Yeni Üyelik
26.
Bölüm

24.Görkemli Bir Hapishane

@vaerosas

Beşinci Yüzük Serisi 2 - Avdet

 

༻☾༺

 

Bölüm Yirmi Dört;

Görkemli Bir Hapishane

 

Bölüm Şarkısı;

The Weeknd - House Of Balloons

 

Tek suçlu hiç bir zaman şeytan değildi.

 

Yağmur damlaları sert bir şekilde adeta odanın küçük camını dövüyordu. Akşam saatleri olduğundan gökyüzü karanlık dışarıyı ayın ışığı ile aydınlatan tek şey belirli aralıklarla dizilmiş sokak lambaları. Onların da bazıları arızalanmış ancak bakımsızlıktan dolayı bir sönüp bir yanıyordu. Kasabanın gösterişli mekanlarının arasında kalan bu büyük görkemli malikenenin çevresine ise ay sanki hiç ışığını vurmuyor içindekileri cezalandırıyordu.

 

Soluk bir bej rengindeki duvarlar sanki üstüne üstüne geliyordu yatağının üstüne oturmuş genç kızın. Dizlerini kendine çekmiş kollarıyla etrafını sarmıştı. Alev alev inen dalgalı saçları yüzüne düşmüşken saç tutamlarının arasından çatlak aynadaki yansımasına baktı. Koyu mavi gözlerinin arasında minik parıltılar kol gezindi. Koyulaştı da koyulaştı. Harelere o nefret ettiği mor rengine bulanırken baş ucunda duran tarağı uzaktan eliyle hareket ettirdi. Parmak uçlarında gördüğü mor onu daha da sinirlendirdi. Elini bir tokat gibi aynaya doğru savurduğunda tarak aynaya çarpıp onu paramparça etti.

 

Birazdan içeriye dolaşacaktı şimdi diğerleri, bu düşünce soluk beyaz kemikli ellerini sımsıkı yumruk yapmasına neden oldu. İnce ellerinden bir çıtlama çıkarken yere düşen kırıklara baktı. Yapabilir miyim? Diye sordu kendine. Bu ince sıradan cam parçaları benim gibi bir canavarı yok etmeye yeter mi? Bunları düşünürken çoktan ayağa kalkıp onların üstüne diz çökmüştü. Beyaz saten geceliği dizlerinin üstünde bitiyordu bu yüzden cam parçaları çıplak bacaklarını kesmiş kızıl çizgiler bırakmıştı. Arasından kan sızan bacaklarını umursamadan bir parçayı eline aldı. Bu diğerlerinden farklı büyük ve keskindi, tıpkı bir bıçağa benziyordu.

 

Cam parçasını kalbinin tam üstüne yaklaştırdı ancak geç kalmıştı çünkü odanın kapısı sertçe açılıp duvara çarparak o tok sesi çıkarmıştı. Genç kadın sıçrayarak gözlerini oraya çevirdi. Herkes oradaydı. Harelerinde toplanan güç bir anda geri çekilmiş ürkek maviler kendini göstermişti.

 

Zaten babasını ne zaman görse ürkütücü morlar gider ürkek maviler gelirdi.

 

Adamın gözleri kızın elindeki cam parçasını bulduğunda bu sefer ürkütücü morlar onun gözlerindeydi. Zavallı kız yutkundu, korkudan hareket dahi edemiyordu. Adam öyle hızlı eğilip ellerinden çekip almıştı ki cam parçasını kızın elleri kesilmişti. Arkadan annesi atılmaya çalışsada kapıdaki adamlar kollarından onu tutup durdurdu.

 

"Kes şunu!" diye bağırdı kadın kocasına ama adam yerdeki kızı tek eliyle omuzundan tutup ayağa kaldırmış sarsmaya başlamıştı.

 

"Ne yaptığını sanıyorsun sen Umay?! Şimdi de kendini mi öldüreceksin!" diye bağırdığında kız sıçrayarak gözlerini yumdu. "Yüzüme bak!" derken adeta yırtıcı bir hayvan gibi kükremişti. "İnsanlar benim kanımdan bir delinin çıktığını düşünüyor sende tıpkı o aptal ruh koparan varisi gibi intihar edip bize acımalarına mı sebep olacaksın!"

 

"Siz insan değilsiniz... ben insan değilim."

 

"Ne fark eder?! Elindeki gücün farkına var ve onu kullan artık!"

 

"Yapamıyorum!" diye haykırdı kız gözlerini kocaman açarken. Dolu gözlerinden yaşlar süzülürken dudakları titriyordu. "Anlamıyor musun baba yapamıyorum!"

 

Odada bir ses yankılandı. Umay'ın yüzüne patlayan tokadın sesi.

 

"Yapma!" diye bağıran kadını kimse umursamadı.

 

Umay'ın başı yana eğilirken düşmemesinin tek nedeni kolunu morartacak kadar sıkı tutan babasının eliydi. Beyaz teninde çoktan bir kızarıklık ve morluk oluşmuştu.

 

"Yapamıyorsun öyle mi?!" Adam histerik bir kahkaha attı. "Göstereceğim sana yapamamayı!"

 

Kızı odadan dışarı sürüklerken Umay'ın bacaklarından akan kanlar yere damlıyordu. Annesi arkasından acı içerisinde bağırıyor kızını kurtarmak için çırpınıyordu.

 

Merdivenlerden aşşağı inip bodruma yaklaştıklarında Umay'ın gözleri kocaman oldu.

 

"Hayır..." dedi sesi titrerken. O sırada çırpınmaya başladı. "Yapma baba ne olur! Bana bunu yapma lütfen dur!"

 

"Kes sesini!"

 

"Hayır istemiyorum!" Bodrumun kapıları açıldı.

 

Zincirin birbirine çarpma sesi duyuldu.

 

"Hayır baba! Bana bunu yapamazsın ben senin kızınım!" Duvardan asılan zincirleri gördüğünde çırpınışları arttı. "Yalvarırım yapma!" Zincirler ona yaklaştı. "HAYIR!"

 

Zincirler bir toz tanesine dönüşürken babası sertçe duvara savruldu. Ürkütücü morlar Umay'ın harelerine uzandı, tüm bodrumu kapladı. Ne yaptığının farkında bile değildi ama bunun tek şansı olduğunu fark ettiğinde bodrumun kapısına koştu. Ayaklarına ayakkabısını bile giyemeden dış kapıdan koşarak çıktı. Yağmur damlaları dolu gibi üstüne yağarken rüzgar sertçe yüzünü tokatlamaya başlamıştı. Kasabanın içine kadar koşmayı başardığında eski köy tarafındaki bir parka girdi. Yorgun düştüğünden soluklanmak adına paslı salıncaklardan birine oturdu. Paslı zincir tiz bir ses çıkararak sallanırken yağmura göz yaşları eşlik etti.

 

Dizlerinden akan kan yağmurla karışıp yere düşerken bir nevi bacakları temizlenmişti. Beyaz geceliğin uzun tül kumaşı kollarına yapışmıştı yağmurdan. Geceliği de inceydi zaten hem kısaydı da. Ayakları da çıplaktı ve neredeyse tüm tabanı kesilmiş yara bere içinde kalmıştı.Başını kaldırıp gökyüzüne bakarken neredeyse bayılacaktı. O yaptığı her neyse çok fazla enerji tüketmişti. Artık tutmakta zorlandığı başı düştü.

 

Birinin göğsüne.

 

Etrafına sarılan kolların içindeyken hafifçe araladı göz kapaklarını. Siyah kazağı gördükten sonra başını kaldırmaya çalıştı. Bu defa kızıl gözler karşıladı. Ürkütücü derecede güzeldi, onları ilk kez bu kadar yakından görüyordu.

 

"Sen..." Dedi zar zor araladığı dudaklarının arasından.

 

"Demek prenses ejderhanın kulesinden kaçmayı başardı." dedi adam sırıtırken.

 

"Acahan Pamira?" dedi doğrulamak ister gibi.

 

"Evet," dedi adam. "Benim."

 

Umay'ın beyninde tehlike çanları çalmaya başlarken korkuyla geri çekilmeye çalıştı ancak adam izin vermedi. "Korkma," dedi onu salıncaktan çekip kucağına alırken. "Isırmam seni."

 

Kadın göz devirdi. "O konuda emin değilim." dedi yorgun olduğu için kısık çıkan sesiyle.

 

Acahan güldü, neredeyse kahkaha atacaktı. "Merak etme prenses seni ısırmayacağım ben ejderha değilim."

 

"Şüpheliyim." dedi bu defa. Yorgunluktan bayılmak üzereydi ama bu adamla laf dalaşı yapmasına engel olmuyordu.

 

"Çok konuşuyorsun ama kafanı tutacak halin bile yok bu yüzden sus ve uyu."

 

"Sonra?"

 

"Ona sonra karar veririz."

 

Umay uysal bir şekilde başını salladı zaten dediği gibi kafasını tutacak hali bile yoktu bu yüzden iblisin sözünü dinledi ve onun kolları arasında gözlerini kapattı.

 

༻☾༺

 

Çatırdayan şömine ateşinin sesi evin duvarlarına çarparak kulaklarına dolduğunda mavi gözler ağır ağır aralandı. Tanıdık olmayan bu yer irkilmesine neden olurken doğruldu. Deri koltuk gıcırtılı bir ses çıkardığında karşısında duran adam ona kısa bir bakış attı. Nereede olduğunu kavramaya çalıştı Umay ama bu adamı gördüğü an iyi bir yerde olmadığı kanısını vardı. Kaç saattir burada olduğunu da bilmiyordu üstelik eğer uzun süredir buradaysa eve döndüğünde başına gelecekleri düşünemiyordu bile.

 

Tüm cesaretini toplayıp üzerindeki battaniyeyi kenara sıyırdı ve gözlerini ignisin kızıl gözlerine dikti. "Tam olarak neredeyiz?"

 

Acahan Pamira başını kıza çevirdi. "Medusa'da."

 

Umay yutkundu sonra bir an etrafına bakındı ardından mavi gözleri öfkeyle mora boyandı, "Beni Medusa'nın arka odalarına mı getirdin?!"

 

"Elbette hayır burası benim ofisim aptal cadı kızı." Adam onu resmen alaya aldığında Umay daha da öfkelendi.

 

"Bana böyle seslenme." Bu defa sesi o kadar da güçlü çıkmamıştı. "Eve gitmek istiyorum."

 

Acahan omuz silkti.

 

Umay kendini toparladığında gözlerini devirip ayağa kalkmıştı ki tabanlarında hissettiği acıyla inleyerek koltuğa geri düştü. Sesi duyduğu an Acahan ayaklanıp kıza doğru eğildi.

 

"Ayakların yara bere içindeyken tek başına nereye gidebileceksin aptal cadı?!" Umay'ın gözleri dolmaya başladı ama acıdan değil güçsüzlüğüne ağlıyordu. İgnis lideri kızın gözyaşlarını gördüğünde derin bir nefes aldı. Ne diyeceğini ilk kez bilemiyordu bu yüzden ona doğru uzandı ve tek eliyle onu koca bedenine yasladı. "Ağlaman için söylemedim bunu, ağlama Umay."

 

İlk kez ismiyle seslendiğinde kızın yüreği istemsizce tekledi. Bu garip his tüm vücudunu sararken uzaklaşmaya çalıştı. Bir yandan da kendine kızıyordu. "Ben gerçekten aptalım değil mi?"

 

"Değilsin sus." Umay sustu ve sadece başını salladı. "Madem gitmek istiyorsun seni götürelim."

 

Acahan ayağa kalktı ardından tek hamlede sanki tüğdenmiş gibi kaldırdı. Kızın itiraz etmesine izin vermeden onu tek eliyle göğsüne bastırıp montunu onun üstüne attı. Yüzü kapandığı için Umay huysuzlansada Acahan'a sesini çıkaramadı. Arka kapıdan çıktıklarında Umay sadece kapı seslerini duyarak tahminler yürütüyordu. Acahan tek eliyle arabanın kapısını açıp nazikçe kızı içeri, koltuğa bıraktığında Umay'ın görüşü açıldı. Kapısı kapatıldığında başını arkasına yasladı kız tam o sırada yan tarafındaki kapı açıldı.

 

Araba çalışmaya başladığında da ikiside konuşmadı. Umay'ın şu an da düşünmesi gereken çok daha büyük problemler vardı. Onu evde bekleyen canavar aklına geldikçe vücudu zangır zangır titriyordu. Tekrar mahzene götürülmekten deli gibi korkuyordu. Gururu olmasa yanındaki adama onu bırakmaması için yalvarabilirdi ama bunu asla yapamayacağını çok iyi biliyordu.

 

Umay'ın bu hayattaki en büyük şanssızlığı annesinin kızı olmaktı. Çünkü o soydan gelen her safkan ay cadısı hatalı olurdu. Tıpkı annesi ve büyükannesi gibi. Eğer erkek olarak dünyaya gelseydi sorun olmayacaktı ancak babasının nefret ettiği bir kız çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Babası onun zayıflığından nefret ediyordu. O babasının gözünde hatalıydı, arızalıydı, bozuktu. Annesine çok kızıyordu Umay babasıyla evlendiği için. Sadece ölen eşinin yasını tutup büyük kızıyla ilgilenseydi ve bu adamla hiç evlenmeseydi, böylece Umay'da hiç dünyaya gelmemiş olurdu.

 

Araba durduğunda Umay'da doğruldu. Hapishanesine bakarken yüz ifadesi buz gibi bir hal aldı. Bu eve baktıkça kanı çekiliyordu. Acahan cadıların liderinin büyük evine bakarken alayla güldü.

 

"Ne görkemli bir ev ama!" diye alayla konuştuğunda Umay'da sahte bir gülüşle karşılık verdi.

 

Görkemli bir hapishane diye mırıldandı kendi içinde. Belki de sessizce dışarıdan mırıldanmış da olabilirdi.

 

Acahan Pamira'nın kızıl gözleri ona çevrilirken kapının koluna uzandı, "Teşekkürler." diye sessizce mırıldandıktan sonra arabadan inip sertçe kapıyı kapattı.

 

Ayaklarında ona büyük olan ayakkabılarla yürürken camdan onu izleyen annesini ve arkasındaki arabada gidişini izleyen Acahan'ın gözlerini üzerinde hissediyordu ama ikisine de dönüp bakmadı. Gözleri tek bir noktaya kilitlenmişti; kapının önünde gözlerinden adeta ateş çıkararak bakan babasına. Bu bakışları biliyordu bu onun en korktuğu gözlerdi. Sertçe yutkunmamak için sıktı tüm bedenini Umay, her ne olursa olsun güçsüzlüğünü gösteremezdi. Göstermemeliydi, o zaman yenilirdi.

 

Liderin gözleri arkasındaki arabadayken Umay yanından sıyrılarak içeri girdi. Babasına ait kara enerji o kadar yoğundu ki olduğu yerde titredi genç kadın. İçini saran korkuyla omuzunun üstünden arkasına baktı son bir defa. Gözleri Acahan Pamira'nın kızıl hareleri ile saniyelik bir anda birleştiğinde ikisinin arasında görünmez bir köprü kuruldu. Acahan'ın kaşları çatılırken kapı sertçe kapandı. Öyle gür bir ses çıkmıştı ki şehrin diğer ucundan bile duyulmuş olabilirdi.

 

Umay salona doğru ilerlerken arkasındaki adamın yaklaştığını hissediyordu. Bir umut merdivenlere doğru baktı annesini görme umuduyla ama kadının yanında gitmesine izin vermeyen üç büyücü vardı. Salonun ortasına geldiğinde kaderini kabullenerek adımlarını durdurdu. Tam arkasında babasının soğuk nefesini hissedebiliyordu.

 

"Bana karşı geldin." dedi soğuk ses. Umay gözlerini kapattı, içi titriyordu. "Yetmezmiş gibi tüm gece o canavarların başındaki adamla birlikteydin." Adamın elleri bir anda kızıl saçlara yapıştığında kısıkça inledi kız.

 

"Tek canavar onlar değil." dedi Umay ani bir cesaretle. Gözlerini babasının kararmış gözlerine dikti. "Onlardan tek farkın kan emmiyor oluşun. Ama sende benim ruhumu emiyorsun baba."

 

Bu cüretkar sözler adamın kaşlarını çatmasına, çenesinin kasılmasına neden oldu. "Demek öyle. O zaman sana nasıl bir canavar olabileceğimi daha iyi göstermeliyim."

 

Bir damla yaş Umay'ın kirpiklerinden yanağına sızdı.

 

Saçından sertçe sürüklenmeye başlandığında acıyla çığlık attı dayanamayarak. Adımlar onu bodruma götürüyordu, zindana. İtiraz edip çığlık atmaya başladı Umay ama nafileydi. Adam onu ittirdiği an bodrumun merdivenlerinden aşşağı yuvarlandı. Kan onunla aynı renk olan saçların arasından sızarken yüzüne dolan tutamların arasından gözlerini hafifçe aralayabildi Umay. İçindeki güç onu terk etmiş gibi herhangi minik bir tılsım yapmasını bile engellerken bir yaş daha sızdı gökyüzünü andıran gözlerinden.

 

Ölüyorum diye düşündü Umay, eğer ölürsem kurtulurum diye tekrar etti içinden.

 

Tam o dakikalarda siyah postallar önünde durmuştu. Biri hafifçe kalkıp ona uzanmak üzereyken enerjisinin çekildiğini hissetti. Bunu yapan babası mıydı? Bu kadarını da yapacak mıydı ona? Kendi öz kızına...

 

Genç kadının artık bilincini açık tutacak gücü kalmamışken enerjisini emen adamın durduğunu hissetti. Sonra adam acıyla inlemişti, bir şeylerin çarpma ve düşme sesini zor da olsa duyabiliyordu. Bir el yüzüne uzanıp saçlarını iteklediğinde gözleri çoktan kapanmıştı. Kısıkça küfür ettiğini duydu tanıdık sesin sonrasında ise tamamen kapandı bilinci.

 

༻☾༺

 

Acahan Pamira her şeyi başlatan hamleyi yaptıktan sona yerde yatan genç kadını dikkatlice kollarının arasına alıp köşkten çıkmıştı. Bu bir savaş ilanıydı bunu çok iyi biliyordu ama bu bunak herifin yaptıklarına tanık olduktan sonra göz yumamazdı. Kalbi atmıyor olabilirdi ama hala yerinde duruyordu sonuçta. Genç kadına baktıkça o adamı öldürme ihtiyacı duyuyordu. Kendi öz kızına bunu yapan adama karşı büyük bir nefret ve öfke içerisindeydi.

 

İnsan kızına zarar verir miydi? O insan değildi ama asla zarar vermezdi.

 

Ormanın içindeki evine geldiğinde çalışanlara bir kaç şey söyleyerek üst kattaki bir odaya çıkıp genç kadını yatağa yatırdı. Yaşlı kadın kapıyı çalıp içeri girdikten sonra çantayı bıraktı ve geri dışarı çıktı. Acahan çantanın içindeki malzemeleri çıkarıp kızın başındaki yarayı önce temizledi sonra sardı. Yüzünde kuruyan göz yaşlarını da ıslak bir bezle temizledi ancak ondan alınan enerji için yapabileceği bir şey yoktu bu dinlendiği zaman düzelecekti bu da bir kaç gün sürebilirdi.

 

Umay'ın enerjisi tekrar yenilendiğinde üç gün geçmişti.

 

Gözlerini açtığında mavileri ilk bir çift mavi gözü gördü. Karşısındaki yabancıyı gördüğü an hızla doğrulup yatağın başlığına doğru geri geri kaçtı. "Sen kimsin?" diye sorduğunda günlerdir konuşmadığı için sesi titremişti.

 

Kumral adam eğildiği yerden doğrularak ayaklandı. Soğuk bakışları kadının gözlerindeki endişeyi dikkatle izliyordu.

 

"Alar, Alar Farzin." dedi soğuk ses. Umay dış görünüşünden onun ne olduğunu anlamakta güçlük çekti ama enerjisine odaklandığı anda hissettiği kan ve kül onu tek bir sonuca götürüyordu, ignis.

 

"Neredeyim?" diye sordu bu defa. Eğer karşısında bir ignis varsa ve tanımadığı bir yerdeyse aklına tek bir isim geliyordu.

 

"Han'ın ufak bir işi olduğu için çıktı senin başında durmam içinde beni çağırdı kendisi de birazdan gelir." Elbette, Acahan Pamira. Ama nasıl? "Seni baygın bir şekilde getirdi yaklaşık üç gündür uyuyor ve enerjini yeniliyorsun."

 

Alar'ın sözlerinden sonra bir bir aklına doldu yaşadığı anlar. Babasının nasıl onu öldüreceğini bile bile enerjisini emdiğini hatırladığında gözlerini sıkıca yumup açtı.

 

"O ne zaman gelecek?" diye sordu Umay bakışlarını yere eğerken.

 

"Gelir birazdan, ihtiyacın olan bir şey olursa aşşağıdayım biraz daha dinlen." Alar onu odada bırakıp çıktıktan sonra Umay odada tekrar tek başına kaldı.

 

Henüz bir kaç dakika geçmişti ki kapı tekrar açıldı ve Acahan Pamira göründü. Onun kızıl gözleri kızın ıslak mavilerini bulduğunda sert halinden arınmış ve yumuşak bir ifade yerini almıştı. Olduğu yerden kalkıp ayaklandı Umay.

 

"Neden getirdin beni yine buraya?" Pek bir şey hatırladığı söylenilemezdi ama eğer buradaysa işler kötüye gitmiş olmalıydı.

 

"Seni ölüme mi terk etseydim?" diye sordu Acahan. Sesinde bariz bir kızgınlık vardı.

 

Demek beni öldürmeye kalkacak kadar ileri gitti diye düşündü Umay. Başı öne eğildiğinde gözlerinin yandığını hissetti. "O kadarını da yaptı mı?" Sesindeki kırgınlığı kendisi bile beklemiyordu ancak bu istemsizce oluyordu. Sonuçta babasıydı işte, ne olursa olsun bu değişmiyordu ki.

 

"Enerjini emiyordu." dedi kısaca Acahan. Daha fazla bir şey söylemek istemedi çünkü kızın acısını hissetmek ona da acı çektiriyordu.

 

Umay başını salladıktan sonra gözlerini ignise çevirdi. " Teşekkür ederim, ama dönmek zorundayım."

 

Acahan'ın kaşları çatılırken gözlerinden şaşkınlık pırıltıları geçti. "Ne dediğinin farkındasın değil mi? Seni öldürecekti diyorum."

 

"Dönmekten başka seçeneğim yok." Eğer dönmezse babası bu evi Acahan'ın başına yıkardı. Kendisi yüzünden başkalarının zarar görmesini istemiyordu.

 

Acahan sinir bozukluğuyla güldü. "Hiç bir yere gitmeyeceksin." dedi keskin bir dille.

 

Umay'ın gözleri irice açıldı. "Saçmalıyorsun buraya gelirse seni öldürür." O adam kara büyü kullanıyordu ignis lideri ona karşı durabilir miydi ki?

 

Acahan tekrar güldü, "O biraz sıkar." Kızın yüzüne doğru eğildi. "Sen hala kim olduğumun farkında değil misin cadı? Ben geceleri annelerin çocuklarını korkutmak için anlattığı o canavarım."

 

Dışarıdan yansıyan ışık onun kızıl gözlerine vurduğunda hareleri tam anlamıyla parladı. Bu tehlikeli bir parıldamaydı.

 

"Onu tanımıyorsun." diye yine de itiraz etti Umay.

 

"Sen de beni tanımıyorsun." diyerek böldü onu Acahan. "Ancak tanıyacaksın. İlk olarak şunu bil, seni oraya bir daha götürmeyeceğim. Kendi ellerimle seni asla o hapishaneye geri götürmem."

 

Bu noktada gözyaşları firar etti. Kızın ince kolları güçlükle ignisin koca bedenine sarıldı.

 

"Söz ver." dedi hıçkırıkları yüzünden zar zor çıkan sesiyle. "Bırakmayacaksın beni."

 

Acahan'ın dudakları iki yana kıvrılırken kendisine canavar diyen adamın yüzünde güneş gibi aydınlık bir gülümseme oluştu. "Söz veriyorum cadı, bırakmayacağım seni. Asla."

 

༻☾༺

 

Bir hafta olmuştu.

 

Bir haftadır Umay Acahan ile ormandaki köşkte kalıyordu. Babasından hala ses olmaması onu şaşırtsada Alar'ın söylediğine göre Han onu biraz hırpalamıştı ve henüz toparlanamamıştı. Bu süre zarfında Umay Alar ile de iyi bir arkadaşlık kurmuştu. Han ile bir kaç cümle dışında bir şey konuşamıyorlardı. Çoğunlukla Umay onunla konuşurken heyecanlanıyor ve bir anda ortamdan kaçıyordu. Kendine itiraf etmekte zorlansada bu durum Acahan'ın çok hoşuna gidiyordu. Bu küçük cadı kızı evine geldiğinden beri sanki hayat daha çekilir bir hal almıştı.

 

Acahan gideli on gün olmuştu. Medusa 'da bazı sıkıntılar vardı bu yüzden Han uzun süredir onlarla ilgileniyor eve uğrayamıyordu.

 

Umay beyaz üzerinde çiçekler olan elbisesiyle bahçede gezerken parmakları bahçedeki çalıların üzerinde gezindi. Çiçekler onun parmak ucuna değdiği an kendilerini kapattığında kız elini ateşe değmiş gibi geri çekti. Gözleri hüzünlü yaşlarla parlarken asık suratıyla köşkün içine girdi. Başı öne eğik hızlı hızlı yürürken belinden tutularak çekildiğinde dudaklarından tiz bir çığlık kaçtı.

 

"Şşşttt benim." Dedi kulağına üfleyen tanıdık ses.

 

Başını kaldırıp da tanıdık kızılları gördüğünde yüzü aydınlandı. "Han..." dedi a harfini uzatarak.

 

"Umay..." diyerek taklit etti onu Acahan.

 

"Dönmüşsün. Ne zaman döndün?"

 

"Az önce geldim." Dedi Han şaşkın cadı kızına gülümseyerek.

 

"Bahsettiğin kitabı getirdin mi?" Diye sordu Umay heyecanla.

 

Acahan güldü. "Sanırım beni değil kitabı bekliyordun."

 

Umay'ın yüzü kızarırken hemen itiraz etti. "Hayır hayır seni bekliyordum!"

 

İblis ona bakarken yüreğinde oluşan yumuşamayı iyice hissetti. Onu kolları arasından çıkarmadan gülümsedi. Kızın gözleri o an onun dudaklarına düştü. Baktığı yeri takip ettiğinde Acahan'da aynı yere odaklandı. Aralarındaki inkar edilemez çekimin ikiside farkındaydı ancak henüz erken değil miydi? İkiside bunu umursamıyordu. Değil bir ay bir gün bile yeterliydi. İkisinin kalbi birbirine çoktan mühürlenmişti.

 

"Gözlerinin mora boyanmasından nefret ediyorsun." Dedi bir anda Acahan. "Neden?"

 

Umay iç çekti. "Çünkü benim büyüm hatalı. Ben hasarlıyım." Onun sahip olduğu güç bir canavara eş değerdi. "Ben yok ediyorum gözlerim büyüme bulandığında kendimi canavar gibi hissediyorum. Bundan nefret ediyorum, babamda nefret ediyor." Benden diye ekledi içinden.

 

Acahan'ın bu düşünceler karşısında kaşları çatıldı. Elini uzatıp kızın küçük çenesini nazikçe tuttu ve gözlerini kendisine çevirdi. "Senin gözlerin gördüğüm en güzel renge sahip ve hiç bir ay cadısına böyle yakışmıyor. Kendine bak Umay, yüzüne bakınca ayı görüyorum ay gibi parlıyor nasıl canavar olabilirsin ki?"

 

Mavi irisler gözyaşlarıyla dolarken kızın dudakları titredi. "Teşekkür ederim. Hiç kimse bana böyle güzel sözler etmemişti daha önce."

 

Çünkü ona sadece acı verici sözler söylenmişti bu kısa hayatı boyunca.

 

Hasarlı!

 

Bozuk!

 

Varlığın bile zarar senin!

 

Kızın gözyaşı gözlerinden yanaklarına doğru süzüldüğünde Han acıyla takip etti o yaşı. Dudaklarının üzerinde durduğunda tereddüt etmeden ona yaklaştı. Acahan'ın soğuk dudakları Umay'ın sıcak dudaklarına değdiğinde sanki aralarında bir kıvılcım yükseldi. Çok durmadı, durmak isterdi ancak dudaklarını iyice gözyaşının olduğu yere bastırdı onu gözyaşından öptü ve geri çekildi. Şaşkın gözlerden bir yaş daha kaymak üzereyken yaklaştı ve gözünün altından gitmeden önce onu yakaladı. Acahan'ın dudakları her tenine değdiğinde alev alev yandığını hissetti Umay. Oysaki dudakları soğuktu.

 

Kızıl irisler geri çekilip şaşkın mavileri gördüğünde kocaman gülümsedi.

 

"Bir daha ağlama." Kızın kulağına doğru yaklaştı. Nefesi Umay'ın tenini okşarken kız irkilmesin bile. "Gözyaşlarında öperim yoksa senin."

 

İçindeki yaramaz küçük kızı tutamadı Umay. "O zaman ben biraz daha ağlayayım."

 

Acahan'ın ağzından keyifli bir kahkaha çıktı. "Öpeyim mi istiyorsun?" Diye sordu keyifli keyifli.

 

Omuz silkti Umay içten içe o da keyiflenmişti. "Bilmem." Harfleri uzatarak konuştuğunda Han kıza yaklaştı.

 

"Emin misin cadıcık pişman olma sonra?(!)"

 

Bu defa ona yaklaşan Umay oldu. "Asla!" İçindeki dürtüler onu iyice iblise iterken gözleri az önce hissettiği o güzel dudaklara gitti. İstiyorum diye düşündü Umay. O dudakları tekrar hissetmek istiyorum. Ancak dudakları tekrar buluştuğunda ikiside kendine hakim olamadı ve tüm kontrolleri kaybettiler.

 

İblisin tohumları o gece prensesin topraklarına ekildiğinde ikiside bundan habersizdi.

 

༻☾༺

 

"Tanrım bunu nasıl yaparsın?!" Genç cadının tiz sesi odada yankılanırken Umay başını eğmiş karnına bakıyordu. Kız kardeşinin gözleri de karnına çevrildiğinde küçük eve bir gerilim hakim oldu. "Annemin haberi var mı?"

 

Hilal Umay'ın tek kardeşiydi. Öz kardeş değillerdi çünkü Hilal annesinin ilk evliliğindendi. Babası doğadan gelenlerin ileri seviye saygın büyücülerindendi. Büyük bir aşkla evlenmişler ve Hilal dünyaya gelmişti. Ancak mutlulukları ancak iki üç yıl sürmemiş ve adam büyüyle bile kurtulamayacağı bir hastalığa yakalanmış ve vefat etmişti. Anneleri daha sonra ay cadılarının lideriyle ailesinin isteği doğrultusunda bir evlilik yapmış ve istediklerinin aksine bir oğlan değil kız çocuğu dünyaya gelmişti.

 

Umay.

 

Umay başını iki yana salladı. "Onu aylardır görmedim." Ne annesinden ses vardı ne de babasından.

 

"En azından annemle konuşmayı dene o canavarı siktir et!" Dedi sinirle kız.

 

Umay yavaşça ağzına vurdu. "Öyle deme Hilal seni duyabilir!" Gözleriyle karnını işaret etti.

 

Hilal göz devirdi, "O henüz bi fetüs Umay!"

 

"Normal bir bebek olmadığını biliyorsun." Diyerek gerçeği ikisinede hatırlattı.

 

Haklıydı o bebek tarihlerinin göreceği ilk melezdi ve normal bir melezde değildi. Bir cadının ve ignisin birleşiminden dünyaya gelecekti.

 

Bir ignis mi olacaktı? Ya da cadı veya büyücü mü? Peki ya ikiside olursa?

 

"Korkuyorum Hilal. Onu benden alırlar ya da ona zarar verirler diye korkuyorum."

 

"Han'a söyledin mi?" Umay başını olumsuz anlamda iki yana salladı. "Söylemek için çocuğun doğmasını bekliyorsun kardeşim?(!)"

 

"Bugün iyice emin oldun Hilal gelme üstüme söyleyeceğim işte!"

 

Hilal bir şey demedi ancak aklına gelenle yutkundu. "Babandan haber yok demiştin ama bu sabah beni aradı."

 

Umay'ın gözleri ona döndüğünde yutkundu. "Ne dedi?"

 

"Bana senden haberim olup olmadığını sordu seninle arasını düzeltmek istiyormuş bende ona kötü hastalığa yakalandığımı ve senin bana bakmak için yanımda durduğunu söyledim. Hoşuna gitmedi ama bir şey de demedi."

 

"Han ona ne yaptıysa gözü korkmuş olmalı." Diye mırıldandı Hilal. "Ama benimle kalsan daha iyi olacak baban ara ara seni kontrol etmeye gelecek aklında bir şey var gibi."

 

Bu fikir Umay'ın hoşuna gitmesede onaylamak zorunda kaldı Umay çünkü bebeği ve sevdiği adamı korumak zorundaydı.

 

༻☾༺

 

Medusa tüm bu düşman canlıların kavgasız bir arada olduğu tek yerdi. İgnis lideri tarafından yönetilen bu mekan bin yıldan fazladır işletiliyordu. Acahan Pamira'dan önce babası tarafından işletiliyordu ancak adam bin yıl önce ölmüştü bu yüzden sorumluluk oğluna geçmişti.

 

Acahan'ın fazla bir geçmişi yoktu. Babası soyu devam etmesi için sırdan köylü bir kadın ile birlikte olmuş Acahan iki yaşına geldiğinde onu kadından alıp gitmişti. Zavallı kadın telkin edildiği için ne oğlunu hatırlıyordu ne de o adamı.

 

İgnis liderlerini normal ignislerden ayıran bir büyük özellik vardı; çocuk sahibi olabilmeleri. Başka hiç bir ignis çocuk sahibi olamazdı nedeni ise henüz bilinmiyordu. Bazıları tanrının sonsuz hayatın cezası olduğunu söylesede bilimsel olarak vücut organları öldüğü için diye düşünenler vardı.

 

Acahan Pamira ignislerin mucizelerinden biriydi. Babasını devir değişimi için kendi elleriyle öldürmek zorunda kalmış ardından kendini hançerlemişti. Bunları yaparken henüz on dokuzuna yeni basmıştı. Bu yüzden bin yaşında olsada genç bir yüze sahipti.

 

Medusa'nın en alt katı yerin altındaydı ve Acahan'a aitti. Buraya en yakın dostu dışında kimseyi almazdı girenler ise ölümle karşı karşıya gelirdi. Herkes tarafından korkunç ve soğuk bir canavar olarak bilinirdi ama halkı ona saygı duyuyordu. Hiç bir zaman bir diktatör olmamış kendi halkını adaletle yönetmişti.

 

Bu diğerleri tarafından canavar olarak görülmesine engel olmuyordu elbette.

 

Elinde büyük bir dikkatle okuduğu kitabın sayfasını çevirdiği sırada kapısı çalındı. Ritim tutularak çalan kapıdan sonra dudakları iki yana kıvrıldı. Kimin geldiğini biliyordu.

 

"Gel." Dedi keyifle oturduğu yerde dikleşirken.

 

Kapıdan kafasını uzattığında cadının saçları loş ışıkta parladı. Ay gibi parlayan yüzünde kocaman bir gülümseme vardı, mavi gözleri heyecanla parlıyordu. Onun bu hali ignisi de gülümsetiyordu.

 

"Geleyim mi?" Diye sordu az önce gel komutunu duymasına rağmen. Kapıdan sadece kafasını uzatmıştı ve şirin görünüyordu.

 

İblis güldü. "Her zaman gel sen."

 

Bunun üzerine Umay adeta hoplayarak içeri girdi. Üzerinde yine beyaz balon kollu bir elbise vardı. Dizlerinin biraz altında biten elbise kare yaka ve göğüs kısmı büzgülü bir elbiseydi. Ayağındaki kırmızı babetletlerle küçük bir kızı andırıyordu.

 

Hemen Han'ın masasına yaklaşıp ne okuduğuna bakmak için kitabı eline aldı. Yine tanıdık yazı vardı kitabın üzerinde. Mitoloji.

 

"Bu sefer kimi okuyorsun?" Diye sordu merakla genç kadın.

 

"Hera." Dedi Acahan onun için sayfayı açarken. Kızın ayakta durduğunu farkettiğinde tek eliyle belini kavrayıp onu dizine oturttu.

 

Umay'ın kalbi pır pır atarken yüzünde hafif kızarıklıklar belirdi. "Demek Hera..." diye mırıldandı. Güzel bir isim diye düşündü içinden. "Anlat bakalım Hera'yı."dedi kollarını adamın omuzuna koyup.

 

Acahan kitapta ki temsili resimi gösterdi, "Tanrıların Ecesi, Kadın ve Evlilik Tanrıçası. Kendisi Olympos tanrıları arasında kraliçe vasfına sahiptir. Mitolojide en güçlü, en cesur ve Aphrodite'den sonra en güzel tanrıça olarak nitelendirilir." Kitapta yazanları okurken kadın onu ilgiyle dinliyordu. "O kadar güzel olmasına rağmen kendini Zeus dışında hiç bir erkeğe sunmaz."

 

"Zeus peki?" Acahan'ın aksine onun mitoloji bilgisi neredeyse hiç yoktu.

 

"Çok kıskanç ve kinci bir tanrıçaymış Hera Zeus ise bilindiği üzere tam bir çapkın. Zeus'la ilişkisi olan Maia'yı çileden çıkarmış, Lamia'yı canavara çevirmiş, Semele'yi tuzağa düşürmüş, Alkmene'nin doğum yapmasını geciktirmiş, Leto'yu takip edip süründürmüş, Callisto'yu ayıya çevirmiş, İo'ya at sineği musallat etmiştir. Üstelik Zeus onu aldattığı içinde yine Hera tarafından cezalandırılır. Hera Zeus'tan çok daha fazla iktidar sahibidir, onun verdiği çoğu kararda etkisi büyüktür. Zeus'tan çok daha zengindir ve baş tanrıça olarak bilinir."

 

"Hera..." diye mırıldandı Umay. " Garip ama güçlü bir kadın."

 

"Öyle, nedensizce sevdiğim tanrıçalardan biri." Dedi Acahan Umay'ın tepkilerini izlerken.

 

Umay gelme amacını o an hatırladı. "Öyleyse kızımız olursa adını Hera koyabiliriz." Dedi pat diye.

 

Acahan durdu. "Ne?" Diye sordu şaşkınlıkla karlık kısıl bir sesle. Bu nereden çıktı bir anda.

 

Umay'ın içini bir anda korku kapladı. "İstemez miydin?" Diye sordu hayal kırıklığıyla.

 

Üzgün ifadeyi gördüğü an Acahan onun yüzünü avuçlarının arasına aldı. "Elbette isterim sevgilim ancak bir anda nereden çıktığını anlamadım."

 

"Han..." dedi Umay gözyaşları gözlerine hücum ederken. "Sana bir şey söylemem gerekiyor."

 

"Söyle bir tanem?"

 

Umay gözlerini karnına çevirdi. "Hamileyim ben..."

 

İkiside sustuğunda aralarında sessiz bir uğultu koptu. Yukarıdan müzik sesi duyulurken Umay çekinerek başını kaldırdı. Adamın ifadesini çözemiyordu. Mutlu mu olmuştu? Kızgın mı?

 

Ancak tepki verememesinin nedeni bebeğin kalp atışlarını dinliyor olmasındandı. Oradaydı onu hissetmişti. Küçük kalp atışları kulağında yankılanıyordu. Ondan bir parçaydı içerideki, ikisinden bir parça.

 

"Hamilesin." Dedi en sonunda.

 

"Ne yapacağız?" Diye sordu Umay. Ağlamamak için iç çekiyordu.

 

Acahan gözlerini büyülttü. "Ne demek ne yapacağız doğuracağız tabi ki!" Dedi bir anda.

 

Bu tepki Umay'ı tamamen şaşırtmıştı. "Ne?" Alık alık adamın yüzüne baktığı sırada Han gülümsedi.

 

Kızın alnının üstüne dudaklarını bastırırken mırıldandı. "İstemeyeceğimden korktuğunu biliyorum ancak yanılıyorsun sevgilim senden bir parçayı her şeyden çok istiyorum."

 

"Sence bunun için fazla mı erken?"

 

"Ben bin yıldır yaşıyorum Umay ve bu hayatımdaki en doğru şey." Kızın güzel mavilerine baktı. "Sen benim en büyük doğrumsun."

 

Gözyaşları daha fazla durmadı, bir bir akmaya başladı.

 

"Onu koruyacağız değil mi?"

 

"Herkesten ve her şeyden, söz veriyorum"

 

Ve Acahan Pamira sözünü tuttu da.

 

༻☾༺

 

O gece ay tüm ışığını saklar gibi geceyi karartmıştı. Ya da gerçekten öyleydi.

 

Bir günahın tohumları serilmişti kadının karnına gün geçtikçe sevgiyle büyütmüştü onları. Böylece büyümüştü bebeği. Artık iyiden iyiye karnı şişmiş ve büyümüştü. Gözle görülür şekilde fark ediliyordu bu yüzden onu artık gizleyemiyordu. Herkesin nefret edeceği bebeğine öyle büyük bir sevgi besliyordu ki onu herkesten ve her şeyden korumak istiyordu. Ancak bu o kadar zordu ki tek başına bu görevi üstlenemezdi.

 

Göz yaşları usul usul okyanus mavisi gözlerinden firar ederken güvende hissetmek ister gibi daha çok sokuldu o çok sevdiği kollara. Burası huzurlu hissettiği tek yerdi, burası güvende olduğu tek yerdi. Kocaman olmuş göbeğinden dolayı zorlukla sıkılaştırdı kollarını bu hali kolları arasında olduğu adamı gülümsetmişti. İzin verse çoktan ona çok rahat ve güvenli bir hayat sunacaktı ama kadın inatçıydı ve onun ısrarlarına da karşı koyamıyordu.

 

Acahan Pamira kızıl saçların arasındaki güzel kokuyu içine çekip mutlulukla öptü o tutamları. Bu kolları arasındaki kadının gevşeyip rahatlamasını sağlamıştı. Geleli neredeyse bir saat olacaktı ama ikiside ağzını açıp tek kelime etmemişti. Adam kadının konuşmasını bekliyordu kadın ise doğru zamanı.

 

Genç kadın başını kaldırıp diğerlerinin korktuğu ama kendisinin hayran olduğu alev alev yanan kızıl harelere baktı. "Han çok yaklaştı hissediyorum." dedi bir eli karnında dururken. Onun ne kadar olağanüstü bir bebek olduğunu biliyordu, her gece kulağına fısıldanıyordu ne kadar zaman kaldığı ama son bir kaç gündür ses kesilmişti bu da onu korkutuyordu.

 

"Öyleyse burada kal bir tanem orada tehlikede olacaksın. Burada güvenle dünyaya getir bebeğimizi." Acahan ona bunu aylardır söylüyordu ama kadın inatla ısrar ediyordu.

 

"Olmaz Han ortalığın ne kadar karışacağını sanki bilmiyorsun! Seni göz göre göre ateşe atamam!" diyerek karşı çıktı kadın.

 

"Umay, sevgilim." dedi kadının yüzünü avuçlarının arasına alırken. "Ben zaten ateşin kendisiyim ve inan yıllardır yanıyorum. Bir kaç cadı ve büyücüden korkacak değilim." Sonuçta o ignislerin kudretli lideriydi neden korkacaktı ki?

 

"Anlamıyorsun Han babam kara büyüyle uğraşmaya başladı ve her ne yapıyorsa çok güçlendi." Babası onu şu sıralar endişelendiriyordu. Kara büyüyle uğraşan cadı ve büyücülere ne olduğunu bile bile bunu yapması onu korkutuyordu, güç tutkusu babasının sonu olacaktı.

 

"Kendini daha fazla yorma. Alar'a haber vereyim de seni eve bıraksın." Kadın istemeye istemeye başını salladığında ikiside ayaklandı.

 

Kapıdan çıkarken tekrar adama döndü, "Hilal'in yanında kalıyorum annemler fark etmesin diye." Bir süredir kız kardeşiyle kalıyordu ve babası bundan hiç hoşnut değildi ancak durumu anlatabileceği tek kişi kardeşiydi.

 

"Ne zamandır?"

 

"Beş ayı geçecek..."

 

Adam gözlerini kocaman açtı. "Ve baban hiç bir şey söylemedi?"

 

Kadın gözlerini kaçırdı, "Hilal'in kötü hastalığa yakalandığını söyledim annem de yardımcı oldu."

 

"Tamam." dedi Acahan daha fazla uzatmamak adına. "Alar seni bırakmak için dışarıda bekliyor gel."

 

Kadının belini sıkıca tutup kendine çekerken birlikte barın arka kapısından çıktılar. Burası ona ait olduğu için rahatlıkla buluşabilecekleri tek yer burasıydı. Acahan Umay'a paltosunu giydirirken siyah Mercedes'e yaslanmış genç adam onları fark ederek duruşunu dikleştirdi. İkili ona yaklaşarak arka kapıyı açıp kenara çekildi. Acahan kadının oturmasına yardım edip kapıyı kapattıktan sonra en yakın arkadaşına döndü.

 

"Sana emanetler Alar." Alar anında başını sallarken Acahan'ın gözleri saçlarına kaydı. "Ne zaman tılsımı kaldıracaksın Alar? Ne zaman geçmişinden kopacaksın?" Kadim dostunun yıllardır geçmeyen acısı onu gerçekten üzüyordu ama onun kararlarına karışamayacağının da farkındaydı.

 

"Doğru zaman geldiğinde efendim." diyerek yanıtladı. Başını kaldırdığında sahte mavi gözlerini görmek Acahan'ın derin bir nefes almasına sebep oldu.

 

"Bana şöyle söylemeyi bırak ben senin efendin değilim!" sesi neredeyse yüksek çıkacaktı.

 

"Ben hayatımı sana ve senin kanından olanlara adadım Acahan bu sana olan borcumu ödemenin tek yolu."

 

Acahan başını iki yana salladı. "Neredeyse altı yüz yıldır borcunu ödüyorsun it herif ne zaman vazgeçeceksin?!"

 

Alar gülerek başını kaldırdı. "Bir altı yüz yıl sonra.(!)"

 

Acahan kısık sesli bir küfür ettiğinde Alar sesli bir kahkaha attı. Bu sırada camı açan genç kadın öfkeyle kıstığı mavi gözlerinin arasında ikiliye baktı. " Muhabbet sardı galiba beyler? Ama biraz daha durursak ben burada doğuracağım haberiniz olsun!" İkiliyi azarladığında ignisler güldü.

 

"Özür dileriz sevgilim lütfen bebeğimizi biraz daha içeride tut." diyerek kadının alnına bir öpücük bırakıp geri çekildi Acahan.

 

Umay sırıtırken omuz silkti. "Söz veremeyiz." Ardından Alar'a döndü. "Alar amcası biraz daha bizi bekletirse dayanamayabiliriz!"

 

Alar gülümserken Acahan onun omzunu sıvazladı. "Dikkatli gidin."

 

Alar başını salladıktan sonra arabaya bindi. "Nereye gidiyoruz?" diye sordu dikiz aynasından arkaya bakarken.

 

"Hilal'e." diye yanıtladı onu eli karnında duran Umay. Bebeği fazla hareketli olduğundan biraz midesi bulanıyordu.

 

Arabanın hareket ettiği süre boyunca ses etmemeye çalışsa da sancısı başlamıştı. Hilal'in evi göründüğünde daha fazla dayanamadı çünkü suyu gelmeye başlamıştı. Acıyla inlediğinde önde oturan adam hızla arabaya durdurdu.

 

"Umay sorun ne?" diye sordu telaşla.

 

Eli karnında acıyla çığlık attı. "Suyum geldi Alar bebek geliyor!" Tekrar bir çığlık yükselirken Alar aceleyle arabadan indi.

 

Arka koltuğun kapısını açıp dikkatlice kadını kucağına aldı. "Biraz daha dayan Umay lütfen!" Evin kapısına geldiğinde kapıyı sertçe tekmelemeye başladı. Bir kaç homurdanma eşliğinde kapı açıldığında kapıyı açan kadın yeşil gözlerini kocaman açtı. "Soru sorma çekil!" dedi kadın daha ağzını açmadan Alar.

 

Umay'ın yatak odasındaki yatağa yatırdığında Hilal arkasından gelmiş kızın paltosunu çıkarmaya başlamıştı. "Ne oluyor doğum mu başladı?"

 

"Bilmiyorum galiba!" diye haykırdı Alar öfkeyle eliyle saçlarını karıştırırken.

 

Hilal öfkeyle gözlerini ona çevirdi. "Bağıracağına banyodaki büyük leğene su koyup getir!" diyerek öfkeyle karşılık verdi. Doğadan gelenin yeşil gözleri parlarken Alar deri ceketini kenara atıp banyoya koşturdu. Gördüğü büyük leğeni doldurup geri geldiği sırada Hilal hemen leğeni hemen elinden alıp yanındaki sehpaya koydu. Ellerini suya yaklaştırıp suyu ısıtırken şaşkın şaşkın onu izleyen ignise döndü. "Burada durma çık sen."

 

Alar hızlıca başını sallayıp dışarı çıktı. Cebinden telefonunu çıkarıp hızlıca Acahan'ın numarasını tuşladı. Telefon açıldığı gibi hemen konuşmaya daldı. "Han Umay'ın doğumu başladı vakit kaybetmeden Hilal'in evine gel!" Başka bir şey söylemeden telefonu geri cebine koyarak kapının önünde volta atmaya başladı.

 

Çok değil en fazla bir kaç dakika sonra Acahan onu omuzlarından sarsmaya başladı. "UMAY NEREDE BEBEK ÇIKTI MI?"

 

Alar gözlerini kırpıştırıp adamı zorlukla ittirerek kendini kurtardı. "Lan sakin ol ne o öyle çıktı mı nedir Han?!"

 

Acahan elini sinirle saçlarının arasından geçirirken öfkeyle bağırdı. "Ne bileyim ben korkudan arabaya bile binmedim!"

 

Alar gülerek dostunun sırtını patpatladı. "Sakin ol kardeşim Umay'da bebek de sağlıkla gelecek yanına." Kolundan zorlukla adamı sürükleyip arka bahçedeki çardağa çekti onu. Burası yatak odasının arkasında olduğundan bebeğin sesini duyabilirlerdi. "Sabret ve bebek sesi duyana kadar buradan kalkmaya kalkışma!"

 

Acahan küçük bir çocuk gibi surat asıp yanaklarını şişirirken Alar yanına oturup dizini sallamaya başladı. Birlikte sayamadıkları kadar uzun bir süre orada Umay'ın ıkınma sesi eşliğinde oturdular. Ancak hava aydınlanmaya başladığında Umay'ın sesi kesilmiş yerini ufak bir ağlama sesi almıştı. İki adam da aynı anda oturdukları yerden kalkıp kapıya koştu. Kapıyı çaldıklarında açan olmayınca Acahan daha fazla dayanamadı ve kapıya tekme attı.

 

Kapı kırılarak açılırken yatak odasının kapısında gözlerini kocaman açmış Hilal belirdi. "Kapımı mı kırdın sen?!" Acahan'ın gözleri onu görmeden direkt odadaki kızıl saçlı kadına kaydı. Omzuna çarparak kenara ittirdiği kadın tökezleyip arkasından söverken odanın içine girdi.

 

"Umay?" Neredeyse ağlayacak halde yatağa yaklaşıp kadının yanına oturdu. "O..." devamını getiremiyordu.

 

"Oğlumuz." dedi Umay kucağındaki küçük adamı babasına göstererek. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı kadının. Kucağındaki minicik bedene bakarken göz yaşlarını zar zor zapt ediyordu

 

"Adını ne koyacaksınız?" diye sordu kapıda heyecanla Hilal. Alar hiç ses etmeden arkada onları izliyordu.

 

Umay gözlerini Acahan'a çevirdi. "İsim seçmede benden daha iyisin." dedi omuz silkerken. Kucağındaki miniği onun kollarının arasına dikkatlice bıraktı.

 

Acahan zarar görmesinden korkarak dikkatlice tutuyordu onu. Bir yandan da hayranlıkla izliyordu her bir ayrıntısını. "Senin adın Hadar tamam mı ufaklık? Adın gibi onurlu bir insan ol."

 

Hilal tekrar atıldı, "İnsan mı?" diye sordu gülüşünü bastırmaya çalışırken.

 

Hilal gülüyordu ancak bu ikiliye unuttukları bir detayı hatırlatmıştı. Umay ve Han'ın yüzü düşerken ikiside birbirine baktı ve küçük oğulları için doğru seçimi düşünmeye başladılar.

 

Çünkü o bir ignis ve cadının kanındandı.

 

༻☾༺

 

Merhaba cadıcıklarımm 🥹

 

İNSTAGRAM:

 

@vaerosass

 

 

Loading...
0%