Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2.Ki̇msesi̇z Kül Parçasi

@vaerosas

Beşinci Yüzük Serisi 1 - Hecr

"KİMSESİZ KÜL PARÇASI"

NESSA BARRETT - LA Dİ DİE

"Seni küçük cadı! Orada durmuş şunu sevmiyom, bunu sevmiyom diye söyleniyorsun. Asıl sen kendini seviyo musun?"


Kral konuklara bakarak konuştuğunda şaşkınlıkla başımı sol tarafa çevirdim.Eğer bunlar beş büyük meclisse aralarından biri benim de annem ve ya babamdı peki ya hangisiydi? Ya da asıl soru,burada mıydı?


Küçük bir kız çocuğuyken halama benim annem ve babamın nerede olduğunu sormuştum. Bana cevap olarak sadece bir gün geleceklerini söylemişti. Sonra eğer geleceklerse bir yere gitmiş olmalılar diye düşündüm ve halama bu sefer nerede olduklarını sordum. Bu meraklı halim halamı zor durumda bıraksada gülümsedi ve gökyüzünü gösterdi. "İşte oradalar." dedi.


Onların gökyüzünde olması yaşımdan mıydı bilmiyorum ama beni mutlu etmişti. Anne ve babamın gökyüzünde olması beni mutlu etmişti.


Sonra koşarak bunu Nesli'ye anlattığımı hatırlıyorum. O bana inanmamış ve gökyüzünde olmalarının imkansız olduğunu söylemiş ve benimle dalga geçmişti. Çocuktum ve ona çok sinirlenmiştim. Güçlerimi daha kontrol edemiyordum ve bir anda koluna yapışarak ona bağırmaya başlamıştım. Kolu uyguladığım güçten ötürü yanarken göz bebekleri transa geçmiş gibi kaymıştı. O sırada ne gördüğünü bilmiyorum ama aylarca kendine gelememişti.


Ben ise aylarca bunun pişmanlığını çekmiş ve her gün onunla konuşmuştum. En kötüsü ise herkes beni suçlamıştı. Halam,kızlar ve kasabadakilerin hepsi çünkü onlar bilmiyordu. Bizim aslında ne olduğumuzu. Kızların ise neden suçladığını bilmiyordum ve o zamanlar çok yalnızdım.


Gündüzleri ormana gider ve tek başıma oturu yaralı hayvanlara yardım eder çiçekleri büyütürdüm. Geceleri ise eski kulübeye gider ve ağlardım. Eve dönmemek için saatlerce orada kalır en sonunda kuzenim tarafından bulunur ve eve götürülürdüm.


Gülnihal Nine diğerlerinin aksine bana hep yardım etmeye çalışır ve bunun benim hatam olmadığını söylerdi. Gücümü kontrol etme konusunda bana yardım etmeye çalışıyordu.


Ama haberi yoktu ki kontrol edemeyeceğim kadar büyüktü . En azından o zamanlar.


"Kızlar şaşırdığınızın farkındayım ama eğer ailerinizle konuşmak isterseniz onlarla dışarı çıkabilirsiniz."


Hepimiz birbirimize bakıp aynı anda başımızı salladığımızda karşımızdaki yetişkinler gülümseyerek ayağa kalkmıştı. Onlarla birlikte ayağa kalktığımızda kızların önden diğerleriyle çıkmasını bekledim tam ben de kapıdan çıkmak bir el bileğimi tutarak beni durdurdu.


Gözlerimi kaldırıp kralın yaşlı düz bakan gözleriyle karşılaştığımda, "Senin gitmene gerek yok kan bağın olan kimse bulunamadı." dedi ve kapıdan muhafızlarıyla birlikte çıktı.


Olduğum yerde öylece kalmış az önce kralın olduğu yere bakıyordum. Bulunamadı demişti kral. Benim kimsem olmadığını sertçe yüzüme vurmuştu. Ama ben bunu uzun zamandır biliyordum yine de kalbim neden kırılmıştı bu kadar?..


Kendime güçlü kalmam gerktiğini hatırlatarak salondan çıktım. Merdivenleri koşarak inerken nereye gittiğimi bile bilmeden sarayın arka kapısından ormana çıktım ve koşmaya başladım. Ta ki nefesim kesilene kadar. Nefesim kesildiğinde durmuş ve hızlı soluklar almaya başlamıştım.


Gözlerim sulanmaya başladığında dizlerimin bağının çözüldüğünü hissediyordum.


Hak etmiyordum. Ben bu kadar acımasız bir hayatı haketmiyordum.


Gözlerimden yaşlar hızla düşmeye başlarken dizlerimin üstünde daha fazla duramadım ve içimde biriktirdiğim tüm her şeyi dışarı çıkarmak ister gibi dizlerimin üstüne düşerken kocaman bir çığlık attım. Çığlığım ormanda yankılanarak etrafa büyü bırakırken çığlık atmak bile pişman olmam neden olmuştu. Artık etrafta bir böcek bile yoktu.


Ölmüştü.


Evren bana bir oyun daha oynarken gözlerimin önüne kara bir gölge doluşuyordu. Boğazım ağrıyordu ve göz yaşlarım görüşümü daha da bulanıklaştırıyor ve beni derin bir uykuya çekiyordu.


Karşı koymadım bu sefer. Yorulmuştum ve ayakta bile duramayacaktım. Ben de bu yüzden o ıssız ormanda tehlikeli bir uykuya bıraktım.


Tehlikenin sebebi ise Alar'ın okyanus gözlerinden başkası değildi...



Burnuma kül kokusu doluyordu. Gözlerim kapalıyken bile bu kokunun sahibinin kim olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu koku yanınızdaysa bir İgnis krallağındasındır ya da yanınız da bir ignis vardır.


Benim yanımda ki bir İgnisdi. Başımın belası olan İgnis. Alar onu ilk gördüğüm andan beri her gün karşıma bir şekilde çıkıyordu. Neredeyse beş gün olacaktı ve ben her gün onu bir şekilde görmüştüm. İlkinde hayatımı büyük boyutta etkilemişti ve şimdi de beni kurtarmıştı. Doğrusu amacının ne olduğunu kestiremiyordum.


Alar Farzin bir yapboz gibi karışıktı.


"Uyanman için illa prensinin seni öpmesi mi gerek cadı. " Homurdanmasını duyunca huysuzca açtım gözlerimi. "Ama sana kötü bir haber vereyim sen cadısın prenses değil." dedikten sonra ağzımın hareket etmesinden korkarak şirince gülümsemişti.


Zavallıcık yine onu donduracağımı sanmıştı.


Yatağın başındaki İgnis'e sırıttım. "Benden korkman çok hoş İgnis!" dedikten sonra gülümseyen yüzüne dikkatle baktım. Benden korkma, lütfen. "Haklısın ben prenses olamam çünkü böyle bir alt makam bana yakışı kalmaz ben bir kraliçeyim!" Bu sadece bir avutma.


Boğazından bir kahkaha yükselirken alayla sırıtan yüzüme baktı. "Kraliçe ha güldürme beni cadı senden önce ne kraliçeler var bu diyarda." Çok acımasızsın Alar Farzin.


Yüzümdeki sırıtma yerini öfkeye bıraktığında dişlerimi sıkıp elimi havaya kaldırdım, "Mordentes!" ve büyümü ona savurdum. Elleri nefesi kesilen boğazına giderken acı çekerek yere düştü. Dizlerinin üstüne.


Yataktan kalkarak önüne geçtim. "Acımasız canavarın tekisin! Ben ne kraliçe ne de prenses olmak istiyorum aptal! Ben evimi istiyorum!" Üzerimdeki beyaz uzun geceliğin etekleri önüne gelince başını kaldırmaya çalıştı ondan önce hafifçe eğilerek çenesini tuttum ve yüzlerimizi yakınlaştırdım. "Bu beni buraya getirdiğin için pişmalık yaşamaya başlaman için ilk sebebin olsun Alar." Fısıltım boş odada dolanırken elimi tekrar ona savurup büyüyü bozdum ve ayağa kalktım.


Kendine geldiği an tek elini boğazıma yaslayıp beni sertçe duvara yapıştırdı. Boğazımdan acı dolu bir inleme yükselirken gözlerinin kızılını görebiliyordum. "Benimle oynama Hera çünkü sana karşı iyi olmam sana bir şey yapamayacağım anlamına gelmez. Sırf o büyü yapılmasın diye öldürürüm seni."


"Repete!" Son nefesimle yaptığım büyü çevresinde dolanarak aynı benim nefesimi kestiği gibi onun da nefesini kesti. Bu haraketimle elleri kendi boğazına gittiğinde ondan kurtulup nefes almaya başladığım için o da nefes alabiliyordu. Bana yaptığını aynı zamanda kendine de yapmıştı. Öksürüklerimin arasında zar zor konuştum, "Sakın bana düşman olma çünkü eğer böyle bir hataya düşersen seni ölmekten beter ederim! Şimdi cehennemine geri dön!"


Bana sinirli sinirli baktıktan bir kaç saniye sonra odadaki dumanının etrafına dolanmasıyla kayboldu. Arkasından bakarken omuzlarımı ve başımı dikleştirdim ve tekrar uyumadan önce beni koruyacak bir tılsım yaptım malum bu diyardaki kimseye güvenemezdim kendime bile...



Sabah olduğunda kuş cıvıltıları eşliğinde gözlerimi açtım. Mis gibi yemek kokuları burnumu doldururken ne kadar aç olduğumu o zaman farketmiştim. Dün sofradan hiç bir şey yiyemeden kalkmıştım ve bu aç geçirdiğim beşinci gündü eğer bugün de bir şey yemezsem açlıktan ölmek mecazisi bende gerçekleşecek gibi duruyordu.


Yataktan kalkıp camdan dışarıya baktım. Güneş gökyüzünün tepesinde parlayarak tüm Yeni Balin'i aydınlatıyordu. Bahçedeki büyük çeşmenin tepesindeki kuş bir alarm gibi ötüyor belki de şarkı söylüyordu.


Dün yaşanılan her şeyi hiç olmamış gibi saymaya çalışarak gülümsedim ve camdan ayrılarak gardropa doğru yürüdüm.Kapaklarını iki yandan açtığımda beni boydan boya elbiselerle dolu bir dolap karşıladı. Hepsi orta çağdan kalma gibi görünen bu elbislere hayran ve şaşkın bir şekilde bakarken odanın kapısı çalındı.


"Gel !" diye seslendiğimde odaya iki kız girmişti.


" Efendim bizi kralımız gönderdi majesteleri sizi kahvaltı için hazırlamamızı emretti." Kısa boylu ve esmer olan kız başı eğik bir şekilde konuştuğunda kaşlarımı çatarak ikisini de inceledim.


Biri kısa boylu ve esmer iken diğeri biraz daha uzun ve sarışındı. İkisi de kahverengi kumaş elbislerinin üzerine siyah bir korse takmış ve saçlarını sıkı bir topuz yapmıştı. İkisi de son derece güzeldi.


" Majesteleri bizim çocuk olduğumuzu mu sanıyor kendimiz de hazırlanabiliriz?(!) "


" Korseyi kendiniz sıkabilir misiniz efendim ? " dediğinde düşünür gibi oldum. Takabilir miydim? Ben evde bile elbise giymemiştim bu elbisleri tek başıma giymem imkansızdı.


" Pekala hazırlayabilirsiniz beni . " Yenilmişlikle geçmeleri için kenara çekildim. Onlar benim için dolaptan elbise seçerken bende yatağa oturarak ayaklarımı sallamaya başladım.


Arkalarına döndüklerinde ellerinde bir sürü parça vardı. Bana uzattıkları ilk parça olan içliği giymek için ufak odaya girdim. Onu giydikten sonra kızlar sırayla kendim giyebileceğim parçaları vermiş ve giyinmemi beklemişlti. Üzerimi tamamen giyinmiş sayılırdım sadece sarışın kızın elindeki korse kalmıştı.


Ben korseye hoş olmayan bakışlar atarken arkadan korseye belime geçirdi ve iplerini sertçe çekti. Ağzımdan ufak bir şaşkınlık nidası çıkarken kız onu baklayıp diğerini sıktı. Tekrar ve tekrar o ipleri bağlayana kadar aynı tepkiyi vermiştim. Nihayet korsenin tüm iplerini bağladığında rahat bir nefes aldım tabi buna ne kadar alabilmek denilirse.


Mor korse belimi incelirken göğüslerimi de dikleştirmiş ve lila elbisenin hafif dekoltesinde daha güzel görünmesini sağlamıştı. Elbisenin kolu dirsekten sonra tül ve bol bir şekilde bira daha koyu bir renkti. Ayağıma hafif topuklu onlara özgü kadife bir ayakkabı giydirmişlerdi yüzüme ise onlar bir şey yapmadan biraz allık ve dudak nemlendiricisine benzer bir şey sürmüştüm. Kızıl saçlarım dalga dalga omuzlarımdan aşşağı dağılırken sadece mor taşlarla süslenmiş bir taç takmış ve daha fazla oyalanmadan odadan çıkıp salona doğru yürümeye başladım.


Muhafızlar beni gördükleri an başlarını eğmiş ve kapıyı açmıştı. Onlara selam verek içeri girdim. İçeri girdiğim an büyük yemek masasının başındaki kralla göz göze geldim. Kral samimiyetten uzak bir şekilde gülümsediğinde aynı şekilde karşılık verdim. Masada Nesli ve Açelya hariç herkes vardı. Buna kızların ailesi de dahil.


Kralın yan tarafına oturup diğerlerine eşlik ettim. Masada arada ufak sohbetler dönüyordu ama açıkçası pek dikkat etmiyordu. Benden biraz sonra Nesli ve Açelya'da gelmişti. Onlar da krala selam verip yerlerine oturmuştu. Sanırım tek selam vermeyen bendim.


Kahvaltı hafif sohbetler eşliğinde devam ederken sonlara doğru kral bıçağını bardağa vurarak tüm dikkatleri üzerine topladı. "Bildiğiniz üzere genç cadılarımıza kavuştuk ama tüm krallıkların gözü merakla onları arıyor bende düşündüm ki yakın zamanda onların dönüşünü kutlamak için bir balo düzenleyelim. Maskeli balo!"


Ebeveynler kızlarına ilgiyle bakarken çoktan kralı onaylamıştı. Kızlar da onayladıklarını belirttiğinde kral bana dönmüştü. "Hera sen ne düşünüyorsun?" dediğinde başımı kaldırıp gözlerine baktım.


"Siz bu şekilde düşündüyseniz bizim için fark etmez majesteleri." Kral memnuniyetle başını salladığında boynundaki dövme dikkatimi çekmişti. Bu bir ay yıldız dövmesiydi ve aynısından benim köprücük kemiğimde de vardı. Bu da demek oluyordu ki kral beş büyük meclisdendi benimle aynı meclisdeydi! Ve bu ailemi tanıyor olduğu anlamına geliyordu! Bile bile ailemi getirmemişti bana yalan söylemişti!


Oturduğum sandalyeden aniden kalktığımda sandalye sertçe yere düşmüş ve yüksek bir ses çıkarmıştı. " Sen! Bilerek getirmedin ailemi! " Ellerimden biri kralın koluna giderken kral başta şaşırsada hemen ardından ne dediğimi anlamaya çalışır gibi baktı.


Büyük bir sakinlikle , " Neden bahsettiğini anlamıyorum. " dedi. Öfkem biraz daha artarken kolunu biraz daha sıktım bu onu biraz daha zorlamıştı. " Bana yalan söylemeyi kes boynundaki dövmeyi gördüm ailemi tanıyorsun onlarla aynı meclisdensin ! " diyerek bağırdığımda kontrolü kaybetmek üzereydi. Ne yaptığımı bilmiyordum ama Nesli'ye yaptığım şeyin aynısı olduğunu fark etmiştim.


Kral tamamen kontrolünü kaybetmeden son kez konuştu, "Bilerek değil Hera...senin ailenden kimse yok sen kimsesizsin."


Kolundaki elim yavaşça gevşerken ayaklarımın üstünde duramayacağımı sandım bir an. Ellerim iki yana düşerken zorlukla yutkundum. " Hayır , bana yalan söylüyorsunuz..." Kral hüzünle başını iki yana salladı. "Keşke Hera ama gözlerimin önünde öldü hepsi sana yalan söyleyemem . " Gözlerimin dolmaya başladığını hissedince başımı öne eğdim. "İzninizle." Arkamı dönüp hızlı adımlarla salondan çıktım. Ya da kaçtım.


Koridorları geçip kendimi odama attığımda dizlerimin üstünde daha fazla duramadım. Dizlerimin üstüne çökerken kapıya yaslandım ve diğerlerinin duymasından korkar gibi elimle ağzımı kapadım. Hıçkırıklarım avcumun içinde kaybolurken gözlerimden akan yaşlar parmaklarımın arasından sızıyor çenemden aşşağı kayıyordu.


Gözlerim hiç bir şey görmezken kulaklarıma gelen ses ile başımıkaldırdım. "Cadı?" Alar pencerenin yanında ne yapacağını bilemez bir şekilde yüzüme bakıyordu. Onu gördüğümde ağzımda olan elimi çektim ve gözlerine bakarken sesli bir şekilde hıçkırdım. Bunun bekliyormuş gibi yanıma çöküp beni kollarının arasına çektiğinde karşı koymadan göz yaşlarımın gömleğini ıslatmasını izin verdim. " İyi mi- " Sözünü başımı sallayarak böldüğümde sustu ve ağlamam durana kadar bana sarılarak bekledi.


Ellerimi istemsizce beline doladığımda kollarını daha da sıktı. " Kimsesizim Alar kimsem yok... " Bunu ilk kez sesli bir şekilde ifade etmenin yenilmişliği ile daha çok ağladım. Saçlarımın arasında nefesini hissettim sanki saçlarımı kokluyordu. "Değilsin Cadı. " Tek söylediği bu oldu. Ne kadar ironik olsada ona inanmak istedim. Daha bir kaç saat önce kanlı bıçaklı birbirimizi öldürmeye çalışırken şimdi beni teselli ediyordu. İkimizin de akıl sağlığı yerinde değildi.


Göz yaşlarım nihayet dindiğinde bir kaç dakika daha o şekilde kaldım o da karşı çıkmayarak kollarının arasında durmama izin verdi. Başımı kaldırıp yavaşça ondan ayrıldığımda gözlerimi farklı bir yere çevirdim. Hafif bir şekilde güldüğünde yanaklarımın kızardığına emindim. Ona sarılarak ağlamıştım ve şimdi ne diyeceğimi bilmiyordum ya da ona ne cevap vereceğimi.


"Gözlerime bakmaktan korkuyor musun Cadı ? " Başımı iki yana sallayarak okyanus mavisi gözlerini benim mavilerimle buluşturdum. Beni kışkırtıp yine ağına düşürmüştü. Ona öfkeli bakışlar attığımda sırıttı. " Hah şöyle kız, biraz alışkın değilim farklı haline Cadıcık . "


"Gerçekten çok sinir bozucusun Alar. "


"Seninde aşağı kalır yanın yok Hera. (!)"


Benimle dalga geçmesine karşılık sadece gözlerimi devirdim. Yavaşça ayağa kalktıktan sonra elimin tersiyle göz yaşlarımı sildim benimle birlikte o da kalkmıştı.


Ona biraz yaklaşıp parmağımı yüzüne doğrulttum, "Az önce yaşananları kimseye anlatmaycaksın İgnis yoksa seni kurbağaya çeviririm.!" dedim uyarıcı bir ses tonuyla. Ama bu onun büyük bir kahkaha atmasına neden olmuştu ama hemen ardından ciddi ifadesiyle yüzüme baktı.


"Ağlamak seni zayıf yapmaz Hera." dediğinde başımı yere eğdim. "Ağlamak kimseyi güçsüz yapmaz." diye ekledi. Eli çeneme gitti ve başımı kaldırarak yüzlerimizi eşitledi.


"Sence sorun ben de mi?" diye sordum acı bir gülümseme eşliğinde.


Anlamayarak baktı, "Sen de bir sorun mu var?" diye sordu inanamayarak. Bu kıkırdamama neden olduğunda gülümsedi. "Aklını saçma sapan şeylerle doldurma. Sen sorunlu falan değilsin yer yüzündeki en güçlü cadılardan biri olduğuna eminim ama şu dondurma büyüsünden vazgeçmen gerek..." dedi sonlara doğru sesine muzip bir tını ekleyerek.


"Şaklaban." dedim sesli bir şekilde gülerken.


"Eğer sen güleceksen şaklabanda olurum sıkıntı değil." dedi gülücükler saçan dudaklarımı gülümseyerek izlerken.


Bu kendime gelmemi sağladığında yalancı bir öksürmeyle kendime geldim. Konuyu dağıtmak için, "Sen her istediğinde nasıl buraya geliyorsun?" diye sordum. Konuyu dağıtmak için söylemiş olsamda bu konuda ciddiydim. Ne zaman ihtiyacım olsa yanı başımda istenmeyen tüğ misali bitiyordu.


Yanağımdan makas alıp yatağıma atlamadan önce, "Orası da bana kalsın." dedi. Ama bu cevap beni tatmin etmemişti.


Elimi ona doğru uzatıp bedenini havaya kaldırdım. "Lafı dolandırmadan söyleyecek misin yoksa kendi yöntemlerimi kullanayım mı?" dedim oldukça ürtkütücü olduğunu düşündüğüm bir tonda. Tabi o pek etkilenmişe benzemiyordu.


"Pekala Hera'cık indir beni aşşağıya da anlatayım." dediğinde elimi bir anda serbest bıraktım ve o tabiri caizce yatağı çökertti. Mecazi anlamda değil yatak gerçekten çökmüştü. "Siktir daha yumuşak bir iniş umuyordum!" diye homurdandığında güldüm.


"Kalk oradan ve kenara geç." dedikten sonra bir kaç saniye dediklerimi yapmasını bekledim ve ardından yatağı eski haline getirmek için büyümü yaptım. Tahtalar tek tek eski yerlerine geri dönüp çivileri çakıldı. Yumuşak yatak üstüne bırakıldı ve bozulan çarşaflarda bir güzel toplandıktan sonra gülümseyerek kenarda hayret içerisinde yatağa bakan İgnis'e döndüm. "Bende bir kaç numara biliyorum ha?"


Gözlerini yataktan çevirip bana döndüğünde yüz ifadesi neredeyse kahkaha atmama sebep olacaktı. Gülmemek için dudaklarımı ısırırken eliyle yatağı işaret etti. "Ben mi yanlış gördüm yoksa sen yatağı sadece büyü yaparak mı tamir ettin cadı?"


"Abartıyorsun Alar her cadı yapabilir bunu." Dedim umursamaz bir tonlar.


Hızlıca başını iki yana salladı, "Böyle bir cadıyı en son yüz yıl önce gördüm Hera sen ondan sonra ilksin..." dedi hayranlık içerisinde.


Söyledikleri beni şaşırtsada belli etmedim ve göz devirdim. Alt tarafı bir yatağı eski haline döndürmüştüm dünyayı kurtarmışım gibi davranmasına gerek yoktu.


"Benden bir bok olmaz daha büyülerimin çoğu hatalı..."


"Çünkü yüzüğün yok!" diyerek sözümü kesti. "Kızların da bazı büyüleri hatalı ama seninki kadar büyük değil güçleri bu yüzden yüzük mühim değil onlar için ama sana bir süreliğine de olsa şart!"


Onu anlayamıyordum. "Seni anlayamıyorum." diyerek de sesli bir şekilde dile getirdim.


"Anlayacaksın Hera er ya da geç." dedikten sonra cama yaklaştı ve samimi olduğuna inandığım bir gülümseme ile yüzüme baktı. "Parti de görüşürüz Cadı." dedikten sonra yine gri dumanların arasında kayboldu.


Ağacın orada bekleyen bir baykuş olduğunu görünce istemsizce dudaklarımda bir gülümseme peyda oldu.



Bahçeye çıktığımda tüm kızların orada olduğunu gördüm. Hepsi çok gergin görünüyordu ve etrafı gözetlemeye çalışır gibiydi. Yanlarına gidip oturduğumda bile ben numaradan öksürene kadar beni fark etmemişlerdi. Başlarını kaldırıp bir tepki bekler gibi bakmaya başladılar.


"Hayırdır," dedim onların aksine sakindim. "bir şey mi oldu?"


Sıkıntıyla elleriyle oynayan Nesli'yi gördüğüm de kaşlarım çattı. "Hera..." dedi Açelya sıkıntılı bir tonla.


"Evet?"


Söylediği şeyi duyuduğumda neden gergin olduklarını anlamış çoktan ben de gerilmiştim. "İgnis kralı kanlarımızı istiyor."


BÖLÜM SONU


instagram:vaerosass


Loading...
0%