@vaerosas
|
Beşinci Yüzük Serisi 2 - Avdet
Bölüm Yirmi Altı;
Canavar
the neighbourhood - softcore
༻☾༺ 1420
Ne kadar yıl geçerse geçsin var olanı değiştirmek kolay değildir. Balin sırlarla dolu bir kasabaydı. Yolunun üstündeyse her insan bir kere buraya uğrardı çünkü o yılların coğrafyasında oldukça şaşalı bir kasabaydı. Bir ülkeye bağlı değildi ancak iki ülkenin arasındaki küçük bir kısımda kalıyordu. Günümüz Yunanistan'ı ve Türkiye'nin arasında bir bölgede kalıyordu ve iki ülkede orayı kabul etmek istemesede cumhuriyetin kurulmasıyla Türkiye topraklarına katılmıştı. Ancak 1420 yılında burası Osmanlı'ya bağlı minik bir Avrupa'ydı. Aslına bakılırsa sadece Avrupa demek yanlış sayılabilirdi çünkü bu kasabada dünyanın neredeyse her yerinden insanlar yaşıyor ve ziyaret ediyordu.
Japon'da vardı Fransız'da. Alman'da vardı Türk'de. Ve çok daha fazlası. İşletmelerde ortak dil Osmanlıca olarak karar verilsede elbette aileler kendi içlerinde dillerini konuşuyordu ancak dışarıda kullanılabilecek ortak dil Osmanlıcaydı.
Dünyanın her yerinde olduğu gibi bu kasabanında zengin ve soylu büyük aileleri vardı. Bunlardan bir de Farzin ailesiydi. Köklü ailenin şu anda hayatta olan üç üyesi vardı. Akil Farzin, eşi Naya Farzin ve oğulları Atlas Farzin. Akil bir Türk ve Yunan anne babanın oğluydu Naya ise Rus anne babanın. Naya'nın masmavi gözleri ve sapsarı saçları vardı. Kasabada ki en güzel kadındı, onu gören herkes dönüp bir kez daha bakardı. Kocası ile birbirlerine büyük bir aşk ile bağlılardı ve bu aşktan ilk çocukları Atlas dünyaya gelmişti. Tıpkı annesi gibi masmavi gözlere ve sarı saçlara sahipti. Ailesi tarafından çok seviliyor ve ilgiyle büyüyordu. Atlas beş yaşındayken Naya tekrar gebe olduğu haberini almış tüm aile tekrar neşeyle dolmuştu.
Bebeğin doğmasına kısa bir vakit kalana kadar.
Akil Farzin masum bir cadıyı öldürdüğünde lanetlendi. Doğmamış çocuğu ile. Akil'in ölümü bu çocuğun elinden olacaktı, hayır bütün ailesinin ölümüne sebep olacaktı. Akil koşarak eve gidip doğmadan bebeği öldürmeyi planlarken çok geç kalmıştı. Büyük ve görkemli köşkün önüne geldiğinde duyduğu bebek ağlama sesiyle yere düştü.
"Hayır! Hayır doğmaması gerekiyordu lanetli o hayır!" Gözyaşları içerisinde delirmiş gibi kafasını iki yana hızlı hızlı sallarken camdan onu gören karısı şok içerisinde kalmıştı. Akil hızlı hızlı merdivenleri tırmanıp sesin geldiği odaya girdiğinde onu gördü.
İblisi.
Simsiyah saçları ve onun aksine bembeyaz bir teni vardı bebeğin. Minicikti ama babasını ölesiye korkutuyordu. Naya korkuyla anlamlandıramaz bakışlar atarken bebek yavaş yavaş gözlerini araladı ve gözleri ortaya çıktı. Akil korkuyla geri geri yere düştü. Bu defa karısı da onun kadar şaşkındı çünkü bebekte bir terslik vardı.
"Bu gözler..." dedi Akil şok içerisinde. Bebeğin kan kırmızısı gözlerine kitlendiğinde bağırdı. "İBLİS O BİR İBLİS!"
Onu boğmak ister gibi bebeğe uzandığında henüz yeni doğum yapmış zavallı kadın ağlayarak ittirdi kocasını. "Ne yapıyorsun Akil o bizim oğlumuz nasıl bunu dersin?!" Yatakta ki bebeğe omuzunun üstünden endişeyle baktı. Hiç ağlamıyor tepki vermeksizin ailesini izliyordu. "Onu öldürmene izin vermeyeceğim o benim oğlum."
Adam şok içerisinde karısına baktı. "O bir iblis Naya şu gözlere bak!"
"Farkı olması onu iblis yapmaz onu ben doğurdum! Onu az önce burada doğurdum Akil!" diye bağırdı öfkeyle yere ittirdiği adama. "O bizim oğlumuz!"
"Hayır." dedi Akil Farzin. "Benim oğlum aşşağı da oynuyor başka çocuğum yok." Ayağa kalkıp tiksinerek baktı yataktaki minik canlıya ardından kapıyı çarpıp çıktı.
Naya arkasından gözyaşları içerisinde bakarken eğilip bebeğini kucağına aldı. Neden böyle olduğuna dair en ufak bir fikri yoktu ancak kocasına uyacak değildi. Bu bebek onun bebeğiydi, onun kanıydı. Farklı olması bunu değiştirmeyecekti, o bir iblis değildi ki minik oğluydu onun. Yatağa oturup karnını doyurmak adına elbisesini sıyırdı genç kadın. Bebeğin minik dudakları annesinin tenine değdiğinde Naya onun siyah gür saçlarına bir öpücük kondurdu.
"Seni herkesten koruyacağım dorogoya." Ardından kulağına ismini fısıldadı, "Senin adın Adın Alar."
༻☾༺ 1425 Mevsimler mevsimleri kovalarken çoktan bir kaç yıl geçmişti. Alar beş yaşına bastığında artık bazı şeyleri anlamaya başlamıştı. Farklıydı o, ağabeyi ve annesi gibi değildi. Babasına da pek benzediği söylenilmezdi ama nedenini anlayamıyordu. Hiç kırmızı gözleri olan bir insan görmemişti bu normal miydi? Babası ona iblis diyordu ağabeyi ise lanetli. Annesi ise sevgiyle saçlarını okşuyor dorogaya diye ona hitap ediyordu. Eğer annesi olmasaydı ne yapardı Alar? Köşkün merdivenlerini minik adımlarıyla çıkan Alar ağabeyinin odasının önünde durdu. Ondan oldukça çekiniyordu. Babası ona yaklaşmasını yasaklamıştı ama ağabeyi de ona hiç git dememişti. Tıpkı hiç gel demediği gibi. Kapının ağzına yaklaşıp ağabeyine bakmaya çalıştı Alar. Masasında oturmuş büyük bir ciddiyetle kitaplarını inceliyordu. Ailenin varisi ve tek oğlu sayıldığı için sürekli çalışması gerekiyordu ancak o bunları yapmayı sevmiyordu. Özgürlük istiyordu Atlas katı kurallar değil. Onun aksine Alar babasının gözüne girebilmek için her şeyi yapmaya hazırdı. Atlas onu izleyen küçük çocuğu fark ettiğinde başını kaldırıp buz gibi mavi gözlerini kaldırıp kardeşinin kızıl gözlerine baktı, "Tüm gün orada dikilecek misin?" Alar boş boş baktı yüzüne. "Gel buraya." Ne yapacağını bilemesede küçük adımlarıyla içeri girdi. "Okuma yazmayı öğrendiğini duydum doğru mu?" Başını salladı Alar. "Öyleyse senden bir şey isteyebilirim?(!)" Alar'ın gözleri heyecanla parladı. "İsteyebilirsin ağabey!" Atlas'ın dudaklarında minik bir tebessüm oluşur gibi oldu ancak kapıda hissettiği gölgeyle yüzü tekrar aynı ciddi ifadeyi aldı. "Öyleyse bu sayfalarda yazan notları şu kağıtlara geçir. Ağabeyin için bunu yapabilirsin değil mi?" Alar hızlı hızlı başını salladığında Atlas odadan çıktı. Alar heyecanla eline kalemi alıp yazmaya başladı. Babasının gözüne girebilmek için hızlıca öğrenmişti okuma yazmayı dadısından. Garip bir şekilde çok hızlı kavrıyordu öğrendiklerini bu yüzden zor olmamıştı. Alar heyecanla küçük parmakları arasına aldığı tüğü mürekkepe batırdı ve ağabeyinin övgü alabilmesi için özenle yazmaya başladı. Sayfalar o kadar fazlaydı ki güneş batmış akşam olmuş ama hala bitmemişti. Alar'ın küçük bedeni bu kadarını kaldıramamış ve masanın üstüne başını yaslayıp uyuya kalmıştı. Bu sırada annesi etrafta onu arıyordu ancak bunca saat ağabeyinin odasında olması kadıncağızın aklına gelmemişti. Sonuçta ağabeyiyle pek iyi anlaştıkları söylenilemezdi. Alar bu sırada minicik bedenini koca sandalyeye kıvrılmış mışıl mışıl uyuyordu. Ta ki Akil Farzin gelene kadar. Oğlu Atlas'ın yanına gitmek adına girdiği odada Alar'ı görmek onu çıldırttı. Öfkeli adımlarla çocuğun yanına gidip sertçe kolunu kavrayarak onu çekti. Alar şok içerisinde uyku mahmuru gözlerini aralamaya uğraşırken bir anda sarsılmaya başlandı. "SENİN OĞLUMUN ODASINDA NE İŞİN VAR İBLİS!" Alar hiç bir şey diyemeden şok içerisinde dururken yere savrulmasıyla dengesini sağlayamayarak alnını yatağın köşesine çarptı. Seslere toplanan ev halkı gördükleri karşısında ne yapacağını bilemezken Naya oğlunu gördüğü an odaya koştu. "Alar!" Eğilip kucağına aldığı çocuğun alnından akan kanı gördüğün gözleri kocaman açıldı. Alar hala anlam veremezken Naya kucağında ki oğluyla ayağa kalkıp öfkeyle kocasına döndü. "Nasıl bu kadar ileri gidersin Akil! Nasıl ona zarar verirsin?!" Akil Farzin hemen savunmaya geçti. "Ona koyduğum yasakları çiğnemeyecekti!" Naya şok içerisinde geri çekildi ancak öfkesine engel olamıyordu. "O bir çocuk!" "O bir iblis!" diye karşılık verdi adam. Alar başını annesinin göğsüne saklayıp gözyaşlarını saklamaya çalıştı. "Alar bizim oğlumuz! Senin yaptığın bir pisliğin cezasını çeken bir çocuk sadece." Bir kaç adım atarak kocasına yaklaştı. "Ona bir daha zarar verirsen yemin olsun seni boşarım Akil! Atlas'ı da alır sana hiç bir şey bırakmam!" Naya son sözünü söyleyip oğluyla odadan çıktığında Akil Farzin arkalarından baka kaldı. Naya en üst kattaki küçük odaya girip arkasından kapıyı kapattığında artık oğluyla küçük dünyalarında baş başa kalmışlardı. Alar'ı dikkatlice yatağın üzerine bırakıp dolabın üstündeki kutuyu aldı. Alar annesinin hareketlerini merakla izlerken Naya gülümseyerek karşısına oturdu. Kutunun içinden temiz bir mendil çıkarıp ilaç damlatarak yavaş yavaş yaranın etrafını temizlemeye başladı. İlaç değdiği yeri yakarken Alar acıyla inledi. Naya hızla geri çekilirken dolu gözlerini saklamak adına başını eğdi. Kutudan çıkardığı bandajı sarmadan önce çocuğun alnına minik bir öpücük kondurdu ve dikkatlice sardı. "Seni koruyamadığım için özür dilerim bir tanem." Naya dudaklarını birbirine bastırıp oğlunu kendine doğru çekip sarıldı. Alar'ın minik dudaklarına bir tebessüm meydana gelirken küçük kollarını annesinin beline doladı. "Ben büyüdüğüm zaman hep seni koruyacağım anneciğim." Naya gülümsedi. "Bundan şüphem yok canım." Geri çekilerek çocuğu dikkatlice yatırıp üzerini örttü Naya. "Anne." dedi Alar bir anda. "Söyle dorogoya." dedi annesi. "İblis ne demek?" Naya şaşkınlıkla gözlerini büyüttü. "N-neden bunu sordun tatlım?" "Babam bana hep böyle sesleniyor bazen ağabeyimde." Biraz düşündü. "Bu iyi bir şey mi?" Naya yutkunmak zorunda kaldı. "Bu..." dedi güçlükle. "Seni sevdikleri için öyle sesleniyorlar canım." Alar heyecanla gülümsedi. "Gerçekten mi?" Naya zorla gülümsemeye çalıştı. "Hm hm." Küçük bir çocuğa bunu nasıl açıklayabilirdi. "Baba beni seviyor..." diye mırıldandı Alar. Gözlerini mutlulukla kapattığı sırada annesinin gözünde bir damla yaş kopup küçük parmaklarının üzerine düştü ancak uykuya çoktan dalan çocuk bunu hissedemedi.
༻☾༺ 1930 Alar artık iblisin anlamını öğrenmişti. Artık on yaşına geldiğinde artık dünya ile bağlarını kopartmaya başlamıştı. Artık yüzünde hiç gülümseme oluşmuyordu mesela. Mimik dahi oynatmıyordu. Bu halleri Akil Farzin'i daha çok korkutuyor kendi bu hale dönüştürdüğü çocuktan korkuyordu. Alar'ın kızıl gözleri üzerine değdiği an sanki Azrail etrafında geziniyor gibi hissediyordu. Oysaki Alar sadece artık babasına karşı duyduğu özlemi yitirmiş hislerini kaybetmiş bir çocuktu. "Vakti geldi." Akil Farzin yardımcısına dönüp son kez emir verdi. "Bu gece o iblis ölecek." "Leydi sizi affetmeyecek efendim." Akil Farzin güldü. "Beni yaptığımı bilmediği sürece sorun olmayacak. O ölecek ve biz tekrar mutlu bir aile olacağız." "Siz nasıl emrederseniz efendim." "Atlas gönderildi mi?" Hizmetli başını salladı. "Naya?" "Ne kadar ısrar etsek de leydi ikna olmadı." "Odasının kapısını kilitleyin." dedi acımasızca adam. Yardımcıdan tekrar onay aldığında ayağa kalktı. "Hızlıca bitirin haber bekliyor olacağım." Odadan ve köşkten çıktığında artık evde sadece Alar ve Naya Farzin kalmıştı. Yorgun olduğundan dolayı Naya odasına çekilmiş Alar ise kendi odasında kitap okuyordu. Evin ışıkları söndüğünde kara gölgeler içeriye girdi. Önce Naya'nın odasının önüne gelip kapısı kilitlendi ardından en üst kattaki odanın önüne gelindi. Alar her şeyden habersiz ilgiyle kitabını okurken açık pencereden gelen rüzgarın mumunu söndürmesiyle başını kaldırdı. Karanlığa gömülen odada kızıl gözlerini gezdirerek ayaklandı. Kibriti bulmak için rafları karıştırdığı sırada kapı gıcırtısını duymasıyla başını çevirdi. "Anne?" diye seslendi onun olduğunu düşünerek. Ses gelmedi. Hızlı hızlı kibriti bulup sürterek yaktığında etrafa bakmaya çalıştı. "Anne sen misin?" Mumu yakarak temkinli adımlarla hızlı hızlı atan kalbini yok saymaya çalışarak kapıya yaklaştı. Annesinin yanına gitmek için odasından çıkıp sessizce aşşağı kata adımlamaya başladı. Etrafındaki gölgelerin farkındalığıyla kalbi korkuyla atmaya başlamıştı. Adımlarını hızlandırmaya çalıştı Alar ancak kocaman bir el onu yakaladı. Korkuyla bir çığlık çocuğun ağzından kaçarken mum elinden yere kayıp düşerek söndü. Penceren yansıyan ay ışığında gördüğü kapkara maskeli yüz ile korkuyla kaçmaya çalıştı Alar ancak kolu öyle sıkı tutuluyordu ki morardığına emindi. Aniden başlayan yağmur ile camlara vuran sert damlalar Naya'nın uykusunu böldü. Duyduğu çığlık ise yerinden fırlamasına neden oldu. Gölgenin belinden çıkardığı hançer şimşeğin yansımasıyla aydınlanırken Alar korkuyla çırpındı. Ancak çırpınmaları işe yaramadı, gölge ustaca hançeri çevirip çocuğun göğsüne doğru bastırmaya çalıştı. Çalıştı ancak başaramadı. Alar yere ittirildiğinde önüne geçen bedene şok içerisinde baktı. Upuzun sarı saçları gördüğünde kocaman açıldı gözleri. "Anne!" Naya'nın kaskatı kesilen bedeni hançerin geri çekilmesiyle yere yığılırken gölge hızla oradan uzaklaştı. Alar dizlerinin üzerinde sürüne sürüne annesine ulaştığında bembeyaz geceliğindeki kanlara ilişti gözleri. Annesinin bedenini kucağına çekmeye çalışırken gözlerinden yaşlar akmaya başladı. "Anne ne yapacağım neden bu kadar çok kan var?" Naya kısılan mavi gözlerini oğlunun yüzüne çevirdi. "Sadece yanımda kal bir tanem. Başka bir şey istemiyorum." "Ölecek misin?" Kadın sessiz kaldı. "Ne olur ölme anne. Beni bırakma." "Seni çok seviyorum Alar..." Naya'nın vücudu daha fazla dayanamadı. Önce gözleri kapandı sonra ruhu süzülüp gitti. "Anne..." Alar giden ruhun farkındalığıyla hırçkırıklarla ağlamaya başladığında evin kapıları açılmış heyecanla Akil Farzin içeri girmişti. Merdivenlerden akan kanı gördüğünde yüzünden kocaman bir sırıtma meydana gelmiş keyifli adımlarla eline bir mum alarak kanları takip etmeye başlamıştı. Merdivenlere yaklaşana kadar büyük bir keyif içerisindeydi ancak hıçkırık seslerini duyduğunda sırıtışı yüzünde asılı kaldı. Bu ses nasıl olurda hala çıkıyordu? Ölmemiş miydi bu iblis? Elindeki mumu merdivene doğru iyice doğru tuttuğunda gördü karşısındaki gerçeği. "Naya..." Alar'ın yaşlı kızıl gözleri babasını bulduğunda hıçkırıkları durdu. "Hayır..." diye inledi adam. "Sen değil sevgilim o ölmeliydi hayır!" Çocuğun kucağından kanı çekip aldığında Alar sarsılarak geri savruldu. "Hayır Naya sen değil! Uyan!" Kucağındaki bedene acıyla saldıran adam suçlama ihtiyacı ile arkasındaki çocuğa baktı. "Sen! Senin yüzünden hepsi senin yüzünden!" Kucağındaki kadını bir anda unutup öfkeyle çocuğun üzerine yürüdü. "ÖLMESİ GEREKEN SENDİN NEDEN HALA YAŞIYORSUN?!" Tepki vermesine izin bile vermeden yakaladığı çocuğu sürüklemeye başladı. Köşkün büyük kapısından sertçe çocuğu savurdu Akil Farzin. Kemerinde duran kılıcı çıkarıp öfkeyle yere savurduğu çocuğa savurdu. Hareket bile etmesine izin vermediği çocuğun kanlarla kaplanmış bedenine tiksinerek baktı. "Geber şeytan!" Onu kapının önünde bırakıp içeri döndüğünde Alar'ın bedeni yağmurun altında acıyla kasıldı. Küçük zayıf bedeni acının esiri olup titrerken dudakların dolu dolu kanlar boşalmaya başlamış Azrail ruhuna ulaşmak için gelmişti. "Ne kadar üzücü." Başında hissettiği ses ile gözlerini sesin sahibine çevirmeye çalıştı. Gökkürültüsünün arasında parlayan kızıl gözleri gördüğünde kocaman açıldı gözleri. Bu gözler onunkiyle birebir aynıydı bu nasıl olabilirdi? "Bu kadar küçük olmasını beklemiyordum." dedi adam kendi kendine. Alar neyden bahsettiğini anlayamıyordu zaten bilincini dahi zar zor açık tutuyordu. "Kapat gözlerini ufaklık uyandığında bambaşka bir dünyada olacağız." Adamın sözünü dinledi Alar, zaten başka seçeneği de yoktu bu yüzden kapattı gözlerini ve kaderini kabul etti.
༻☾༺ Ölümün soğuk nefesi küçük bedenin üzerinde gezmeyi bıraktığında Alar gözlerini araladı. Ölmüş müydü? Burası öteki dünya mıydı? Gümüş kılıcın ucunu vücudunda hissetmişti yani ölmemesinin imkanı yoktu ancak neden nefes alabiliyordu? Garip bir his vardı çok garip. Çok susamış hissediyordu sanki yıllardır susuz kalmış gibi. "Ölmedin." Yalnız olduğunu hissettiği yerde duyduğu ses ile aniden doğruldu Alar. Sesin sahibi karşısındaki koltuğa oturmuş elinde tuttuğu gazeteyi okurken bir yandan da kadehindeki şarapı yudumlayan bir adamdı. Simsiyah düzgün taranmış saçları ve şık takımıyla karşısında oturan tanımadığı bu adama kaşlarını çatarak baktı çocuk. "Kim olduğumu sorguluyorsun değil mi?" "Gerçekten ölmedim mi?" Şu an tek merak ettiği buydu çünkü yaşadığına ihtimal veremiyordu. Adam gazetisini ve kadehini kenara bıraktı ve yüzünü net bir şekilde Alar'a gösterdi. O kızıl gözlerin sahibiydi bu adam. "Öldün ufaklık ve bir ignis olarak yeniden doğdun." Alar anlamayarak kaşlarını çattı. "O da ne?" Adam güldü. "Hiç bir şey bilmiyorsun değil mi?" Çocuğun şaşkın ifadesine bakarak sırıttı. "Merak etme ufaklık seni kim dönüştürdü bilmiyorum ama sana yardımcı olacağım." Dönüşmek mi diye düşündü Alar. Onu bir şeye mi dönüştürmülerdi? "Henüz yaşın küçük yirmine kadar normal bir insan gibi büyümeye devam edeceksin ancak yirminden sonra yaşın ilerlemeyi bırakacak." Ayağa kalktı. "Adın neydi?" "Alar Farzin." İgnis başını salladı. "Farzin demek..." İfadesinden soğuk bir rüzgar geçti. "Artık benim himayemdesin Alar." "Sen kimsin?" "Acahan, Acahan Pamira. Seninle uzun bir geleceğimiz olacak."
༻☾༺ 1440 "Ağabeyin eşini kaybetmiş." Alar pencereden bakmayı bırakıp arkasına döndü. "Duydum." dedi soğukça. "Gitmeyecek misin?" "Neden gideyim?" Acahan Pamira sıkıldığını belli eden bir ifadeyle baygınca baktı genç adama. "Beni yorma Alar. Yaşını doldurdun artık tamamlandın babanla yüzleşebilirsin bu da gayet iyi bir fırsat." "Beni tanımayacak." "Seni bu şekilde bende tanıyamıyorum." Kendine yaptığı bir sürü tılsımla dolu yüzüne baktı. "Olmadığın birine dönüşmeye çalışıyorsun. Bu annenin oğlu değil senin kendi dünyanda yarattığın bir silik." Alar arkasını döndü Acahan'a bakmamak için. "Böyle göründüğünde baban seni kabullenmeyecek." dedi acımasızca. Alar öyle hızlı ve sert odadan çıktı ki kapı kapandığı an ahşap kırılarak yere savruldu. Acahan arkasından derin bir nefes bıraktı. Amacı onu kırmak değildi ancak artık on yıl geçmişti ve bazı gerçekleri kabullenme vakti gelmiş de geçiyordu. Alar hayalet adımlarıyla köşke ilerliyordu bu sırada. Yıllar geçmişti doğduğu eve gitmeyeli içinde uzun sğredir tuttuğu duygulara hakim olabilecek miydi emin değildi. Bu insanlar annesinin katiliydi. Onu bu hayatta seven tek kişinin katillerinin yaşamasına izin verebilir miydi? Siyah giyimli insanların arasından geçerek bahçeye ulaştığında tanıdık yüze doğru ilerledi. Kendini göstermeyerek kalabalığın arasına girdi. Gözleri o soğuk suratı gördüğünde kendi kendine düşündü bir insan karısının cenazesinde bile nasıl bu kadar hissiz davranabilir? Atlas Farzin buz mavisi gözlerini yere eğm,iş durgunca ona anlatılanları dinliyordu. "Sizin adınıza üzgünüm efendim," dedi orta yaşlı bir adam sırnaşık bir tavırla. "Aynı anda annenizi ve kardeşinizi kaybettiğiniz yetmiyormuş gibi bir de eşinizi kaybettiniz." "Öyle." dedi Atlas Farzin tekdüze bir sesle. "Eşiniz de mi bir suikaste kurban gitti?" diye sordu bir başka adam. Atlas Farzin ürkütücü gözlerini konuşan adama çevirdi. Adam anında irkilerek geri çekilirken Alar daha iyi duyabilmek için yanaştı. "Halktan sıradan insanlar haddini bilmeli." Adam özürler dileyerek geri geri kaçarken Atlas tiksindiğini fazlasıyla belli eden bir fadeyle arkkasını döndü. Arkasında onu izleyen Alar ile gözleri buluştuğunda tek kaşını kaldırdı. Tanıdık diye düşündü. Gözleri ve saçları tıpkı onun ve annesininkilere benziyordu ama bir akrabadır diye düşündü. "Başınız sağ olsun." dedi Alar resmi bir tavırla. Atlas sadece başını salladı. "Babanızla yalnız kaldınız muhtemelen yaşlılıktan bir süre sonra o da gidecektir, en azından kardeşiniz yaşasaydı belki birbirinize destek olurdunuz Bay Farzin." İgnis oltayı atmış balığın tutup tutmayacağını anlamak için beklemeye başlamıştı. Bu Alar'ın ağabeyi için hazırladığı küçük bir testti. Eğer geçerse yaşayacaktı. Beklediğinin aksine Atlas Farzin hafifçe güldü. "Kardeş mi? O ucube ölmeseydi onu kendi ellerimle öldürürdüm." Dedi acımasızca. Alar içindeki saldırgan dürtüye bir an engel olamayacağını sandı. Eğer arkasında o yüzü görmese muhtemelen Atlas Farzin'i oracıkta parçalara ayırırdı. Ancak ağabeyinden daha fazla nefret ettiği biri varsa o da annesinin katiliydi. Babasıydı, Akil Farzin. "Atlas oğlun senin için ağlıyor git ve onu sustur." Atlas Farzin yanlarından ayrılırken Akil Farzin Alar'a yaklaştı. "Sizi çıkaramadım kimlerdensiniz acaba bayım?" "Pamira'nın adına buradayım." dedi Alar kendini sakinleştirmeye çalışırken. "Ah Bay Acahan'a teşekkürlerimi iletin lütfen." Adam arkasını dönüp gitmek üzereyken Alar arkasından seslendi. "Size bir hediyesi var görmek ister misiniz?" Akil Farzin'in adımları durdu. "Öyle mi? Elbette isterim." Alar gülüsedi. "Beni takip edin efendim." Köşkün geniş kapısına ilerledikleri sırada Alar içerisinin boş olduğunan emin olmaya çalıştı. İstediği gibi boştu herkes dışarıdaydı. Akşam saati olduğu için zaten insanların çoğu evlerine dağılmıştı. Merdivenlerin önüne geldiklerinde Alar durdu aynı anda Akil Farzin'de. Tehlike çanları artık Akil için çalmaya başladı. "Bu merdivenler nelere şahit oldu değil mi Bay Farzin?(!)" Akil Farzin şaşırmış bir yabancının nasıl burada yaşananları bileceğini sorgulamaya başlamıştı. "Nereden bildiğimi merak ediyorsunuz değil mi?" diye sordu Alar adeta zihnini okumuşçasına. "Ben tam buradaydım çünkü." Akil Farzin pencerede yansıyan suratlarına doğru çevrdi gözlerini ve ay yansımasında gördü kızılları. Alev alev yanan gözleri gördüğünde korkuyla geri kaçmaya çalıştı ancak bunun için çok geçti. O kaçmayı planlayıp arkasını dönmeden Alar tam önündeydi. "Sen de hatırladın mı babacığım?" Tılsımlar yavaş yavaş ortadan kalktığında Alar Farzin tüm çıplaklığıyla babasının karşısındaydı. "Zavallı annem tam burada ölmüştü... senin yüzünden." "SEN ÖLDÜN!" Adam gördüğü yüz karşısında sendeleyerek yere düştü. "SENİ KENDİ ELLERİMLE ÖLDÜRDÜM YAŞAMANA İMKAN YOKTU!" İgnisin dudakları ürkütücü bir ifadeyle iki yana kıvrıldı. İrisleri sanki daha bir parladı bu korkunun karşısında. "Anlaşılan ben gerçekten bir iblismişim. " Adamın üzerine keyifle eğildi. "Babacığım." "YAKLAŞMA!" Alar adamı boynundan tek eliyle kavradığı gibi havalandırdı. "Ölme sırası sende Akil Farzin. Annemin kanında boğul." Acımasızca elini tek hamlede adamın göğsüne soktu Alar. Yüreğini kavradığı gibi hiç düşünmeden yerinden koparıp çıkardı. Adamın ölü bedenini değersiz bir çuvalmış gibi yere fırlattı. Yere savrulan ceset etrafı kırmızıya boyarken elindeki kalbe tiksinerek baktı Alar. "Bunu bulacağımdan şüpheliydim." diye mırıldandı babasının kalbine bakarak. Önemi yoktu o varlığını hiç hissetmemişti zaten. Avucundakini sıkarak sevgili babasının kalbinin parçalarının etrafa saçılmasını sağladı. Yüzüne çarpan et ve kan parçalarını umursamadan parmaklarını kıpırdattı. Elinin arasından çıkmaya başlayan kıvılcımları ahşap merdivene değdirdiği an ortalık alev almaya başladı. Alevler ignisi yakmadan her yere yayılırken Alar adımlarını onların arasından atarak oradan ayrıldı. Annesi ile olan hatıralarını onların katili ile yakıp kül ettiğinde artık gerçekten bir canavardı.
|
0% |