@vaerosas
|
Beşinci Yüzük Serisi 2 - Avdet
Bölüm Yirmi Yedi: Anka Kuşu
adele-set fire to the rain
Anka kuşu olacaksın, önce kül olacak sonra küllerinden doğacaksın. 5 Ay Önce "Çok hızlı sürme bugün sis çok yoğun." Defalarca kez bu cümleyi duyan adam bir kez daha sakinleşmek için nefesini toplamaya çalıştı. Kasabayı son bir kaç gündür geceleri sis çevreliyordu. Akşam saatlerinde dışarıya çıkmak bile yasaklanmıştı ama onlar aylardır kayıp olan yeğenlerini bulmak ümidiyle sürekli polis karakolunu ziyaret ediyordu. Yeğenlerinin en yakın arkadaşlarının aileleri kayıp oldukları an nedensizce kasabayı terk etmiş onlara da aynısını yapmalarını söylemişlerdi ancak kendi çocukları haline gelmiş bu kızları nasıl terk edebilirlerdi ki? "Aynı cümleyi defalarca tekrar etmen bir şey değiştirmiyor hayatım, haberin olsun." Kadın somurttu. "En azından uyarıyorum. Sanki kötü bir şey söyledim." Adam elbette karısı ile laf dalaşına girmemesi gerektiğinin bilincindeydi bu yüzden susma hakkını kullandı. Yine de arabayı yavaşlatıp etrafa daha dikkatli bakmaya başladı sonuçta arabada sadece kendisi değil eşi de vardı. Onun canını da korumalıydı. Orman yolunu kullandıkları için önlerine herhangi bir hayvan çıkma olasılığı da vardı elbette. "Bak ne diyeceğim-" Ormanın sağ tarafından gelen gürültülü ses ile kadın aniden susmak zorunda kaldı. "O neydi?" Arabayı frene basarak durduran adam sağına soluna baktı. Sağ taraftan bir ışık yayılıyordu ucu gökyüzüne dayanan. "Yıldırım mı düşmüş?" "Yangın çıkmasın?!" Kadın hemen panikle doğruldu. "Bilmiyorum." Adam sıkıntıya kapıldı bir an önce gitmelerinin iyi bir seçenek olduğunu düşünüyordu ama karısı onunla aynı fiklirde değildi. "Kontrol edelim." dedi kadın hemen. Kocasının aksine o ormanda onu çeken bir şeyler vardı. İçten bir dürtüydü. "Bize mi kaldı ormanı kontrol etmek?" Kadın kocasına öfkeli bir bakış attı. "Son günlerde orman yangınları ne kadar arttı habaerin var mı?!" Adam pes ederek torpidoya uzandı. "Sen kazandın." El fenerini alıp doğruldu. "Yanımdan bir adım bile ayrılma yabani bir hayvan çıkabilir." Kadın omuz silkti. "Demesende ayrılmayacaktım zaten." Arabadan çıktıkları gibi kocasının uzattığı elini tutarak peşinden ormana ilerlemeye başladı. El feneri yollarını az da olsa aydınlatırken bir yandan dikkatle etrafa bakıyorlardı. "Işık şu ileriden çıkmıştı." Adam şu an ışığın kesildiği sağ tarafı gösterdiğinde kadın başını salladı. El fenerini ileriye tutmaya özen göstererek dikkatli adımlarla ilerlemeye devam ettiler. Biraz daha ilerledikten sonra ikisininde adımları aniden durdu. "Bu..." "Şşşttt!" Otların arasında gözüken bacakları fark ettiklerinde adımları durdu. Kadın korkuyla elini kalbine yaslarken adam karısını arkasına doğru alarak temkinli adımlarla gördükleri bedene ilerledi. Koyu saçları yüzünü kapatsada göğsünde ki büyük miktarda kan lekesini gören adam endişeye kapıldı. Ölmüş bir kadın mıydı? Genç de duruyordu. "Ölmüş mü?" diye sordu kadın. Adam cevap vermeden eğildi. Elini nabız noktasına uzatmadan önce saçları yüzünden çekerek kadının yüzüne baktı. Bu genç kadını tanıyorlardı. Yıllardır kendi çocukları olarak bakıp büyüttekleri yeğenlerinden biriydi bu. "Ah Tanrım, Hera!" Kadın şaşkınlıkla kocaman açtı. "H-Hera mı?" "Ambulansı ara hemen nabzı atıyor!"
༻☾༺ Hastane de yoğunluğun ardından büyük bir sessizlik hakim olmuştu. Bir kaç saat önce ufak çaplı bir kargaşa yaşanmış ama şimdi her şey normalmiş gibi ortalık sakindi. Genç kızın üzerindeki kanın ona ait olduğu tespit edilmişti ancak vücudunda hiç bir yaraya dair iz yoktu. Doktorlar bu konuda şaşkındı ancak kız uyanana kadar yapabilecekleri bir şey olmadığından beklemek zorundaydılar. Kasaba polisi sorgu için beklerken bahçede endişeli hala ve enişte ise banklardan birine oturmuş aralarında konuşuyorlardı. Hemşire odasına kontrol için girdiğinde kızın bilinci yavaş yavaş aralanmaya başlamıştı. Göz kapakları kıpraştığında hemşirenin dikkatini çekti. "Hanımefendi?" "S-su..." Kızın kupkuru dudaklarından çıkan ilk kelime bu olurken hemşire etrafa bakındı. Şansa odada bir pet şişe bile yoktu. "Lütfen bekleyin hemen getiriyorum!" Hemşire koşarak odadan çıkarken genç kız gözlerini araladı. Yeni doğmuş bir bebek gibi kaşlarını çatarak baktı etrafa. Nerede olduğuna dair bir bilgisi yoktu, anlamlandıramıyordu. Buraya nasıl gelmişti? Doğrulacak gücü vücudunda bulduğunda ayaklandı. Beyaz hastane elbisesi dizlerinden sarkarken yüzünün önünr gelen kızıl saçları eliyle itikledi. Ne kadar inatçı saç tutamlarıydı bunlar bir türlü ittiremiyordu. Kendi kendine kızarak onları kulağının arkasına sıkıştırdı. Şu an uğraşacak daha önemli işleri vardı. Vücudunda hissettiği bu susuzluk onu adeta öldürüyordu. Sanki yıllardır ağzına tek bir damla su girmemişçesine kıvranıyordu. Hissettiği acı ile inleyerek iki büklüm oldu kız. Odadaki küçük lavobanın kapısını bulduğu gibi içeri attı kendini. Zorlana zorlana avuç içlerini lavobanın kenarlarına yaslayarak nefeslerini düzene sokmaya çalışıyordu. Çenesine doğru uzanan sıvıyı hissettiğinde yavaş yavaş başını kaldırarak aynadan yüzünü görmek istedi. Görmeyi beklediği manzaranın ne olduğunu bilmiyordu ama bir canavar görmeyi beklememişti. Hareleri kıpkırmızı olmuş gözlerinin etrafında çıkan simsiyah damarları gördüğünde çığlık atarak geriye düştü genç kız. Yere düşen bedeni başka bir acıya daha ev sahipliği yaparken gözlerinden ard arda yaşlar dökülmeye başladı. "Ben değildim." diye mırıldandı kendi kendine. "O ben olamam!" Sesi artık çok daha yüksek çıkıyordu. Hissettiği korku, hayal kırıklığı ve endişe bir araya toplanmış hepsi bir arada hücum ederken hızlı hızlı nefes almaya başladı. Bir yandan kendin kendine mırıldanmaya devam ediyor ve ağlıyordu. "Ben değilim... o ben değilim!" "Hera Hanım?" Dışarıdan duyduğu ses ile bir anda nefesini tuttu. Kulakları sadece kadının sesini duymuyordu. Kapının arkasında onu kendine çeken bir şey vardı. Güm, güm. Arda arda gelen vurma kulaklarının içinde yankılanmaya başladı. "İyi misiniz?" Genç kız duvara tutunarak ayaklandı. Titreyen parmakları kapı kulpunu bulup aşşağı çektiğinde kapı ağır ağır açıldı. "Hanımefendi?" Hera başını kaldırıp hemen karşısındaki hemşirenin yüzüne baktı. Kadının gözleri gördüğü yüz karşısında şok içerisinde kocaman açılırken çığlık atmasına fırsat verilmeden içeriye çekildi. Genç kız dişlerini kadının boynuna geçirdiğinde sonsuz susuzluğu son buldu. Dudaklarından içeri giren sıcak sıvı ile huzur bulurken bir kaç dakika içinde kadının tüm bedenini kuruttuğunu bile fark edemedi. Kadının bedenini yere ittirip ayağa kalktığında bir kez daha aynadaki yansımasıyla karşılaştı. Harelerini boyayan kızıl yavaş yavaş çekildiğinde mavileri kendini gösterdi. Siyah damarları çekilirken beyaz teni meydana çıktı. Ve dudakları ve etrafı kanın kırmızısı ile kaplanmıştı. Kendine baktı, olduğu canavara.
༻☾༺ 5 Ay Sonra... Küçükken az da olsa bir miktar masal dinlerdi her çocuk. Kimi şanslı olanlar uyumadan önce annesinden kimileri ise bir yerlerde bir yerlerden işitirdi. Hayatımızda bir şekilde yer edinmişti sonuçta duymamak çok zordu. Masallarda prensesler, krallar, periler ve canavarlar yer alır çocukların hayal dünyasına renk katardı. Kiminin zihninde korkunç canavarlar yer edinir geceleri uykularına engel olurdu. Ah o çirkin canavarlar yatağımızın altına girer dolabımızın içine saklanır küçücük kalplere korku salarlar. Bana kimse masal anlatmadı ama ben o canavarlardan biri olduğumu biliyorum. Herkesin korktuğu o canavarlardan biriyim ben, Bunu herkesden gizlemek zorunda olan canavar. Gözlerii açıp hiç bilmediğim bir dünyada daha ne yaşadığımı anlayamadan birinin canını aldım. Zavallı halam ve eniştem hayatta olan tek akrabaları ve çocukları gibi gördükleri beni korumak için cesedi ve tüm delilleri yok ettiler ve bana yeni bir hayat kurmaya çalıştılar. Adım Hera. Kendime dair bildiğim tek şey bu. Yaklaşık beş altı ay önce on dokuz yaşıma bastığımı söylediler. Kendime, hayatıma dair hiç bir şey hatırlamıyorum. Tek bir anı bile yok zihnimde, bomboş. Tıpkı duygularım gibi. Uyandığımda onları da kaybetmiş hiç birini hissetmiyordum. Gülemiyorum, kızamıyorum, şaşıramıyorum ağlayamıyorum bile. Kapağı kapatılmış boş bir kutu gibiyim. Okula gidiyorum derslere gidiyorum ve sonra eve dönüyorum. Arada beni zorla aralarına alan arkadaşlarımla buluşuyorum hepsi bu kadar. Beş ay oldu uyanalı ve ben yüz elli iki gündür kendime dair ufak da olsa bir cevap arıyorum. "İzmaritler parmaklarını yakacak." Başımı çevirmeden elim de tuttuğum tütünü camdan dışarı fırlatmıştım zaten bittiği için dediği gibi parmaklarımı yakıyordu. Gözlerimi açtım, karşımda yanıp sönen tabelayı izlemek yerine yan koltuğa döndüm. Başını koltuğa yaslamış kaşlarını çatarak yüzümü izleyen arkadaşıma baktım. Tanıştığımızdan beri çok sık yaptığı bir hareketti. Kıvanç bir şekilde beni bulan arkadaş grubunun içindeydi ve beni ilk gördüğü andan itibaren kendini bebek bakıcım ilan etmişti. Sigara içmemden nefret ediyordu, arabasında sigara içilmesinden daha da çok ama ben arabasında sigara içtiğim zaman sesini çıkarmıyordu. Onunla karışık bir ilişkimiz vardı ve hiç anlamlandırmak için uğraşamayacağım türdendi. "Ceketini giy de gel." Göz temasını ilk kesip de arabadan çıkan o oldu. Bacaklarımı koltuktan indirip arabadan çıktım ben de arkasından. Kapı sesi ile tekrar bana döndüğünde göz devirdi. "Ceketini almanı söylemiştim." "Üşümüyorum." dedim omuz silkerken. Doğruydu, soğuğu hissetmiyordum ama o da ısrarcıydı. Üstümdekileri iyice süzdü ve arabaya ilerledi. Dizlerimin üstünde kot bir etek ve zaten uzun kollu bir bluz giyiyordum ki uzun çizmelerim zaten bacaklarımın büyük bir kısmını kaptıyordu yani gerçekten üşümüyordum ama o işi inada bindirdi ve gerçekten arabadan ceketimi alıp omuzlarıma attı. Bu sefer göz deviren taraf ben oldum. Bol ceketi kollarımdan geçirerek çoktan arkasını dönüp ilerleyen Kıvanç'ı takip etmeye koyuldum. Kasabanın girişindeki orman yolunda kalan bu küçük kulübe bizim gizli sığınağımızdı. Bir zamanlar küçük bir kafe olarak işletilirken sonra terk edilmiş ve bu gençler tarafından sahiplenilmişti. Dışarıdan hala terk edilmiş görüntüye sahipti ama içeri girdiğinizde bu sıcak ortam sizi kucaklıyordu. Kıvanç çoktan içeri girmiş kapıyı da arkasından benim için açık bırakmıştı. İçeri girip kapıyı arkamdan kapattığımda müzik sesi kulaklarımı doldurmaya başlamıştı. "Hera! Masadan çerezleri kap da gel hayatım!" Yan tarafta ki masada içi atıştırmalık dolu poşeti alarak holden içeri girdim. Az önce bana seslenen kız, Lara girdiğimi gördüğü an oturduğu puftan neredeyse zıplayarak kalktı ve tam anlamıyla üstüme atladı. İki kolunu da bedenime saran kıza karşılık olarak tek elimle sırtını sıvazladım. "Kaç gündür seni göremiyorum insan en azından arar!" Beni azarlayarak geri çekildiğinde tek kaşımı hafifçe kaldırdım. "İki gün bile olmadı diye hatırlıyorum." Lara dudak büzdü. "Yani bir kaç gün geçmiş." omuz silkerek beni çekiştirerek yanındaki pufa oturttu. "Sensiz bu üç eşşekle uğraşamıyorum." "Eşşek falan ne kadar terbiyesiz terimler bunlar!" Bu konuşan ise Ekin. Kumral bir seksen boylarında klasik bir üniversite öğrencisi. Hayatı eğlence olarak görüyor ve bulduğu her fırsatta aptal espiriler yapıyor ancak iyi çocuk. "Sus en çok sana sinir oluyorum!" Lara sarı saçlara ve yemyeşil orman gibi gözlere sahip beyaz tenli bebek gibi bir kız. Minyon tipli ve şirin bir kız. Sıcakkanlı ve beni sınıfta gördüğü an rahat bırakmayan bir kız. Ona ne kadar soğuk davranırsam bana bir o kadar sıcak davranıyor ve yüzüme hep o kocaman gülümsemesiyle bakıyor. "Şu poşeti açacak mısınız ölüyorum açlıktan!" Kaan ise siyah saçlara ve aynı renk gözlere yine bir seksen beş civarlarında bir çocuk. Onun olayı ise her şartta aç olması. Ne kadar yerse yesin mide fesadı bile geçirse yemek gördüğünde dayanamıyor. Ve Kıvanç. Bu grubumun benden sonra en sessiz kişisi. Açık kahve saçları ve karamele benzeyen kısık gözleri var. Muhtemelen boyu bir seksen beşden fazla ve oldukça iyi bir vücuda sahip. Ah ve çok çok iyi bir yüze. Bir şekilde hep ortaya çıkıyor ve herkesin başını dertten kurtarıyor. Kaan'ın daha fazla acı çekmemesi için uzanıp poşettekileri çıkararak tabaklara doldurdum ve geri çekilerek ceketimi çıkarıp kucağıma koydum. Zaten hazırda bekleyen Kaan bu sırada tabaklara yumulmuştu. "Yavaş!" diye çıkıştı Lara. "Boğazına kısılacak biri şimdi!" Ekin Lara'nın omuzuna hafifçe vurdu. "Bırak ne yaparsa yapsın nolur! Kafa ütülemesin yeter ki." Arkama yaslanıp bir kaç dakika gözlerimi kapatarak konuşmalarını dinledim. Kaan Lara'yı kızdırmak için elinden geleni yaparken Lara'da tam istediği gibi sinirleniyor ve onu azarlıyordu. Ekin arada aralarına girip ortamı alevlendirirken Kıvanç arada abartmamamalarını söylemek dışında konuşmuyordu. Bir süre daha öyle takılıp uyumayı planlıyordum ki kulağıma üflenen sıcak nefes ile kaşlarımı çattım. "Uyumak istiyorsan yan tarafa git Kaan kafayu buldu burada uyuyamazsın." Kıvanç'ın sesini duyduğumda gözlerimi açıp etrafa bakındım. Dediği gibi Kaan yine içme işini abartmıştı ve etrafa sırıtıp duruyordu. Lara köşede sızmıştı ve Ekin ortalıkta görünmüyordu. "Ekin'i evden çağırdılar, yarım saat oldu gideli." Başımı sallayarak ayaklandım. Kucağımda ki ceketi Lara'nın üzerine örterek arkasındaki odaya girdim. Camın kenarında ki yatağa geçip her zaman ki gibi sırtımı kapıya dönerek pencereden dışarıyı izlemeye başladım. Bu odadan gökyüzü seyretmek en sevdiğim aktivitelerden biriydi. Orman sık ağaçlarla dolu olmasına rağmen bu ara da ufak bir boşluk vardı ve yıldızlar sanki daha parlak görünüyordu. Yıldızları izlemeyi gerçekten seviyordum. Kimse görmeden onlara arada gülümsüyordum da. Bazen uzaklardan bir baykuş sesi duyuyordum, bir melodiymişcesine bana eşlik ediyordu. Üstüme örtülen pikeyi hissettiğimde hemen gözlerimi kapatıp uyumaya pozisyonuna geçtim. Tanıdık koku burnuma ilişirken boynumdan yüzüme doğru sıcak nefes hücum etti. Az sonra alnımın üstüne dudaklarını bastırdığını hissettim. Bir kaç saniye sonra varlığı kayboldu. Kapının kapanma sesini duyduğumda doğruldum ve az önce Kıvanç’ın çıktığı kapıya baktım. Aptal değilim elbette bana karşı duyguları olduğunu fark ediyordum ancak bunlar karşılık verebileceğim türden duygular değildi. Onun hissettiği duyguları bilmiyordum. Aşk henüz adı dışında bilmediğim bir duyguydu. Ancak Kıvanç iyi ve hoş biriydi. Eminim başka bir evrende bende ona şık olabilirdim. Ama bu evrende değil Kıvanç.
Başımı yastığa koydum o sırada dışarıda bir yerlerden baykuşun sesi duyulmaya başladı. Kimse görmeden dudaklarım iki yana kıvrıldı ve aynı anda gözlerimi kapadım.
༻☾༺ Telefonumun can sıkıcı zil sesi kulaklarımı çınlatırken yüzümü buruşturmak zorunda kaldım. Asla alışamayacağım ve nefret edeceğim bir alet. Yararlıydı ancak sinir bozucuydu da. Bugün sabah saatlerinde bir dersim yoktu ancak alarmı kapatmayı unutmuş olmalıydım. Ceplerimi karıştırıp telefonumu bulduğum gibi rastgele ekrana parmaklarımı bastırdım, ses de kesilmiş oldu! Gözlefimi hafifçe aralayarak ekrandan saate bakmaya çalıştım. Dokuza geliyordu yani diğerleri çoktan çıkıp derslerine gitmiş olmalıydılar. Yatakta tembellik yapmayı gerçekten çok istiyordum ama halamı daha fazla meraklandırmaya hakkım yoktu. Lara ona mutlaka haber vermiş olmalıydı ancak iki gündür eve uğramamıştım ve beni görmeye ihtiyacı vardı. Yoksa iyi olduğuma inanmayacaktı. Telefonuma bir kaç mesajın daha geldiğini fark edince ayaklandım. Eteğimin etrafını düzeltirken bir yandan mesaj kutusuna girip kimlerden geldiğine bakmaya başladım.
Lara Hey bu gece için çılgın bir planımız var saat dokuz civarlarında kütüphanenin arkasında ol hayatım!
Halam Hera eve ne zaman geleceksin? Seni merak ediyorum.
K Masanın üstüne senin için bir şeyler bıraktım yemeden çıkma!
Telefonu geri cebime atıp ceketimi alarak odadan çıktım. Ceketimi üstüme giyerken bir yandan da etrafa bakınıyordum. Hepsi çıkmıştı ve Kıvanç’ın dediği gibi masanın üzerinde benim için bir şeyler vardı. Termosta biraz kahve ve sanırım kese kağıdının içinde bir kaç hamur işi vardı. Derin bir nefesi içime çekerek termosa uzandım. Kapağını açıp tamamını lavabonun içine boşalttım. Termosun kapağını kapatıp bıraktıktan sonra kese kağıdını ve araba anahtarını alarak kulübeden çıktım. Yedek anahtarla kapıyı kilitleyip önümdeki pikaba yöneldim. Kıvanç muhtemelen Ekin ile gitmiş arabasını da bu sayede bana bırakmıştı. Anahtarı kontağa takıp çalıştırırken kese kağıdını da yön koltuğa bıraktım. Ana yola çıkana kadar sürdükten sonra uzanıp radyonun açma tuşuna bastım. Habercinin sesi kısıkça duyulurken bir kaç dakika içinde hoş bir melodi yayılmaya başladı. Tek başımayken fazla sessizlik olmasını sevmiyordum, zihnimde dönüp dolaşan sesler beni o zaman tek bırakmıyordu. Kötü ve yanıltıcıydılar onları dinlememem gerekiyordu. İşe ve okula yetişmeye uğraşan insanlar etrafta koşuşturuyordu. Halamın evi merkezdeydi zaten şu ana kadar öğrendiğim kadarıyla kasaba da üç ana yer vardı. Giriş de bulunan ve buraya bağlı orman, insanların yaşadığı merkez ve kasabanın eski yerleşim yeri. İnsanlar merkez de yaşadığından artık eski yerleşim yeri terk edilmişti. Orada ki yüzlerce yapı ve mekan orada duruyor ancak tek bir insan bile yaşamıyor ve oraya gitmiyordu. Lanetli olduğunu söylüyorlardı o yerin. Acı ve ölümden başka hiç bir şey bulunmazmış orada. Ancak bir zamanlar insanların yaşadığı o yerleşke ne olmuşdu da lanetli sayılmıştı? İşte bunu gerçekten merak ediyordum. Tabi elbette herkes gibi oraya gitmem yasaktı. Girişleri üst düzey güvenlikle korunuyordu bu yüzden kimse gidemezdi. Bir kaç aydır yaşadığım mahalleye girdiğimde arabayı yavaşlattım. Sıra sıra dizilmiş evlerin arasından yaşadığım küçük evin önüne geldiğimde arabayı durdurup eşyalarımı alarak dışarı çıktım. Kapıyı çalmak için elimi kaldırmadan kapı açılmış halamın endişeli yüzüyle karşılaşmıştım. Beni görür görmez hemen kollarını bedenime dolarken tek kolumu uzatarak hafifçe karşılık verdim. "Hala içeri geçelim." Bu sevgi dolu buluşmayı evin içinde yapsak daha iyi olurdu. Halam başını sallayarak istemeye istemeye benden ayrıldı ve önden girmem için kenara çekildi. İçeri girdiğimde arkamdan kapıyı kapatarak peşime takılmış muhtemelen sıralayacağı cümleler için hazırlanıyordu. Koltuklardan birine oturup karşıma oturmasını bekledim. "Gece neden bana haber vermedin?" Koltuğa oturur oturmaz ilk sorusunu yolladı. Omuz silktim. "Lara haber vermişti zaten." O ikisinin telefonda konuştuğunu duymuştum ancak Lara haber vermesede aramayacaktım. Biraz öne eğilerek elini kolumun üstüne koydu. "Tatlım neden böyle yapıyorsun? Seni merak ediyoruz." Bende çok şeyi merak ediyordum ancak cevap alamıyordum. Şu zamana kadar bana kendimle ilgili bir cevap vermekten kaçınmışlardı. Anne ve babamdan asla bahsetmemişlerdi. Beni nasıl evlat edindiklerini ya da neden diğer insanlar gibi olmadığımı açıklamamışlar hatta anılarımı nasıl kaybettiğimi bile söylememişlerdi. Bir hastane odasında yeni doğmuş bir bebek gibi uyanmış ve bir canavarla karşı karşıya gelmiştim. O canavar da bizzat bendim. "Hera?" "Bana kendimle alakalı tek bir şey söyle. Bu bilinmez ile sonsuza kadar yaşayamam." Anında gözlerini kaçırarak başını eğdi. "Sürekli kaçmandan sıkıldım artık!" Ayağa kalkarak ona üstten baktım. "Bir cevap ver artık bana, kim olduğumu öğrenmeye hakkım var!" Ayağa kalktı paniklemiş görünğyordu. "Yapma böyle kızım seni korumak için konuşmuyoruz." Hayır dercesine hafif hafif başımı iki yana salladım. "Beni bu şekilde mahvediyorsunuz." Onunla daha fazla konuşmak istemiyordum çünkü bu konuşma devam ettiğinde kelimelerim adeta zehirli birer oka dönüşüyordu ve onu incitmek istemiyordum. Kelimelerim benden bağımsız çıkardı, bir anda kendimi çok yanlış cümleler kurmuş vaziyette bulabilirdim. Arkamı döndüm ve seslenmelerine kulak asmadan odama girip kapıyı arkamdan kilitledim. Adım sesleri kapıyı kilitlediğim an durdu ve ardından geri çekildi. Üzerimdeki tüm kıyafetleri çıkarıp iç çamaşırlarımla odamdaki küçük banyoya girdim. Suyu açıp ısınmasını beklerken bir yandan çıkardığım eşyalarımı kirli sepetine atmıştım. Yeterince ısındığına emin olduğum suyuna altına girdiğim an üzerime anında bir mayışma çökmüştü. Kendimi fazla kaptırmadan hızlı bir duş alıp havluya sarınarak geri odaya döndüm. Buradan çıkıp direkt çocukların yanına geçmeyi planladığım için hazırlanmaya karar verdim. Lara çılgın dediğine göre biraz daha rahat hareket edebileceğim bir şeyler giysem iyi olurdu. Siyah ispanyol paça rahat pantolonlardan birini ve omuzları düşük bordo bir kazağı giymek için seçtim. Hızlıca önce bir iç çamaşırı takımını ardından seçtiğim kıyafetleri giydim. Saçlarıma baktım, çoktan kurumaya başlamışlardı. Bu kadar hızlı kuruyor olmaları hala garip gelsede bu garipliği yok sayarak saç kremi ile güzelce kızıl tutamları taradım. Hafif dalgalı bir saç yapısına sahiptim. Lara her zaman saçlarına şekil vermek için uğraşıp dururdu. Bazen düzleştirirdi bazen kıvırırdı. Benimkiler ise her zaman saldım çayıra bir vaziyette kafasına göre takılıyordu. Aynada ki görüntü gayet iyiydi ama içimden ilk kez bir şey eklemek gelmişti bu yüzden takı kutusuna uzanıp Lara!nın hediye ettiği halka küpeleri taktım. Eh, güzel görünüyordum işte. Çanta almaya gerek olduğunu düşünmüyordum bu yüzden telefonumu ve cüzdanımı cebime koyarak kapıya yöneldim. Son anda komidinin üzerinde gördüğüm kulaklığı da uzanıp cepledim ve odadan çıktım. Saat çoktan on ikiye gelmişti, çocuklar yemek için çıkmış olmalıydılar. Halama görünmemeye çalışarak ayakkabılıktan beyaz spor ayakkabılarımı aldım ve hızlıca giyerek sessizce evden çıktım. Arabayla gelmiş olsamda içimden yürümek geliyordu ancak Kıvanç'a arabasını götürmem gerektiğinden istemeye istemeye arabaya bindim. Motoru biraz ısındırdıktan sonra harekete geçtim. Kısa bir yolculuğun ardından kütüphaneye geldiğimde arabayı otoparka bırakıp anahtarları alarak aşşağı indim. Akşama kadar ne yapacağımı bilmiyordum ama sanırım kitapları karıştırabilirdim. Bazen burada çok ilgi çekici parçalar bulabiliyordum ve işin sevdiğim yanı her seferinde farklı kitapları keşfedebilmemdi. Bu kütüphane gerçekten çok büyük ve eskiydi belki de çok uzun yıllar öncesine ait kitaplar bile bulabilirdim. Kütüphanenin kapısını dikkatlice açıp içeri girdiğimde kapıdaki görevliye hafifçe tebessüm ettim ve rafların arasına ilerledim. Kasaba tarihine dair tüm kitapları biraz da olsa bilgi sahibi olabilmek için okumuş ve araştırmıştım ancak bir yerlerde hep kopukluk oluyordu. Bunu anlamlandıramıyordum. Belirli bir kısıma kadar kaynaklar vardı ancak bir yerden sonra tükeniyordu. Bunun üzerine bir süre kafa yormuş ve sonunda birileri tarafından gizlendiği kanısını varmıştım. Biri bir şeyi gizliyordu. Belki de benim gibileri. Kendim hakkında bilgi sahibi olmak istiyorsam önce bu kasabanın gizlediğini bulmalıydım. Burada ne kadar vakit geçirirsem geçireyim bir ilerleme kaydedemedim. Sadece vakit geçirmiş ve etrafta bulduğum romanları inceleyerek günü akşam etmiştim. Telefonumu çıkarıp saate baktığımda sekiz buçuğu geçtiğini fark etmem kaşlarımı çatmama neden oldu. O kadar olmuş muydu? Bir kaç saat geçmişti ancak bu kadar zaman geçmiş olması ilginçti. Fazlasıyla ilginç. Ortalığında iyiden iyiye boşaldığını fark edince telefonumu geri cebime koyup kütüphaneden çıktım. Saat dokuza yaklaşıyordu etrafta dolanmayıp merdivenlere oturursam bir kaç dakikaya gelmeye başlarlardı. Lara ne demişti, çılgın bir plan. Yine ne yapacağımızı merak ediyordum çünkü onlarla tanıştığımdan beri Lara sürekli çılgın bir planımız olduğunu söylerdi ve bunlar her zaman öyle olurlardı. Bir keresinde perili olduğuna inandıkları ormandaki bir eve girmeyi denemiştik ancak bir yaban domuzu bize saldırmış ve son anda kurtulmuştuk ancak Kaan koşarak düşmüş ve ayağını çatlattığı ,iöin yolun kalanında Kıvanç ve Ekin onu taşımak zorunda kalmıştı. O gün bir şeyi fark etmiştim. Onlardan daha hızlıydım ve bu kesinlikle normal bir hız değildi. Bunu fark ettiğim an durmuş ve çaktırmamaya çalışmıştım ancak sonraki gün bunu denemek için tekrar ormana gitmiş ve kendimi daha iyi görebilmek için videoya lmıştım. Video da kendimi göremiyordum, ta ki durana kadar. Bu insan üstü bir hızdı. Elimde kendimle ilgili bir kaç bilgi olmuştu o günden sonra ve bu sayede bir kaç araştırma yapabilmiştim. Ancak sonuç gerçekten komik ve imkansızdı. İnsan kanına karşı hissettiğim susuzluk ve insan üstü hızım birleşince internet sitesi vampir olduğuma karar vermişti. Bu mümkün değildi çünkü bu tarz yaratıklar efsaneden ibaretti. Birinin üzerimde deney yapmış olma ihtimali çok daha yüksekti sonuçta aylarca kayıptım ve belki de kaçırılmıştım. Bunu öğrenmek için ise tek seçeneğim hafızamı geri kazanmaktı. "Hera?" Birinin omuzuma dokunduğunu hissetmemle irkilerek fevri bir hareketle ayaklandım. Neyseki bir yabancı değil Kıvan'tı. "Arkada bekliyorlar bizi gel." Başımı sallayarak kütüphanenin arkasına yöneldim. Arkamdan adım sesleri de yaklaşıyordu. Kütüphanenin arkasına geldiğimizde bizimkileri fark ettim. Lara pembe peluş bir kazağın içinde oraya buraya gidip dönerken Kaan elindeki cips paketini karıştırıyor Ekin ise telefonu ile ilgileniyordu. "Selam. " diye bir giriş yaptım varlığımızı belli etmek için. Sesimi işittiklerinde hepsi başını bize çevirmişti. Lara heyecanla yanıma koşup boynuma atladığında artık alıştığım için kollarımı hafifçe beline sarıp ardından aynı anda geri çekildim. "Bugün için çılgın planımız ne?" Ekin sırıttı. "Yasak bölgeye gidiyoruz." Anlamayarak kaşlarımı çattı. "Cadı avlayacağız." "Cadı mı?" Ekin ayağa kalkarak yanımıza geldi. "Sana yıllar önce anlattığım olayı hatırlıyor musun?" Başımı salladım. Heyecan verici bir hikayeydi. Doğa üstü yaratıkların başka bir evrene hapsedilmesi falan filan. "Büyükbabamda eski bir taş var o taş sadece büyü enerjisini hissettiğinde yanmaya başlar ve dün etrafı karıştırırken onun parladığını fark ettim." Sonuç neydi? "Yani?" Sıkılmış gibi ofladı. "Kızım kasabada bir cadı var işte o da sadece yasak bölgede alabilir!" Anlaşılan birileri başına bela arıyordu. "Ben batıl inanç olduğuna inanıyorum." diyerek omuz silktim. Hafızamı kaybetmiş olabilirdim ama o doğa üstü yaratıklardan biri olduğumun farkındaydım ve bu cadı avı başıma iş çıkarabilirdi. "Bunu göreceğiz." Göz kırparak otoparka ilerlemeye başladı. Kaan ve Lara peşinden ilerlerken Kıvanç'a döndüm. "Gerçekten bunu yapacak mıyız?" Hadi Kıvanç sen istemezsen onlarda kabul etmek zorunda kalırdı. Umursamazca omuz silkti. "Boşver eğlensinler." Harika! Buz kralın maceraya atılası tutmuştu. İstemeye istemeye arabanın anahtarını Kıvanç'a fırlatıp bende peşlerine takıldım. Arabanın önünde yine hararetli bir tartışma içerisinde olan üçlü Kıvanç arabayı açınca konuşa konuşa arka koltuğa geçti. Ön koltukta ki yerime oturup arkama yaslandım. Kıvanç arabayı çalıştırıp ısınmasını beklerken elbette nereye baktığını fark ettim ve istemesemde uzanıp emniyet kemerimi taktım. Bir kaç dakikanın sonunda Kıvanç arabayı sürmeye başladığında hafifçe arkaya döndüm. "Bu yasak bölge nasıl bir yer?" diye sordum meraklanarak. Oradan kimsenin bahsettiğini duymamıştım hele de bizim evde o bölgenin asla konusu açılmazdı. "Sana bahsettiğim o yaratıkların çoğunlukta olduğu bölgeymiş o zamanlar. "diyerek heyecanl başladı Ekin. "Oldukça görkemli köşkler ve konaklar var. Şehirin en gözde barı da o bölgede ancak elbette terk edilmiş durumda ama biz oraya da gideceğiz." "Pekl bunu için neden geceyi seçtik?" "Heyecanlı olsun diye tabi ki!" Ciddi misin dercesine baktım. "Tabi güvenlikler kapıları tutmayı sadece gece bıraktığı için." "Neden sadece gece?" "Korkuyorlar çünkü." Anlamlandıramadım. "Neden korkuyorlar?" Ekin bir sır verirmişcesine yaklaştı. "Şeytanın inine gidiyoruz Hera'cık." Sırıttı. "Sence korkmaları normal değil mi?" Şeytanın ini ha? Hafifçe gülerek geri çekildim. "Anlıyorum." Bir kaç dakika sessiz yolculuğun ardından araba yavaşladı. "Toparlanın geldik." Tellerle çevrilmiş alanın hemen yanındaydık. Anlaşılan kalan yolu arabayla devam etmeyecektik. "Yürüyerek mi devam edeceğiz?" diye sordum yine de. "Tehlikeli bi bölgedeyiz araba ile gitmek burada olduğumuzu bağırmak gibi bir şey." Fazla korkuyorlardı. Cadılar ve diğer yaratıklar onları gerçekten korkutuyordu abcak ben büyünün o kadar korkutucu olduğunu düşünmüyordum. Hem birileri neden bize durduk yere neden saldırsın ki? Arkadakiler indiğinde bizde emniyet kemerimizi çıkarıp peşlerinden çıktık. Ekin sırt çantasından el fenerleri çıkarıp hepimize birer tane verdi. Bu işi gerçekten ciddiye alıyordu. Önden tellerin ortasındaki kapıya ilerlediğinde peşine takıldık. Bu defa cebinden bir anahtar çıkardığında şaşırmadan edemedim. "Onu nereden buldun?!" Eğer fısıltı ile bağırma diye bir şey varsa Lara bunu yapmıştı. "Babamın çekmecesinden arakladım." Anlaşılan bu çocuğun babası önemli biriydi. Bunu yeni fark ediyordum. Ailelerimizden pek bahsetmezdik. "Bir birinize yakın olun." diye uyardı Kıvanç. Başını bana çevirdi. "Özellikle sen." Göz devirmekle yetindim. Bazen fazla bunaltıcı oluyordu. Birbirimize yakın şekilde ilerlerken henüz ilginç bir şey yakalamamıştık ve hiç birimizden ses çıkmıyordu. İlerledikçe evler artmaya ve büyük binalar ortaya çıkmaya başladı. Oldukça geniş yapılar eski mimariye sahipti ve hepsi gerçekten köşkleri andırıyordu. Eski bir çocuk parkını gördüğümde adımlarım yavaşladı. Paslanmış metallerden oluşan parkta bir kaydırak ve ikili salıncak vardı ancak paslara rağmen sağlamlardı. İçimde bir tanıdıklık hissi uyandığında anlamlandıramadım. Sanki daha önce görmüşüm ya da buradaymışım gibi hissettiriyordu. İkili salıncağa yaklaştım. Adımlarım bağımsızca oraya ilerlerken acaba hafızamı kaybetmeden önce buraya gelmiş miydim diye düşündüm. Parmaklarım salıncağın zincirine dokunmak üzereyken biri elimi yakalayıp bedenimi çekti. "Ne yapıyorsun Hera?!" Kıvanç'ın endişeli yüzünü görmek kaşlarımı çatmama neden oldu. "Salıncağa bakacaktım. " diyebildim sadece çünkü ne yaptığımı ve neden yaptığımı anlamlandıramıyordum. İfadesi yumuşurken elimi sıkmayı bıraktı. "Bir şeye dokunma tehlikeli olabilir." Onu dinlemeyecektim ama yine de başımı salladım. Sadece sussun diye. "Bar bu yakınlarda olmalı merkeze geldik." Ekin mırıldanır gibi konuştuğunda etrafa bakındım. "Adı neydi belki bir tabela görürüz." Lara yaklaşarak koluma girdi bir yandan. Bir iki saniye düşündü Ekin ardından parmak şıklattı. "Heh Medusa, Medusa Bar!" Medusa Bar. Tanıdıklık hissi tekrar içimi doldururken başıma bir ağrı saplanmış gibi hissettim. Gözlerimin önünden film şeridi gibi geçen görüntüler gözlerimi kocaman açmama neden oldu. Yeşil yılan derisi gibi duvarlar. Büyük karanlık bir binanın tepesindeki Medusa heykeli, bar tezgahının etrafındaki kırmızı aydınlatmalar ve karanlık arka odalar. Zihnimin duvarlarına sanki biri yumruklarını vuruyormuşcasına bir acı hissediyordum. Durdum ve daha fazla dayanamayarak acıyla kısıkça inledim. Ellerimi sanki görüntüleri durdurabilirmiş gibi alnıma bastırırken buldum kendimi. "Hera iyi misin?!" Etrafımda endişeyle toplandıklarını issediyordum ancak bitmesi için gözlerimi kapadığımdan onları göremiyordum. " Ona büyü mü yapıyorlar?!" Kaan korkuyla fısıldadığında kendimi toparlamaya çalıştım. Riske giriyormuş gibi hissediyordum. Ağrılar tamamen yok olmadı ama bir işkence olmayı bıraktılar. "İyiyim sanırım migren gibi bir şeydi." Yalan söyleyerek toparlamaya çalıştım ama emin değil gibiydiler. "Dönebiliriz." diye bir öneri sundu Kıvanç ama hemen reddettim. "Gerçekten iyiyim. Devam edelim." Devam edelim çünkü burası ilk kez hafızamla alakalı parçalara ulaşmama yardım ediyor. "Bahsettiğiniz bar şurası olabilir mi?" Lara'nın elini uzatarak gösterdiği yere baktığımızda aradığımı bulmuş gibi hissettim. Tamamen aynı değildi ancak az önce gördüğüme benzer bir Medusa heykeli barın isminin yazdığı tabelaya dolanmıştı. Bina gördüğüm gibi büyük değildi daha eski ve küçük bir mimariydi. Ekin heyecanla bara doğru hareketlendiğinde peşine takılmak zorında kaldık. Zihnimin içindeki ağrıları yok saymaya çalışarak ilerlemek zordu ancak Kıvanç kötü olduğumu fark ederse geri dönerdi ve ben burada olmam gerektiğini hissediyordum. "Kapı zincirlenmiş." Ekin zinciri gördüğüne fazlasıyla üzülmüşken etrafa bakındım. "Etrafıına bakalım belki farklı bir giriş buluruz." Böyle bir yapının tek kapı ile sınırlanacağını zannetmiyorum. Fikrim hepsinin kafasına yatmış olacak ki duvarları takip ederek barın çevresinde ilerlemeye başladık. Neredeyse her yere bakmamıza rağmen bir sonuç elde edemeyince pes etmek üzereydik ki bir bölgeyi ağaçlar kapattığı için es geçtiğimizi fark ettim. Aslında duvarı kapatan ağaç değil çalılardı ancak fazla iç içe olduklarından anlaşılmıyordu. Çalılara uzanırken, "Gelsenize." diyerek onları da yanıma çektim. Biraz uzanıp kenara zorlukla çekince gerçekten duvardan farklı bir metal fark ettim ki bu da muıhtemelen kapıydı. "Yardım etsenize!" Hala beni izlediklerini fark edince huysuzlanmadan edemedim. Birbirimize yardım ederek çalıları kapıyı açığa çıkaracak kadar kenara çektik. Bunu yaparken bolca sıyrık almış ve bitkiye de zarar vermiştik maalesef. Kapının koluna uzanıp indirmeye çalışmak üzereydim ki Kıvanç benden önce davrandı. "Ben hallederim. " Anlaşılan hala iyi olmadığımı düşünüyordu. Kapı kolunu indirip açmaya çalıştı ancak hiç bir şey olmadı. Kaşlarını çatarak bu defa daha sert ittti kapıyı ancak yine bir kıpırdanma olmadı. "Ben deneyeyim." Onu kenara iterek kapıya uzandığımda güldü. "Dene bakayım." Yüzüne tiptip baktıktan sonra kapı kolunu indirdim ve hafifçe kapıyı ittirdim. Kapı açıldı. Kıvanç tamamen şok olmuştu. Yüzü şu an şaşkın bir balığı andırıyor ve bir bana bir de açılan kapıya bakıyordu. Çocuklar gülmeye başlarken Kıvanç'ın omuzuna dostane bir tavırla vurdum. "Bir daha kimseyi hafife almazsın artık." El fenerinin ışığını tutarak içeri girdim. "İçim bi değişik oldu." diye mırıldandı arkamdaki Kaan. "Cipstendir o!" Lara homurdanarak onun karnına vurdu. "Obez olacaksın obez!" "Sporumu yapıyorum ben kızım!" "Şşşttt!" Uyarı amaçlı gözlerimi büyülttüm ikisine. "Canavarları üstümüze mi çekeceksiniz!" Ve bu korkuyla susmalarına yetti. Uzun ve karanlık koridorda henüz bir kaç adım atmıştık ki karşımıza siyah ahşap bi kapı çıktı. Kilitli olmamasını umarak kapıya uzandım ve bingo! Kapı açıldı. Dışarı da ki kapıların kilitli olmasına şaşırmaya gerek yoktu ancak duyduğum kulaktan dolma bilgilere göre her biri aynı anda yok olmuştu ve bu haberleri olmayan bir saldırı da kapıları kilitleyecek vakitleri olmadığını gösterir. Dış kapılar sonradan belediye tarafondan kapatılmış olmalıydı. El fenerini içeriye tutarak etrafı incelemeye çalıştım. Oldukça geniş kocaman bir odaydı. Buranın yetkilisine ait olmalı diye düşündüm çünkü odanın ucunda kocaman bir masa ve aynı masa gibi kocaman deri bir koltuk vardı. Masanın arka kısımlarında içi tamamen kitaplarla dolu bir kitaplığı seçebildim karanlıkta. Odanın içinde ilerledikçe detaylar daha çok görünüyordu. Odada ki üçlü deri kanepeyi ve yerdeki kırmızıya benzeyen halıya üstünkörü göz gezdirdim. İlgimi çeken asıl şey arkadaki kitaplıkta bulunan kitaplardı ama diğerlerine çaktırmadan o kitapları dikkatle incelemek zor olacaktı. Kapıdan içeri girmekte bile tereddüt eden arkadaşlarıma döndüm. "Biraz daha ileride bar kısmı olmalı neden hiç içecek kalmış mı diye bakmıyorsunuz?" Fenerimi yüzlerine tuttuğumda bariz bi heyecan hepsinin yüzünü aydınlattı. "İyi fikir burası çok sıkıcı görünüyor zaten." Lara hemen destek verdiğinde Ekin'i ve Kaan'ı yakalayarak çekiştirmeye başladı. Onlar uzaklaşırken başımda kalan kişi elbette ortadaydı. Kıvanç peşlerinden gitmek yerine etrafa bakına bakına yanıma geldi. "Onları başından savmak için iyi bir numara." "Senin de yemeni umuyordum." "Seni burada yalnız bırakacağımı düşünmen saçmalık." Omuz silkerek kitaplığa döndüm. "Eh umut etmiştim." El fenerini kitapların üzerine tutarak araştırıyordum ancak kitapların bir çoğu latinceydi bu yüzden aradığımı bulmak zor oluyordu. "Onlar kendi kitaplarının çoğunu anlayamayacağımız dillerde yazdılar." Sanki ne düşündüğümü anlamış gibi konuşarak yanıma geldi KIvanç. Yüzüme oldukça yakın olan yüzüne bakmaya çalıştım. "Sen biliyor musun bu dilleri?" Fenerini uzatıp siyah ciltli bir kitabı işaret etti. Parlak altın renginde işlenen harflere baktım. "Veneficas et maleficos. Cadılar ve büyücüler. Latince." Uzanıp kitabı aldım. Kırmızı ciltli kitabu işaret ettim. "Bu?" "Daemones. ignis. Şeytanlar. latince bu da." Uzanıp onu da aldım. "Hepsini tek tek soracaksın değil mi?" Şirin olduğunu umduğum bir gülümseme takındım. "Belki?" Karanlıktan dolayı göremedim ama güldüğünü duydum. "Onları öğrenmek istiyorsun değil mi? " "Evet." yalan söylemek istesemde zaten yeterince belli etmiştim. Mavi ciltli kitabı çıkardı bu sefer. "Nageibanan mah. Gargineh cpeha. Ay bekçileri. kurt adamlar. Farsça." Bana uzattıpında elinden aldım Beyaz ciltliyi çıkardı bu defa. "Dusza zerwać, ruh koparanlar. Lehçe." Bunu elinden aldığımda kucağım baya kalabalıklaşmıştı. Kitapların arasından kitaplığa baktım. "Başka var mı?" "Kalan kitaplar önemsiz." Elimdeki dört kitaba bakarken kaşlarımı çattım. "Yani dört ırktan mı korktular." Bu söylediğim onu güldürdü. "Emin ol dört değil." Kitapları masanın üzerine bırakıp çekmeceleri karıştırdımm birazda. Bir kaç sararmış kağıt ve ufak bir okuma kitabı vardı. Uzanıp kitabı aldım, mitolojiden seçmeler olan sıradan bir kitaptı. Canavarlara göre sıradan. Burada çok ilginç bir şeyler göreceğimi ummuştuım ama normak insan eşyaları vardı işte. "Diğerlerini kontrol edip buradan çıkalım artık. " Başımı sallayarak kitaplarımı aldım ancak KIvanç uzanıp kendi kucağına çekti. Bir şey demeden önden çıktım. Koridorda ilerledikçe seslere de yaklaşmış büyük iki kanatlı bir kapıyı açarak yanlarına ulaşmıştık. Ellerinde ki şişelere bakıyor ve heyecanla konuşuyorlardı. "Çıkalım mı artık?" Araya karışarak varlığımızı belli ettiğimde konuşmayı bıraktılar. "Olur." Lara elindeki şişeyi bırakıp yanımıza ilk gelen oldu. Ekin isteksizce elindeki şişeyi bırakırken Kaan elindekini çantasına attı. "Kaan!" Kaan hiç umursamadan omuz silkti. "Böyle bir parçayı terk edemem süslü." Lara göz devirdi. "Lanetlen de gör." "Abartma!" Arkamı dönerek girdiğimiz kapıya doğru yürümeye başladım. Lara hala Kaan'a kızıyordu ancak çocuğun umrunda değildi boşuna kendini yoruyordu. Ekin hala hevesli görünüyordu ama beklediği şey kesinlikle bu değildi. Herhalde gökyüzünde süpürgesiyle uçan bir cadı görmeyi umut ediyordu. Dış kapıya geldiğimizde önden çıkıp geçebilmeleri için kapıyı elimle tuttum. Kıvanç elinde ki kitaplara rağmen uzanıp kapıyı tutma görevini devraldığında kenara çekildim. Hepimiz dışarıya çıktığımızda birbirimize baktık anlamsızca. "Nereye gideceğiz?" Sessizliği uzatmamak adına konuştuığumda Ekin bir iki saniye düşündü. "Eski köşkleri görmeye ne dersiniz?" diye bir fikir attı ortaya. Kimse itiraz etmedi ama Kıvanç uyarıcı bir tonda, "Onlara da baktıktan sonra geri döneceğiz senin merak ettiğin tarz bir şey yok burada." ded. Ekin isteksizce onaylarken Lara çantasını açtı. "Elinde tutma çantamın içine koy." Kıvanç'ın elindeki kitapları işaret etti. Kıvanç güler gibi oldu. "Kitapları sen mi taşıyacaksın Lara?" Kız ona göz devirerek çantasını uzattı. "Hayır aptal sen taşıyacaksın sadece çantanın içinde olacaklar ki rahat taşıyabil." Kaan ve Ekin kıkır kıkır gülerken benim bile dudaklarım keyifle iki yana kıvrılır gibi oldu. Kıvanç kitapları çantanın içine koyup sırtına taktığında Ekin'in önderliğinde tekrar yürümeye başladık. Saatin kaç olduğuna bakmamıştım ama baykuş seslerine bakılırsa geç bir saat içerisindeydik. Eski evlerin arasında ilerlerken kimse çıtını çıkarmıyordu. Merakla evleri incelediğim sırada gözüm hepsinin ilerisinde büyük bir köşke çarptı. Etrafı uzun demir çitlerle çevrelenen köşkün hala etrafında onu aydınlatan sokak lambaları görmek beni şaşırtmıştı. Diğer evlere nazaran daha net görülüyordu ama yaydığı enerji onlardan farklıydı. Daha karanlıktı, acı hissi veren bir enerjisi vardı. Buradan bakınca o uzun çitlerle bir hapishaneyi andırıyordu. Büyük görkemli bir hapishane. Olduğum yerde köşkü izlemeye daldığımdan fark etmemiştim ama çocuklar etrafta değildi. Ben burada durmuşken onlarda fark etmeden ilerlemişlerdir diye düşündüm ama bu ilginçti çünkü hem Kıvanç hem Lara yokluğumu hemen fark ederlerdi. Telefondan onları arayabilirim diye düşünerek cebimde ki telefonu çıkardım ancak hat çekmiyordu. Paniklemiyordum ancak onlar adına endişeleniyordum. Yanlarında olan bir canavar onları diğer canavarlardan korurdu ama ben yokken burada olmaları tehlikeli hissettiriyordu. Dümdüz yürüdüklerini düşünerek düz yürümeye başladım. Bu yol büyük köşke gidiyordu ancak oraya gittiklerinden emin değildim. Sadece orada olmalarını ummaktan başka çarem yoktu. Yürürken bir yandan etrafı izliyor bir yandan kulaklarımı açmış sesleri dinliyor onları duymaya çalışıyordum ama duyduğum tek şey yakınlardaki baykuşa aitti. Köşke yaklaştıkça evler azalmaya başlamıştı, böylece boş patikada etrafı rahatça görebiliyordunuz ve benim gördüğüm kadarıyla burada değildiler. Diğer yolları denemek adına daha fazla ilerlemek yerine durdum ve geldiğim yolu geri yürümek adına döndüm. Ancak yürüyemedim. Bir şey beni durdurdu. Bir beden, oldukça iri bir beden. Küle benzeyen bir koku burnumdan içeriye sızdığında kaşlarımı çattım. Tanıdıklık hissi tekrar tüm vücudumu sararken tereddüt ederek başımı kaldırdım. Karanlıktan dolayı hiç bir şeyi seçemiyordum ama siyah pelerinin ardından bile parlayan kızıl gözleri gördüğümde göz bebeklerim kocaman oldu, gözlerim büyüdü. "Sen?" Mırıldandım ama devamı gelmedi. Karanlık kulağıma yaklaştı, "Sonunda geldin cadıcık."
༻☾༺ bölüm ile ilgili konuşmak gerekirse çok çok heyecanlıyım. Hera’nın ölmeyeceğini çok yüksek ihtimalle tahmin ediyordunuz ama size biraz farklı bir Hera getirdim. tim duygularını anılarıyla birlikte kaybetmiş kim olduğunu bilmeyen bir Hera var karşısında. ve sonra çarptığımız karanlık… onunla ilgili de tahminleriniz vardır diye düşünüyorum :))
son olarak bölüm hakkındaki düşünceleriniz ve gelecek bölümler için teorileriniz nedir?
kendinize cici bakın hoşçakalın 💗🎀
instagram:vaerosass
|
0% |