeceğim hakkında bir fikrim yoktu.

 

Son iki yüzük kalmıştı biri Ilım'a diğeri Hera'ya aitti. Bugün gideceğimiz ignis krallığında Ilım'a ait yüzüğü bulacağımıza inanıyordum. Alevlerin içine ineceksek bu ateşten gelenin işareti olabilirdi ancak. Bu sefer ne yapacağız yüzüğü nasıl alacağız bilmiyorum ama Hera yukarıda bizim için uğraşırken bizde elimizden geleni yapmak zorundayız. Ne kadar ignis topraklarına tekrar girmek istemesekte.

 

Hera ve ignis çoktan yola çıkmıştı biz ise şimdi ignis muhafızlarından birini bekliyorduk. Bize neden yardım ettikleri hakkında hiç bir fikrim yoktu ama hiç birine güvenmiyorum. Bizi buraya getirip hayatımızı alt üst eden kişi onlar. Bir noktada eski hayatıma geri dönmek istiyordum ama bir yanım sahte ailem ile burada kalmak istiyordu. Sahte babam ve onun ailesi gerçekten bize karşı çok iyiydi ancak bunların hepsinin sahte olduğunu bilmek bir hayali yaşama isteğimi yok ediyordu.

 

Az bir sürede olsa aile sıcaklığını yaşayabilmiştik ancak Hera buna da sahip olamamıştı. Üstelik en yakın arkadaşım dediği kişiler tarafından da terk edilmişti. Onun açısından baktığımızda biz kesinlikle suçluyduk ancak iş bizim tarafımızdan bakmaya gelince istisnalar olabiliyordu. Sonuçta hepimiz yıllardır bunu bekliyorduk. Bir aileye sahip olmayı ve buna sahip olduğumuzda bize yabancı olan insanların yanına dönmek istememiştik. Hepimiz haklıydık ama aynı zamanda haksızdık. Kimse bu kadar yalnız bırakılmayı hak etmezdi.

 

"İgnis geliyor." Kız kardeşimin heyecanlı sesini işittiğimde dikkatimi toplayıp gösterdiği yere baktım.

 

Karanlığın içinde görünen adama bakarken Açelya ve Nesli'nin beğeni dolu nidalarını duymak kaşlarımı çatarak onlara dönmeme sebep oldu. İkiside anında yüzlerini normalleştirirken önüme dönüp ciddi bir ifade takındım. Aramızdan birileri zaten bir ignise kalbini kaptırmıştı yani tek bir kişinin aşk acısıyla uğraşabilirdim diğerlerine engel olmam gerekiyordu. Maalesef ki bu ignis de diğerleri gibi mükemmel bir yüze sahipti. Bu da işleri zorlaştırıyordu işte.

 

"Ulaş sen misin?" Diye sordum öne doğru çıkarken.

 

Kızıl hareler parladı, "Evet siz de Hera'nın dostları olmalısınız."

 

Demek Hera'yı tanıyordu. Kim bilir nasıl ve ne zaman tanışmışlardı...

 

İsteksizce başımı salladım. "Bizi direkt olarak yer altına mı götüreceksin?"

 

Ulaş başını salladı, "Farklı yerden giriş yaparsak dikkat çeker, kral bunu hisseder. Ama yer altı volkanları bağımsızdır kral hissedemez." Onu başımı sallayarak sessizce onayladığımda pelerinin içindeki ellerini çıkardı. "Yaklaşın cadılar."

 

Uzattığı elinin içine avucumu bıraktığımda tenim hafifçe yandı. Bu acıyı hatırlıyordum, muhtemelen ay ve alevler tenime işlenmişti. Bu tılsım dönüşte de dönmemize yardımcı olacaktı. Ulaş'da tıpkı Alar gibi sessizce fısıldadı tüm sözcükleri anlaşılan bu onlar için gizli bir büyüydü. Haklıydılar da sonuçta şehirin istediği bir bölgesine gidebiliyorduydunuz bu düşmanları için avantajlıydı.

 

Bizim gibi.

 

"Gözlerini kapat cadı."

 

Etrafı inceleyen gözlerimi kapattım. Hafif bir sendelemeden sonra gözlerimi geri açtım. İgnis topraklarına giriş yapmıştık. Ancak burası sarayın koridorları değil alevlerle kaplı bir mağaraydı. Yerin kat kat altında olmalıydık. Burası yüzüğü arayacağımız yerdi ama tam olarak nerede olduğunu bilemiyordum.

 

En derinde olmalıydı, alevlerin dans ettiği yerde.

 

"Ulaş bu mağaranın en derin ve alevlerin en yoğun olduğu nokta neresi?" Ellerimizi ayırırken gözlerimi onun üzerine çevirdim.

 

"Kalpten mi bahsediyorsun?" Diye sordu gözleri şaşkınlıkla açılırken.

 

Kalp, evet burası olmalıydı.

 

"Evet, evet orası."

 

Ulaş gözlerini kaçırdığında kalbin ne kadar kıymetli olduğunu düşünüyordum ancak bu iblis her an vazgeçecekmiş gibi görünüyordu.

 

"Alar ve Hera'ya söz verdin bizi oraya götürmek zorundasın." Söz vermemiş olabilirdi belki ama buraya kadar boşuna gelmemiştik.

 

Ulaş isteksizce başını salladı. "Beni takip edin." Bir yandan da kendi kendine söyleniyordu, "Bu o şerefsize son yardım edişim olsun!"

 

Önde onu takip ederken Hera ile iletişim kurmaya çalıştım.

 

"Hera beni duyuyor musun?" Dedim Ulaş'ı takip ederken. "Sarayın zeminine giriş yapmak üzereyiz."

 

Yukarıda birden fazla canlının enerjisi vardı ve her biri farklıydı. Bu kadar yaratığın bir arada olabileceği tek yer saraydı ve anlaşılan biz oraya giriş yapmıştık. Tahminlerim o yöndeydi.

 

"Toplantıya başlanılacak daha yeni ama çok acele etmeden hızlı davranın." Hera'nın sesini duyduğumda bir anlığına tökezledim. Omuzumun üzerinden arkaya döndüğümde kızların da odaklanmış şekilde onu dinlediğini gördüm.

 

"En derine ineceğiz öyleyse. Lavların en belirdiğin olduğu bölgeye." Dedim gittikçe ilerlemeye devam ederken.

 

"Evet, dikkatli olun."

 

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Sende öyle sonuçta şeytanın sofrasındasın."

 

Hera başka bir şey söylemeyince bende konuşmayı bıraktım. İlerledikçe sıcak artmıştı ve gerçekten o kadar bunaltıcıydı ki kendimi güneşin ki içinde yürüyor gibi hissediyordum. Zemin hariç her yeri saran sıcak lavlar da beni destekleyen nitelikteydi. Gittikçe daha yaklaştığımızı hissediyordum bunun nedeni belki de yüzüktü. Hislerimi çok daha güçlü hale getirmişti.

 

"Neredeyse geldik." Dedi arkası bize dönük olan adam. Biraz daha ilerlediğimizde sıcak o kadar bunaltıcıydı ki terlerin alnımdan aşşağı bir çeşme gibi terler boşalıyordu.

 

"Hadra ne durumdasınız?" Hera'nın sesini duyduğumda adımlarım yavaşladı.

 

"Gittikçe yaklaşıyoruz, Ulaş az kaldığını söylüyor." dedim heyecanla.

 

"Bitirin şu işi sonra da defolup gideceğiz." Sesi fazla öfkeli geliyordu.

 

"Bir sorun mu var?" diye sordum anlam veremeyerek.

 

"Hayır, hayır yok."

 

Kesinlikle vardı.

 

"Olduğunuz yerde durun çünkü kalp tam karşınızda. Eğer ölmek istiyorsanız devam edebilirsiniz."

 

Adımlarım anında dururken yanımdan geçmek üzere olan Ilım'ı zar zor kolunu yakalayarak durdurdum. "Ilım ne yapıyorsun sen ölmek mi istiyorsun?!"

 

Ilım 'ın kızıla dönmüş hareleteri sertçe yüzüme döndü. "Bırak kolumu Hadra onun içinde bir kadın var onu oradan almalıyım!"

 

Kolunu tutan elimi yaktığında inleyerek kolumu elimi geri çektim. "Ilım!" Arkasından bağırdığımda Ulaş durumu fark ederek alevlere koşan kıza atıldı.

 

Ilım elini ona savurduğunda alevler ignisin etrafına dolanmaya başladı. Ulaş acıyla inlerken Ilım transa geçmiş gibi devam etti.

 

"HADRA!" Kız kardeşim koşarak yanıma geldiğinde kızlar Ilım'a doğru koşmaya başlamıştı ki onları durdurdum.

 

"Ilım'a yaklaşmayın zarar görebilirsiniz!" Yan tarafta acı çeken adamı gösterdim. "Ona yardım edin."

 

Açelya ve Nesli onun yanına giderken neredeyse alevlerin arasına girmiş olan kıza baktım. Orada bir kadın olduğunu söylemişti ancak kimse yoktu. Sadece birbiriyle dans eden alevler vardı. Dans derken gerçek anlamda sanki şekil almış bedenler birlikte kıvrılıyordu. Tıpkı ipucunun söylediği gibi.

 

Ilım alevlere adımını attığında hiç bir tepki göstermeden yürümeye devam etti. Kolunu kaldırıp uzattığında dikkatlice izliyordum her hareketini. Alevler gittikçe şekil alırken sanki bir el uzandı ona. Gözlerim şaşkınlıkla açılırken el gittikçe ona uzanmış ellerine dokunuyordu. Alevler Ilım'ı tuttu ve bize tepki vermeye fırsat bırakmadan onu içine çekti.

 

Kendime geldiğim an korkuyla ileri atıldım, "Ilım!" Ancak geç kalmıştım.

 

Kabaran alevler üzerime doğru gelirken Ulaş beni yakalayıp kendine çekti. Herkes çoktan geriye kaçmıştı ama ben orada kala kalmıştım. Sırtım Ulaş'ın göğsüne çarparken çırpınarak ileri atılmaya çalıştım, "Yapma Hadra, kendini öldürteceksin!"

 

Ilım'ı kurtarmalıydım! Tanrım bunu nasıl yapacağım? O alevler resmen onu içine çekti ve hareket dahi edemedim bu sürede. Onu orada bırakırsam Hera'ya ne diyeceğim? Hayır ona ne hesap vereceğim önemli değil önemli olan arkadaşımı kaybediyor olmam. Kız kardeşimi terk edemem!

 

"Bırak onu oradan almak zorundayım!" İgnisin insan dışı gücüne karşılık fazla zayıftım sadece kendi kendime debeleniyordum. "Ne olur bırak..." dedim çaresizce. "Ilım'ı bırakamam."

 

Üzerimdeki güç benden çekilirken gözlerimden aşşağı inen ıslaklığın gözyaşı olduğunu fark ettim. Dizlerimin bağı çözülüp yere düşmemi engelleyen tek şey Ulaş'ın sıkıca beni kendisine yaslayan kollarıydı. Arkamdan kızlara ait hıçkırık sesleri geliyordu, kulaklarımı kapatmak istiyordum ancak lavların fokurdama sesi başımı oraya çevirmeme neden oldu. Dolu gözlerimi açarak az ileride kaynayan bir su gibi fokurdayan lavlara baktım. Sesler kesilmiş tüm dikkatler oraya dönmüştü.

 

"Orada ne oluyor?" diye sordu Açelya ürkekçe.

 

Gözlerim merak ve korkuyla açılırken alevlerin arasında gördüğüm görüntü ağzımında açılmasına neden oldu. Kırmızı, görüntü tam olarak buydu. Ilım'ın sarı saçları dalgalanarak ortaya çıkarken gözleri alev alev parladı. Üzerindeki kırmızı deri tulum ve üzerindeki turuncu taşlı işlemeler aklıma tek bir düşünceyi getirdi. Gözlerim ellerine doğru kayarken o çoktan yanımıza kadar gelmişti. Nereye baktığımı farketmiş gibi elini göğsünün üzerine koyduğunda yüzük parmağındaki kırmızı taşlı yüzüğü gözler önüne serilmişti.

 

"Oradaki kadın bana..." Kızıl yaşlar doldu, "Bana annem olduğunu söyledi."

 

Yüzümde hafif bir tebessüm oluştu. Artık o da bizim gibi taşın içine hapsedilmiş annesiyle tanışmıştı. Artık tek bir yüzük kaldığına göre onları esaretlerinden kurtarabilirdik. Elbette bunu evimize döndüğümüzde yapmak daha mantıklıydı. Burada daha fazla kimsenin kalmak istediğini sanmıyordum.

 

"Kızlar az öncekini sizde hissettiniz mi?" Omuzumun üstünden Nesli'ye baktım. "Sanki deprem gibi bir sarsıntı hissettim."

 

Nesli cümlesini bitirmişti ki ayaklarımızın altındaki zemin şiddetle sallanmaya başladı. Etrafa baktığımızda duvarın çökmeye başladığını fark ettim. Adımlarımız geri geri giderken bizden geride kalan Ilım'ı tutup yanıma çektim. Tam da o sırada az önce onun durduğu yere kocaman bir kaya düştü.

 

"Çabuk çabuk buradan çıkmalıyız!" Ulaş'ın kolumdan çekerek koşamasıyla ona eşlik etmek zorunda kaldım.

 

Çıkışa doğru koşarken Hera ile iletişim kurmaya çalışıyordum. "Hera yüzüğü aldık ama bir sorun var burası yıkılıyor!"

 

Hera'dan ses gelmezken beni duymuş olması için dua ediyordum.

 

"Yetişemeyeceğiz!" diye bağırdı Açelya.

 

"Beden aktarması yapacağım kilitlenin!" Ulaş bunu dediği hepimiz ellerimizi birbirine kenetledik. Ulaş takip edemeyeceğim bir hızda sözcükleri söylerken gözlerimi kapattım çünkü büyüyü yapmayı başarmıştı.

 

Bir an sonra Balay nenenin küçük kulübesinin arkasındaydık.

 

Hera Pamira...

 

Gözlerim soğuk rüzgarların yüzüme esmesiyle birlikte açtığımda çoktan geldiğimizi fark ettim üstelik Alar'ın yanında da değildim. Burası Hale ile kaldığımız odaydı. Üstüme beyaz geceliklerden biri giydirilmişti. Biraz etrafa bakınca camın açık olduğunu ve rüzgarın oradan geldiğini anladım. Alar'da beni oradan bırakmış olmalıydı. Bana bir veda bile etmeden çıkıp gitmişti.

 

Üzerimdeki yorganı itip katlanarak sandalyeye konmuş elbiseye uzandım. Fotoğraf elbisenin cebindeydi. Onu oradan alıp masanın üzerine bıraktım. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte burayı aydınlatan ufak bir gaz lambası dışında bir şey yoktu. Uzanıp ışığı arttırdım ve ahşap dolabın kapaklarını açtım. Dolabın en arkasına gizlenmiş bana ait kıyafetleri çıkarırken kafamda çoktan tilkiler cirit atmaya başlamıştı. Bu kıyafetler buraya zorla getirildiğim gün giydiklerimdi ve giderkende üzerimde bunlar olacaktı.

 

Fotoğrafı alıp eşofmanın cebine koydum sonrasında saçlarımı lastik tokayla alttan gevşek bir at kuyruğu yapıp sert adımlarla odadan çıktım. Merdivenleri aynı şekilde inerken içerideki Hale ve Balay nenenin seslerini duyabiliyordum ancak ne dediklerini anlayamıyordum. Kapının eşiğinde durduğumda ikisininde gözleri bana döndü. İkiside üzerimdeki kıyafetlere bakarken içeri girdim. Cebimdeki fotoğraf sanki kocaman bir ağırlıkmış gibi hissettirirken ikisinin karşısına geçtim.

 

"Hera? İyi misin çok garip bakıyorsun?" Hale ayağa kalkıp bana doğru gelmeye çalıştığında geriye gittim.

 

"Nasıl bakıyorum?" diye sordum gözlerimi kısmış.

 

Hale sertçe yutkundu. "Boş, bomboş. Bir sorun mu oldu? Yüzüğü alamadınız mı?"

 

"Hayır aldık."

 

"Öyleyse sorun ne?"

 

Ellerimden biri cebime gitti. "Buraya geleli tam altmış gün oldu değil mi? İki aydır sizinleyim." Hale'nin kaşları çatılırken devam ettim. "Evinize gelirken bana ne dediğini hatırlıyor musun Hale? Bana babamın yakını olduğunuzu söyledin bende buna dayanarak buraya geldim ama bu zamana kadar bu konu hiç açılmadı bir şekilde hep arada kaynadı."

 

"Ne demeye çalışıyorsun?"

 

Fotoğrafı cebimden çıkardım. "Sana sorduğum soruya dürüstçe cevap vermeni istiyorum." dedim sıkı sıkıya fotoğrafı tutarken. "Babam kim benim Hale? Madem yakınısınız nerede o?"

 

Hale'nin gözleri şaşkınlıkla açılırken Balay neneye döndü. "Hera sen neyden bahsediyorsun?" diye sordu Balay nene şaşkınca.

 

"Soruma soruyla karşılık vermeyin. Size bir soru sordum ve cevabını istiyorum." İkiside ne diyeceğini bilmiyormuş gibi bakarken ellerim titremeye başladı. "Yoksa onu tanımıyor musunuz? İki aydır yabancıların yanında yaşıyordum değil mi? Sizinle hiç bir alakam yok peki benden ne istiyorsunuz? Yoksa bana acıdığınız için mi evinize aldınız?"

 

Hale gözlerini kocaman açtı, "Sen ne dediğinin farkında mısın Hera?! Ne acımasından bahsediyorsun sence bir yabancıyı evimize acıyıp alır mıyız?" Sesi fazlasıyla yüksek çıktığında Balay nenede ayağa kalktı.

 

"Kimsiniz siz?!" Artık bende bağırıyordum. "Artık daha fazla soru işareti istemiyorum! Kimsiniz siz?!"

 

İkiside tamamen şok içindeydi. Eminimki böyle bir tepki beklemiyorlardı ama şu an ne hissettiğimi bilseler kendilerini suçlu hissederler miydi bilmiyorum. İki aydır iki yabancı ile yaşıyordum ve başımdaki sorunlardan bunu dert etmeye zaman bile bulamıyordum. Bir yanım ise aramızda kan bağı olduğunu düşünerek buna dayanıyordu ama şimdi nasıl kandırıldığımı fark ediyordum.

 

"Hera sakin ol ve otur lütfen." Balay nene hala cevap vermek yerine konuyu değiştirmeye çalıştığında sinirle olduğum yerde tepinmek istiyordum.

 

"Ben cevap istiyorum!" En sonunda cebimdeki fotoğrafı çıkardım. "Bu fotoğraftaki kadın benim annem! Yanındaki kim biliyor musunuz? İgnislerin eski lideri! Şimdi aklımdan öyle ihtimaller geçiyor ki delirmek istiyorum." Akmaması için uğraştığım göz yaşları tek tek düşmeye başladı. "Sizden sadece cevap istiyorum. Eğer babamın kim olduğunu biliyorsanız söyleyin çünkü bu ihtimaller beni bitiriyor.

 

Hale'nin dolu dolu olan gözleri fotoğrafı gördüğünde akmaya başladı. Balay nenenin eli şokla ağzına kapanırken Hale konuşmak için ağzını açmıştı ki cümle kurmasına izin vermeden kolunu sıkarak onu durdurdu.

 

Bu da neyin nesiydi?

 

"Bana verecek cevabınız yoksa..." fotoğrafı geri cebime koydum. "... ben gidiyorum."

 

Kapıdan çıkmak üzereyken Hale kolumu yakaladı. "Nereye?"

 

Ona dönmeden cevap verdim. "Evime."

 

Kolumu sertçe kendime çektiğimde Hale'nin tökezlediğini hissettim. Ya da sadece öyle olmasını istedim. Arkamdan biraz da olsa sarsılmasını. Bencilceydi biliyorum ama istemiştim bunu. Onları arkamda bırakıp evden çıkarken Hale'nin arkamdan ismimi seslenerek peşimden gelmesi içime su serpti.

 

"Hera!" Yürümeye devam edersem bana yetişecekti. Soğuk rüzgar sertçe yüzümü tokatlarken hırkamın kapşonunu kafama geçirip arkama tekrar bakmadan koşmaya başladım.

 

Orman yoldan çıkıp kasabaya ulaştığımda cadı ve büyücülerin garipseyen bakışlarını bile umursamadan onlara çarpa çarpa ilerledim. Bugün buradan kurtulacağım gündü onların varlığı artık umurumda değildi istedikleri gibi bakabilirlerdi. Çünkü bu sondu. Bu son endişemdi, son gözyaşım.

 

"Hadra ay bekçilerinin krallığına gidiyorum en kısa sürede yanıma gelin." Hadra'nın yaptığı büyü sayesinde son kez onlarla iletişime geçtikten sonra kasaba girişinden çıktım.

 

Kartlar dağıtıldı, bu oyunun son perdesi.

 

༻☾༺

 

Koşmayı bırakıp durduğumda nerede olduğumu bile bilmiyordum. Ay bekçilerinin şehrine gitmem gerekiyordu bunu ipucu sayesinde az çok anlamıştım ama ne oraya nasıl gideceğimi biliyordum, ne oranın nerede olduğunu ne de ne aradığımı. Eğer Balay nene olsaydı çok daha kolay olurdu. Kendi kendime ortalığı karıştırmadan önce keşke ona sorsaydım diye düşünmeden edemedim.

 

"Hatıralar havuzunda sakladılar kurtuluşunu gizlediler senden kim olduğunu." Kendi kendime safirin cümlelerini tekrarlarken elim boynumun üzerine gitti. Safir oradaydı yanında kalpli kolyem ile birlikte.

 

Alar'ın kalbiyle birlikte.

 

"Koru kalbini şeytandan." Bunun için fazla geç kalmıştım.

 

Ne diyordu devamında? Uzak dur yırtıcı bekçiden. Bekçi aklımda bir tek ay bekçilerini çağırıştırıyordu ancak yırtıcı bir bekçi korkutucu olabilirdi hele ki ben tam olarak büyü yapamıyorken.

 

Karnım yüksek sesle guruldadığında elim karnıma kapandı. Kaç saattir yemek yemiyordum ve midem tamamen boştu. Suyu etraftan bir şekilde halledebilirdim ama bu ormandaki garip şekilli meyveler gözüme hiç güvenilir gelmiyordu. Daha ne kadar dayanabilirdim bilmiyorum ama yer bulma büyüsü yapmadan önce karnımı doyuracak bir şeyler bulmak zorundaydım yoksa bu gidişle yırtıcı bir bekçi yüzünden değil açlıktan ölecek gibiydim.

 

Oturduğum yerde kendi kendime sallanırken duyduğum hışırtı sesleriyle ani bir refleksle ayaklandım. "Orada biri mi var?" Kendimi korku filmlerindeki aptal sarışın bir kız gibi hissediyordum fakat ne ben sarışındım ne de korku filminin içindeydik.

 

Gerçi korku filmi kısmından emin değilim.

 

Elim hançerime giderken tanıdık bedeni görmemle yüzüm şaşkınlı değişti. Uzun zarif boynuzu gördüğümde yüzümde minik bir tebessüm oluştu. Kiara ve sürüsünü gördüğümde onlara doğru yaklaştım. Beni fark ettiğinde o da adımlarını bana doğru çevirdi.

 

"Merhaba, nasılsın?" Elbette bana cevap veremedi ama bizim gibi düşündüğü ve normal hayvanlardan farklı olduğu için ona bu şekilde yaklaşmayı daha doğru buluyordum. "Sanırım yolculuk ediyorsunuz." dedim arkasındaki sürüye hafifçe göz atarak. Başını salladığında hançeri geri koyuyordum. Onları ürkütmek istemiyordum.

 

Aniden aklıma gelen düşünceyle bir anda kaşlarım havalandı. Tek boynuzlular sürü halinde tüm diyarı geziyorsa benim gideceğim yeri de biliyor olmalıydılar. "Kiara hatıralar havuzu nerede biliyor musun?" Kiara garip bir ifadeyle tiz bir şekilde kişnediğinde surat astım. "Lütfen başını kullanarak cevap verir misin?" Bunu isteksizce bir baş sallamayla onayladı. Gözlerim heyecanla parlarken ona yaklaştım. "Lütfen beni oraya götür Kiara lütfen lütfen!" Küçük çocuklar gibi tepindiğimde zavallı yaratık şaşırmıştı. "Götürür müsün?" diye sordum şirince sırıtarak.

 

Kiara arkadaki sürüye bakıp kısa bir süre sonra bana geri döndüğünde başını salladı. Heyecanla parlayan gözlerim kocaman açılırken boynuna sarıldım. "Tanrım teşekkür ederim gerçekten sana minnettarım!" Ondan ayrılıp sırtına binmeden önce izin alır gibi baktım, anında gözlerini açıp kapayarak onaylamış bende sırtına binmiştim.

 

Kiara sürüye yaklaşıp önlerine geçtiğinde canını yakmayacak şekilde boynuna tutundum. Bir beşikteymiş gibi sallanarak ilerlerken uyumamak adına büyük bir mücadele veriyordum. Ancak yolculuk uzun sürecekmiş gibi görünüyordu ve bedenimde beni dinlemeyecek gibiydi bu yüzden göz kapaklarım ağır ağır kapanırken engel olamadım.

 

༻☾༺

 

Gülnihal nene biz küçükken her gece bize bir masal anlatırdı. O masalı dinlemek için evden kaçar defalarca dinlesemde sıkılmazdım. Ay kız masalı benim dinlediğim ilk masaldı, en çok sevdiğimde. Diğer çocuklar Peter Pan, Cindirella, Pamuk Prenses gibi masalları severken ben belki de Gülnihal bebenin uydurduğu bu masalı defalarca dinlerdim.

 

Masalda diyordu ki; Gece kadar koyu saçlara sahip kız öldürülmek üzereyken kaçtı zindandan. Köylüler meşalelerle onu ararken koştu ormanda çıplak ayaklarıyla. Yemyeşil çimenler onun ayaklarından süzülen kanla kırmızıya boyanırken günlerce acı içinde devam etti yürümeye. Bir dağ vardı çok yüksek olmayan ama büyük bir mağaraya sahip olan. Kız kendine sığınmak için orayı seçti.

 

Neredeyse yarım günde tırmandı dağa ancak tepesine ulaştığında yüzünde bir gülümseme oluştu. Mağarayı bulmuştu kız, hiç düşünmeden girdi içine. Keskin küçük taşlar yaralarını acıtsa da artık uyuşmuş gibi hissedemiyordu acıyı. Mağaranın uçsuz bucaksız karanlık koridorlarında yürürken bir ışığı fark etti. Heyecanla parlayan gözleriyle aceleyle koşturdu.

 

Dört büyük heykelin arasındaki havuza doğru attı adımlarını. Havuzun içindeki suyu gördüğünde dayanamadı içti kana kana. O an dört lordun gözleri de ona döndü. Kızıl gözler öfkeyle ona baktığında zavallı kız tökezleyerek geri kaçmaya çalıştı. Tam o sırada mağaranın tepesinde ki delikten ay ışığı vurdu yüzüne. Vücudu havuza çekilirken direnmedi suyun içine girdi. Ay ışığı havuza yansıyıp onu aydınlatırken kapattı gözlerini. Geri açtığında mavi hareleri mor parlamalarla doluydu.

 

Ay kızı lanetledi kız ise doğayı.

 

Ayın kızının ikizleri oldu onların yüzüne üfledi. Ardından bir kızı daha oldu onu alevlerle lanetledi, ateş çıkaran dendi çocuğa. Bir kız çocuğu daha geldi dünyaya onu doğayla lanetledi, doğadan gelen dendi ona. İki çocuk daha getirdi dünyaya birini siren kanıyla boyadı diğerini hatıralar havuzunda yıkadı. Birine suyun elçisi dendi. Diğerine ayın lanetlenmiş kızı. Altı çocuğunu da sonsuz bir büyüye mahkûm kıldı.

 

Ben ayın lanetlenmiş kızıyım. Tüm cadılar gibi benimde soyun ona dayanıyor. Çocukken anlamayamda aslında o kadının yaşadığını büyüdükçe fark etmiştim. Hikaye o kadar bizimle uyumluydu ki bunu cadıların tarihçesi olduğunu fark etmiştim. Cadılar işte bu şekilde meydana gelmişti. Bizler büyüyle lanetlenmiştik ve hatıralar havuzu dendiğinde nereye gitmem gerektiğini az çok anlamıştım. Tek soru hangi kasabaya gideceğimdi onunla geriye kalan tek kasaba olduğunu düşünmüş ve oraya gidiyordum. Ancak elbette öylece bilgisizce gidecek kadar da aptal değildim. İgnis kalesindeki o odadaki raftan ay bekçileriyle alakalı olan kitabı alıp okumuştum ve hatıralar havuzu efsanesinden bahsediliyordu kitapta.

 

Kiara durduğunda bende gözlerimi yavaşça araladım. Hava karanlıktı ve bir ormanın ortasında gibiydik. Nerede olduğumuza dair en ufak bir fikrim dahi yoktu. Kiara ve sürü hareket etmiyordu belki de geldiğimiz için durmuş ve benim uyanmamı bekliyorlardı. Doğrulup Kiara'nın yumuşak tüğlerinden ayrılırken sürünün yanımızda olmadığını fark ettim . Sadece ikimiz vardık. Ormanın ortasında neden durduğumuzu anlamazken sırtından indim.

 

"Neredeyiz?" diye sordum tedirgin gözlerle etrafa bakarken. "Ay bekçileri sınırları içerisinde miyiz?" Yüzümü ona çevirdiğimde hafifçe başını salladı. "Tamamdır Kiara gerisini ben hallederim. Yardımların için minnettarım." Anlamadığım bir ifadeyle bakan gözlerini yavaşça bir kaç kez kırpıp geri çekilirken o bakışların ne anlama geldiğini düşünmekten kendimi alamadım.

 

Kiara gözden kaybolduğundan hırkamın kapşonunu takıp temkinli adımlarla ilerlemeye başladım. Biraz ilerledikten sonra böyle kafama buyruk şekilde yürümenin mantıksız olduğunu düşünerek olduğum yerde durdum. Cebime sıkıştırdığım hançeri çıkarıp yere eğildim. Hançeri avucuma bastırıp sertçe çektiğimde kanım toprağa damlarken kısıkça inledim.

 

"Ostende mihi quod volo videre." Buraya geldiğim ilk gün yaptığım yer bulma büyüsünü yaptığımda kanımın damladığı her bir toprak şekillenerek havalandı.

 

Büyünün püf noktası o canlıların enerjisini düşünmekti ancak çok fazla güç harcadığından dolayı pek tercih edilmiyordu. Gülnihal neneden arakladığım kitapta böyle yazıyordu yani. Anlaşılan doğruydu da çünkü vücuduma yoğun bir ağırlık çökmüştü. İstemeye istemeye ellerime baktım böylece kaçtığım gerçek beni tekrar yakalamış oldu. Kara damarlar parmak uçlarıma kadar uzanmıştı ve bu da fazla zamanım kalmadığına işaretti. Eğer yüzüğe ulaşabilirsem bundan kurtulabilir ve kötü bir ruh olmazdım.

 

"Dayanabilirsin." dedim kendi kendime destek olmaya çalışarak. Kızların peşimden geldiğini ümit ediyordum.

 

Büyü sayesinde ilerlerken içimde bir huzursuzluk vardı. Takip edildiğimi hissediyordum ve bu beni fazlasıyla geriyordu. Üstelik bu tanıdık enerji kuşkulanmama sebep oluyordu. İgnislere özgü kan ve kül kokusu burnuma dolarken onlarla dövüşemeyecek kadar zor durumda olduğumdan adımlarımı hızlandırdım. Onları görmezden gelirsem belki benimle uğraşmazlardı.

 

Ama benden bahsediyoruz hangi konuda şanslıydım ki?

 

Önümde beliren simsiyah bedenlerle bir adım geriye gittim. Yoğun enerjilerine bakılırsa kolay lokma değillerdi ve onlarla kesinlikle uğraşamazdım. Üstelik bir değil iki kişiydiler. Biraz daha önde duran adam pelerinin kapşonunu açtığında yüzünü görmüş oldum. Diğer ignisler gibi genç görünümlü esmer buğday tenli otuzlarının başında gibi görünen bir adamdı. Dışarıdan bir insan onu görse yakışıklı yüzünden kesinlikle etkilenirdi. Maalesef güzellik ignislerin ortak özelliğiydi. Diğer ignis de yüzünü açtığında ikisinin de erkek olduğunu görmem içten bir küfür etmeme sebep oldu. Bu diğerinden daha genç görünüyordu ve teni çok soluk bir beyazdı neredeyse ölü gibiydi. Gerçi onlar zaten ölüydü.

 

"Beyle lütfen yolumdan çekilir misiniz?" dedim oldukça şirin olmasını umduğum bir sesle. Kapşonumdan dolayı yüzümü göremiyorlardı bu yüzden yüzümü buruştururken çekinmedim.

 

"Sen buralı değilsin cadı." dedi öndeki sert adam.

 

"Sizde pek köpekçiklere benzemiyorsunuz?(!)" dedim imayla.

 

"Buradan sonrasında ilerleyemezsin." Bu defa konuşan genç ve ölü gibi görünen elemandı.

 

Kapşonumu indirip başımı kaldırdım. Gözlerim onlarla kesiştiğinde öndeki adamın gözleri kısıldı. "Saraydaki kızsın sen krala karşı gelen." Beni tanıyordu bu daha da kötüydü işte. "Kral seni gördüğüne çok sevinecek."

 

Üstüme doğru yürümeye başladığında hançerimi hızlıca çıkardım. "Gel de seni ikince kez ölümle tanıştırayım iblis!"

 

"Bir cadının büyüsüne değildi ufak bir hançere güvenmesi ne kadar acınası."

 

Alayla kurduğu cümleler sinir seviyemi arttırırken bir adım ileri gittim. "Sana daha acınası bir şey söyleyeyim mi? Kendini kral ilan eden bu aptalların köpeği olan sizler çok daha acınasısınız." Tutamamıştım çenemi ve şimdi tutacak bir çenemde kalmayacak gibi hissediyordum.

 

"Kendin kaşındın cadı." Üzerime doğru öyle bir hızla geldi ki kaçmaya fırsat bile bulamadım. Karnıma attığı tekmeyle arkamdaki ağaca savrulduğumda bir an tüm kemiklerimin kırıldığını sandım.

 

Ağzıma gelen kanı yere tükürürken elimi karnıma bastırarak doğruldum. "Beni öylece yıkamazsın."

 

"Öyle mi dersin?" Tekrar üzerime geldiğinde bu sefer hazırlıklıydım. Yumruğunu yüzüme geçirmek üzereyken eğildim ve hançerimi kalbine bastırdım. Benden bunu beklemiyor olacak ki şaşırmıştı. Kızıl gözlere bakarken hançeri çevirdim ve kalbini paramparça ettim.

 

Yaşlı olan yere düşerken ölmeyeceğini bilsemde bir süre bilinçsiz yatacağı için rahattım. Ancak genç olan iblis öfkeli gözlerle hareketlerimi izliyor ve hamle yapmak için hazırlanıyor gibi görünüyordu. Hançerim diğerinin göğsünde kaldığından yandaki ağaçtan bir dal koparıp dizimle onu ikiye böldüm böylece iki sivri değneğim olmuştu.

 

"Daha fazlasını istiyor musunuz?" Diye sordum nefes nefese. Çok fazla dayanamazdım üstelik büyü kullanmadan dövüşmek çok zordu. Çocukken eniştemin beni zorla gönderdiği dövüş kursu olmasa bu kadar dayanamazdım bile. İgnis üstüme doğru hareketlendiğinde sopalarla siper aldım.

 

Diğerinden daha akıllı olacak ki avuç içlerinde topladığı alevleri üzerime savurdu. Normalde onları büyüyle geri savurabilirdim ama şu an ki durumda imkansızdı bu yüzde diğer tarafa kaçmaya çalıştım ama kolumun bir kısmına değen alevler acıyla çığlık atmama sebep oldu. Bu defa ellerim koluma kapanırken ignis sırıtarak izliyordu bu manzarayı.

 

"Büyü yapamıyorsun değil mi?" Gözleri parmaklarıma kadar uzanan siyah damarlardaydı.

 

"Bunu yapmak zorunda değilsin?" Kısıkça mırıldandığım cümle onu sadece güldürdü.

 

"Değilim, ama neden yapmayayım?(!)" Bu defa hızlıca atılıp yumruğunu karnıma geçirdi. Aynı noktadan ikinci kez darbe aldığımda nefesimin kesildiğini hissettim.

 

Onun fiziksel kuvveti diğerinden çok daha fazlaydı. Beni neredeyse üç metre geriye savurmuştu. Üstelik bunu yumruğuyla yaptı. Bilincim kapanmak için direnirken dizlerimin üstünde nefes almaya çalıştım. Eğildiğim için yüzümü saran saçlarım etrafı görmemi engellerken bu sefer nasıl bir hamle yapacağımı ya da kendimi nasıl koruyacağımı bilmiyordum. Aklımda tek bir seçenek vardı ve bunun da işe yarayıp yaramayacağından emin değildim.

 

Bedenimi tutmayı bırakıp sırtımın yere düşmesine izin verdim kıstığım gözlerimle saçlarımın izin verdiği kadar etrafa bakmaya çalışırken ignisin adımları yaklaştı. Saç diplerimde yoğun bir acı hissettiğimde yüzümü buruşturdum. Yorgun mavilerim soluk kızıllarla buluştuğunda gözleri nefretle harmanlandı.

 

"Siz cadılar ölümü hak ediyorsunuz!"

 

İstemsizce bir gülüş çıktı dudaklarımdan. "Hangi cadı yaktı canını söylesene?(!)"

 

Saçlarıma olan elleri boğazıma yapıştığında gözü artık hiç bir şey görmüyormuş gibi sıkmaya başladı boğazımı. Dudaklarım bir parça nefes için çırpınırken zorlukla titreyen elim yan tarafıma uzandı. Odun parçasını ellerimin arasına aldığım an bir saniye dahi beklemeden onun şah damarına sapladım sivri ucu. Elleri boynumdan çekildiğinde boynundan kanlar yüzüme sıçradı. Can havliyle kendimi geri çekip nefes nefese ellerimi boynuma yasladım. İgnis dizlerinin üstünde acıyla kıvrılırken sürüne sürüne diğer ignisin yanına gidip hançerimi göğsünden aldım.

 

Diğerinin yanına geri döndüğümde hareketlenmesine izin vermeden dizimi boşluğuna geçirip üzerine eğildim. Ellerimin arasındaki hançeri karnına ve göğsüne defalarca saplayıp çıkarırken dudaklarımdan acı dolu bir canhıraş çıktı. Hançeri çıkartıp geri cebime koyarken doğruldum.

 

"Asıl acınası olan bu işte. Defalarca bu acıyı çekip iyileşecek yaraların ve sen ölümü birden fazla kez tadacaksın."

 

Onun gözleri kapanırken zorlukla oradan uzaklaşmaya başladım. Onlar ayılmadan buradan olabildiğince uzaklaşmalıydım. Onların yaraları bir kaç saatte iyileşirdi ama benimkilerin iyileşmesi günler sürebilirdi. Tökezleye ilerlediğim yolda sanki gittikçe bayır yukarı çıkıyormuş gibi hissediyordum. Bana öyle geliyor da olabilirdi çünkü bilincim de pek yerinde değildi aslına bakarsak. Büyü yapabilecek durumda değildim ama enerjimi az da olsa gizlemeyi başarmış ve olabildiğince uzaklaşmıştım. Çalılıkların arasında görünmeyen bir noktaya geçip ağaca yaslanarak nefes alışverişlerimi düzene sokmaya çalıştım.

 

Göz kapaklarım sanki yüzlerce kiloluk bir ağırlık gibi hissederken acıyla inledim. Görünürde bir yara yoktu ama içten bir şey olduğu kesindi. Hırkamı ve altındaki ince buluzu sıyırdığımda gördüğüm kocaman morluklar yüzümü buruşturmama neden oldu. Beni gerçekten fena harcamıştı canavarlar! Onlara olabilecek en kötü lanetleri yağdırırken acıyla kasıldım. Yaralarımı sarmak adına yanımda hiç bir şey yoktu ve ben daha fazla ayakta durabilecek güce sahip değildim.

 

Vaktim yoktu ve bu iblisler bana yine zorluk çıkarmıştı. İgnisler sürekli karşıma çıkmasa hayatım çok daha güzel ilerleyecekti muhtemelen. Az kalmıştı onlardan kurtulmama belki buradan kurtulunca okula devam ederdim. Bir şekilde annemi kurtarır onunla birlikte yaşardım. Nesli ve annesi de bizimle olurdu belki. Gülnihal nene ne yapıyordu acaba? Bizi hiç merak ediyor muydu peki halam ve eniştem? Halam muhtemelen endişeden ölüyordur. Tanrım onları çok özledim, bana ait olan hayatı çok özledim. Ve yemin ederim hayatımı geri alacağım.

 

BÖLÜM SONU

 

 

instagram hesaplarım;

 

@hatedogru

 

@vaerosass

 

 

Loading...
0%