Yeni Üyelik
27.
Bölüm

25.Başlangıç Ve Son

@vaerosas

 

Beşinci Yüzük Serisi 2 - Avdet

 

 

༻☾༺

 

 

Bölüm Yirmi Beş;

 

Başlangıç Ve Son

 

 

Bölüm Şarkısı;

 

Sena Şener - Sevmemeliyiz

 

K.Flay - High Enough

 

Kaybettim.

 

Genç kadının aklından geçen tek kelime buydu. Nasıl da inanmıştı bebeği ve sevdiği adamla mutlu bir aile olabileceklerine. O lanetli haliyle nasıl mutlu olabileceğini zannetmişti ki zaten?

 

Acahan Pamira şu hayattaki tek dostu ile oğlu için kıyafet almaya gittiğinde iki kız kardeş minik melezle evde kalmıştı. Umay inanamaz gibi kucağındaki miniğe bakarken Hilal'de aynı onun gibi hayranlıkla izliyordu küçük adamı. Ne kadar masum uyuyordu, tıpkı bir melek gibi göründüğünü düşünüyordu hepsi.

 

Ne melek ama!

 

Evin kapısı aniden açılana kadar ikisi de gülüşerek konuşuyor bebeğin karnını doyurmaya çalışıyorlardı. Kapı kolay bir büyüyle açılabilirdi ancak lider geldiğini belli etmek ister gibi kırdırmıştı kapıyı. Kara büyünün yaydığı o korkutucu enerjiyi ilk hisseden henüz bir kaç saatlik bebek oldu. Küçük bedenine rağmen öyle büyük bir güçle ağlamaya başladı ki kızlar kapının gürültülü sesini bile duyamadılar.

 

Umay kucağındaki bebeğin bu denli şiddetle ağlamasını duyduğunda telaşla ayaklandı. "Hilal ne oldu neden böyle ağlıyor?" Telaşla kız kardeşine soru sormaya başladı ama kız kardeşi de onun kadar bilgisiz ve şaşkındı.

 

"B-bilmiyorum yanlış bir şey mi yaptık ki?" İkisi de Hadar'ı telaşla sallarken ayak sesleri çoktan odaya yaklaşmış kapı hışımla bir anda açılmıştı. Neredeyse kapı kırılacak kadar sert bir kuvvet uygulanmıştı...

 

İki kızın da gözleri kapıdan tarafa döndüklerinde kocaman açıldılar. "Baba?" Umay şaşkınlıkla aylar sonra ilk kez gördüğü adama bakarken adamın ürkütücü mor irisleri kucağındaki bebeği buldu. Ani bir koruma iç güdüsüyle bebeğini kendine iyice bastırdı Umay.

 

"Aptal olduğumu mu sanıyordun Umay?" dedi adam gözlerini kısarak. "Sana verdiğim süre doldu. Düzgün bir cadı olacağın yok en azından onurumu iki paralık etmene izin vermeyeceğim."

 

Babasını karşısında görmenin şaşkınlığını atamadan, "Ne demeye çalışıyorsun?" diye sorarken sesi sert çıkmıştı Umay'ın. Kucağında tuttuğu bebeğin varlığından güç alıyordu sanki.

 

Bu durumla ilk kez karşılaşan babası tek kaşını hafifçe kaldırıp alayla sırıttı. "Yanına o iblisi alınca kendini güçlü mü zannettin kızım?" Kızına doğru bir iki adım yaklaşmıştı ki Hilal kız kardeşini hafifçe arkasına aldı. Bu büyücüyü daha da güldürdü. "Kucağındaki o iblis tohumunun ölmesini istemiyorsan senin için uygun gördüğüm bir büyücüyle evlenecek ve bana bir veliaht vereceksin."

 

Umay bir anlığına şaşkınlıkla yere düşeceğini zannederek tek kolunu Hilal'in koluna doladı. Kız kardeşini korumak için tekrar araya girdi Hilal. "Bunu yapamazsın bu çocuğun babasının kim olduğunun farkında değilsin sanırım?"

 

"Fazla abartıyorsun Hilal." dedi büyücü göz devirirken. "Onu da öldürmek çok vaktimi almaz."

 

Umay öfkeyle kaşlarını çattı, "Yapamazsın Han'ı hafife alma baba! Ayrıca bebeğimi da sana öylece verir miyim sanıyorsun? Onu benden alamazsın, izin vermem!"

 

Kızının bu cesaretli ve cüretkar hali iyice hoşuna gitmişti ama ona karşı çıkmasına izin verecek değildi. İrisleri tehlikeli bir parıltıyla parlarken elini bile hareket ettirmeden gözleriyle kızın kucağındaki bebeğe uzandı. Umay bu hareketliliği hissettiği an öfkeyle karşısında ki adama baktı. Bebeğini kendine doğru çekerken Hilal'de ona yardım etmeye çalıştı ama iki cadının tılsımları büyücüye etki daha etmedi. Vücudundaki kara büyünün enerjisi tüm odayı sarmalarken Umay'ın mor irisleri acıyla dolmaya başladı. Kucağında artık susmuş gözlerini bile daha açamayan bebeğini bakarken içinden Acahan'ın gelmesi için Tanrı'ya yalvarıyordu.

 

"Onu şu an istediğim an öldürürüm Umay bunun farkındasın değil mi? Beni zorlama güzel kızım ve onu Hilal'e bırak o da iblis babasına versin."

 

Umay daha fazla gözyaşlarını tutamadı. "Bu kadar acımasız olamazsın baba o benim çocuğum!"

 

Büyücü omuz silkti. "Beni alakadar eden bir durum değil."

 

"Ben de senin çocuğunum! Öz ve öz kızınım bana bu kadarını da yapma!" Öyle büyük bir acı hissediyordu ki kalbinde yıllardır babasının hasretiyle acı çektiği yetmiyormuş gibi bir de evladının hasretini mi çekecekti.

 

Adam sabrının sonundaymış gibi Hilal'in vücudunu uyuşturacak bir tılsım yaptı. Zavallı kız yere düşerken Umay acıyla bağırdı. "Abla!" Kucağındaki bebeğine baktı Umay, sonra nefesi kesilmeye başlayan ablasına ve en son babasına. "Kes artık şunu tamam!"

 

Büyücü keyfini bozmadan kızının yaşlı gözlerine baktı. "Neye tamam?(!)"

 

"Dediğin her şeyi yapacağım yeter ki onlara zarar verme tamam." Çaresizce yere diz çöktüğünde hıçkırarak ağlıyordu.

 

Adam Hilal'i serbest bırakmış kız yerde kıvranarak öksürmeye başlamıştı. Babasının gücünü hissettikçe Umay'ın gözyaşları arttı. Bu adam tahmin ettiğinden daha güçlüydü ve sevdiklerini öylece tehlikeye atmazdı. Acahan güçlüydü, çok çok güçlüydü ama kara büyüle aşık atamazdı. Ona iblis diyorlardı, canavar diyorlardı ama babası Acahan'dan daha canavardı. O artık gerçek bir canavar olmuştu. Kara büyüye karşı koyan bir canavar.

 

Bu yüzden Umay, Acahan ve Hadar'dan yaşamaları için vazgeçti. Sevdiği adamdan ve oğlundan yine onlar için vazgeçmek zorunda kaldı.

 

"Oyalanma Umay daha fazla seni beklemek istemiyorum." dedi canavar kızının acısını görmezden gelerek sabırsızlıkla.

 

Titreyen bacaklarını görmezden gelerek ayağa kalktı Umay. Bebeğinin yüzüne ezberlemek için baktı da baktı. Öpmeye bile kıyamıyordu onu ancak ilk ve son kez öptü boynunu. O güzel kokusunu doya doya içine çekti. Bu kadar minik ve güzel bir canlı nasıl iblis olabilirdi ki?

 

Bebeğini ağlaya ağlaya yatağa bıraktı arkasını ona dönmek üzereyken bebeğin gözleri açıldı ve kendisinin birebir kopyası olan mavi gözlerini annesinin üzerine dikti. Her şeyiyle ona benziyordu küçük oğlu. Koyu kızıl saçları, mavi gözleri ve bembeyaz teni. Ama o bakışları tıpkı babasınınkiydi.

 

"Hoşçakal benim güzel oğlum." dedi onu anlayabilirmiş gibi. Ağlayarak veda etti oğluna. Kız kardeşine eğildi ardından, "Abla, Han'a söyle arkamdan asla gelmesin onu kendi isteğimle gittiğime inandır eğer gelirse ölür biliyorsun." Hilal ağlayarak başını iki yana sallarken Umay'ın bileği sertçe tutuldu. Babası onu sürükleyerek çekiştirirken gözleri arkasından onu izleyen bebeğinde kaldı.

 

 

༻☾༺

 

Acahan heyecanla hızlı hızlı adımlarken Alar arkasından huysuzca homurdandı, "Bir yere kaçmıyor oğlun Han, yavaş ol biraz!"

 

Onu dinlemedi elbette Han. Küçük bir oğlanmışçasına neredeyse hoplayarak yürüyordu. Küçük evin kapısının önüne geldiğinde beklemediği bir manzara karşılamıştı ancak onu. Kapının önündeki basamağa oturmuş Hilal'i seçti önce gözleri, adımları bu sırada yavaşladı. Kızın ağladığını fark ettiğinde içine korku tohumları ekildi, oğlu teyzesinin kucağındaydı uslu uslu yorgana sarılıyordu ancak bu karede bazı terslikler vardı. Hadar'ın birer boncuğu andıran mavi gözleri babasının kızıl gözlerini bulduğunda sanki gözleri konuşuverdi o an.

 

"Hayır." dedi Acahan Pamira korkuyla. Elindeki poşetler yere düşerken hızlı hızlı kızın yanına gidip önünde eğildi. "Hilal neden ağlıyorsun Umay nerede?"

 

Hilal'in yaşlarla dolu ıslak yeşilleri ignisi bulduğunda yutkunmak zorunda kaldı. "Gitti."

 

Adamın kaşları çatılırken tek elini kızın omuzuna koydu, "Ne demek gitti Hilal? Nereye gitti, neden gitti?!" Sinirden neredeyse delirmek üzereydi, ne olduğu hakkında hiç bir fikri yoktu ve bu onu çıldırtıyordu.

 

"Eve döndü, bebeği de sana bıraktı." Kucağındaki bebeği Acahan'ın kollarına bıraktığında ayağa kalktı. "Bir daha onu aramamanı söyledi Han sakın eve gitmek gibi bir hata yapma. Üzülen sen olursun."

 

Alar Farzin daha fazla bu sahneye kayıtsız kalmayarak arkadaşının yanına geldi. "Hilal ne dediğinin farkında mısın? Bu kız doğum yapalı daha bir kaç saat oluyor ne demek gitti?! Sen resmen Umay'ın onları terk ettiğini söylüyorsun, böyle bir şey olabilir mi sence?" Bir Han'a baktı bir küçük Hadar'a baktı Alar. Umay onları bırakmazdı buna emindi.

 

Hilal ne yapacağını bilemeyerek kaşlarını çattı. Yalan söylemek çok zordu hele böyle bir durumda çok daha zordu ama kız kardeşine söz vermişti. Yeğeninin ve Acahan'ın ölmesini göze alamazdı.

 

"Neden anlamamakta ısrar ediyorsunuz? Umay zaten on sekizine yeni basmış sayılır bi çocuktan farkı var mı düşüncelerinin sizce? Yaptığından pişman oldu ve sorumluluk almaktan korkup kaçtı işte!"

 

Acahan'ın gözleri bu noktada iyice karardı. "Sen ne dediğinin farkında değilsin Hilal biraz daha konuşursan kalbini kıracağım." Ardından arkasını döndü ve arabaya yürümeye başladı.

 

Hilal panikle adamın koluna yapıştı. "Acahan pişman olacaksın sakın oraya gitme!"

 

Sertçe kolundaki elleri ittirdi Han. "Bırak buna ben karar vereyim."

 

İki ignis yanlarındaki bebekle arabaya binip hareket ederken cadı arkalarından yaşlı gözlerle bakmak zorunda kaldı.

 

༻☾༺

 

Baş büyücünün malikanesinde soğuk rüzgarlar esiyordu. Umay çatı katındaki odasına kilitlenmiş yetmemiş bileklerine büyü yapmasını engelleyecek zincirler takılmıştı. Henüz yeni doğum yaptığı ve ağlamaktan yorgun düştüğü için tam anlamıyla bayılıp kalmıştı. Annesi başında üzgünce başını okşarken alt katta cadı lideri keyifle kahvesini yudumluyor karşısındaki heyecanlı genç adamı dinliyordu.

 

Dışarıdan gelen araba sesiyle sohbetleri bozulduğunda büyücü sinirle gözlerini yumdu. "Demek iblisler geldi." Fincanı kenara bırakıp ayağa kalktığında yanındaki adam da onun tekrar etti. Kapı kırarcasına yumruklanmaya başlandığında sakin adımlarla kapıya ilerleyip aynı sakinlikle kapıyı açtı. Öfkeli kızıl irisleri gördüğünde keyifle sırıttı. "Acahan uzun zaman oldu değil mi? En son ahmakça beni bodruma zincirlediğini falan zannediyordun."

 

"Umay nerede?!" Tek tek üstüne basa basa çıkmıştı tüm harfler ağzından.

 

Arkada kalan adam yaklaştı bu sırada. Acahan'ın gözleri onu görmüyordu bile ama o yanındaki adamdan güç alarak ignisin karşısına dikildi. "Nişanlım dinleniyor."

 

Bu cümleyi duyduğu an Acahan'ın gözleri öyle bir hızla adama döndü karşısındaki büyücü yutkunmak zorunda kaldı. "Ne dedin sen?"

 

"Nişanlı-" Acahan'ın eli öyle hızlı yapıştı ki boğazına lider engelleyemedi bile.

 

Genç adamın boynunu nefesini bir an önce kesmek ister gibi bir güçle sıkarak ayaklarını yerden kesmişti Acahan. "Bir daha söylemeyi dene, dene ki şuracıkta boynunu kırayım!"

 

"Bırak onu Pamira." Dedi büyücü bıkkınlıkla. Bu sırada Alar bebeği pusete yatırıp arabadan inmiş yanlarına koşuyordu. "Sana bırak dedim iblis!"

 

Acahan'ın parlak kızıl gözleri büyücüye döndüğünde gür bir sesle bağırmış adeta her yeri inletmişti. "Sen bana ne yapacağımı söyleyemezsin büyücü! Çocuğumun annesini getir yoksa bu evi başına yıkarım."

 

Adam kahkaha attı. "Kızım hatasını anlayıp seni terk etti iblis. Şimdi damadımı bırak yoksa aynısını arabadaki piçine ben uygularım."

 

Bu bardağı taşıran son damla oldu. Acahan tüm gücüyle boğazını sıktığı adamı lidere doğru fırlattı. İki beden de yere savrulurken ignisin enerjisi vücudundan taşmaya başlamıştı. "O pis ağızın oğlum hakkında kötü konuşursa o ağzını kırarım!" Acahan'ın sesi evin duvarlarında yankılanarak üst kata ulaştığında Umay sıçrayarak uyandı.

 

"HAN!" Yerinden fırladığında annesi hızla onu tuttu.

 

"Umay dur kızım gitme." diyerek kızına engel olmaya çalıştı ancak kız onu dinleyecek durumda değildi. Babası her an Han'a ya da oğluna zarar verebilirdi.

 

Bileklerindeki zinciri umursamadan beyaz geceliğiyle koşarak indi merdivenleri. Kapının önündeki manzarayı gördüğünde şok içerisinde açıldı gözleri. Arka planda kalan Alar ile göz göze geldiklerinde ignis hayal kırıklığıyla başını iki yana salladı. Umay akmak için hazırda bekleyen göz yaşlarını tutmaya çalıştı eski dostuna bakarken. Acahan onun varlığını dahi fark edememişti öfkesinden.

 

"Acahan." diyerek yaklaştı Umay. Bu ona tam adıyla hitap ettiği ilk andı.

 

İgnisin öfkeli kızılları kızı bulduğunda daha yumuşak bir hal aldı. "Umay..."

 

Cadı kendini sıkarak en sert ve düz ifadesini takındı. "Neden buradasın?"

 

"Seni almaya geldim elbette."

 

"Elin boş döneceksin o halde." dedi kız acımasızca.

 

İgnis şok içerisinde sevdiği kıza bakarken Umay onu kapının dışına itti. "Bir daha gelme." Kapıyı Acahan'ın yüzüne çarptı.

 

Arkadaki büyücüler bu sahneyi keyifle izlerken kız dizlerinin üzerine yığıldı. Kapının ardında kalan adamda onunla aynı anda düştü yere. İgnislerin güçlü lideri Acahan Pamira'nın ayakta kalacak gücü kalmamıştı. Umay ağladığı duyulmasın diye avuç içini iyice bastırdı ağzına. Omuzlara şiddetle sallanırken Acahan Pamira'nın kızıl gözlerinden bir yaş süzüldü. İhanetin, hayal kırıklığının ve acının hepsini o yaşa sığdırdı.

 

Alar onu kolundan tutup güçlükle kaldırırken bakışlarına bir boşluk yerleşti. İkiside konuşmadı sadece arabaya bindiler ve bir süre koca malikaneyi izlediler. Dikiz aynasında arkadaki pusette uyuyan oğluna baktı Acahan Pamira. Onun huzurla uyuyan ifadesine bakarken acıyla yumdu gözlerini sonrasında ise araba ağır ağır uzaklaştı oradan.

 

Ne Acahan duydu Umay'ın içindeki fırtınayı ne de Umay gösterdi.

 

༻☾༺

 

Bembeyaz bir gelinlik. Tıpkı masallardan çıkmış gibi görünüyordu içinde. Belki bir prensese benziyordu bu elbisenin içinde ya da peri kızına? Hayır, boş bakışları ve lanetli bedeni bunlardan biri olamazdı. O bir cadıydı, acı dolu bir cadı. Aynanın karşısına otutturulmuş saçları taranırken bomboş bakışlarla yansımasını izliyordu. Bir aydır bakışları hep böyleydi zaten. Bomboş.

 

Kilitli tutulduğu odadan düğünü için çıkarılmış ve bileklerindeki zincirler çıkarılmadan hazırlanmaya götürülmüştü. Ölmek için dualar etmişti. Onu kurtaracak başka yol yoktu çünkü. En azından o öyle düşünüyordu. Ancak olmamıştı. Yeni doğum yapmış haliyle kilitlenmiş acıya tutsak edilmişti. Ruh koparan prensesi intihar etmekte haklıydı diye düşünüyordu sürekli ve bu düşünce aklını kurcalıyordu.

 

Zorla evlendiriliyordu üstelik bu adamla dünyaya bir çocuk da getirmek zorundaydı. Kendinden tiksiniyordu artık.

 

Odanın kapısı açılıp da içeriye heyecanlı genç adam girdiğinde o tarafa dönmedi bile. Hizmetliler başlarını eğerek odadan bir bir çıkarken büyücü kızın arkasına geçip ellerini omzuna koydu.

 

"Çok güzel görünüyorsun sevgilim." dedi kızı baştan aşşağı incelerken.

 

Umay omuzlarını hareket ettirip ondan kurtuldu. Ayağa kalkıp yüzünü buruşturarak baktı o ifadeye. "Kes sesini Asi." Midesi bulanmaya başlamıştı sanki oda fazla havasızdı.

 

"Hadi ama Umay evleniyoruz biz hem bak zincirlerini çıkarmaya geldim."

 

Kızın bileklerine uzandığında istemeye istemeye yaklaştı ona Umay. Nihayet prangalarından kurtulduğunda hissettiği hafiflikle bileklerini ovuşturdu. Özgürlüğün tadını henüz çıkaramadan önüne uzatılan kol kaşlarını çatmasına neden oldu.

 

"Misafirlerimizi daha fazla bekletmeyelim ha ne dersin?"

 

Ona uzatılan kola istemeyerek de olsa kolunu doladı Umay. Vücudu zangır zangır titrerken gözleri yaşların etkisiyle yanmaya başlamıştı bile. Her kız gibi o da bu sahneye bir çok kez hayal etmişti ancak bu şekilde değildi. Bu adamla hiç değildi. Yanında olmasını istediği adam bir daha asla yanında olmayacaktı.

 

Alkışlar eşliğinde salona girdiklerinde başını eğdi Umay. Buradaydı varlığını hissedebiliyordu. Babasının huzuruna çıktıklarında dizlerini kırarak selamladılar onu. Büyücü üstten keyifli bir bakış attı ikiliye.

 

"Birlikte mükemmel görünüyorsunuz çocuklar. Heyecanla torunumu bekliyor olacağım." Umay'ın midesine kramplar giriyordu. Onun aksine Asi keyifle onayladı adamı.

 

Nikahları kıyıldığında Umay hala kusmamak için zor duruyor elini midesine bastırarak sakinleşmeye çalışıyordu. Bu bir kabus değilde neydi? Yakınlarda hissetiği enerjiyle başını kapıya doğru çevirdi kız. Günlerdir hasret kaldığı kızılları gördüğünde yutkunmadan edemedi.

 

Acahan Pamira gözünü dahi kırpmadan izliyordu beyazlar içerisindeki kızı. İçi gidiyordu onun bir melek gibi süzülüşünü izlerken. Kahroluyordu ignis ama elinden bir şey gelmiyordu. Bunu onlara yapan Umay'dı. Onu kabul etmeyip terk eden kapıyı yüzüne çarpıp her defasında onu kovan bu küçük cadıydı.

 

İkisinin gözleri birbirine tutunduğunda Umay pek çok şey anlattı ama Acahan ona sırtını döndü ve bir daha arkasına bakmadan giderken onun için akan yaşları göremedi.

 

 

༻☾༺

 

"Bir kızları olmuş." dedi Alar Farzin. "Adını Hale koymuşlar. Turuncu saçları ve onunki gibi masmavi gözleri var." Oturduğu yerde gerildi ignis. "Cadı lideri torununun birinci yaş günü için kutlama yapıyor hiç çekinmeden seni de davet etmiş." Acahan kapalı gözlerini açmadı bile. Bunun üzerine Alar kaşlarını çattı. "Gidecek misin?"

 

Büyük bir merak ve endişe ile izliyordu arkadaşını ancak son bir kaç yıldır olduğu gibi ifadeleri okunmuyordu Acahan'ın. Oğlu dışında kimseye gülümsemiyor doğru düzgün konuşmuyordu. İyi bir liderdi ama yara almıştı bu halkıyla arasındaki bağları da zayıflatmış bazı ignislerin başına buyruk hareket etmesine neden olmuştu. Uzun zamandır ortalıkta görünmüyor kendini etrafta göstermiyordu. Tıpkı bir gölge gibiydi.

 

"Davet edildiysek gitmek gerekir Alar." Masadaki zippoyu alıp dudaklarının arasındaki sigaranın ucunu ateşledi.

 

Alar onun bu ifadesiz suratı ve verdiği karardan pek emin değildi. "Gitmek konusunda emin misin Han?" O kadını başka bir adamla görmek arkadaşını yaralayacaktı buna emindi Alar.

 

Acahan bir şey demeden hızlı bir hareketle oturduğu yerden ve odadan çıktı. Sahip olduğu insan üstü hız ile dakika dahi geçmeden konağın önündeydi. Evinden içeri sessizce girip üst kata çıkmadan önce merdivendeki büyük tabloya baktı. Annesinin bir kopyası olan oğlu ve kendinin olduğu bir fotoğraftı bu. Bunu bizzat kendi çizmişti, iyi bir ressamdı Han. Farklı bir kopyası çatı katında saklıydı ancak o tabloda üç kişiydiler. Gerçek olmasa bile.

 

Büyük uzun merdivenleri geçerek mavi kapılı odanın önünde durduğunda üstü başını düzeltip sıkıntı çıkaracak bir şey var mı diye kontrol etti. Sorun yoktu temizdi. Donuk ifadesi yumuşarken kapıyı açıp içeri girdi. Arkasından kapıyı kapattığında içerideki oğlan da onu fark etti.

 

"Baba!" Yerde oyuncaklarıyla oynayan ufak büyücü onu fark ettiğinde heyecanla kollarını babasına uzattı. Acahan oğluna gülümseyerek yaklaştı. Kollarının arasına oğlunu alıp sallanan sandalyeye oturduğunda çocuk babasına sarıldı.

 

İki yaşına basalı çok olmamıştı. Akıllı bir çocuktu Hadar ancak o da yalnızca bir bebekti. Büyüsünü kontrol edemiyordu ancak babası her zaman onu güvende tutmaya çalışıyordu. Boynunda tılsımlanmış bir kehribar kolyesi vardı, bu sayede büyü kısıtlanmış ve o kontrol edecek yaşa gelene kadar bir nevi kapatılmıştı.

 

"Oğlum..." Birbirlerine sarıldıklarında Acahan huzurla gözlerini kapattı ve sadece bu güzel kokuyu içine çekti. "Baba bugün bir yere gitmek zorunda ama gelince söz seninle birlikte uyuyacağım."

 

Huysuzca geri çekildi çocuk. "Söz vermiştin." dedi zor çıkardığı harflerle. Çoğu harfi yutmuştu ama Acahan onu anlayabiliyordu. "Beni bırakmıyacaktın." İki yaşındaki yaşıtlarına kıyasla çok daha farklıydı Hadar. Bir çok şeyi anlıyor ve konuşmaya çalışıyordu. Büyük bir adam gibi davranmaya çalışıyordu küçücük boyuyla ancak işin sonunda o sadece sevgiye ihtiyaç duyan bir bebekti.

 

"Özür dilerim..." Acahan mahçup bir ifadeyle geri çekildi. "Dadın yanına gelecek şimdi üzme onu tamam mı? Söz erken geleceğiz."

 

İstemiyordu Hadar bunu ama yine de başını sallayarak onayladı. Acahan odadan çıkarken dadı ona selam vererek içeri girdi. İgnis odasına çekilip pahalı takımlarından birini giydi. Siyah parlak saçlarını güzelce tarayıp şekil verdikten sonra rugan ayakkabılarını giyerek evden çıktı. Kapının önünde onun aksine sadece beyaz gömlek ve siyah kumaş pantolon giyen arkadaşının yanına gitti.

 

Alar'ın daha yeni yaktığı sigarayı elinden hızlıca kapıp kendi dudaklarına götürdüğünde ignis homurdandı. "Ne zaman kendi sigaranı kendin yakacaksın?" dedi bıkkınlıkla.

 

"Ne zaman özüne döneceksin?" Diyerek saçlarını işaret etti.

 

İgnis göz devirdi, "Siktir etsene al tüm paketi." Sürücü koltuğuna geçtiğinde Acahan bitmesine az kalmış sigarasını yere atıp ayağıyla iyice ezdi.

 

"Aptal." Kapıyı açıp yolcu koltuğuna oturduğunda Alar gaza bastı. Arabanın tekerlerinin sesi sokakları inletirken Acahan köşkün önüne gelene kadar gözlerini kapattı. Kapalı gözlerinin ardından bile ezbere biliyordu bu yolları zaten. Araba durup da gözlerini açtığında en son kovulduğu köşke yarım bir gülüşle baktı.

 

Bu eski ama görkemli ıssız köşk bu gece ışıl ışıl parlıyordu. Cadıların lideri torununa çok değer veriyordu anlaşılan. Hazır mıydı sevdiği kadını başka bir adamın yanında o adamın çocuğuyla görmeye? Bunu bilmiyordu ignis çünkü o kendini bu ana hiç hazırlayamamıştı aslında. Asla da hazır olamayacaktı.

 

"Dönebiliriz." Dedi Alar yan koltuğa bakıp.

 

"Çok geç." Kapıdan çıkanı gördüğünde gözleri oraya kitlendi. Yine beyaz giymişti. Onu en son giydiğinde de bembeyaz gelinliğin içindeydi. Yine böyle güzeldi. Hep güzeldi zaten. Üstüne tül gibi görünen lila bir şal atmıştı, sanki onu soğuktan koruyabilirmiş gibi. Kızıl turuncu saçları dalga dalga omuzlarından dökülüyordu ama sanki biraz kısalmış gibiydi. Mavi gözleri bu kadar uzak ve karanlıkta görünmesede onlara bakabilmek için yanıp tutuşuyordu Acahan.

 

Genç kadın avucunun içinden bir şey çıkarıp dudaklarının arasına kıstırdığında bunun sigara olduğunu fark etti Acahan. Onun içmesini asla istemezdi neden içiyordu ki? Arabadan bir hışımla inip hızlı adımlarla yürümeye başladığında Alar homurdanarak arkasından indi. Umay bir nefes çekemeden dudaklarının arasındaki sigara alındı.

 

Umay gözlerini büyülterek kızmaya hazırlanıyordu ki karşısındaki adamı gördüğünde ağzı öylece açık kaldı. Kelimeler bir bir boğazına kısılıp giderken ifadesi bir anda yumuşadı. Öfke gitti yerini şaşkınlık aldı, çok sürmedi özlem karıştı gözlerine. Acahan ifadesini düz tutmaya çalışarak elindeki tütünü yere atıp sertçe ezdi.

 

İkiside baktı birbirine çok şey söylemek ister gibi ama ikiside tek kelime dahi etmedi. Sadece baktılar birbirlerine. Biri hasret kaldığı okyanusa diğeri alev alev yandığı kızıl harelere. Umay konuşmak için cesaretini toplamaya çalışıyordu ama sanki tüm kelimeler kaybolmuştu da cümle kuramıyordu. Acahan ondan bir adım bekledi bekledi ama o adım gelmedi. Gözleri kızın parmağındaki yüzüğü bulduğunda ise atılacak bir adımın zaten kalmadığını fark etti.

 

Yüz ifadesi daha fazla çökmeden kızı arkasında bırakıp evden içeriye girdi. Çoktan içeri giren Alar yanına geldiğinde birlikte ruh koparan liderinin yanına ilerlediler. Aralarında ufak bir selamlaşma yaptıkları sırada Umay içeri girmişti. Gözleri ignisleri ararken kolundan yakalanmasıyla irkildi.

 

"Sevgilim nerelerdesin sen? Biz de seni arıyorduk." Büyücünün o kulak tırmalayan sesini duyduğu an ense kökünden giren bir ağrı hissetti Acahan. Özellikle yüksek sesle konuştuğunun farkındaydı ama o kolu biraz daha sıkarsa elini kesip bir kaç ignise ziyafet çektirebilirdi.

 

"Hava almaya çıktım Asil oraya da mı geleceksin? Süs köpeği gibi peşimde dolanmaktan sıkılmadın mı artık?" Umay'ın bu çıkışı Acahan'ı oldukça keyiflendirmiş hatta sırıtmasına neden olmuştu. Genç kadın kolunu sertçe çekip kurtarırken göz devirerek uzaklaştı.

 

Acahan masadaki sohbetten sıkılmış etrafı izlemeye başlamıştı ki köşedeki masada küçük bir kız gözüne ilişti. Anneannesinin kucağında uslu uslu oturmuş meraklı gözlerle etrafı izliyordu o da. Turuncu bukleli saçları iki yandan minicik toplanmış pembe bir elbise giydirilmişti. O gözleri gördüğü an onun kim olduğunu fark etti Acahan. Bu oydu, Hale...

 

Pasta kesme merasimine yetişememişlerdi bu yüzden fazla durmalarına gerek kalmamıştı. O meymenetsiz büyücüyle yüz yüze gelmeden çıkmak istiyordu Acahan. Zaten içmeyi abarttığı için biraz da çakır keyifti bir anca eve gidip kendine gelmeliydi. Normalde içmek onu asla etkilemezdi ancak bu cadıların verdiği bir partiydi ve muhtemelen içeceklerde biraz tılsımlıydı.

 

"Lavaboya gidiyorum." diyerek ayaklandı Acahan.

 

Alar başını salladı, "Arabayı çalıştırayım mı?"

 

Acahan başını sallayarak yukarı çıktı. Lavaboya girip kapıyı kapattığı an artık kendi dünyasıyla baş başaydı. Lavabonun iki yanına ellerini dayayarak ayakta durmak için kendini zorlamaya çalıştı. Gözleri kararıyor ayakta durmakta zorlanıyordu, sandığından güçlü bir tılsımdı anlaşılan. Muhtemele yarım saate etkisi geçerdi ama şu an ki etkisi de yoğundu. Yüzüne biraz su çarpıp kendini zorlayarak dışarı çıktı ignis. Kapının önünde çarptığı beden ile afallamıştı ki ince bir sesin inlemesiyle kendine geldi.

 

Başını eğipte kocaman mavi gözleri gördüğünde iç çekmeden edemedi. "Bakma bana. "

 

"Neden bakmayayım?"

 

"İçim gidiyor."

 

Gözlerini kıstı Umay. Bu gece o da alkolü fazla kaçırmıştı anlaşılan. "Gitsin." dedi acımasızca.

 

"Gidemez." dedi Acahan geri çekilmeye çalışarak.

 

"Neden?" diye sordu Umay üzgün bir sesle. Dudaklarını büzdüğünde Acahan'ın gözleri oraya kitlendi.

 

"Beni tekrar sırtımdan vurma diye."

 

Acahan acı çekermiş gibi yüzünü buruşturduğunda bir damla yaş Umay'ın gözünden sızdı. İgnis gitmek için adım attığı an ince parmaklar koluna dolanıp bir kuvvetle onu kendine çekti. Hiç beklemediği bir anda Umay'ın sıcak dudakları Acahan'ın soğuk dudaklarına kapandı. Beklenmedik hamle karşısında Acahan ne yapacağını şaşırırken Umay büyük bir özlemle öptü adamı.

 

"Yapma..." dedi Acahan acıyla geri çekilirken. "Başkasına değen dudakların tekrar beni bulmasın."

 

Umay gözyaşları içinde başını iki yana salladı. "Bir tek sen. Başka kimseye değmedi değemez."

 

"Yalan söyleme cadı. Bu defa sana inanmam."

 

"Yalan değil. Seni özlemeden geçirdiğim tek bir gün yok Han. Tek acı çeken sen değilsin yemin ederim ki değilsin."

 

Karşısında çaresizce ağlayan kadını gördükçe kendine engel olamıyordu ignis. Yüzünü avuçlarının içine aldığında kız iç çekişler eşliğinde yaşlı gözlerini açtı.

 

"Dudakların ölüm." dedi Acahan. "Ölüm hiç bu kadar cazip gelmemişti."

 

Tekrar bir yapboz parçası gibi dudakları birbirini bulduğunda artık birbirlerine özlemle eşlik ediyorlardı. Ayakları kontrolsüzce adımlarken Umay girdikleri odanın kapısını kapattı.

 

"Bunun olmaması gerekiyor." dedi Umay nefes nefese hafifçe uzaklaşırken.

 

Acahan başını salladı. "Kesinlikle."

 

Ancak tekrar buluştular ve o an ikiside olmaması gerektiğini umursamadı.

 

 

༻☾༺

 

Yarım saat sonra tılsımın etkisi bittiğinde ikiside hışımla kalktı. Umay korkuyla elbisesine hızlı hızlı giyerken Acahan ondan daha yavaş ve rahattı.

 

"Bunun olmaması gerekiyordu." diye Umay kendi kendine tekrar ederken Acahan tepki vermiyordu.

 

"Ama oldu." dedi daha fazla kendini tutamayan adam.

 

"Ben evli bir kadınım! Ne olursa olsun evliyim, bu şekilde ihanet etmemeliydim!" Umay gözyaşlarını silmeye çalışıyor saçlarını çekiştirerek sakinleşmeye çalışıyordu. Hışımla Acahan'a döndü. "Bir daha sakın bana yaklaşma!"

 

Kapıdan dışarı çıktığında Acahan arkasından kala kaldı. Kapının arkasında Umay da ondan farksızdı. Koridorun diğer ucunda dikilen adamı gördüğü an Umay'ın tüm hareketleri durdu. Büyük adımlarla ona yaklaşan adam kulağına doğru eğildi.

 

"Kızımın doğum gününde seni cezalandırmak istemezdim ama bana başka çare bırakmadın." Koluna değen elektirikle dudaklarını dişledi kız.

 

"Asil..."

 

"Zorluk çıkarırsan daha çok canını yakarım ve sadece seninkiyle de kalmam." Gözleri koridorun sonuna ki pembe kapılı odaya çevrildiğinde Umay acıyla gözlerini yumdu.

 

"Çıkarmayacağım tamam."

 

"Aferin kızıma."

 

Umay bodruma sürüklenirken Acahan bir kez daha kapının arkasında kaldı.

 

 

༻☾༺

 

İşler artık tamamen karışmıştı. Şehirdeki katliam gün geçtikçe artıyor ignisler gün geçtikçe saldırganlaşıyordu. İgnis halkı bir şekilde diğerlerinden üstün olduklarını düşünmeye bunu kanıtlamak için de masum insanlara saldırmaya başlamışlardı. İnsanlarda elbette buna karşı kayıtsız kalmıyor ignislerin yaptıklarını diğerlerinden de kesiyordu. Ay bekçilerine, ruh koparanlara ve cadılara saldırmaya başlamışlardı bile. İgnislerin yaptıklarının cezasını herkese kesiyorlardı. Üstelik kasaba halkının bir cadıyla anlaşıp tüm doğa üstü canlıları hapis evrenine kapatacağına dair dedikodular dönüyordu.

 

Bu yüzden herkes huzursuzdu ve cadıyı arıyordu. Böyle bir büyü yapabilecek cadı çok güçlü olması gerektiğinden tüm güçlü cadılar esir altında tutulmaya başlanmıştı. Herkesi tek tek sorguya çekmiş ve bulmaya çalışmışlardı ancak çok geçti. Güneş tutulması başladığında herkes geleni fark etmişti. Bir saatleri vardı cadıyı bulmak için. Hiç kimsenin cadıyı bulabilmekten yana ümidi yoktu ancak bir seçenek daha vardı.

 

Her cadı meclisinin doğan son çocuğunun kanıyla yapılacak büyü bu büyüyü bozabilir ya da engelleyebilirdi. Ancak bu büyünün bir açığı vardı ki kanını veren cadının enerjisini çekiyor ve ölmesine neden oluyordu. Üstelik bu cadıların dünyada doğmuş olması gerekiyordu ki hapis evreninde büyü bozulmasın. Meclis ailelerin evine baskın yaptığında ne bebekleri ne de annelerini bulamadı. Etrafta herkes onları ararken büyüyü yapmak adına hepsi toplanma alanına gitmeye çalışıyordu.

 

Karanlığın ardında peleriniyle bir kadın hızlı adımlar atıyordu o sırada. Farın ışıkları gözlerini aldığında üstüne gelen arabayla şaşkınlıkla kala kaldı. Son anda duran arabayla tuttuğu nefesini verirken kucağını kontrol etti. Bu sırada arabanın kapıları açılmış ve söylenerek bir adam arabadan inmişti. Adam tam karşısına gelip kadının yüzünü gördüğünde gözleri kocaman açıldı.

 

"Umay?!" dedi Alar hem şaşkınlıkla hem de sinirle.

 

Kadının yorgun mavileri onu gördüğünde kocaman açıldı. "Alar ne işin var burada?" diye sordu şaşkınlıkla.

 

Alar kaşlarını çattı, "Asıl senin tek başına ormanda gecenin bu saatinde ne işin var?!"

 

Umay'ın bakışları kucağına indi. Alar'ın gözleri de oraya değdiğinde kabarık olduğunu gördü. "Yalnız değilim ki." dedi Umay pelerini hafifçe açıp küçük bedeni adama gösterirken.

 

"Yoksa o..." dedi Alar ama devamını getiremedi.

 

"Onu korumak zorundayım yoksa öldürülecek." Akmak üzere olan gözyaşlarını geri ittirmeye çalıştı.

 

"Nasıl yani?" diye sordu Alar gözlerini bebekten ayıramazken.

 

Umay başını kaldırıp ignise baktı. "Çünkü o tıpkı Hadar gibi ve onu koruyabilecek kimse yok."

 

Duyduklarından sonra Alar'ın gözleri kocaman açılmış, ciddi olup olmadığını ölçmek ister gibi Umay'a dönmüştü. "Yoksa balo gecesi mi?" Umay anında başını salladı ama gözlerini kaçırmıştı. "Bu yüzden mi kaçmıştın ondan?"

 

"Ona aşığım ve ölene kadar da öyle kalacağım ama evli olduğum halde bu hatayı yapmamalıydım." Umay daha fazla kendini tutamazken gözyaşları düşmeye başladı. "Hadar nasıl? Çok büyümüştür değil mi?" diye sordu acı içinde. Oğlundan yıllardır ayrı kalmak zorundaydı çünkü diğerleri öğrenirse ne onu ne de şimdi kucağındaki küçük kızı yaşatırlardı.

 

"Kendin görmek ister misin?" diye sordu kadının bu haline daha fazla dayanamayan Alar.

 

Umay dolu gözlerini kocaman açtı. "O burada mı?"

 

"İçeride." dedi kapıyı gösterirken.

 

Umay arabaya doğru koşarken küçük bir çocuk gibi heyecanlıydı. Cama yaklaşıp içerideki küçük bedeni gördüğünde ise ağlaması şiddetlendi. Bir eli cama yapışırken diğeri sıkıca kucağındaki bebeği tutuyordu.

 

"Her şeyi kaçırdım." dedi acı içinde hıçkırarak. "Hepsini kaçırdım. İlk kelimelerini, ilk adımlarını tüm ilklerini kaçırdım."

 

Neredeyse yere düşmek üzereyken Alar onu ve bebeği yakaladı. "Umay iyi misin?"

 

"Dayanamıyorum." diyebildi sadece.

 

Alar onun kucağında ki bebeği elinden almak zorunda kaldı çünkü onu düşüreceğinden korkuyordu. "Ona sarılmak ister misin?"

 

Umay anında başını salladı. Kapıyı açtıklarında Umay bir anlığına tereddüt etsede bir az sonra yaşayacaklarını düşünerek ilk ve son kez oğluna sarıldı. Küçük çocuk öyle derin bir uykudaydı ki onu hissedemedi bile. Kadın oğlunun kokusunu içine çekerek onu öperken bebek ise Alar'ın kucağında kıpırdanmaya başlamıştı.

 

"Şştt şştt." diyerek onu pışpışlarken üstündeki pembe tulumu fark ettiğinde gülümsedi. "Uslu bir kız ol cadıcık."

 

Umay isteksizce oğlundan ayrılıp doğrulduğunda gülümseyen adamı görmesiyle gülümsedi. "Onun adı Hera." dedi minik kıza bakarken.

 

"Hera..." dedi kendi kendine. "Büyü ve adın gibi güçlü bir kız ol tamam mı? Seni bekliyor olacağım." Ardından arabadaki küçük oğlana. baktı. "Ağabeyinle seni bekliyor olacağız ama eğer gelmezsen biz seni buluruz anladın mı?"

 

Bebekten ses gelmezken onu annesine uzattı. Umay bebeğini tekrar kucağına alıp pelerininin içine saklarken bebek gözlerini hafifçe aralamış saniyelik olarak minik mavi gözleri Alar'ın kızıl gözleriyle buluştu.

 

"Ne zaman doğdu?"

 

"İki ay önce, on nisanda."

 

İki bin yılının dördüncü ayının onu. Acahan Pamira'nın küçük kızı Hera Pamira'nın dünyaya geldiği gündü. Babasının kendisinden bihaber olduğu küçük cadı kızının.

 

"Bizimle gelin Umay o zaman güvende olursunuz." dedi Alar onları yalnız bırakmak istemeyerek.

 

Umay acı acı güldü. "Anneler evlatları arasında ayrım yapmamalı eğer birinin yanında olamayacaksam diğerlerininde yanında olamam yoksa kızıma ihanet etmiş olurum." Bahsettiği kızın evli olduğu adamdan olduğunu hatırlayınca Alar'ın yüzü düştü ama Umay'ı da anlıyordu bu yüzden cevap veremedi.

 

"Ona ne olacak peki?" diye sordu kucağındaki bebeği işaret ederek.

 

"O gizlenecek. Herkesten gizlenecek, kendinden bile saklayacağım onu. Hera'yı korumanın tek yolu bu." Başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Ay bu gece fazlasıyla parlaktı. "Yaklaşan felaketi hissediyorsun değil mi Alar? Bu gece çok şey değişecek."

 

Alar cevap vermedi. İgnislerin hisleri cadılar kadar güçlü değildi.

 

"Hoşçakal Alar. Oğluma iyi bak lütfen." dedi pelerinin kapşonunu kapatırken. "Tekrar görüşmek üzere." Adamın yanından geçip giderken Alar tepki vermeksizin olduğu yerde durup kaldı.

 

Kadın uzaklaşmaya başladığında gözlerini sıkıca kapattı. "Hoşçakal Umay."

 

 

༻☾༺

 

Soğuk bir geceydi bu gece. Beş genç kadın ve altı bebek süslüyordu geceyi. Sis yüzünden neredeyse zor görünen bu kadınları yıldızlar ve ay dışında gören yoktu. Başlarına kapattıkları pelerinlerle yüzlerini iyice örterek herhangi birinin onları görmesini iyice engellemişlerdi. Kaosun arasında kimseye görünmeden işlerini halletmekti amaçları. Bu kasaba için bir gelecek yoktu ama onların gelecek oluşturmak zorunda olduğu küçük ruhlar vardı.

 

Altı bebeğin beşi huysuzca ağlarken en öndeki kadının kucağındaki bebek sanki bir şeylerin farkındaymışçasına ağlamıyor küçük gözlerini etrafta gezdiriyordu. Belki de farkındaydı da, küçük ruhu büyük bir güce sahipti. Belki de bu anılar zihninin köşesinde bir bellek gibi saklanılabilirdi. Belki de olurdu kim bilir... Onlar henüz bir kaç aylıktılar ama sırtlarındaki yük dünya da yaşadıkları zamandan fazlaydı.

 

Büyük göletin önüne geldiklerinde hepsi durdu ve yan yana dizildi. Kadınların durmasıyla bebekler ağlamayı bırakmış ve onları tutan annelerine bakmaya başlamıştı. Göletin içinden bir ışık yükseldi ve onları doğru geldi. Bunu bekliyormuş gibi onlar da göletin içine kadar adımlamışlardı. Bekledikleri işaret onlara iyice yaklaşana kadar oldukları yerde durdular. Bu ışık ufaklıklarında ilgisini çekmiş minik gözlerini kısmalarına sebep olmuştu.

 

Beş genç kadında ellerinde tuttukları yüzükleri ışığın içine bıraktılar. Bebeklerin hepsinden de bir tutam saç keserek onu da ışığın içine, yüzüklerin yanına bıraktılar. Bu sayede zamanı geldiğinde yüzük onları tanıyacak ve sahibine gidecekti. En öndeki kadının bebeği bir anda havalanmaya başladı arkasından da diğerleri tek tek kundaklarından havalandı. Meraklı minik gözler etrafı izlerken kadınlar pelerinlerini çıkararak ellerini birleştiler.

 

"Geminorum ineundae!" İkizlerin buluşması! diyerek bağırdı baştaki kadın. Yanında elini tutuğu kadın ile ellerinin arasından sarı bir ışık çıktı.

 

"İgnis destruit!" Ateş yok eder! diğer kadının bağırarak söylediği sözlerden sonra elinden kızıl bir ışık çıktı.

 

"Aqua te vivit." Su seni hayatta tutar. Bir diğer kadının bağırarak söylediği sözcüklerden sonra koyu mavi bir ışık çıktı ellerinin arasından.

 

"Terra vita est dare." Toprak hayat verir. Bağıran bir diğer kadının ellerinden ise yeşil bir ışık saçıldı.

 

"Cum luna et stella cum illis conflent, tenebris liberaberis." Ay ve yıldız onlarla buluştuğunda karanlıktan kurtulacaksın! Ortadaki kadının ellerinin arasından çıkan mor ışık ile kelimeler son buldu.

 

Ellerindeki ışıklar büyük ışık topunda birleşti. Işık topu yükseldi yükseldi ve yükseldi. En sonunda ayın önüne geldi ve orada patlayarak etrafa yayıldı. Yüzükler yaptıkları büyüyle gizli yerlerine saçılmıştı artık. Havada duran bebekler annelerinin kucaklarını süzüldüğünde beş kadında pelerinini geri kapattı. Fazla vakitleri kalmamıştı artık, hızlı olmaları gerekiyordu.

 

Kadınlar birbirlerine bakıp aynı anda dağıldılar. Mor pelerinli kadın bebeğini iyice sarıp sarmaladı bu sırada doğa cadısı tam yanında kendi bebeğini sarıyordu. Kasabaya girdiklerinde beklediklerinin aksine bir sessizlik onları karşıladı. Onlar bir kaos alanı beklemişlerdi ancak burası oldukça sakindi. Anlaşılan faniler korkuya kapılıp kendilerini evlerine kapatmışlardı.

 

İki genç kadın belirledikleri evin önüne geldiklerinde bebeklerini büyük sepetin içine koyup zile bastılar. Hüzünle bakan yeşil gözler geri çekilirken alev alev yanan mavi gözler kenara çekilip kapının açılmasını beklemeye başladı. Kapı açılana kadar ise son kez baktı sepetin içindeki kızıl saçları sokak lambasından dolayı parlayan minik kızına. Saçları annesinin aksine daha koyu bir kızıldı tıpkı gece gibi. Karanlıkta yanan alevler gibi.

 

Kapı açıldığında orta yaşlı bir çift temkinli bir şekilde başlarını eşikten dışarı çıkardı. İlk gördükleri yerdeki ufaklıklar oldu. Bu gecenin anlamını bildiklerinden korkuyla geri çekileceklerdi ancak kadının parmak uçlarından çıkan görünmez zincirler onları yakalayarak durdurdu. Kapı eşiğinin karşısına geldiğinde çiftin gözleri kadının öfkeli mor harelerini buldu. İkisinin de kahve gözleri kadının gözleriyle buluştuğunda onu kopyalarken kadının hipnozunun etkisine girmişlerdi.

 

"Bu çocuklar ölen kardeşlerinizin çocukları. Onlara canınız pahasına bakacaksınız." Etki altındaki çift başlarını sallayıp sepete uzandılar. Adam kucağına öndeki bebeği aldığında kadın dudaklarını araladı. "Onun adı Nesli." Adam bebekle birlikte içeri girdi. Ardından kadın diğer bebeğe uzandı. "Onun adı," Genç kadın yutkunarak geri çekildi. "Hera, Hera Pamira. Onları adıyla büyüt ve hep sevgi göster." Kadın bebekle birlikte içeri girerken Umay'ın mor harelerinden bir yaş süzüldü gitti.

 

Kapı kapanırken beş kadının ruhları da gökyüzüne uzandı.

 

 

༻☾༺

 

 

 

İNSTAGRAM:

 

 

@vaerosass

 

 

Loading...
0%